KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, bürokrasimizin değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Bakan, hayırlı uğurlu olsun, size ve ekibinize -ekibinizin de önemli kısmı yeni zannediyorum- başarılı çalışmalar diliyoruz çünkü önemli bir Bakanlık ve bugün de işte, o anlamda da önemli bir bütçeyi konuşuyoruz.

Tabii, devletlerin ve hükûmetlerin temelde görevi insanlarını refah içerisinde yaşatmaktır. Bunun için de tabii, insanların bir gelirinin olması gerekiyor. Gelir olması için de normal koşullarda bir insanın işinin olması gerekiyor. Bunun için de tabii, istihdam yaratılabilmesi için de ekonominin düzgün bir şekilde büyümesi ve bu büyümenin de herkesle adil bir şekilde paylaşılması gerekiyor. Fakat bizim göstergelerimize baktığımızda, aslında bu anlamda çok başarılı olduğunu söyleme imkânımız yok Sayın Bakan. Şöyle söyleyeyim: Şu anda istihdam serisi biliyorsunuz, Türkiye İstatistik Kurumunun 2014 yılından, Ocak 2014'ten başlıyor, sürekli bir seri kırılması var. Ben de analizimi 2014 Ocaktan itibaren alarak yapıyorum, mevsimsel düzeltilmiş veri kullanacağım için tabii, mevsimsel olarak aylık verileri de birbirleriyle mukayese edebiliriz.

2014 Ocağında Türkiye'de istihdam oranı yani çalışanların çalışma çağı yaşındaki nüfusa oranı, 15 artı nüfusa oranı yüzde 45'miş bundan yedi buçuk yıl önce. 2021 Ağustosunda tekrar yüzde 45 Sayın Bakanım yani yedi buçuk yıl içerisinde istihdam oranı anlamında geldiğimiz noktada hiçbir mesafe alamamışız. Arada yükseldiği dönem olmuş mu? Olmuş; 47,7'lere kadar çıktığı olmuş ancak tekrar geldiğimiz noktada, bu, yüzde 45 yani geçmişte olanın şimdiye bir faydası yok çünkü stok rakam bu. Dolayısıyla şu anda çalışma çağındaki insanlarımızın sadece yüzde 45'ine iş verebilen bir ekonomiyiz. Oysa dünyada çok yüksek. Hele hele burada kadın-erkek ayrımına girmiyorum, kadınlarda bu istihdam oranının çok düşük olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu anlamda, kadın istihdamını mutlak surette artırmamız gerekiyor.

Bunu biraz daha rakama döndürecek olursak yani yedi buçuk yılda, Ocak 2014'e göre 7,3 milyon kişi, istihdam piyasasına net olarak girmiş -çıkanlardan sonra net- 7,3 milyon kişi fakat yedi buçuk yılda bunun sadece 3,3 milyonuna iş verilmiş bir ekonomimiz var. Tabii, bunların tatminkâr olduğunu söylemek son derece zor. Hele hele buna daha düzgün iş kolu veya daha garanti iş anlamında baktığımızda yani sanayide baktığımızda bu şey çok daha kötü yani 5,4 milyonmuş Ocak 2014'te sanayide çalışanlar, şu anda sadece 6,2 milyon. Bunların, bu rakamların yani daha organize piyasada çalışanlar anlamında söylüyorum, çok düşük olduğunu söylemek lazım.

Tabii, bunun tersinden baktığımızda işsizlik oranlarının da bu anlamda arttığını görüyoruz. Manşet işsizlik oranı 2014 Ocağında 9,2; şu anda, 2021 Ağustosta da 12,1; 2,9 puan. Ben bu devraldığınız 2002 mukayeselerine falan girmiyorum; bakın, bunlar çok çiğ, yanlış mukayeseler. Hani, burada bir analiz yapma açısından 2014 Ocağını alıyorum, bir de seri buradan başlıyor zaten. Orayla baktığımızda zaten kötü yani devraldığınız hükûmete göre şu anda son derece daha kötü bir işsizlik oranına sahipsiniz.

Tarım dışı işsizlik oranı -ki esas bakılması gereken- oralar daha kötü. Hele hele en kötüsü de tabii "atıl iş gücü oranı" diye TÜİK'in açıkladığı, bizim de geçmişten beri "geniş tanımlı işsizlik oranı" dediğimiz işsizlik oranı da yüzde 22'lerde. O da yine 2014 Ocağına göre 4,2 puan artmış durumda.

