| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ve İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ile 37 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi(2/3911) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2021 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, evet, bir yasal düzenleme yine önümüzde. İşte, "yargıda reform" adıyla genelde getiriyorsunuz bu düzenlemeleri ama gerçek anlamda bir reform olmadığını, sorunlara çözüm üreten değil; göstermelik, geçiştiren çözümlerle ilerlemeye çalışan bir anlayışla yapıldığını gözlemleyebiliyoruz.
Şimdi, gerçekten, Türkiye'de, evet, icra dairelerinde çok ciddi bir sorun var. Artık icra müdürlükleri bu sayıları kaldıramaz durumda, işlerin pek ilerlediği de söylenemez yani gerçekten icra dairelerinde özellikle meslektaşlarımızın, avukat meslektaşlarımızın bu konuda şikâyetleri çok fazla, "İlerlemiyor, sonuç alınamıyor." diyor ama meselenin kendisi, icra müdürlüklerinden çok, ülkede yaşanan yoksullukla, ekonomik krizle ilgili ve tabii ki demokrasinin, adaletin, hukukun olmayışıyla ilgili. Bunlar olmadığında meseleyi icra dairelerinden çözmek ya da icra dairelerindeki işlemlere ilişkin birtakım düzenlemeler yapmak sorunları çözmüyor maalesef.
Şimdi, Türkiye'de icra dairelerinde neden bu kadar yoğunluk var, bu nereden kaynaklanıyor; herhâlde biraz bunlara bakmak gerekiyor. Yoksulluğun bu kadar derinleştiği bir ortamda, insanların artık borçlarla yaşamak zorunda kaldığı bir ortamda ve bir süre sonra da gelirleri olmadığı için borçlarını ödeyemez duruma geldiği bir noktada, elbette ki icra dairelerindeki icra takip sayıları da inanılmaz artıyor.
Şimdi, Ulusal Yargı Ağı verilerine göre bu yılın ocak-ekim aylarında icra ve iflas dairelerindeki dosyalara 5 milyon 636 bin yeni dosya eklenmiş; yeni gelen dosya sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 132 bin artmış. İcra dairelerindeki toplam dosya sayısı ise 25 milyonu aşmış durumda. Yani bu sayıyı ailelerle de değerlendirdiğimizde ne kadar yüksek bir icra takibiyle karşı karşıya kalındığını görmek mümkün. Sadece bu rakamlarla bile ülkede her 400 kişiden 1'inin icralık durumda olduğu çok açık.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun üçüncü çeyrek verilerine göre, her ilde, bireylerin kredi kartı ve kredili mevduat hesabında büyümelerin gerçekleştiği de bir diğer veri. Yine verilere göre, dokuz ayda kredi kartı harcamaları toplamda yüzde 30,44 artmış. İller arasında en yüksek artışsa yüzde 43,44'le Hakkâri'nin olmuş. Kredili mevduat hesabı harcamaları ise toplamda yüzde 41,31'e yükselmiş. Yine bu harcamaların en fazla olduğu yerlerden bir tanesi de Dersim.
BDDK'nin sorunlu kredileri takibe atma isteğine rağmen bireylerin takipteki kredileri de hızla artıyor. Takipteki krediler toplamda yüzde 21,88 olurken Hakkâri'de bu oranda yüzde 112,7 artış yaşanıyor.
Şimdi, bütün bu veriler, aslında, Türkiye'de durumun ne olduğunu, halkın gelirinin olmadığını ve gelirsizliğin bir şekilde kredilerle, bireysel kredilerle çözülmeye çalışıldığını ama bunların da ödenemediğini ve dolayısıyla da icra takipleriyle karşı karşıya kalındığını gösteriyor. 2020 yılı sonunda bireysel kredilerdeki takipteki alacak miktarı 11,6 milyar lira, bu yılın dokuz ayı sonunda 14,1 milyar liraya çıkmış. Veri sadece bireysel kredileri kapsıyor. Bireysel kredi kartlarındaki takibe düşen alacak ise bu hesaba dâhil değil. Takipteki alacak artışında, sadece 3 ilde tek haneli büyüme yaşanırken diğer 78 ilde çift haneli artışlar gözlemleniyor.
