KOMİSYON KONUŞMASI

SALİH CORA (Trabzon) - Teşekkür ederim Başkanım.

Değerli Bakanım, kıymetli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Bakanımızın sunumunun ardından söz alan milletvekillerinin ifadelerini, beyanlarını dikkatle takip ettik. Açıkçası hezeyan dolu ifadelere, bir milletvekili olarak üzülmedim desem yalan olur. Türkiye'nin dış politikasının konuşulduğu böyle ehemmiyetli bir toplantıda tek vücut olmak gerekirken, birlik ve beraberlik içerisinde olmamız gerekirken maalesef Türkiye'yi karalayıcı, dış politikayı küçümseyici yaklaşımlar içerisinde olunmasını kınıyorum. Özellikle bir milletvekilinin ifadesinde ne yazık ki "Türkiye ne yazık ki Orta Doğu siyasetinden sonra Kuzey Afrika siyasetinde de belirleyici bir rol almıştır." şeklindeki ifadeyi ben bu Meclisin çatısı altındaki bir milletvekiline yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, dünya yeni bir dizayn içerisinde, yeni bir düzen kurma içerisinde. Özellikle soğuk savaş döneminden sonra bir düşünce kuruluşunun yayımladığı raporda artık soğuk savaşın sona erdiği, bundan sonraki çatışma alanının Doğu medeniyeti ve Batı medeniyeti arasında gerçekleşeceği şeklinde bir rapor ortaya koymuştu. Medeniyetler öyle yüz yılda, iki yüz yılda oluşacak kavramlar değildir. "Doğu medeniyeti" ve "Batı medeniyeti" kavramından alacağımız ifade şudur: "İslam medeniyeti" ve "Hristiyan medeniyetidir." Bu raporun ardından baktığımızda, 11 Eylül saldırılarının ardından dünyanın birçok yerinde kaotik ortamlar, kaos, terör ve gözyaşları hâkim olmaya başladı Afganistan'da, Irak'ta ve birçok yerde. Ardından Arap Baharı'yla beraber, yine, Müslüman ülkelerin birçoğunda farklı hareketler oldu. Bu, Suriye'ye yansıdı; Suriye'den sonra da esasında sıranın Türkiye'ye geldiğini görmezlikten gelemezdik. Hatta Gezi olaylarının bile o sıranın tetikleyici unsurlarından biri olduğu kanaatinde olduğumu ifade etmek istiyorum. Böyle bir durumda Türkiye'nin komşularıyla "sıfır problem, sıfır sorun" yaklaşımını ele almak gerekirse, evet, bizim komşularımızla sıfır sorun politikamız, yine esaslı bir şekilde devam etmektedir ama sorunların nedenine baktığımız zaman, nedenin Türkiye olmadığını, hedefin Türkiye olduğunu da çok iyi bir şekilde idrak etmemiz gerekiyor. Bir milletvekili arkadaşımız dünyada yaşanan gelişmelere karşı Türkiye'nin müdahaleci tavrını şu şekilde ifade etti: "Soğukkanlı davranırsak ne hâle geldiğimizi, ne kazanıp ne kaybettiğimizi yorumlamamızı istedim. Evet, soğukkanlı davranabilmiş olsaydık nelerle karşılaşacağımızı biz çok iyi biliyorduk yani Türkiye'nin hedefte olduğu bir yerde soğukkanlı davranabilme kabiliyetimiz mümkün değildi. Öyle bir noktaya geldik ki, bir ülkenin fiziki sınırlarının güvenliği, o ülkenin sınırlarının ötesindeki güvenliğinin ne kadar uzakta olduğuyla ilgili bir durumla karşı karşıyayız, böyle bir durumdayız.

Bizim, şimdi, Karabağ'da, Azerbaycan'ın topraklarının işgale maruz kaldığı bir yerde sessiz mi kalmamız gerekiyordu? Yeni bir Boğazlıyan dramına seyirci mi olacaktık? Aynı şekilde, Akdeniz'in doğusundaki gelişmelere sessiz mi kalmamız gerekiyor? Libya'yla yaptığımız mutabakatın ardından orada, Libya'nın meşru hükûmetine yönelik darbe girişimi karşısında Libya'nın çağrısına duyarsız mı davranmamız gerekiyordu? Türkiye'yle ekonomik ilişkileri iyi olan Katar'a bir darbe yapılmaya çalışıldığında, yine Katar'ın isteği üzerine kendilerine yardım etmemiz yanlış bir yaklaşım mıydı? Bu, Türkiye'nin aleyhine bir durum muydu? Fransa'da bir yetkilinin gazeteye verdiği bir beyanda, Katarlı yetkililerle yaptığı görüşmede şunu söylemişti "Eğer siz olmasaydınız biz Türkiye'yi ekonomik olarak bitirecektik." diyor.