Gençlerde durum daha vahim. "Her 3 gençten 1'i işsiz." diyor arkadaşlar, ben bunu daha farklı söylüyorum: Her 3 gençten sadece 1'i çalışıyor, 2'si bir şekilde istihdam piyasasının dışında; ya işsiz ya öğrenci ya artık, iş bulma ümidi kalmamış yani iş bile aramayan ama her 3 gençten 2'si. Bu demografik fırsat penceresini ben bugüne kadar burada çok konuştum ama bunu hiç alan bir bakana, yürütme organına rastlayamadım ama ben sizin bu konuda yetkinliğinizi biliyorum; fırsatımız olursa, zaman kalırsa belki o konuyu konuşuruz. Yani Türkiye 2000'de girdiği bu pencereden çıkmak üzere ama gencini değerlendiremeyen, çalışma çağındaki insanları değerlendirmeyen bir Türkiye ve bu dönemi başarısız atlatan hiçbir ekonomi gelişmiş bir ekonomi olamamış; bunu siz biliyorsunuz. Şimdi, dolayısıyla tabii, gençlerdeki işsizlik oranlarına falan, o meseleye girmiyorum. Şimdi, tabii, burası böyle kötü olunca SGK dengesi de buna paralel bir şekilde kötü oluyor. Her ne kadar sizin kullandığınız rakamları... Çalışma Bakanlarımız genelde o resmî gelir-gider rakamını kullanmayı seviyor ama tabii, onun içerisinde, özellikle geçmişle mukayese ettiğimizde, geçmişte açıkta gözüken ama şimdi primde devlet katkısı gibi gözüken unsurlar var. Onları ayıklayarak baktığımızda, Sosyal Güvenlik Kurumunun dengesinin bozulduğunu görüyoruz. Bu bizim çalışanımıza çok yüksek maaş ve ücret verdiğimizden, çok yüksek emekli maaşı verdiğimizden kaynaklanmıyor. Gerekli istihdamı oluşturamazsanız... O aylık bağımlılık oranlarının falan çok yüksek olması gibi nedenlerle, Sosyal Güvenlik Kurumu da bu kadar düşük emekli aylığına rağmen aktüeryal olarak baktığımızda farklı... Ben Devlet Planlamadayken bu çalışmayı bir defa yaptırmıştım. Bu emekli aylıklarının ne kadarı aktüeryadan geliyor, ne kadarı aktüerya dışında AK PARTİ döneminde yapılan kıyaklardan geliyor diye söylemiştim -bunu Sayın Erdoğan duysa siyaseten malzeme olarak kullanır, çok hoşuna gider- yaklaşık üçte 1'iydi o zaman, bu şimdi daha da arttı. Yani aylıkların üçte 1'i aktüerya hesapların dışında verilen şeylerden kaynaklanıyor. Ama bu sefer ne yapıyoruz? Primini ödeyene -birazdan EYT'yi de konuşacağız- kaynak bulamıyoruz, primini ödeyene bir şey vermiyoruz, hiç prim yatırmadığı hâlde çeşitli aflarla, kredilerle, bir inek satarak insanların emekli olmasını sağladık bir yandan. Onlar da şimdi sadık seçmen, buralara iyi bakmak gerekiyor.

Şimdi, dolayısıyla SGK dengesi... 2022 yılında 281 milyar lira bütçeden transfer yapılacak. Evet, açık düşük gözüküyor. Bu 281 milyarın içerisinde -kabul ediyorum- bir kısmı hazinede olması gereken rakamlar var ama burada sağlıkta bir analizin de olması lazım, onu da yapamıyorsunuz geriye doğru baktığımızda ama bütçe transferi anlamında baktığımızda sizin devraldığınız 2002 yılında 2,8'miş bütçeden Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferlerin toplamı millî gelire oran olarak -bakın, mutlak rakamı 100 katı çıkar belki, onu mukayese etmenin bir anlamı yok- ama şu anda bu 2,8 4,9'a çıkmış. Dolayısıyla burası mutlak suretle... Yani mutlaka siz hâkimsinizdir ama yine de belli olmaz. Arkadaşlar "Ya, efendim, bizim gelir gider farkımız sadece 39 milyar lira, bu sistem içerisinde bu kadar olur." falan der, değil yani sosyal güvenlik sisteminin açığı çok yüksek Türkiye'de ve bunu çok fazla düşürme imkânımız maalesef olmuyor.

