| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ve İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ile 37 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi(2/3911) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2021 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Konuklarımıza hoş geldiniz diyorum.
Bu kanun teklifiyle alakalı öncelikle şunu söyleyeyim: Olağanüstü haşlayacağımız, üzerinde ağır eleştiriler yapacağımız bir kanun teklifi değil; ihtiyaçlara binaen, iyi niyetli bir teklif olduğunu söylemem gerekiyor. Ama tabii, her kanunu yaparken istişare etme ihtiyacını göz önüne almadığınız için burada da eleştireceğimiz noktaların çıkmasına neden oluyorsunuz. Benden önceki konuşmacılar çok fazlasıyla dile getirdiler, bu istişare geleneği yok, kanun yapma tekniği açısından da başka bir teknikle kanun tekliflerini getiriyorsunuz. Doğal olarak, burada az da olsa iyi niyetle yapılmış olan kanun tekliflerine de bizim bakış açımızdan kaynaklı bazı eleştirilerin ortaya çıkma durumu oluyor.
Öncelikle ve özetle, bu kanun teklifinin bir iki maddesiyle alakalı, aslında benden önceki konuşmacıların da dile getirdiği bir iki maddesiyle alakalı ben de fikrimi söyleyeceğim. 1'inci maddedeki düzenlemenin Anayasa'nın 128'inci maddesindeki görev ve yetkilerin kanunla belirlenmesi ilkesine aykırılık taşıyabileceği düşüncesindeyim. Burada bir "baş icra müdürü" tanımı getiriliyor, o kendi içinde de başka sorunlar yaratabilir icra müdürleri arasındaki görev bölüşümü anlamında ama onun görev ve yetkilerinin neler olduğunun tanımı yok. Aslında, İcra ve İflas Kanunu'nda da icra müdürleriyle ilgili çok fazla bir tanım söz konusu olmadığından dolayı bu kısma Anayasa'nın 128'inci maddesi gereği tavzih, bir detaylama, görev ve yetki tanımlamasının girmesi gerektiği inancındayım. Bu anlamda, Anayasa'ya aykırılık durumu söz konusu, onu öncelikle söyleyeyim.
40'ıncı maddede -yine, arkadaşlarımız da dile getirdiler- tek suçtan dolayı birden fazla ceza yaptırımı uygulaması, bu, disiplin hükmü de olsa bir arada olma ihtimali yok yani 2'nci maddeye göre, hukuk devleti ilkesine göre olmadığı gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ek 7'nci Protokolü'ndeki 4'üncü maddeye de bir aykırılık söz konusu burada. Anayasa 90 gereği de altına imza attığımız sözleşmeler bizi bağlayacak olduğundan dolayı bu kısmın bir gözden geçirilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
44'üncü maddeye ilişkin de kanunun yer ve zaman açısından uygulanması kanun tekniği açısından da asli unsurdur. Burada yer ve zaman unsuru açısından uygulama geniş bir yelpazeye bırakılmış ve yasama yetkisine yönelik olarak bir ihlal söz konusu burada. Anayasa'nın 87'nci maddesinde TBMM'ye tanınmış olan bir hakkın başkasına havale edilmesi var. 7'nci maddedeki yasama hakkının kim tarafından kullanılacağı belirlenmiş durumda ve 2'nci maddedeki hukuk devleti ilkesine aykırılıklar taşıyor.
Onun dışında, bazı düzenlemeler, evet, eleştirilebilir ama geneli itibarıyla İcra ve İflas Kanunu'nda bazı değişikliklere ihtiyaç olduğu hepimizin bildiği şeyler. Yani ihalelere girişle alakalı, toplumsal yapımızdaki bozukluklar, sosyolojik yapımızdaki bozukluklar, suç örgütlerinin bu ülkede yeterince bastırılamamış olması vesaire gibi yapılar göz önünde bulundurulduğunda teknolojinin nimetlerinden faydalanma da gerekiyor, bilişimin nimetlerinden faydalanma da gerekiyor. Bu açıdan, burada yapılan bu düzenlemelere bizim "Hayır." deme durumumuz söz konusu olmaz; aksine, ben birçoğunun faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Bir birleştirme talebim vardı, onu bir dile getireyim öncelikle. İşçi alacaklarıyla alakalı, özellikle Covid döneminde yaşanan sıkıntıları da göz önüne alarak 25 Mayıs 2021 tarihli (2/3633) numarasıyla esasa kayıtlı olan işçi alacaklarının öncelikli alacak, öne geçirilen alacak hâline getirilmesi anlamında işçiyi, emekçiyi, sosyolojik olarak problemi olan bir ülkede korunması gereken ana sosyal kesimleri korumak anlamında bir kanun teklifimiz var, onun birleştirilmesini talep ediyorum.