Yine -özel olarak belki söylenmesi gereken- çiftçilerden bahsetmek gerekiyor çünkü yaşanan çok ciddi sorunlar var. Derinleşen ekonomik kriz, tarım politikaları ve pandeminin de etkisiyle artan gübre, ilaç, mazot, elektrik, tarımsal sulama ve diğer maliyetler yüzünden üretim yapamayacak hâle gelen çiftçiler, tarım alanlarında kalabilmek için tarım kooperatiflerine, bankalara ve tefecilere borçlanmak zorunda kaldılar. Çiftçiler maliyetlerin çok olması sebebiyle zarar etmekte; borçlarını ödeyemeyerek üretim alanlarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Çiftçilerin ödeyemediği borçlar yüzünden sayısız icra dosyası açıldı ve bu süreçte ne yazık ki bu borçlar yüzünden intihar eden çiftçiler dahi oldu. Maliye Bakanlığının verilerine göre 2019 yılında tarım kredi kooperatiflerinden kredi kullanan ancak kredisini ödeyemeyen 1.543 çiftçiye icra takibi yapılırken 2020 yılında icra takibi yapılan çiftçi sayısı 4.145 oldu. İcra işlemlerinin başlatılması hâlinde ve yeni icra takipleri de düşünüldüğünde, yeni dönemde çiftçilerin ne üretim araçları kalacak ne arazileri kalacak, ekim yapamayacak hâle gelecekler.
Borçlanmanın yoğun olduğu diğer bir kesim üniversite öğrencileri. Üniversite öğrencileri mezun olduktan sonra öğrenim kredisi borçlarıyla karşı karşıya kalıyorlar. TÜİK verilerine göre Türkiye'de 1 milyondan fazla üniversite mezunu işsiz var. Peki, öğrenciler işsizken bu kredi borçlarını nasıl ödeyecekler? Sermayenin borçları silinirken neden üniversite öğrencilerinin borçları silinmiyor, neden parasız eğitime yeniden bir geçiş sağlanmıyor? Yüz binlerce üniversiteli genç, mezun olduktan sonra bir yandan işsizlik sorunuyla karşılaşırken bir yandan da yüksek faizli öğrenim kredisini ödemek zorunda bırakılıyor. KYK borcunu ödeyemeyen yaklaşık 5 milyon öğrencinin borcu 5,5 milyar lirayı aşmış durumda; KYK borcu olan yaklaşık 4 bin genç hakkında ise icra takibi başlatılmış durumda.
Borç batağında olan bir diğer kesim ise esnaflar. Özellikle esnaflar, pandemi sürecinde, kapanmayla birlikte çok ciddi bir borç kriziyle karşı karşıya kaldı. Maalesef, verilen sözlere, şatafatlı cümlelere rağmen esnaflar ciddi anlamda desteklenmedi ve şu an esnaflar borcunu ödemek için yerini satmamaya ısrarla çalışsa da sonunda, borçlarından kaynaklı, ellerindeki yerlerinden, dükkânlarından, iş yerlerinden oluyorlar.
Şimdi, tüm bunlara çözüm üretilmediği sürece, buralardan bakılmadığı sürece meseleye, sadece icra dairelerinde bazı teknik düzenlemeler yapmak maalesef sorunu çözmüyor, çözmeyecek de çünkü geçici düzenlemeler yapmak, işin aslını görmediğiniz sürece, sermayeden yana siyaset üretildiği sürece, yoksulları görmeyen, emekçileri görmeyen bir siyaset anlayışı icra dairelerindeki sorunları da çözemiyor.
Çocuk teslimine ilişkin bölüme gelirsek... Şimdi, aslında burada "ebeveynler" derken sanki eşit taraflar varmış gibi bir düzenleme yapılıyor. Kadın erkek eşitsizliği, erkek egemenliğinden, patriarkadan kaynaklı eşitsizliğin kendisi aslında dikkate alınmıyor.