Şimdi, tabii, konulara parça parça gireceğiz, bizim vakit çok sınırlı ve konuşacak konu da çok fazla. Ben bu İŞKUR meselesini sürekli eleştiriyorum. İŞKUR bir gelir kapısı oldu, bir istihdam kapısı oldu Türkiye'de. Böyle bir İŞKUR falan olmaz, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir İŞKUR falan yok. Yani İŞKUR piyasayı buluşturması gereken bir yer, artık insanlara ve siyaseten... Bakın, seçimler öncesinde, çok net, milletin parasıyla buradan siyaset yapılıyor. Seçim öncesi 800-900 bin kişi diyelim ki toplum yararına veya diğer işlerde çalıştırılıyor, seçim bittikten sonra rakamlar düşürülüyor. İnsanlar bu işten bir şey anlamıyor. Dokuz ay çalışıyor, bir yıl veremiyor, öbür yıl veriyor. Bunların listeleri AK PARTİ ilçe başkanlıklarında hazırlanıyor. Sayın Bakanım, ben sizin insafınıza güvenerek bunu söylüyorum: Kaldırın bu sistemleri. Bu toplum yararına çalışmayı Devlet Planlamadayken 2008 küresel krizinde piyasaya enjekte etmenin bir yolu olarak bir yıllığına koymuştuk. Siyaseten o kadar çok verimli oldu ki, o kadar hoşa gitti ki on bir yıldır bu kullanılıyor. Ya, burada ihtiyacımız varsa, bizim bir okulda müstahdeme ihtiyacımız varsa düzenli bir şekilde alalım, işini verelim, hiç kimseye de eyvallah etmesin, boyun eğmesin. Dokuz ay çalıştırıyorsun, ondan sonra bir yıl çalıştırmıyorsun, sürekli askıda bekletiyorsun, kendisini yenilemek, kendisini geliştirmek için hiçbir gayreti yok "Gelecek yıl çalışırım." diye; bir yıl onu, bir yıl öbürünü çalıştırarak siyaset malzemesi olarak kullanılıyor. Bunlar bu devirde olmaması gereken meseleler, inşallah bunları siz düzeltirsiniz diye düşünüyorum ben. Dolayısıyla bu İŞKUR meselesi... YAni külliyen alınması lazım. İŞKUR genel müdürleri siyasilerden daha fazla siyasetçi. Şu andakini bilmiyorum kim. Benim hemşehrim mi hâlâ? Benim hemşehrimse o eskiden öyleydi yani o da öyleydi, açıkça söylüyorum. Ben kendisiyle birkaç defa konuştum ama İŞKUR genel müdürleri siyasetçi gibi davranıyor bu memlekette, olmaz böyle bir şey.

Şimdi, reel ücreti 2002'yle mukayese ettiğimizde reel ücrette bir artış var, manşet TÜFE'yi esas aldığımızda ama manşet TÜFE esas alınmalı mı, alınmamalı mı Sayın Bakan, bunu da yine en iyi konuşacağımız kişi sizsiniz. Biz İYİ Parti olarak bunu çok sık söylüyoruz, ben özellikle çok sık dillendiriyorum. Şimdi, TÜFE dediğimiz şey de rakamın doğru olduğunu kabul ediyorum, yani çok ciddi endişelerimiz var TÜİK'in açıkladığı rakamlarda çünkü ÜFE ile TÜFE arasındaki makas farklı; TÜFE'ye ENAG "Yüzde 50." diyor, en son ay verisinde TÜİK "Yüzde 20." diyor, arada, aynı "database"i kullanıyorlar, böyle enteresan bir şey var. Doğru olduğunu kabul etsek bile bu sepet Türkiye'nin sepeti. Hâlbuki biz burada emekli aylığı, memur, işçi maaşlarını buna esas olarak endekslediğimiz zaman bu kesimlerin yani bu dar gelirli ve sabit gelirli kesimin tüketim kalıbı farklı, tüketici sepeti farklı. Rakamın doğruluğunu demiyorum, kuraldaki sakatlığı söylemeye çalışıyorum. Dolayısıyla burada bu insanların tüketim sepetini dikkate alan... İşte, gıdanın payı normalde TÜFE'de yüzde 24 ama burada yüzde 40, yüzde 50. Gıda, ulaştırma, konut; tamamı buraya gidiyor. Dolayısıyla bunu esas alan bir sepet üzerinden aslında bu işi yapmak gerekiyor. Böyle yaparsak bu yoksulluk, bu çığlıklar bir miktar daha azalır ve doğrusu bu, hakkaniyetli olanı bu. Ya hiç böyle endekslemeyeceğiz -yoksa yanlış bir yere endekslemenin bir anlamı yok- tamamen keyfî vereceğiz, kimi zaman yüksek kimi zaman düşük ama eğer bir yere endeksleyeceksek bu kesimin gelirini dikkate alan bir sepetin yine TÜİK rakamlarından yani TÜİK'in verilerinden oluşan bir sepetin dikkate alınması lazım.