Bu kanun teklifinin 1'inci maddesine getirdiğiniz gerekçeye bakıldığında aslında içsel olarak Türkiye'nin ana sorunlarını ikrar eder bir durumumuz söz konusu. Diyorsunuz ki "İcra dairelerinde yük arttı." İcra dairelerinde yükün artmış olması bir ülkenin ekonomik ve sosyal pozisyonunun bozulmuş olması anlamına gelir, başka hiçbir anlama gelmez. Hiç kimse keyfen icralık olmaz, icra dairelerinde artan yükü artık hepimiz biliyoruz. Bunun temel nedeninin de sadece hukuksal bir mesele ya da hukuki denetim, takip, oradaki idari kadroların yeterliliği meselesi olmadığı, Türkiye'nin son yıllarda saplanmış olduğu ekonomik bataklık olduğunu görüyoruz. Bu bataklıktan böyle sadece İcra ve İflas Kanunu'nda bazı düzenlemeler yapıp kadro artırarak çıkamayacağımızı da görüyoruz. Hatta ben bir süre sonra, eğer böyle giderse -Allah izin verirse buna müsaade etmeyeceğiz, onu bir defa söyleyeyim; biz sandıkta bu işi bitireceğiz, böyle bir ekonomik ve sosyolojik tabloyu en kısa süre içerisinde zaten telafi edecek önlemleri alacağız ama- o kurmuş olduğunuz kadroların icra mahalline gittikleri zaman hiçbir şekilde can güvenliğinin kalmayacağını düşünüyorum, uygulamanın içinden gelen bir arkadaşınız olarak söylüyorum. Burada az önce arkadaşlarımız dile getirdiler, icra, iflas muameleleri sırasında kolluğa çok ihtiyaç olduğu, kolluğun bulunamadığı vesair gibi şeyler getirildi. Ona ilişkin de yasal düzenleme yapılması gerektiğini söyledi Sayın Tanal. Bana sorarsanız, bir süre sonra kolluğu da çalıştıramazsınız. Yoksulluğun, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, ekonomik her türlü öngörüsüzlüğün bir şekilde boy atmış olduğu bir ülkede ister kollukla ister kolluksuz icra muamelesi yapmaya kalktığınızda başka direnişlerle karşılaşabilirsiniz.
Burada net olarak söylüyorum, bizim halkımız gerçekten necip bir halk, bizim halkımız sağduyulu bir halk, bizim halkımız sizin her türlü kötü yönetiminize rağmen oturduğu yerden gerçekten bir şekilde çözüm arayan ama sokağa yönelik olarak bir eylemliliğin parçası olmayacak derecede necip bir halk. Ama öyle bir yere getirdiniz ki, öyle bir yere getirdiniz ki ne vergi alırken ne icra yoluyla herhangi bir şey tahsil ederken karşınızda o kadar masum bir kitle bulamayabilirsiniz. İnsanların evlerine gidiyorsunuz oturacak sandalyeleri yok, yiyecek ekmekleri yok. Öyle bir tablo oluşturdunuz ki size çağrı yaptık, dedik ki: "Kara kış fonu kurun, kara kış fonu kurun." Ha bire enerjiye zam yaptınız. Diyeceksiniz ki "Dünyada trend böyle." Evet, dünyada trend böyle ama dünyadaki bu trende karşılık ülkeler tedbir alıyorlar. Almanya enerji üzerindeki vergiyi asgariye çekti, Çekya'da enerji üzerindeki vergi kaldırıldı, Belçika 740 milyon euroluk bir enerji paketi açıkladı kendi vatandaşlarını koruma altına almak için, bunun gibi İtalya doğal gazı kış aylarında kendisi ödeyecek vatandaşlarının yerine, Fransa 2 bin euronun altında geliri olanlara 100 euroluk ek destek açıkladı.
Şimdi, biz ne yaptık? Hiçbir şey. Kötü kötü şeyler yapıyoruz ama, kafamıza göre politika faizi belirliyoruz, üreticiyi mağdur ediyoruz, işçiyi mağdur ediyoruz, emekçiyi mağdur ediyoruz, Türkiye'de esnafı mağdur ediyoruz. Mağdur etmediğimiz küçük bir azınlık var, oligark bir çete var. Bizim Genel Başkanımız "5'li çete" diyor ya, onun biraz daha genişi, o tek başına değil, biraz daha genişi var; işte bu sizin uyguladığınız politikalardan, döviz farkından, fırlayan dövizden mutlu olan bir kesim var. Onun dışında olağanüstü mutsuz bir tablo yarattınız.