Türkiye öyle bir dönemden geçiyor ki bir taraftan terörle mücadele ediyor, bir taraftan da uluslararası ilişkilerde kendi pozisyonunu oluşturmaya çalışıyor. Artık dış politikada bir mesele söz konusu olduğunda "Amerika ne der, İsrail ne der?" şeklinde bir yaklaşım yok, artık Türkiye'de "Ankara ne der, Beştepe ne der?" yaklaşımıyla beraber Türkiye'nin kendi özgün dış politikasını ortaya koymaya çalışmaktayız; bizim yaklaşımımız budur. Suriye'de Amerika'nın varlığına, İran'ın varlığına, Rusya'nın varlığına envaiçeşit terör örgütünün varlığına ses çıkarılmayacak ama Türkiye'nin, orada Kilis'e, Akçakale'ye bombalar düşerken Suriye'deki kaos ortamından kaçan binlerce, milyonlarca mülteciyi sınırlarımızdan içeri alıp onları sahiplenirken, böyle bir sorunla karşı karşıya kalırken, bizim orada sessiz kalmamız bizden beklenemez; bu, tarihe karşı sorumluluğumuzdu, orada mazlumların yanında olmamız gerekiyordu ve bu şekilde biz Suriye'de terörle mücadele noktasında bir yaklaşım ortaya koyduk.

Bizim PYD'yle, PKK'yla mücadelemiz, Kürtlere karşı bir mücadele değildir; bizim DEAŞ'le, IŞİD'le mücadelemiz, Müslümanlara karşı da bir mücadele değildir. Bizim mücadelemiz, ülkemizin sınırlarının güvenliğini sağlamaya yönelik ve oluşan tehditleri bertaraf etmeye yönelik bir yaklaşımdır. Türkiye'nin bu manadaki duruşu takdir edilmesi gerekirken maalesef ki hezeyan dolu açıklamalarla, teslimiyetçi bir yaklaşım bizden beklenerek bir dış politika üretmemizi istiyorlar.

Yani Büyükelçileri neden üzmüşüz, büyükelçiler böyle bir açıklamaya neden mecbur kaldı. Arkadaşlar, büyükelçilerin Türkiye'de bizim başımızın üstünde yerleri vardır. Büyükelçileri Türkiye'de en güzel şekilde misafir etmek bizim vazifemizdir. Bir yargı meselesine, Osman Kavala olayına Avrupa Konseyi açıklama yapabilir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açıklama yapabilir; diplomatik bir dille ülkemiz buna ilişkin duruşunu ortaya koyabilir ama büyükelçilerin kalkıp da bir ülkenin egemenlik haklarını ihlal edici bir şekilde yargıya müdahale niteliğinde bir açıklama yapması kabul edilmez, bunu diplomatik bir yaklaşımla geçiştirmek de bizden beklenemez. Bizim liderimizin, Cumhurbaşkanımızın duruşuyla büyükelçilerin geri adım atması, Türkiye'nin duruşundaki haklılığı bir kez daha ortaya koymuştur.

Şimdi, bazı milletvekilleri şunu söylüyorlar "Bizi artık kimse sevmiyor." Ya, "Bizi artık kimse sevmiyor." ifadesi ancak bir kişinin artık kendini sevmemesiyle alakalı olarak izah edebilirim. Eğer bizi kimse sevmiyorsa, biz nasıl oluyor da 163 olan dışarıdaki temsilcilik sayımızı 253'e ulaştırıyoruz, 74 ülkeye umumi pasaportla vizesiz giriş imkânı sağlıyoruz, 5 ülkeden ise sadece kimlikle geçiş imkânı alıyoruz. Evet, bu, bizim girişimci dış politikamız sayesinde oluyor, bunun faydasını görüyoruz.

Nerede mazlum bir millet varsa onların umudu olmaya devam edeceğiz. Türkiye eksenli dış politikamızı hayata geçirmeye devam edeceğiz. Özellikle, dünyanın en zengin ülkesi değiliz ama en cömert ülkesi olmaya devam edeceğiz. Yardımlarımızın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı zaten bunu kanıtlamaktadır, nerede mazlum varsa, nerede gadre uğramış bir millet varsa insan odaklı dış politika vizyonumuzla hemen onların yanlarında olmaya devam edeceğiz; bizim yaklaşımımız budur. Ve bunu, özellikle dış politikamızda, ülkemizde bunu temsil eden Dışişleri Bakanımızı ve kıymetli ekibini, Dışişleri Bakan Yardımcılarımızı, bütün ülkelerdeki büyükelçilerimizi ve diplomatlarımızı ben takdir ediyorum, tebrik ediyorum. Yurt dışındaki hangi vatandaşımızla karşılaşıyorsak Türkiye'den gururla bahsetmektedir. Türkiye'yle gurur duyuyor, Cumhurbaşkanımızla gurur duyuyor, diklenmeden dik duruşun onurunu, mutluluğunu yaşamaktadırlar. Ben bundan dolayı özellikle Bakanımıza teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.