Tabii, refah payı her zaman için olması gereken bir şey, yani "Enflasyon kadar artış yaptık." demek... Madem Türkiye büyüyor -birazdan konuşacağız, yüzde 21,7 büyüyor- yani ben bundan hiçbir refah payı vermeyeceksem, bu büyümeden bana ne? Yani, bu çalışanlar yaklaşık 28 milyon, aileleriyle birlikte 4'le çarpın, ne eder? 4'le çarpmak olmaz tabii, 3'le çarpın, 2'yle çarpın, yaklaşık 80 milyon insan bunlar. Yani, diğerini, müteşebbisleri çıktığın zaman kalır sana hemen hemen ücretli veya ücretsiz çalışan. Bu insanlar buradan, bu refahtan herhangi bir şekilde bir pay alamıyorsa bu büyümenin onlara bir faydası yok; bu, başkalarının büyümesi demektir, ki öyle, birazdan onu analiz edeceğiz çünkü o konuya siz de önem verdiniz. Dolayısıyla refahtan pay vermemiz lazım. Yani artık emeklinin geçinemediğini görmemiz gerekiyor. 1.500 lira maaş alan... O da en az 1.500 olsun diye, yoksa bakınca daha fazla. Bundan sonra emekli olacaklar 1.500'ü de alamayacak, o da ayrı bir şey; sistemde böyle bir problem var. Dolayısıyla, bakın, bunları görerek, siyasetten uzak, bu ülkenin ilerisini düşünerek adımların atılması gerekiyor. İnşallah, bizim bu konuda... Yani, tabii, Hükûmetin ömrü kısa olacak, sizin şansızlığınız o. Siz, keşke bir beş on yıl önce gelmiş olsaydınız bu işin başına, ben eminim bu konuda bir şey yapardınız ama artık AK PARTİ hükûmetlerinin de sonu geliyor. Keşke diyorum yani hani biraz kalsanız da bu işi yapabilmiş olsaydınız ama belki başka bir şekilde, başka bir şey de yaparsınız inşallah. Ama bu emeklilerin geçinemediğini de bizim görmemiz gerekiyor yani buralarda mutlak surette artırıcı bir şey yapmamız gerekiyor.

Şimdi, gelelim, hani siz dediniz ya, tabii akademisyen olunca "Emek ve sermaye ilişkisinde Hükûmet nerede?" diye bir soru sordunuz. Şimdi, hakikaten bu soruyu ben de soruyorum. Sayın Bakan, emek ve sermaye ilişkisinde siz sermayeden yanasınız. Ben, sermaye düşmanı değilim ama emeği de ezdirmememiz gerekiyor; sermaye düşmanı değilim derken sermayeden yanayım anlamında, taraf anlamında değil.

Şimdi, bakıyorsunuz, 2021 yılının ikinci çeyreğinde gelir yöntemiyle millî gelirin dağılımına; katma değere oranı açısından var bu, bir de millî gelire oranı açısından. Şu anda, şu grafik katma değere oranı açısından; TÜİK vermiş. Şimdi, geçen yılın aynı döneminde, yılın ikinci çeyreğinde ücretlilerin katma değer içerisindeki payı yani toplam yaratılan değer içerisindeki payı yüzde 37 -burası mevsimsel düzeltilmiş olmadığı için ancak ikinci çeyrekleri birbirleriyle mukayese edebilirim- bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 32,9'a düşüyor Sayın Bakanım. Ücretin katma değer içerisindeki payı 4,1 puan düşmüş; millî gelir içerisindeki, GSYH içerisindeki payı olarak bakarsak da 3,6 puan düşmüş. Yani, geçen yılki seviyesini dahi koruyamamışız ve bu geldiğimiz nokta birinci çeyrekte 2014'ten, ikinci çeyrekte 2013'ten sonraki en düşük seviye.

