| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ve İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ile 37 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi(2/3911) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2021 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Böyle güzel güzel anlatıyorsunuz da bir kez daha hatırlatıyorum, bu meselede bu hükümlerin çoğunlukla kadınlar aleyhine gerçekleşeceğini düşünmek lazım çünkü velayet annelerde ağırlıklı olarak ve aslında bütün bu söyledikleriniz kadınlar aleyhine velayetin de değişmesi, babaya verilmesi, çocuğun anneden alınması hatta çeşitli cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalınmasıyla sonuçlanacak bir düzenlemeden bahsediyorsunuz; üstelik de bir eşitsiz ilişki içerisinde olan, kadın-erkek eşitsizliğinin yaşandığı bir meselede. Şimdi, ben şunu merak ediyorum: Bu kadar "Araçsallaştırılmasın, kullanılmasın." diyorsunuz ya, şimdi, burada erkek tarafından var ağırlıklı olarak, oradan bakıyorsunuz. Peki, boşanma davalarında kadınlar aleyhine tam da bu velayet meselesi araçsallaştırıldığında buna dair niye bir çözüm üretme gibi bir derdiniz olmuyor da erkekler meselesi olduğunda oluyor? Şunu biraz önce de söyledim, birçok boşanma davasında kadınlar "Velayeti sana vermem, her türlü oyunu çeviririm, çocuğu kaçırırım, tazminat haklarından, nafaka haklarından vazgeç." tehdidiyle karşı karşıya kaldığı için bu alacaklarından vazgeçmek zorunda kalıyor ve çocuk araçsallaştırılıyor burada erkekler tarafından. Mesela, buna dair neden bir çözümünüz yok? Kadınların bu haklarını alabilmesinin bir zeminini yaratmayı düşünüyor musunuz? Burada çocuğun araçsallaşmasının bir kıymeti olmuyor mu? Erkeklerin meselesine geldiğinde hemen bir düzenleme ihtiyacı hissediyorsunuz. Ben gerçekten anlamakta zorlanıyorum.
Boşanma süreçlerinin tamamı, erkekler tarafından kadınların tehdit edildiği ve sürekli, hiçbir hak talep etmeden, tümüyle erkeklerin istediği koşullarda gerçekleşmesi için uğraşılan ve böyle de geçen süreçler. Özellikle kadınlar yoksulsa, avukat tutma imkânından yoksunsa, dava harçlarını da ödeyemiyorsa bu süreçler hep kadınlar aleyhine gelişiyor. Mesela, bunlara dair niye çözüm üretilmesi düşünülmüyor da ağırlıklı olarak çocuklar annenin yanındayken babanın görüşmesi, babanın ihtiyaçları, babanın para bulamaması meselesi üzerinden tartışılıyor, gerçekten anlamak mümkün değil.
Şimdi, çocuğa ilişkin bence şu yaklaşımın sonucu olarak gelişiyor: "Annelik veya babalık duygusunun tatmini." diye açıklamışsınız ya düzenlemede. İşte bunun sonucu olarak da ihtar ve arkasından da velayetin değiştirilmesi meselesini tartışıyorsunuz. Çünkü çocuğun özne olduğu bir durumu kabul etmiyorsunuz ki. Anne babanın hakkı, anne babanın görüşme hakkı, çocuk nerede? Aslında anne babayla ilişki kurulurken de anne babanın değil, aslında çocuğun gelişimi, çocuğun hakları üzerinden bakılması gerekiyor. Yani buradaki anne baba ilişkisinin dayanağı da burası ama tersinden kuruyorsunuz; aynı "çocuk teslimi" demeniz gibi, meseleyi bir eşya teslimi gibi klasik bir yargı kararı gibi algılayıp, bütün düzenlemeleri de buna göre yapıyorsunuz. Bu arada yaşanan süreç, ne oldu da çocuk acaba babaya gitmek istemiyor ya da ne oldu da kadın çocuğu vermek istemiyor? Bu aradaki gelişmeler ne, mahkeme takip etti mi, uzmanlar tarafından takip edildi mi, gelişmeler, dinamik süreçler acaba takip edildi mi, yeni gelişen süreçlere göre kararlar verildi mi ya da gerçekten mahkeme kararı doğru muydu çocuk açısından?
Şimdi, bütün bunları tartışırken, boşanma davaları süreçlerinde kadın ile erkeğin eşitsiz durumundan kaynaklı, kadınların çoğu kez kendi haklarını savunamadıklarını ve dolayısıyla yargı kararlarının da çoğu kez gerçeği yansıtmadığını neden görmezlikten geliyoruz ve sonrasında gelişen süreçleri neden görmezlikten geliyoruz? Şimdi, böyle bir koşulda diyoruz ki: "İhtar çekilir." Emin olun, arkasından -çok katılıyorum- o ihtara falan bakılmayacak bu yargı sisteminde. Acaba kadın teslim etmemekte haklı mıydı değil miydi, çocuk neden istemedi, acaba ortada bir şiddet mi vardı, çocuğa yönelik bir saldırı mı vardı, kadına yönelik bir saldırı mı vardı? Mesela, babaya gittiğinde acaba sürekli anneyi kötüleyen, anneye dair nefret suçunu oluşturacak şeyler mi söylüyordu? Bunlara bakan bir yargı sistemimiz var mı gerçekten? Bunları sürekli takip eden bir yargı sistemi var mı? Hâkim, burada kesinlikle şunu yapacak: Teslim mi etmemiş, tutanağa bakacak, hemen arkasından ihtarı gönderecek. Peki, bunun arkasında yatan sebepler araştırılmazsa nerede kaldı çocuğun yararı, nerede çocuk hakları meselesi? Sanki bizim yargı çok iyi işliyormuş da her noktasında kararlar gerçekten yerine getiriliyormuş da... Mesela, yargı bu yükle nasıl yapacak bunları? Hadi, niyetini de geçtim, erkek yargı olmasını da geçtim, bu kadar yükün altında gerçekten bu süreçleri yürütebilme şansına sahip mi hiçbir kurumsallaşmış yapı olmadan diye sormak lazım.
İki: Çocuğun kararı meselesi. Hep söylüyoruz, çocuk gitmek istiyor mu acaba? Çocuğun görüşü alınıyor mu, neden çocuk gitmek istemiyor? Bu konuda çocuğun beyanının sağlıklı alınabileceği bir mekanizma üretmek gibi bir derdimiz var mı? Birçok yasal düzenlemeye rağmen mesela bunu gözetecek bir mekanizma kurduk mu? Hayır, o da yok; emin olun, ihtar, arkasından tam da denildiği gibi velayetin değiştirilmesi, velayetin anneden alınıp babaya verilmesinin hukuksal zemini olarak araçsallaştırılacak. Bu işlerin sonucu da buraya gelecek yani. Bu sefer erkeklerin kadınlar aleyhine tehdit mekanizmasını biraz daha büyütmüş olacaksınız ve tabii ki aslında çocuğun haklarına yönelik de bir tehdit mekanizmasını büyütmüş olacaksınız. Biraz buradan bakılmasını öneriyorum. Sanki eşit bir durum varmış gibi lütfen değerlendirmeyin meseleyi. Hayatın pratiğinde, gerçekliğinde ne yaşanıyor, bu işler nasıl gidiyor, biraz buradan bakarak lütfen değerlendirin.