Hukuk bir üstyapı kurumudur, hukuk bir altyapı kurumu değildir ki, altyapı kurumu ekonomidir. Ekonomiyi doğru düzgün bir yere taşıyamazsanız burada çok kanun yaparsınız ve hiçbir işe yaramaz. 2018 yılından beri biz sizinle kanun yapıyoruz arkadaşlar, çok kanun yaptık, en çok çalışan komisyonlardan bir tanesi Adalet Komisyonu ama bu ülkede hiçbir şey değişmiyor, aksine her şey kötüye gitti. Niye? Çünkü siz tekçi bir sisteme geçtiniz, kafanıza göre takılıyorsunuz. Sokağın, insanın insancıl olarak hangi ihtiyacının olduğunu öncelemek yerine kendi öncelediğiniz ve hakikaten karşılığı olmayan işler yapıyorsunuz. Yüzde 46 civarına varmış üretici fiyat endeksinin olduğu bir ülkede yüzde 19,80... Palavracı bir kuruluşunuz var TÜİK, açıklama yapıyor, onun rakamını söylüyorum, "19,80 Tüketici Fiyat Endeksi." diyor. Geçen yıl ile bu yıl özellikle gıdada yüzde 100'ün üzerinde artan maliyetler söz konusu. Sokağa çıktığınızda bir kıvırcığı 10 liraya alıyorsunuz, yoksul insanlara bir kıvırcığı 10 liraya yediriyorsunuz. Ve buna karşılık da Sayın Cumhurbaşkanı -nereden öğrenmiş ben de bilmiyorum, ekonomistler böyle bir kabulü asla yapmıyorlar- diyor ki: "Ben faizi düşüreceğim, enflasyonu da düşüreceğim." Yüzde 16 politika faiziyle beraber yüzde 19,80 sizin o palavracı kurumunuzun açıklamış olduğu enflasyon rakamını karşılık koyuyor. Akıl var, fikir var, izan var, olmayacak bir şey bu. Bu nedir biliyor musunuz? Bu, bugün icra dairelerine çok daha fazla insan alarak ensesine bineceğiniz yoksul halkın daha daha yoksullaşmasıdır; anlaşılmayacak bir şey yok ki, alım gücünü düşürüyorsunuz, alım gücünü düşürüyorsunuz. Bu ülkede yapılan üretimin birçoğu aslında ithal ikame üretim. Adımınızı attığınızda ithal mallar üzerinden bir üretimle karşı karşıya kalıyorsunuz, döviz arttıkça oradaki maliyet artıyor, oradaki maliyet arttıkça enflasyon artıyor, enflasyon arttıkça yoksulluk artıyor; sömüren de ufacık bir azınlık kitle var. Nereye kadar götüreceğinizi düşünüyorsunuz bunu? Bu kafa nereye kadar gider? İkna mısınız arkadaşlar, içinizden çıkıp bir tanesi bu ekonomik modeli burada anlatamaz. Neyin murat edildiğini Türkiye Büyük Millet Meclisi Parlamentosundaki 600 milletvekilinin 5'i bile tarif edemez. Hani milletin iradesi Parlamentoda tecelli ediyordu. İşte, böyle, kurumların hukuksal anlamda durdukları yerle de oynarsanız, Merkez Bankası Başkanının hiçbir inisiyatifi kalmazsa, kurumsal hiçbir inisiyatif söz konusu olmazsa, hukuk her türlü ihlal edilir ise, piyasada böyle bir devlet yapısı, böyle bir ekonomik yapı, böyle bir hukuksal yapı yaratırsanız bu kanunlardan çok getirirsiniz ama kimse tınmaz. Kötü niyetli kanun demiyorum, bakın, işin başında dedim ki iyi niyetli bir kanun çalışması ama farkına varın, sizin her türlü iyi niyetli kanun çalışmanız aslında bozuk düzene makyaja dönmeye başladı. Düzen bozuk, düzen bozuk, düzeni tamir etmeyi düşünmüyoruz, üzerine bu düzene makyajını yapabileceğimiz kanunlar getiriyoruz. Daha fazla icra yapsak ne olacak? Bu ülkede daha yoksul insanlar olduğu sürece, millî gelir azaldığı sürece, kişi başına düşen millî gelirde adaletsizlik arttığı sürece icra daireleri "full" çalışsa ne olacak, kapılara dayansa ne olacak? Ne olacak, bir anlatabilir misiniz? Parası olmayan adamın canını mı alacaksınız? O yüzden, öncelikle hukuka dayalı bir devlet gerekiyor. Niye gerekiyor, biliyor musunuz? Hukuka dayalı bir devlet olmazsa ekonominiz zaten düzgün gitmeyecektir. Demokratik bir devlet yapısı kurmazsanız buralarda çok tırmalarız bu kanunları.
