KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar; hepiniz hoş geldiniz.

Şimdi, aşağı yukarı bütün bakanlıklar söz aldıklarında bir büyüme hikâyesi anlatıyorlar. Genel olarak da bakıldığında, işte, Türkiye'nin de adım adım büyüdüğüne ilişkin Hükûmet çevrelerinden pek çok yayın dinliyoruz.

Şimdi, Sayın Tarım Bakanının da anlattığı çerçeveden bakıldığında tarımsal açıdan Türkiye büyüyor. Fakat, tabii, bütün kapitalistlerin yaptığı şöyle bir hata var, Bakan da bunu yapıyor: Bu büyümenin neye karşılık geldiği, büyümenin ne anlama geldiği hep böyle bir sis perdesinin arkasında bırakılıyor. Bakın, büyüme, kapitalizm açısından bir fetiş hâline getirilmiş durumdadır fakat büyüme dediğiniz şeyi hani bir insanın kilo alması gibi düşünün, bu kilo eğer sağlıklı bir biçimde alınmıyorsa bunun bir hastalığa tekabül edeceği herhâlde hekim olmayanlar tarafından da teyit edilecektir. İşte, gelin, tarım süreçlerine biraz buradan bakalım, bu büyüme denen şey, örneğin, istihdam yaratıyor mu? Yani Tarım Bakanı bize şunu söyleyebiliyor mu: "Ya, biz büyüyoruz ama tarımsal istihdamımız da artıyor." Diyebiliyor mu? Diyemiyor. Niye? Çünkü özellikle AKP'nin son döneminde -ki bu on dokuz yıllık zaman dilimi içerisinde- ve AKP öncesindeki iktidarlar, sağ iktidarlar sayesinde de kırsal olağanüstü bir hızla tasfiye oldu. Yani IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi -tırnak içinde- yerli ve millî olmayan ama politikaları bu Hükûmetler tarafından büyük bir hassasiyetle uygulanan bu örgütler sayesinde kırsal tasfiye oldu. E şimdi, ÇKS bir veri ise, ÇKS'ye bakıyoruz, ÇKS verilerine göre çiftçi sayısında ciddi bir azalma var. Öyle mi? Demek ki istihdam büyüme hikâyesine istihdam yaratıp yaratmadığı açısından bakacak olursak, kırsalın mutluluğu açısından bakacak olursak bunun karşılığı yok. Evet, matematiksel bir büyüme var, demek ki bu büyüme genele şamil bir büyüme değilse ancak bir azınlığın cebini dolduran, az sayıda insanın zenginleşmesini sağlayan bir niteliğe sahip. Nitekim, bizim yaptığımız araştırmalarda IPARD desteklerine ilişkin bunun Hükûmetle iltisaklı birtakım kimselere yoğunluklu olarak gittiğine ilişkin ciddi miktarda veriler bulduğumuzu söyleyebilirim. Peki, bu büyüme gelir dağılımı adaletini sağlıyor mu? Yani kırsalda üretim yapan insanlar Türkiye'deki gelir dağılımı adaleti terazisine vurulduğunda şöyle diyebiliyor muyuz: "Yani büyümeye eş güdümlü kırsalın bir zenginliği var." Kırsalın zenginliği falan yok, kırsalın perişanlığı var, kırsala uyguladığınız zulüm var. Yani ben de köy kökenli bir milletvekili olarak daha birkaç gün önce kendi köyümdeydim; insanların ne vaziyette olduğunu, nasıl üretimden uzaklaştığını görüyoruz. Demek ki "büyüme" diye söze başlanınca sorulması gereken soru "Kim için büyüme, nasıl büyüme?" olacak. Bu zaviyeden bakıldığında -üzülerek söylüyorum ki- bu perspektif ve bakış açısıyla sürece adım atan bütün hükûmetlerin "büyüme" diye anlattıkları şey, ancak ve ancak, ne yazık ki bir azınlığın, küçük kesimin işlerinin yolunda gitmesi ya da büyümesi anlamına geliyor.