Biraz önce de rakamlar açıklandı. Aslında çocuk velayetinin boşanmadan sonra ya da boşanma sürecinde kimde kaldığına baktığımızda, asıl olarak kadınlarda kaldığını, çocukların velayetini annelerinin aldığını ve zaten bu erkek egemenliğinden kaynaklı çocuk bakımının hep kadınlara yüklenmesinin bir sonucu olarak da çocuklara boşanmadan sonra da, boşanma aşamasında da kadınların baktığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Hatta, bazı durumlarda, velayet babada olsa dahi... Ki genelde babalar boşanma aşamasında kadına önerdikleri koşulları kabul ettirmeye zorlamak için velayet tartışması yapıp arkasından çocuklarla pek ilgilenmezler. Peşinden de -erkek özellikle- yeni bir evlilik yaptığında, çocuğu getirip annesine bırakır. Bu koşullardan baktığımızda, aslında meseleyi nereden tartıştığımızı açık koymak gerekir, erkeklerin haklarından tartışıyorsunuz aslında. Çünkü buradaki düzenleme, çocukla kişisel ilişki kurulması meselesi asıl olarak erkeklerin sorunu ve diğer bütün kadın meselesine dair, kadın erkek eşitsizliğini ilgilendiren meselelere nasıl yaklaşıyorsanız, nasıl erkeklerden doğru yaklaşıyorsanız, burada da benzer bir yaklaşımı görüyoruz ve yine "Acaba erkekleri sorunlarından nasıl kurtarırız?" üzerinden bir düzenleme önümüze gelmiş durumda. Oysaki kadınlar yargı alanında çok ciddi sorunlar yaşıyor. Mesela, kadınlar, boşanma davalarında erkeğin "Velayeti alırım. Nafakadan vazgeç, tazminatlardan vazgeç." baskısıyla karşı karşıya kalıyorlar ve çocukların velayetini kendi çıkarları için kullanabiliyorlar. Buna dair bir çözümünüz var mı? Hayır.
Yine kadınlar, nafaka ve tazminat haklarından hem dava harçları yüzünden hem icra masrafları nedeniyle vazgeçmek zorunda kalıyorlar; yıllarca bunun peşinde koşmak onların yapabileceği bir durum olmaktan çıkıyor ve erkekler de ne nafaka ödüyor ne de tazminat haklarına ilişkin ödemesi gereken herhangi bir miktarı ödüyor. Mesela bunlara dair bir düzenlemeniz var mı? Özellikle mal varlığının paylaşılmasına ilişkin davalarda, kadınlar çok yüksek olan rakamları, harçları ödeyemedikleri için bu davaları açamıyorlar, haklarından mahrum kalıyorlar. Mesela buna dair bir çözümünüz var mı?
Şimdi, bu teklifte, çocuk meselesini tartışırken şunu gözden kaçırmamak gerekiyor: Boşanma aşamasında ve boşanma sonrasında özellikle erkeklerin, kadına yönelik şiddet, çocuklara yönelik şiddet uygulama derdinde olduklarında en çok kullandıkları noktalar çocuklarla kişisel ilişki kurma noktaları. Tam da kadınlar bu noktalarda, bu bahaneyle erkeklerin şiddetine maruz kalıyor, kadın cinayetleri işleniyor. Ülkemizde her gün en az 3 kadının öldürüldüğü, adliye kapılarında, okul önlerinde erkek şiddetine maruz kaldığı gerçeğine karşın, kanun teklifinde, Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüğünce belirlenen teslim mekânlarında kadının can güvenliğinin sağlanmasına yönelik hangi önlemlerin alınacağına dair hiçbir düzenleme yapılmadığını görüyoruz. Şimdi, bu gerçeklik önümüzdeyken sanki böyle bir şey yokmuş gibi, eşitler arası bir ilişki varmış gibi varsayılarak kadına yönelik şiddeti yine mi görmezden geleceksiniz? Kadına yönelik şiddet uygulayan erkek aynı zamanda çocuğa da şiddet uygular, her ikisini de görmezden mi geleceksiniz?
Teslim mekânlarında kadınların ve çocukların erkek şiddetine maruz kalma ihtimalini ortadan kaldıracak bir düzenleme düşünüyor musunuz?