Daha önce buraya başka bir kanun getirdiniz siz, kitle imha silahlarıyla alakalı kanun, burada bir yıl, bir buçuk yıl önce o kanunu görüştük. Anlattık size, dedik ki: Bu değil, bu yeterli değil, başımıza iş açacak bu. O nüfuz sahibi insanların servetini sorgulamayı bir türlü göze alamadınız. Dediler size: "Bak, bu da olması lazım." Sonra, önümüze neredeyse 10 maddelik ihlaller zinciri koyuldu o içinde bulunduğumuz ligde. Ben utanıyorum, bize değerli taştan kara paraya kadar, uyuşturucuya kadar devlet olarak göz yumduğumuzun belgesi diye önümüze bir dizi ihlal koydular. Ben bu ülkenin parlamenteri olarak bu ithamlardan utanıyorum. Hadi, çıkıp da diyelim ki: "Hayır, yok bunlar, biz doğru kanunlar yaptık, biz doğru işler yaptık." Hayır, bunu yapmadınız, siz kitle imha silahlarıyla ilgili kanunu yaparken Türkiye'de size muhalefet edebilecek sivil toplum örgütlerini nasıl bastıracağınızın kanununu yaptınız. O yüzden, kanun yapmak bir mesele değil. Kanunla sosyolojik yapınız arasında uyum, ekonomik yapınız arasında uyum olması gerekiyor. Bu ülkede mevcut Anayasa'nın bile -ki biz bu Anayasa'yı değiştireceğimizi söylüyoruz- bakın, ama önce bu Anayasa'ya uyulması gerektiğini de söylüyoruz- birçok başlığının ihlal edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Var mı bu ülkede hukuk devleti? Biriniz iddialı olarak söyleyebilir misiniz? Anayasa'nın amir hükümleri var, hukuk devleti, Anayasa'nın üstünlüğü, devlet yetkisi, yasama yetkisi, yürütmenin nerede olacağı, yargının nerede olacağı, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı meselesi, mahkemelerin bağımsızlığı meselesi, kişi özgürlüğü ve güvenliği meselesi, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplu özgürlükler, adil yargılanma hakkı, uluslararası sözleşmelere uyulmasıyla ilgili zorunluluklar, mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması; Anayasa'da bir dünya amir hüküm var. Tarumar ettiniz ya, bu saydıklarımın hepsi artık yok gibi, aksine bunların aksi yapılıyor bu ülkede ya. Baro başkanlarını yürütmediniz ya, baro başkanlarını; baroları Anayasa'ya aykırı bir şekilde bölen yasayı yaparken yürütmediniz ya. Barışçıl yürüyüşlerine göz yumamayan bir devlet yapısı var karşımızda. Ben az önce dedim? Bu kanunlara değil, demokrasiye ve hukuka ihtiyacımız var, kanunlar hukuk anlamına gelmiyor. "Baro başkanlarını yürütmeyen iktidar" olarak tarihe geçtiyseniz, siz bu işleri çözemezsiniz, olmaz. Baro başkanlarını baroların geleceğinin görüşüldüğü Adalet Komisyonu toplantısına davet etmediniz, sokmadınız ve o kanun görüşülürken Komisyona hiçbir baro başkanının giremediği, günlerce dışarıda çay, kahve ısmarlayarak gece dışarıda yattığı ve üstelik bir kısmının o yürüyüş sırasında darp edildiği bir hayatı uygun gördünüz bize.