Şimdi, dün Sayın Cumhurbaşkanı "Yılın tamamında da çift basamaklı büyüyeceğiz." dedi. İsterseniz üç basamaklı büyüyün, bundan millete bir fayda yok. Bu büyüme... Yani esas, ana kütle aileleriyle birlikte ücretliler yani bunların payı düşüyor. Bakın, buradan bir simülasyon yaptığımızda, ücretin payını, millî gelirin payını geçen yılla aynı seviyede tutmuş olsaydık, bugün, bu sene ücretlilerin geliri, yıllık bazda alacağı 270 milyar lira -yani eski parayla 270 katrilyon lira- daha fazla olacaktı. Aslında, biz bir şekilde bu kadar parayı emek-sermaye ilişkisinde ücretlinin cebinden çekip almışız; bu doğru bir şey değil. İşte, bu feryat o yüzden yükseliyor, o yüzden insanlar bu kadar çok feryat ediyor. Ki yani bunun bazı da kötü; 2020'nin ikinci çeyreği, pandeminin olduğu, insanların zaten iş bulamadığı falan bir baz ama son bir yılı şey yapıyorum. Buna geriye doğru da bakabilirsiniz, ben baktım, 2013-2014'ten beri olan en düşük seviye bu seviye. Dolayısıyla, maalesef, AK PARTİ hükûmetleri emek ve sermaye ilişkisinde emekten yana değil, artık sermayeden yana. Sermayenin de belli kesimlerinden yana, yoksa sermaye derken yani Anadolu'daki KOBİ'ler falan, onlar da perişan, bunu söyleyeyim; onları başka bütçelerde konuştuğumuz için burada şimdi çok fazla üzerinde durmayacağım.

Prim teşvikleri çok fazla dağınık, verimsiz, kesinlikle verimsiz; hiç kimse bilmiyor, sizin bürokratlarınızın... Eminim, bürokratlarınız dahi oturup sayamaz, artık bir iş kolu hâline geldi bunların ne olduğunu tek tek bilmek etmek. Hatta ben bir ara konuştuğumuzda eski Bakanlık mensuplarıyla, üst düzey mensuplarıyla "Aslında vatandaş bilmiyor, daha önceki verdiğimiz teşvikler şu anda verdiğimizden daha yüksek." falan diyor yani hâlen geçerli olan ama karmakarışık... Burayı bir sadeleştirmek lazım. OECD'nin Türkiye için önerisi hep şu olurdu: Ekonominin geneline prim desteği verin kardeşim, böyle spesifik verdiğiniz şeylerden bir şey çıkmıyor. Eğer yapabiliyorsak kaynaklarımızı toplayalım, 5 puan teşvikimiz var ya, şu işveren primi, onu 6'ya, 7'ye çıkartalım yani oralardan bir şey yapalım; biraz daha bunu toplulaştırıp, sadeleştirip kaynakların daha etkin kullanılması... Amacımız, tabii, insanımıza daha fazla iş vermek ve maliyetleri düşürmek.

Tabii, bunların her biri ayrı başlık ama istihdamı caydıran bir sosyal yardım sistemi var. Bu da geçmişte çalışılmış konulardandı ama çok fazla mesafe alınamadı. Kısmen bazı şeyler yapıldı, işte bazı destekler çalışıyor olsa bile kesilmiyor ancak... Bir de burada tabii asgari ücretin düşük olması... Özhaseki'nin geçen söylediği şey enteresan, ne diyor: "'Ya, 2.825 liranın neyine çalışayım?' diye insanlar çalışmaktan vazgeçiyor bu kadar düşük asgari ücret olunca." Dolayısıyla, istihdamı caydırıcı... Gerçekten sosyal yardım sistemine bakmamız lazım, burada popülist davranmanın bir anlamı yok. "Buralar kesilsin." demiyorum, artırılsın gerekirse, artırılması da gerekir ancak yapılması gereken şey, bu çalışmanın bir alternatif hâline dönüşmemesi lazım; maalesef sistem ona dönüşmüş durumda.

