KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sayın YÖK Başkanı ve sevgili bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben konuşmamı yükseköğretim üzerine yapmak istiyorum çünkü şimdiye kadar yapılan konuşmalardan bu konu üzerinde yeteri kadar durulmadığı kanaatiyle böyle bir karar verdim. Dolayısıyla da önce YÖK'le başlamak istiyorum değerli arkadaşlar.

Şimdi, geçmişte "YÖK" konu olduğu zaman genellikle bir tartışma oluşurdu yani bu YÖK meselesi gerçekten Türkiye'nin eğitim sistemiyle ilgili olarak üzerinde durmamız gereken bir mesele. Bu mesele hakkında -esasında biliyorsunuz hepiniz- 2002'den önce, Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara gelmeden önce, iktidara geldiğinde Yükseköğretim Kurulunun kaldırmayı hedefleyen açıklamalar yapmışlardı fakat iktidara geldikten sonra bu konu olması gerektiği gibi olmadı, konuşulmadı ve anladığımız kadarıyla da YÖK meselesi özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin genel olarak Türkiye'ye bakışındaki merkezîleşmeye uyan bir kurum hâline getirildi. Ben rakamlara baktım, mesela 2007'de 573 kişi varmış kurumda çalışan, 2020'de bu sayı 1.033 çıkmış yani bırakın YÖK'ü kaldırmayı düşünmeyi, aksine YÖK'ü güçlendiren bir anlayışla olaylar gelişiyor. Nitekim, hatırladığım kadarıyla geçmişteki YÖK Başkanı "Yeni YÖK"ten söz ediyordu kavram olarak ve galiba onun zamanında mı kuruldu bilemiyorum ama çeşitli projeler geliştirilmiş anladığım kadarıyla. "YÖK Gelecek Projesi" "YÖK Anadolu Projesi" "YÖK Sanal Laboratuvar Projesi" vesaire gibi. Yani yükseköğrenim meselesinin felsefi olarak tartışılıp da bu Kurumun nereye düştüğüne dair bir tartışma yapılması gerekirken "Hani elimizde böyle de bir kurum var, bunu da yükseköğrenimi zapturapta almak için kullanalım." diyen bir bakış açısıyla YÖK'e yaklaştıklarını düşünüyorum. Oysa hepiniz biliyorsunuz ya da en azından akademik dünyayla ilgisi olan arkadaşlar biliyorlar ki YÖK gibi bir kuruluş yok dünyada, böyle bir kuruluş yok. Evet, üniversitelerin, üniversitelerdeki "curriculum"ların koordine edilmesiyle ilgili olarak birtakım koordinasyon kuruluşları var ama YÖK öyle bir hâle gelmiş vaziyette ki kendisi zaten bence iktidarın en önemli kurumlarından biri hâline gelmiş durumda.

Değerli arkadaşlar, bu, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmeden önceki söylemleri ile iktidara geldikten sonraki söylemleri arasındaki değişimin en önemli unsurlarından biridir YÖK. Semboliktir ve aynı zamanda görebildiğimiz kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara gelirken ki özgürlükçü söylemlerinden tümüyle vazgeçtiğini ve neredeyse ülkeyi yönetmek üzere her türlü kararın tamamen merkezîleştiği ve tek adama bağlandığı, adına da "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen bir sistemi kabul etmiş görünüyor. Değerli arkadaşlar, bu, hakikaten kabul edilmesi son derece zor bir gelişmedir ve gerçekten samimi AK PARTİ'lilerin de bunu düşünmesi lazımdır yani nasıl oluyor da iktidara gelmeden önce YÖK'e itiraz edenler şimdi YÖK'e neredeyse tapınıyorlar. Bakın, ben bir tarihte, bir özel-vakıf üniversitesinde rektör yardımcılığı yaptım uzun yıllar ve YÖK'ün baskılarıyla başörtülü kızları içeri almamamızla ilgili olarak inanılmaz baskılar yaşadık ama biz onlara karşı çıktık ve elimizden geldiği kadar da başörtülü öğrencilerimizin derslere girmesini sağlamaya çalıştık. Şimdi aynı YÖK yani bu baskıcı YÖK'e şimdi siz sahip çıkıyorsunuz ve bu anlaşılabilir bir şey değil bence yani ve -birazdan değineceğim, konuyu oraya getirmek istiyorum aynı zamanda- "barış akademisyenleri" denilen akademisyenlerin üniversiteden atılmasına, soruşturma yapılmasına da razı olmuş bir YÖK'ten söz ediyoruz. Yani geçmişteki tutumundan tümüyle farklı bir tutuma evirilmiş olan bir YÖK'ten bahsediyoruz.

Türkiye'de üniversite-yükseköğrenim kurumları arasındaki ilişkiler her zaman sorunlu olmuştur değerli arkadaşlar. Bunun daha uzun konuşulması gereken bir yanı var ama bir bakıma hiçbir iktidar özellikle üniversitelerden kaynaklanan eleştirilere razı olmamıştır Türkiye'de ve elinden geldiği kadar da baskıcı imkânları kullanmış ve bu insanları görevlerinden atmış, işsiz bırakmıştır. Birkaç tane örnek vereceğim: 1948'de böyle bir hadise yaşanıyor Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafyada. Efendim, bazı öğretim üyelerinin komünist olduğu iddiasıyla üniversiteden atılması gerektiği söyleniyor ve sonuçta üniversiteden atılıyor. Kimler bunlar arkadaşlar? Bakın, sayayım isimlerini: 1'incisi Behice Boran, 2'ncisi Niyazi Berkes, 3'üncüsü Muzaffer Şerif, 4'üncüsü Pertev Naili Boratav. Değerli arkadaşlar, bu 4 isim de Türkiye'nin esasında fikrî gelişmesinde adları anılması gereken, medarıiftiharı olarak kabul edilmesi gereken isimlerdir ama bu isimleri o dönemin yönetimi üniversiteden atmaktan hiçbir şekilde çekinmedi.