Ben size başka şeyler hatırlatacağım şimdi, bu ülkede oluyor bunlar ya, "hukuk" "demokrasi" diyoruz ya, mesela, Cumartesi Anneleri var, Cumartesi Anneleri. Diyeceksiniz ki "Diyarbakır Anneleri" Evet, onlar da var, ikisini birbirinden ayırıyorsam iki gözümü birbirinden ayıracak kadar alçak adamım, ikisini de birbirinden ayırmıyorum ama siz birine bir gözle bakarken diğerine gözünüzü kapatıyorsunuz. Cumartesi Anneleri yirmi beş otuz yıldır eylemlilik içindeler biliyorsunuz. Neyi arıyorlar? Kayıplarını arıyorlar. Kaybeden kim? Kaybeden... Herhâlde bu, devletin sorumluluğunda bir konudur "kayıp". Gözaltında kaybolan birisi varsa devletin sorumluluğunda kaybolmuştur. Cumartesi Anneleri, Galatasaray Meydanı'na çıkamıyor, biz burada hukuk konuşuyoruz. Neden korkuyoruz ya? Yaşlı başlı insanlar, çocukları gözaltında kaybolmuş; Galatasaray'ın önünde fotoğraflarını yıllarca tuttular, Sayın Cumhurbaşkanı vakti zamanında onlarla ilgilendi, kayıplarıyla ilgileneceğinin sözünü verdi hatta birtakım adımlar da atıldı o süreç içerisinde ama öyle bir yere geldiniz ki son beş, altı yıldır; kimseye tahammülünüz yok. Cumartesi Anneleri eğer Galatasaray Meydanı'na çıkarsa korkuyorsunuz ki iktidarınız gidecek. Bu kadar kâğıttan kaplan mı sizin iktidarınız, Cumartesi Annesinden, 10-15 yaşlı insandan, haksızlığa uğramış insandan korkacak kadar kâğıttan kaplan mısınız? Bence değilsiniz. Ama başka bir sebebi var. Özgürlüklere tahammüllü iktidar olabilmek meselesi, şu Anayasa'ya yemin ederken -hepimiz yemin ettik buna, Sayın Cumhurbaşkanı ve biz parlamenterler- buna uymayı sağlayacak kadar kararlı bir siyasi otorite olabilme meselesi. Yani hukukun şekillenebilmesi için önce siyasi iradenin kararlılığı gerekiyor. O, hukuk yapacak yapmayacak meselesi değil, kararlı bir siyasi irade olur ise hukuk kendi içerisinde dik durur, beli bükülmez, yürür, hukukçular işini yapar ama şimdi kararlı bir hukuksuzluk iradesi olunca bizim Grup Başkan Vekilimiz Özgür Özel'in söylediği gibi hukuk seyyar giyotine dönüyor, giyotin gibi; size uygun olmayanların kafasını kesiyorlar, kesmişler "Örnek ver." derseniz veririm ama ben biraz haksızlıklardan bahsetmeyi tercih edeceğim. Mesela, askerî okul öğrencileri var, otuz yıl ceza aldılar. Bu çocuklar nasıl biliyor musunuz? Ben dosyalarını inceledim, aslında bir şekilde kandırılarak yola çıkarılmışlar, Sultanbeyli'de, TEM'in üzerinde farkına vardıklarında İstiklal Marşı söyleyerek direnen çocuklara otuz yıl ceza verdi sizin mahkemeleriniz. O iğrenç örgütün finansörünü el üstünde uçakta taşıyan şu andaki yönetim yapınız öyle bir siyasi duruş gösteriyor ki o çocuklar otuz yıl ceza aldılar ve şu anda mağdurlar, mağdurlar. Başka mağdurlar var mı? Var tabii. Mesela, KHK'liler var, hiç ilgi alanınıza girmiyor, biz ilgilenmeye çalışıyoruz. Hiçbir soruşturma geçirmeden, sadece bir idari tasarrufla mesleğinden, işinden edilmiş ve yaşamsal her türlü ihtiyacını karşılayamaz hâle getirilmiş insanlar var, siz neyin hukuk devletinden bahsediyorsunuz burada ya! Burada hukuk devleti falan filan bilmem ne konuşuyoruz. Hiçbir soruşturma geçirmeden... Bu, içimizden birisi de olabilirdi, bakın, herhangi biriniz ya da yakınlarınız olabilirdi. Hiçbir hukuksal süreç geçirmeden işinden edilmiş insanların olduğu bir ülkede "Hukuk devleti var." nasıl diyeceğiz? İki, beraat kararı almış olan insanlar var. Bakın, her ne kadar yargının bağımsız ve tarafsızlığı tartışmalı olabilecekse de ben hüküm giymiş, yargılananlarla ilgili bir şey söylemiyorum ama beraat kararı almış olan insanı görevine iade etmiyorsunuz. Niye? Sizden daha ak pak; sizin birçoğunuz yargılanmadınız bile. Yargılanma aynı zamanda bir aklanma yolu değil midir? Yargılanan insan beraat aldığı zaman ak, pirüpak değil midir? Hepimizin yargılanabilirliği ihtimaline binaen yargılanmış, beraat etmiş olan insanlar bizden daha temiz değil midir? Ee, görevine iade etmiyorsunuz. Öyle bir yapı kurdunuz ki muhaliflerinizi de görevine iade etmiyorsunuz çünkü o dönemde bir dünya insanı bu sebepten aldınız. Elinize bir malzeme verildi "FETÖ örgütü" diye, alakasız; bütün muhalifleri bu şekilde aldınız. Beraat etmiş, aynı zamanda "Hakkında kovuşturmaya yer yok." kararı verilenler için de aynı şey geçerli.