Şimdi, teklifte şundan bahsediliyor: Bir kere, kullanılan kelimenin kendisi meseleye nasıl yaklaşıldığını gösteriyor "teslim" deniliyor, "çocuk teslimi." Şimdi, teslim, çocuğun nesneleştirilmesidir. Çocuk bir öznedir, kendi hakları konusunda karar verebilme, görüşünün alınması gereken bir öznedir, dolayısıyla bir eşya gibi değerlendirilemez, bir mal gibi değerlendirilemez ya da sadece anne babanın istekleri, anne babanın hırsları üzerinden değerlendirilebilecek bir nesne değildir. Dolayısıyla öncelikle bu yaklaşımdan, bu ideolojik yaklaşımdan vazgeçmek gerekir, bunun bir değişmesi gerekir.
Bunun dışında, teklif maddelerinde altı çizilen "çocuğun üstün yararı" aslında bir hak değil, çocuğun haklarının -yani ebeveynler açısından bir hak değil- hayata geçirilmesi yönünde başvurulması zorunlu olan bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı ilkesi, aynı zamanda çocukla ilgili bir konuda -bu arada- kişisel ilişki kurulmasında, anne baba yararı ile çocuğun yararının çatışması hâlinde çocuğun yararına üstünlük tanınmasını gerektiren bir ilkedir. Mevcut durumda, çocuğun kişisel görüşme hakkının ve aynı zamanda çocukla kişisel ilişki hakkının taraflar ve hatta aileler arasında gerginlik yaşanmasına ve erkek şiddetinin ortaya çıkmasına sebep olduğu da bilinen bir gerçeklik. Bu deneyimden hareketle, teslim noktasında kadını ve çocuğu erkek şiddetinden koruyacak önlemlerin detaylıca belirtildiği, kolluğun sürekli hazır bulunduğu bir düzenlemenin yapılması zaruridir. Ancak diğer görevlerde olduğu gibi kollukta da görevlendirilecek kişinin değişken olmaması, resmî üniforma ve resmî araçlarıyla olmaması, kadın ve çocuk alanında eğitimden geçmiş, bu konuda duyarlılığı gelişkin kişilerden olması gerekir. Ancak bu konuda da herhangi bir düzenlemeyi bu teklifte göremiyoruz.
Ayrıca, kişisel ilişki tesis günleri olan cumartesi ve pazar günleri, toplu teslim noktalarında çocukların psikolojilerinin düşünülmesi gerekiyor. Çocuğun okuduğu okulun teslim noktası olması ya da akran ilişkilerinin son derece kırılgan olduğu çocukluk çağında çocukların karşılaşması, bu süreçte birbirlerinin duygularına, yaşadıklarına tanık olması da kaygı vericidir. Teklifte dillendirilen çocuğun üstün yararının toplu teslim noktaları içinde göz önünde bulundurulması, buna göre bir düzenlemenin hayata geçirilmesi gerekir. Çocuğun anne ve babasını tanımasına ve görüşmesine, çocuğun gelişimi, sağlığı, eğitimi ve elbette çocuğun mutluluğu için gerekli olduğu ölçüde olanak tanınması çocuk haklarının gereğidir. Fakat ne yazık ki yasa koyucunun yaklaşımı, beşinci yargı paketindeki teklifin gerekçesinde görüldüğü üzere, aksi yöndedir, kişisel ilişkinin amacı, gerekçede, annelik veya babalık duygusunun tatmini olarak açıklanmaktadır. Oysa, çocuk, kişisel ilişki kurma hakkının nesnesi değil, bizzat öznesidir. Örneğin, 4721 sayılı Kanun'un boşanma davalarında hâkime takdir yetkisi veren 182'nci maddesinde, kişisel ilişki kurulmasına dair verilen karara aykırı davranan veya çocuğun velayeti kendisinde olan anne veya babanın veyahut da kişisel ilişki sırasında çocuğu, velayeti bulunan ebeveyne teslim etmeyen diğer ebeveynin bir nevi cezalandırılması öngörülmüştür. Çocuğu teslim etmeyen kişiden velayet hakkı veya kişisel ilişki hakkı alınabilmektedir. Bu durumda ise şiddet suçlarının söz konusu olduğu durumlarda nasıl hareket edileceğine dair hiçbir öngörü bulunmamaktadır. Bu husus diğer bir kanunla, Çocuk Koruma Kanunu'na ek madde eklenerek giderilmeye çalışılsa da bir suçun mağduru olan çocuk söz konusu olduğunda, korunma ihtiyacı olan çocuğun üstün yararının korunmasının amaçlandığı belirtilmişse de bu hususta açık bir düzenleme yapılmamış ve bu konuda nasıl korunacağına dair hiçbir düzenleme öngörülmemiştir.