Beceri uyumsuzluğu, onunla ilgili, o konulara girdiniz. Ara kademe eleman ihtiyacının çok yüksek olduğunu, buralarda maalesef eğitim sistemimizde -bunu Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde daha detaylı konuştuk- ciddi sorunlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla, buralara da bu anlamda bakılması gerekiyor.

Sayın Bakanım, beni çok hayal kırıklığına uğratan konu, sizin bu sendikalara yüzde 1 baraj meselesini getirmeniz. Bunu çok antidemokratik buluyorum yani bunu yapmamak gerekirdi. Burada birkaç tane sendika, zaten 2 tanesi Cumhur İttifakı'na yakın, 1 tanesi de onun alternatifi olan... Ancak burada, daha demokratik bir şekilde küçük sendikaların önünü açalım, rekabet olsun, Türkiye'de sarı sendikacılık olmasın. Hangi iktidar gelirse o iktidara yakın sendika, temsil eden sendika oluyor. Niye? Çünkü artık lafı dinlenmiyor filan diye bakılıyor, o da sarı sendikacılık yapıyor Türkiye'de. Türkiye'yi sarı sendikacılık cenneti olmaktan bence kurtarmak lazım.

Şimdi, EYT meselesi kanayan bir yara hâline geldi, epeydir kanayan bir yaraydı. Dolayısıyla, burada hiç prim yatırmamış insanları dahi emekli eden bir sistem... 10000 gün prim yatırmış bir sürü insan var; bunların her birinin kırılımları elimde var. Bu konuyu İYİ Parti olarak çok iyi çalıştık, yakında da bir çözüm planımızı kamuoyuyla paylaşacağız inşallah ama bu konunun çözülmesi lazım. Yani 10000 gün prim yatıran birisine hâlâ "Üç yıl, beş yıl bekleyeceksiniz." demenin bu normal koşullar ve Türkiye ekonomisi içerisinde adil olduğunu düşünmüyorum; hiçbir şekilde erken emeklilikten yana olan birisi olmadığım hâlde. Bakın, bunu bir siyasetçi olarak söylüyorum ama bunu da bir erken emeklilik meselesi olarak görmemek gerekiyor, bunu bir hak olarak görmek gerekiyor. Tabii, ekonomi bu insanlara gereği kadar istihdam yaratamayınca devlet diyor ki: "Gençsin." Özel sektör diyor ki: "Arkadaş, yaşlısın, pırıl pırıl daha genç çocuklar var, onları çalıştıracağım." Sosyal güvence yok, bu insanlar o süreyi nasıl geçirecekler, ne yiyip ne içecekler? Dolayısıyla, bu EYT meselesinin çözülmesi gerekiyor.

Şimdi, bu taşeronların kadroya geçirilmesi meselesinde biz de o zaman çok gayret ettik, benim bununla ilgili Genel Kurulda dünya kadar konuşmam var. İyi bir şey yapıldı fakat orada bir adaletsizlik yapıldı, bu adaletsizlik bir şekilde çözülmek istenmiyor yani bir yüzde 70 barajı... Şimdi, Audi'yle birlikte şoförünü de aynı ihalede yaparsanız o şoförün bunda ne suçu var? Veya hastanenin bir birimine normal personel olarak alıyorsunuz ama hastane yönetim bilgi sistemi diye onlar içerisinde veya mutfakta, et ile bir insanın ihalesini -et derken yani yenilecek et- aynı anda yaparsanız bu insanın ne suçu var? Bunlara biz niye kadro vermedik? Ya, bu işin çözülmesi lazım. Evet, işe bağlı olan, ihaleye bağlı olan bir kısım şeyler ayrıştırılabilir ama yani araba ile şoför, bunun bir şeyi yok yani buralarda o yüzde 70 barajını... Sayın Bakanım, burada sizden bir adalet bekliyoruz, bu insanlar feryat ediyorlar. İşte KİT'lerde... Yani KİT'lerdekinin de aynı şekilde bu anlamda çözülmesi lazım.