Ben size başka bir şey daha söyleyeyim, bir haksızlık daha dile getireyim. Kâğıt toplayıcılar var, biliyor musunuz? Sokakta kâğıt topluyorlar. Evet, sıkıntılı bir meslek, sorunlu bir meslek, onlara mesleki düzenlemeler yapmak yerine bulundukları yerlerde mesela İstanbul Valisi belediyelere talimat göndermiş: "Bunlarda her türlü sıkıntılı iş olabilir, oldukları yeri tarumar edin." 600 lira vererek aldıkları çekçekleri var, onlara hukuksuz bir şekilde el koyuluyor, çalışmadan alıkonuluyorlar, on binlerce insan hukuka dayalı hiçbir işlem yapılmadan mağdur ediliyorlar. Burada Anayasa'nın 49'uncu maddesini, bakın, ben size okuyayım, deniliyor ki: "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir." ama başka bir şey daha söyleniyor: "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır." "Ben çalışacağım." diyor adam. 10 milyondan fazla işsiz yarattığınız bir ortamda "Ben çalışacağım; siz benim mesleğimin teminatı olacak işleri yapın, benim çalışabileceğim alanları tarif edin, bana bir meslek kimliği tarif edin. Ben ekmeğimi çöpten çıkarıyorum." diyen insanların işini yaptırmıyorsunuz. Niye? 2 tane şirketi paraya boğacaksınız diye galiba. Burada bir ithamda bulunmak istemiyorum ama araştırdığımızda altından bunlar çıkıyor; 2 şirket zenginleşecek, toplum huzursuzlaşacak. Ekmeğini çöpten çıkaracak olan insanlara o ekmeği çıkartmayacaksınız; işte siz suçun ortamını yaratıyorsunuz zaten açlıkla, yoksullukla işini yapmak isteyen insana müdahale ederek suçun oluşma ortamını yaratıyorsunuz. Devlet bunu yapar mı ya, devlet bunu yapar mı? Bugün devleti yöneten sizsiniz, buna önlem almanız gerekmez mi? Aksine bunların bir mesleki tanımının yapılması, mesleki özelliklerinin tarif edilmesi, nerede, nasıl işlerini yapacağının belirtilmesi, eğitimleri varsa eğitimlerinin halledilmesi ama ekmeğinden edilmemesi gerektiğini bilmiyor musunuz?
Ya arkadaşlar, kusura bakmayın, bunu söylemek zorundayım, hepimiz dostuz, sizi tenzih ediyorum ama öyle yönetim kademeleriniz var ki hakikaten mağrurlar ordusuna dönmüş, kibir ordusu olmuş, dünyayı görmüyor ya; kafayı kaldırıp etrafını görmüyor; paradan başka hiçbir şey görmüyor ya, parayı da sadece kendi etrafında görüyor, bölüştürmeyi bilmiyor, adaleti bilmiyor sosyolojik yapıyı bilmiyor. Çekip gitseler var ya, kurtulacak bu millet. Aynen böyle bakıyor ya. Bunu zatıalilerinize söylemiyorum, buraya seçimle gelen bütün arkadaşlarımı tenzih ediyorum, halkın takdiriyle burada oturan arkadaşlarımı tenzih ediyorum. Bizlerin de sorumlulukları var, yeterince yerine getirmemiz lazım ama bir ağır ağabeyler sürüsü oluşturdunuz yönetimde, ağır abiler; kafalarını kaldırıp sağa sola çeviremiyorlar, sadece üç beş kişinin çıkarı için bu ülkede bir yönetim mekanizması hayata geçiriyorlar.
Başka bir şey daha söyleyeceğim ben size. Medyaya dünyanın cezasını yağdırıyorsunuz. Bir RTÜK Başkanı var, ona bir sormak lazım ya; sana milyonları bulmuş birkaç kanalla ilgili şikâyet var, kılını kıpırdatmıyorsun. Oralarda, o kanallarda her türlü infazlar yapılıyor, tehditler yapılıyor, şantajlar yapılıyor. Bize de yapılıyor ya; biz önemsemeyiz -bizim açımızdan- bazı atasözlerimiz var ya onlar yapıldığında onlar olduğunu düşünürüz. Tekrar etmeyeceğim o atasözlerini burada, rencide etmeyeceğim ama halka yönelik kini, nefreti tohum gibi eken yayınlar yapan yayın organlarına ağzını açmayan, dosyalarını sümen altı olarak tutan bir RTÜK Başkanı, muhalif tek kelimenin olduğu yerde kalkıyor ceza yağdırıyor. Siz, şimdi "Bu ülkede basın özgürlüğü var." mı diyeceksiniz? Deyin, millet bizi izliyor, inandırabiliyorsanız inandırın.