Velayet düzenlemesi yapılırken göz önünde tutulması gereken temel ilke çocuğun üstün yararıysa -ki Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ve bizim yasalarımız, Yargıtay kararları uygulamalarında da sabittir- velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe anne ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç küçüğün ileriye dönük yararıdır. Velayet kamu düzenine ilişkin olup bu hususta anne ve babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması gerekir. Peki, çocuğun menfaatleri dikkate alınırken çocuğun beyanı alınmayacak mı? Çocuk acaba kendisiyle ilgili görüş bildirme hakkına sahip değil mi? Şimdi, biz bu düzenlemeye baktığımızda, burada şöyle bir düzenleme görüyoruz: Çocukla kişisel ilişki kurulamaması hâlinde zorla çocuğun alınacağı söyleniyor, kişisel ilişki kurmaya zorlanacağından bahsediliyor. Üstelik bu, birkaç maddede, 36,37 ve 40'ıncı maddelerde, kolluk aracılığıyla zor kullanılarak kararın mutlaka icra edileceği ve disiplin hapsine başvurulacağı ifade ediliyor. Oysaki kişisel ilişki kurma, son derece kişiye sıkı sıkıya bağlı nitelikte, duyguların, isteklerinin en üst düzeyde belirleyici olduğu bir haktır. Bu nedenle, özellikle ve mutlaka çocuğun korkularının, endişelerinin, heyecanının, isteklerinin dikkate alınması gerektiği ve çocuk istemediğinde kararın icra edilmemesinin gerektiği de önemli bir konudur. Bu konuda meselenin derinlikli olarak ele alınması, aslında bir bütün olarak çocukla kişisel ilişki kurulması noktasında Adalet Bakanlığının değil, Aile Bakanlığının sürece dâhil olması gerekmektedir. Çocuk teslimi sırasında, ebeveynlerden birisinin diğer ebeveynle görüştürmemesi meselesinin boşanma ve velayet kararlarını veren aile mahkemelerine aksettirilmesinin ardından Aile Bakanlığı merkez ve taşra birimleri çocuğa psikolojik destek sunmak durumunda; bir psikolog ve pedagog tayin etmeli, çocuk diğer ebeveynle görüşmenin gerçekleştirileceği tarihe kadar en az bir ay psikolojik olarak desteklenmelidir. Çünkü gerçekte çocuğun neden görüşmek istemediği, erkek tarafından bir şiddet uygulanıp, baskı uygulanıp uygulanmadığı açığa çıkarılmalı ve gerekirse de eğer görüşülmesinde sakınca görülüyorsa çocuğun üstün yararı gereği kararda velayete ilişkin ve görüşmeye ilişkin karar değiştirilerek yeni bir karar düzenlenmeli, gerektiğinde görüştürülmemelidir. Çocuğun görüşmesi ve kişisel ilişki boşanma sürecinde pazarlık konusu olamaz. Bu konu bağımsız olarak, boşanmadan ayrı biçimde, resen araştırma yoluyla karara bağlanmalı, süreç dinamik tutulmalı, karar veren hâkim de bizzat izleme sürecine dâhil olmalıdır. Çocuğun gelişimi, mutluluğu, sağlığı önemli olduğu için, her görüşme öncesinde değişen, farklı bir uzman değil, aynı uzmanın takibi gerekir. Bu husus uzmanın çocuğu ve çevresini, ilişkilerini tanıyabilmesi, izleyebilmesi çocuğun üstün yararına uygun raporlama yapılabilmesi açısından zorunludur. Oysaki teklifte, çocukla kişisel ilişki kurma merkezlerinde çalışan uzmanların mahkemeden bağımsız görev yapacağı, her defasında değişebilen, çocuğu tanımayan, rastgele bir uzmanın raporlama yapacağı anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, aslında, çocuğun yüksek yararının gözetilmediğinin bir göstergesidir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına değil, Adalet Bakanlığına bağlı merkezlerin kurulacak olması sosyal politika odaklı bir hizmet sunumunun aksine, salt kararın her şartta icrasına odaklanıldığının, aslında yine belirtmek gerekirse, erkekten yana bir tutum alınacağının göstergesidir. İcranın tüm maliyetinin bakanlığa yüklenmesi, yeterli çalışan ve uzman bulunmadığı da gözetildiğinde, aslında, yeni düzenleme, içinden çıkılmaz, kaotik bir sonucu beraberinde getirecek ve bunun ipuçlarını da çok açık olarak ortaya koyuyor.