4/B süresiz sözleşmeli meselesi var. Siz sözleşmeye ilişkin enteresan bir şey olduğunu söylediniz, dil sürçmesi mi bilmiyorum ama öyle bir şeyse zaten çok iyi yani isterse bütün sözleşmeliler kadroya geçirilebilecek. Bu 4/B sözleşmeliler, yaklaşık 500 bin kişi, bunlar perişan. Biliyorsunuz, bir 3 artı 1 talep ediyorlar, bu bir kesime verildi, bazı yıllarda verildi ve bazı kurumlarda verildi; burada da açık adaletsizlik var. "Efendim, bu bir rejimdir, bu rejimde biz böyle çalıştırıyoruz." demiş olsanız, eyvallah ama bunu işte 2013'ten öncekilere verip veya 3 tane kuruma verip -kurum ismini zikretmeyeceğim burada- diğer kurumlara vermediğiniz zaman bu adaletsizlik. Hâlbuki, aynı sınavla girmişler, KPSS'yle girmişler, aynı sistem içerisinde giriyorlar ve çok perişanlar, aileler parça parça.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, iki dakika ek süre veriyorum.

Buyurun lütfen, tamamlayın.

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

3600 ek gösterge meselesinde de yine aynı şekilde verilmiş sözler var, artık bu sözlerin tutulmasını istiyoruz. Yalnız, bu bütçede 3600 ek göstergeye ilişkin -tabii, EYT de yok zaten de- herhangi bir şey de, parasallaşmış bir şey de göremedik. Sayın Cumhurbaşkanı zannediyorum, 2022 yılı sonu için dedi hâlbuki bu 2018 seçimlerinde de "Yapılacak." denilmişti. Ama bizim de bunlara ilişkin, bu söylediklerimin her birine ilişkin de önergelerimiz olacak bu akşam.

Şimdi, atanamayan öğretmen, atanamayan sağlık çalışanı meselesi... Tabii, Türkiye'de eğitim-istihdam planlaması olmadığı için çalıştıramayacağız bir sürü insan üreten bir sistem var. Tabii, nüfus fazla, isteseniz de bu planlamayı zaten çok yapma imkânı da yok. Ama plansızlıktan kaynaklanan... Birisi az önce dedi ki... Sanayici, ara kademe elemanı ihtiyacı olduğunu söylüyor ama biz hep mühendis yetiştiriyoruz; böyle problemlerimiz var. Ama bunları yine bir kenara bıraktığımızda...

Şimdi, ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen... Bunları Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde konuştuk ama tabii, devlet personel sistemiyle ilgili sorumlu Bakanlık siz olduğunuz için bunları size de mutlaka söylememiz gerekiyor. Sayın Bakanım, ücretli öğretmenler, 1.700-1.800 lira alıyor bu çocuklar yani bunların diğerlerinden çok fazla bir farkı yok. Bunu bir sistem hâline getirmek gerekiyor ve bu atanamayan sağlık çalışanları, atanamayan öğretmen meselesini çözmemiz gerekiyor.

Bu stajyer ve çıraklık döneminin SGK'ye yani prime sayılması meselesi hâlâ çözülebilmiş bir mesele değil. Bunların da çözülmesinin toplum açısından ben son derece faydalı olacağını değerlendiriyorum. Bunları mutlaka çözelim; teşvik de olur.

Bir de tarım danışmanları meselesi var. Sayısı çok az, binin altında ancak bu çocuklar mühendis ve bu mühendisler...

En önemli yer bu... Bizim Ayvacık Ziraat Odası Başkanımız var -isim de zikret diyor- Erdal Avcı: "Bu tarım danışmanlarını niye söylemiyorsun Vekilim?" diye söylüyor sürekli. Benim video da orada kesilmiş.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, son cümlelerinizi alalım. Biraz zamanımız dar.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan gayri demokratik bir şekilde burada kameraların bulunmasına müsaade etmediği için, komik bir şekilde kendi kendimizi burada çekmeye çalışıyoruz. Benim herhâlde şey doldu, o yüzden de video da çekmiyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

ERHAN USTA (Samsun) - Tarım danışmanlarını bitireyim Sayın Başkanım.

Bu çocuklar mühendis, 2.520 lira maaş alıyorlar. Normal mühendise biz kaç lira veriyoruz? Şurada vardı, 6.680 lira. Bu mühendislere niye vermiyoruz? Tarımda çok mu iyiyiz? Bunların hizmetine mi ihtiyacımız yok? Dolayısıyla buralara da bakılması gerekiyor. Bu konuda da sizlerin gayretlerini bekliyorum.

Ben, bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını; memleketimize, milletimize, Kurumunuza hayırlı olmasını tekrar temenni ediyorum.

Teşekkürler.