Ben yaşadığım canlı bir olayı anlatacağım. Sayın Zeynel Emre yanımda ve bir televizyon programında Sayın Cumhurbaşkanının yıllar önce -kaç yıl önce olduğunu hatırlamıyorum- şehitlere "kelle" dediğini bir örnekleme olarak, bize yönelik bir suçlamaya yönelik basit bir örnekleme olarak arkasına sığınmaksızın söylediğinde oradaki moderatör tedirgin oldu, yerinden zıpladı "Aman sözünüzü geri alın." dedi. "Siz bunu duymadınız mı?" dedi Sayın Zeynel Emre; duymamış hayatta. Sağır sultanın duyduğu ifadeyi duymamışa yatacak kadar RTÜK'ten korkan ve orada "RTÜK bize ceza verir." diyebilecek kadar zora düşmüş bir medya var karşınızda; Sayın Cumhurbaşkanının söylediklerini bile inkâr ettirecekler bize. Biz bunların arkasında siyaset yapmayız, söylenen söylenmiştir, ayrı bir konu ama geldiğimiz nokta bu. Niye bu biliyor musunuz? Bir, RTÜK var, idari kurumlarla ceza yağdırıyorsunuz, hukuk devleti ilkesinden uzaklaştınız. İki, Cumhurbaşkanına hakaret suçundan rekor düzeyde takibe uğrayan, yargılanan insanlar var, sosyal medyada bu iş ağzını açana ceza olarak dönüyor.
Her türlü hakarete maruz kalıyorum sosyal medyada, her türlü eleştiriye de maruz kalıyorum; bugüne kadar daha bir tek kişiye bir ceza davası açmış değilim. Aileme hakaret oluyor, şahsıma hakaret oluyor, soyuma sopuma hakaret oluyor, küfür oluyor; diyorum ki: Bir zavallı ordusu. Sizin trolleriniz hariç, trollerinizi zaten ciddiye almıyorum. Tehditler de oluyor, diyorum ki: Bu yoksullaştırılmış halk şu anda bir sendrom yaşıyor. Bu Stockholm sendromu mudur, Stalin benzetmesi olan sendromlar var, onlar mıdır; nedir, demiyorum ama suçlamıyorum ya, insanlar çaresiz, bulundukları yerde hoşlarına gitmeyen her şeye tepki verir hâle gelmişler. Bu da sizin eseriniz. Bu saldırganlık da bu hoşgörüsüzlük de bu kendinden olmayana alan yaratmama felsefesi de sizin son beş altı yılda yarattığınız, ona buna kafa tutarak ama altında ezilerek yarattığınız tablodur arkadaşlar. Halkımızı bu duruma siz getirdiniz, siz yönetiyorsunuz bu ülkeyi. Ne olacak ben iki adama ceza davası açsam? Beni mutlu etmez. Sonra özür dilerler, şu olur bu olur, ezilir büzülürler. Bunu siz yarattınız. Şimdi, yarattığınız yerde Cumhurbaşkanına ağzını açana ceza davası, hakaret davası, tazminat olarak dönüyor. Hiçbir yargı mensubu da bu konuda, sizin yarattığınız bu siyasi iklimde dik duramaz, çok az durur; ara ara kararlar veriyorlar, takip ettiğimiz davalar var, onları alnından öpüyorum. Dik duramayanlara bir şey söylemiyorum, dik duran benim meslektaşlarımın, yargıda görevini yapanların alnından öpüyorum. Kızılcık şerbeti içiyorlar, kan kusuyorlar, sizin bu ikliminize rağmen bir düzgün yargıyı, ayakta tutma mücadelesi veriyorlar; onurlu mücadelelerini buradan kutluyorum.
Şimdi, yine hukuk devletinden size bir örnek vereceğim: Korgan Kaymakamı. Korgan Kaymakamını açığa aldınız. Niye? Cumhuriyet Bayramı'nı güzel kutladı diye. Niye? Modern, çağdaş, aklı başında bir insanın kutlaması gerektiği şekilde Cumhuriyet Bayramı kutladı diye. Alırken de gerekçe şu; önce kimse bir gerekçe açıklamadı, sonra Valilik dedi ki: "Kaymakama yaraşmayan hareketler, yakışmayan hareketler."
HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Nerenin kaymakamı dediniz?
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Korgan, Ordu.
O kaymakamın arkasındayız. Eğer cumhuriyet kimsesizlerin kimsesiyse, devleti temsil eden insanlar kimsesiz değildir ama bizim açımızdan kimsedir; hem kimsesizlerin hem kimsenin arkasındayız. Eğer cumhuriyet buysa, tarumar etmenize asla müsaade etmeyeceğiz. İşini yapan bir kaymakamı sizin getirdiğiniz yeni normlara uymadı diye ya da her neyse nedeni, oradaki il, ilçe teşkilatınızın karalamalarıyla eğer görevden alıyorsanız bu ülkede hukuktan bahsetme hakkınız yok. Yarın onu yerine iade etmeniz gerekir.