Teklif metni bütünüyle incelendiğinde konu icra müdürlüklerinin görevinden çıkarılıyor gibi görünse de kararının yerine getirilmesinde, işleyiş biçiminin değişmediği, uygulamanın çocuk odaklı hâle gelmediği dolayısıyla sırf göstermelik ve şekli bir düzenleme yapıldığı anlaşılmaktadır. Ne yazık ki mevcut uygulamada sosyal çalışmacı, psikolog gibi uzmanların görüşleri kişisel ilişkinin kurulmasında neredeyse hiç dikkate alınmamaktadır. Bu konuda yaklaşımın ve politikanın değişmeyeceği de önümüze gelen tekliften anlaşılmaktadır. Zira kararı veren mahkemeyle hiçbir ilgisi olmayan, olayın gelişimini bilmeyen bir uzmanın inisiyatif alması, etkili izleme yapması mümkün olmayacaktır. Oysaki kişisel ilişkinin sürdürülmesinde mahkeme kararı bulunsa bile uzmanın görüşü esas alınmalı, çocuğun üstün yararı doğrultusunda, çocuğa en az zarar verecek, çocuğun istismarını engelleyecek biçimde hiç görüşmeme, kısıtlı görüşme veya eşlikçi nezaretinde görüşme sağlanmalı veya görüşmeler çocuğun psikolojik durumuna göre ertelenmelidir. Bu hususta da teklif hiçbir açıklık içermiyor. Eşlikçi nezaretinde görüşmeye dair de bir düzenleme içermiyor. Teklifte yalnızca danışmanlık tedbiri uygulanabileceğinden bahsedilirken, danışmanlık tedbiri uygulandığında danışmanların yetkilerinin ne olduğu açıklanmamış, uzman görüşünün ne ölçüde dikkate alınacağı ve uygulanacağı da somutlaştırılmamış. Dolayısıyla teklifteki hükümler incelendiğinde, uzmanların varlığı, mevcut uygulamadaki gibi göstermelik olmaktan öteye gitmeyecektir. Çocuk aracılığıyla boşandığı kadının yaşamını gözetleyen, ona baskılarını veya tacizi oluşturan davranışları sürdüren erkekler çoğunlukla çocuğa da psikolojik şiddet uygulamaktadır. Kişisel ilişki kurmak isteyen babalar, çocuk bakımını bizzat yerine getirmeyip çocuğu sırf bir nesne gibi teslim alma hırsıyla hareket edebilmektedir. Bu bakımdan, görüşme sonrasında da çocuğun uzmanla düzenli aralıklarla görüşme yapması geri bildirim için çok önemlidir. Kişisel ilişki kuran anne ya da babanın kişisel ilişki sırasında gerçekten çocukla iletişim kurup kurmadığının, çocukla ilgilenip ilgilenmediğinin, şiddet uygulayıp uygulanmadığının düzenli olarak takip edilmesi gerekmektedir.