Gelelim 1960'a: 1960'ta da bir darbe oldu. O 60 darbesinde de yine 4 isim benim dikkatimi çektiği için buraya aldım: Sabahattin Eyüboğlu, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya ve Mina Urgan. Değerli arkadaşlar, bu 4 arkadaş da 4 insan da 4 akademisyen de Türkiye'nin -bu demin söylemeye çalıştığım- medarıiftiharı kabul edilmesi gereken fikir insanlarındandı, onlar da 1960'ta atıldı.

Gelelim 1980'e: 1980'de biliyorsunuz "1402" diye bir kanun çıktı ve inanılmaz bir kıyım yapıldı bütün üniversitelerde. Sadece 2 üniversiteyi anacağım, Ankara ve İstanbul Üniversitelerini anacağım ve oradan 1402'lik olan akademisyenlerin isimlerini burada tekrar edeceğim: Ankara'dan Rona Aybay, Mete Tunçay, Yılmaz Akyüz, Baskın Oran, Tuncer Bulutay, Korkut Boratav; İstanbul'dan Aydın Aybay, İdris Küçükömer, Sencer Divitçioğlu, Gençay Gürsoy, Bülent Tanör, Hüseyin Hatemi. Bunları daha artırmak da mümkün ve başka üniversiteleri de katmak mümkün. Ama bu insanları da -ki bunlar da bence Türkiye'nin fikrî gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuş, özgür düşünen ve özgür yazan ve muhalif insanlardı- gönderdiler.

Son olarak, 2015'teki barış akademisyenleri meselesine gelelim. Neydi mesele? Bir bildiri yayımlandı. Ben biliyorum, ben de o bildirinin imzacılarından birisiyim ve bundan dolayı da YÖK tarafından soruşturma yapılmış ve mahkemeye verilmiş olan insanlardan birisiyim. Benim gibi birçok insan var, 2 binden fazla insan üniversiteden böyle atıldılar veya emekli olmak zorunda kaldılar.

Değerli arkadaşlar, size bir şey hatırlatayım: Biliyorsunuz, Charles de Gaulle, İkinci Dünya Savaşı'nda Fransa'nın Almanya karşısındaki yenilgisinden sonra İngiltere'ye giderek Fransa'nın özgürlüğü için bir mücadeleye girdi ve bu kişi Fransız tarihinde önemli bir Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Fakat Cezayir Savaşı sırasında, Fransa'da neredeyse 1,5 milyon Cezayirlinin öldürülmesine yol açan savaşta, Jean-Paul Sartre, bir filozof, Paris'in sokaklarında karşı bildiriler dağıtıyordu bu Cezayir Savaşı'nın sona ermesiyle ilgili olarak. Bir gün de Gaulle'e geliyorlar ve diyorlar ki: "Bunu zapturapta al, bunu tutukla."

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, çok affedersiniz, süreniz doldu, bunu tamamlarsanız memnun olurum.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Çok affedersiniz, birkaç dakikamı istiyorum sizden.

Jean-Paul Sartre'la ilgili ne diyor biliyor musunuz de Gaulle? Bilenleriniz biliyordur, "Sartre Fransa'dır." diyor, yani "Sartre'ı tutuklamak Fransa'yı tutuklamaktır." demek istiyor.

Değerli arkadaşlar, emin olun -siz kişisel olarak üstünüze almayın ama- kurumsal olarak bu YÖK'ün ve bu iktidarın barış akademisyenlerine yaptıkları... Demin saydığım isimler gibi, bu isimler Türkiye'nin medarıiftiharı olacak olan isimler olacaktır, hepiniz de göreceksiniz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, teşekkür ediyorum.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır, bir dakika... Çok affedersiniz...

Vakıf üniversiteleriyle ilgili birkaç şeyi söylemek zorundayım, eğer söylemezsem olmaz. Özür dilerim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Fakat süreniz doldu.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hiç kimse konuşmadı şimdiye kadar bu vakıf üniversiteleriyle ilgili olarak.

Sayın Bakan...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir cümleyle...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Çok affedersiniz... Bir dakika... Müsaade edin...

Bakın, değerli arkadaşlar "vakıf üniversiteleri" diye facia bir durumumuz var, bundan çok övünüyorsunuz ama vakıf üniversiteleri gerçekten birer ticarethanedirler. Ben onların içinden geldim, orada çok farklı üniversitelerde görev yaptım ve bu üniversitelerin... Şimdi zamanım bittiği için tabii konuşamayacağım ama...

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Hepsi değil.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Hepsi değil, tabii ki birkaç tanesini ayrı tutmak lazım belki ama emin olun...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, siz bir akademisyen olarak YÖK'ü bir ziyaret edin olmazsa...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, bunlar ticarethane hâline gelmiş durumdadır. Bakın harcamalarına, reklam harcamaları kütüphane harcamalarının 4 katıdır. Düşünebiliyor musunuz? Parasal bir mekanizma hâline gelmiş olan bu üniversitelerle ilgili olarak YÖK'ün denetiminde -ki ben üniversitelerde YÖK denetimini çok gördüm, ne olduğunu da çok iyi biliyorum değerli arkadaşlar- lütfen buna son verin.

Bu vakıf üniversitelerinin meselelerini de gündeme almanız gerekir diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim, dinlediniz.