Açığa almanızın nedeni nedir? Bir kaymakam, olmuş bir olayla alakalı, herkesin önünde bir bayram kutlaması yapılmışsa hangi delili yok edecek? Soruşturma süresince açığa alındığında neyi yok edecek de korktunuz hemen açığa aldınız? Siz az önce burada Sayın Kaboğlu'nun söylediği gibi yeni bir devlet yapısı yarattınız, insanları tehditle, şantajla, baskıyla, hukuksuz bir alanın içerisinde, kendi alanınızın içinde tutmaya çalışıyorsunuz. İşte, böyle, alnı öpülecek kaymakamlar da var. Size ders olsun, kapak olsun size! Size kapak olsun o kaymakam ama buradan tekrar ediyorum ona karşı her türlü hukuksuzluğu takip edeceğiz. Peşini bırakmayız. O kaymakam bir modeldir, o kaymakam modern Türkiye'nin, çağdaş Türkiye'nin modelidir. Ben burada yine hiçbir arkadaşımı suçlamıyorum, eğer oradaki irade modern Türkiye'ye yönelme, bir ezme iradesiyse onu ya hukukun içinde tutacağız ya o irade hukuk içerisinde kendi hesabını verir. Buradan açık, net olarak söylüyorum kimseye zulmetmeyin, hukuk zulmün aracı değildir.
Yoksulluktan bahsettim, daha fazla içinizi karartmayacağım. Bu işi de daha fazla uzun tutmak istemiyorum ama 2018 yılından beri çıkarmış olduğunuz yasalardan size bazı örnekler de vermeye çalıştım. Bu ülkeyi getirdiğiniz yer burasıdır. İcra iflas dairelerine adam doldurarak halkı bir yere çekeceğinizi zannediyorsunuz. Ben, buradan size tekrar çağrıda bulunuyorum -Sayın Genel Başkanımız bu çağrıyı yaptı- ilk acil çağrımız: Yoksullukla mücadele etmemiz gerekiyor. Yoksullukla mücadele ederken, Anayasa'nın 127'nci maddesinde kamu kurumu diye tarif edilen sadece merkezî idare değildir, yerel yönetimler de kamu kurumudur. Gözünüzü kulağınızı kapatıyorsunuz, yerel yönetimlerin bu mücadelesine bırakın destek olmayı sekte olmaya çalışıyorsunuz. Gözünüzü açın, bu enerjileri birleştirelim, bu ülke çok yoksul buradan çıkışı beraber yaratalım; sorumlu devlet yönetme budur. Benim de sorumlu bir parlamenter olarak burada eleştiriden çok bu çağrıyı yapma yükümlülüğüm vardır. Bu ülkenin bütün enerjisini bütünleştirerek, yoksullaşmış olan halkımızın sorunlarına çözüm bulmamız gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa'mıza göre koordinatörüdür, bana kalırsa yerel yöneticilerle beraber mülki idare amirlerini hangi partiye ait olduklarına bakmaksızın behemehâl bir toplantıya çağırıp, önümüzdeki üç dört ay içerisinde, yoksullukla mücadeleyle ilgili bir plan açıklaması gerekir yoksa sarayda oturarak halkımızı açlıktan öldürerek bir yere varmamız mümkün değildir. Genel başkanımızın "Karakış fonu" çağrısı vardır o fonun içerisinde açıkladığımız, özellikle elektrik üzerinden KDV'nin ve TRT fonunun kaldırılması, milletin yükünün biraz hafifletilmesini istemiştik, size önermiştik; doğal gazda ÖTV ve KDV'nin kaldırılmasını önermiştik. Asgari ücretin yoksulluk sınırının altına düştüğü 270-280 dolar civarında olduğu bir ülkede yaşıyoruz, buna hiç kimse müstahak değildir. Asgari ücreti açlık sınırının üzerine çıkarmanız gerektiğini hatırlattık, inşallah yaparsınız. Her türlü ücretin içerisinde asgari ücret kadar kısmının ki asgari ücret de dâhil olmak üzere, verginin kaldırılması gerektiğini size buradan hatırlatıyoruz.
Bu önlemleri almazsanız bizi burada sadece angarya usulü çalıştırırsınız, çıkardığınız yasalara uyulmaz, yasalara uyulmaması devletin cebir kullanma hakkını sağlar, halkımızı devletle karşı karşıya getirirsiniz. Devletin doğru görevi, halkımızın refahını sağlamaktır.
Hepinize teşekkür ediyorum.