Teklifin çoğu hükmünde, velayeti elinde bulunduran kişiye çocuk kaçıran muamelesi yapıldığı gözlemlenirken, velinin kendisine ve çocuğa yönelen şiddet tehdidi konusundaki kaygıların hiçbir şekilde dikkate alınmadığı gözükmektedir. Üstelik, şiddet mağduru kadınlar, ek olarak, çocukla kişisel ilişki kurdurmadığı için disiplin hapsi tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır. Belirtmek gerekir ki mevcut uygulama gibi teklif edilen değişiklik de çocuğu korumak yerine, kadına ağır yaptırımlar uygulamanın ötesine geçmemektedir.
Çocuğun diğer ebeveynle görüşmesi çocuk teslim merkezi olarak düzenlenecek ve çocuğun psikolojik olarak kendisini rahat hissettiği yerlerde gerçekleştirilmeli, çocuğun durumuyla ilgilenen, çocuğa tayin edilen uzman kişi bu görüşmeyi kendisini göstermeyecek biçimde izleyebilmeli yahut her görüşme sonrası çocuğun bu görüşmelerden ne düzeyde etkilendiğini tespit amacıyla bir görüşme gerçekleştirmelidir. Psikolog, ebeveyniyle çocuğun her görüşmesi sonrası elde ettiği bulguları içeren bir raporu düzenli olarak aile mahkemesine sunmalı, bu raporlar doğrultusunda çocuk ile ebeveyn arasındaki ilişkinin sağlıklı kurulması sağlanmalıdır.
Kanundaki ve uygulamadaki değişikliklerden sonra bu konuda atılacak diğer önemli bir adım ise anne ve babaların hırslarına yenik düşerek çocuklarını birbirlerine karşı kullanmalarının önüne geçilmesini sağlamak olacaktır. Çocuğun velayeti kendisine bırakılan anne veya baba bu konuda bir değişim göstermediği sürece, istediğiniz kadar kanunları uygulayın, elbette ki bir değişim olmayacaktır. Tabii ki burada "ebeveyn" derken asıl olarak da erkeklerin kendi çıkarları noktasında çocukları kullandığını açık olarak söylemek gerekir. Çocukla ilgili bütün süreçlerde olduğu gibi ebeveynlerle olan ilişkisinde yapılacak düzenlemeler çocuğun üstün yararını gözetmek durumundadır özetle. "Çocuğa zarar vermeme" ilkesine uygun olarak, boşanma sürecinin başından itibaren çocuğa ve ebeveynlere psikososyal destek sunulmalı, çocuğun zarar görmesini engelleyecek mekanizmalar bütünlüklü oluşturulmalıdır.
Bir kez daha söyleyelim, evet, icra mahkemelerinin işi değildir, Adalet Bakanlığının da işi değildir, bu hâliyle aile mahkemeleri görevlendirilmelidir ancak kurumsal yapısı tam olarak oturtulmuş olarak. Taslakta gördüğümüz şu: Henüz kurumsallaşmamış bir yapıya geçici görevlendirmelerle bir görev veriliyor, oysaki bunun gerçekleşmeyeceğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu konuda görevlendirilecek olan pedagog, sosyolog ya da sosyal hizmet uzmanları, hukukçular ve kolluk güçlerinin bu konuda ciddi bir eğitimden geçmesi gerekiyor, sadece eğitim yeterli değil, bu konuda duyarlılıkları da çok önemli bir noktada duruyor. Bu nedenle, öncelikle, bizim önerimiz, bu çocuklara ilişkin düzenlemelerin bu yasa teklifinden çıkarılması, kadın örgütleriyle, çocuk hakları örgütleriyle, demokratik kitle örgütleriyle bir tartışma süreci yürüterek, birlikte görüş alışverişi yaparak, gerçekten sahada ne yaşandığının, pratikte ne yaşandığının gözlemlenmesi sonucunda kadınları da özellikle koruyacak mekanizmalar oluşturulduktan sonra bir düzenleme yapılmasıdır. Bu hâliyle, sorunlara çözüm üretmek yerine kadına ve çocuğa şiddeti artıracak, kadınları haklarından daha fazla mahrum bırakacak bir düzenlemenin ötesine geçmemektedir. Bu nedenle çocuklara ilişkin, çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin maddelerin kanun teklifinden de çıkarılmasını talep ediyoruz.