İkinci bir mevzu şu: Ya, bu TÜİK denilen kuruma -ki az ya da çok göreli özerk bir niteliğe sahip- bunun verilerine bu ülkede inanan kimse var mıdır bilmiyorum, ben olmadığı kanısındayım. Hâl böyleyken bizatihi Hükûmetin kendi kurumu olan Bakanlığın bu verilerinin ne kadar güvenli olduğu, ne kadar inanılması gerektiği de bir başka tartışma konusu ne yazık ki.

Şimdi, üç yıldır burada bir araya geliyoruz ve konuşuyoruz. Ne konuşuyoruz? Mesela Sayıştay raporlarını konuşuyoruz. Ben çok merak ediyorum yalnız, Bakan adına da merak ediyorum, insan kendi ekibini toplayıp "Ya arkadaşlar, bakın, her sene biz mebzul miktarda eleştiri alıyoruz, Plan Bütçede bizi didiklemeyen kimse kalmıyor. Ya, şu hesapları kitapları kardeşim doğru tutun da bu sene yüzümüzün akıyla çıkalım." demez mi? Gerçekten çok enteresan yani Sayıştay ne iş görüyor ya da Sayıştayın raporları eğer bu kurumların nasıl davranması gerektiğine, ne tür bir hassasiyet göstermesi gerektiğine ilişkin bir veri değilse... Ne olacak yani? Yani Anayasa Mahkemesini kapatmaya meraklı olanlar var; Sayıştayı da kapatın, rahat edin yani ne istiyorsanız onu yapın.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu Sayıştay raporları yine zehir zemberek. Bakın "Muhasebe kayıtları yanlış tutuluyor." denmiş; kurum alacaklarının, tahsilatların doğru raporlanmadığından bahsedilmiş; tarımsal amaçlı kooperatiflere kullandırılan kredilerden kaynaklanan alacakların gerçek tutarı göstermemesinden, yatırıma alınmış projelerin gerçekleşme olmadan ödemelerinin yapılmasına, tarımsal destekleme ödemelerinin gerçekleşme işlemleri tamamlanmadan ödenmelerine kadar, eskilerin deyimiyle pehlivan tefrikası gibi, bir ton eksiklik var. Şimdi, bunları niye yapıyorsunuz? Yani bu verilere bakıldığında çok rahatlıkla "Tarım Bakanlığında yolsuzluk var." denir çünkü hesap sağlam muhasebeleştirilememiş, gelen gelirler, neyin nereye gittiği net olarak görülmüyor. Mesela, uygulanan idari para cezalarının muhasebeleştirilmediğine ilişkin bir veri var. Ya, ne oldu bu para, biri cebine mi attı, yolda yürürken düşürdü, kayıp mı etti, nasıl oluyor bunlar? Ya, bu, görev kusuru falan değildir arkadaşlar; bu, görev kusuru değil, bildiğin, yıllardan beri tekrarladığı için, taammüden suçtur yani. Ya, akıl alır cinsten değil.

Mesela, yine, 221 milyon 665 bin 224 lira bakiyeli 4.222 adet banka hesabının Bakanlık ve bağlı birimleri adına açıldıkları hâlde genel bütçe, döner sermaye ve sosyal tesisler muhasebe birimlerinde muhasebeleştirilmedikleri... Daha devam ediyor yani o kadar çok şey var ki böyle, ya, utanır insan, ne bileyim, bilmiyorum yani.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğünden alınan bilgilere göre, Bakanlıkça 1990 ile 2017 yılları arasında 1.739 kooperatife toplam 1 milyar 238 milyon 898 bin lira -küsurunu okumuyorum- kredi verilmiş, Sayıştay denetim raporunda bunlara ilişkin kayıtlara yer verilmemiş olduğunu tespit etmiş. Taşınırların yıl sonu sayımları yapılmamış; dayanıklı taşınırların numaralandırılmadığı ve ilgili olduğu taşınırlar üzerinden gösterilmediği, ortak kullanım alanlarında bulunanların dayanıklı taşınırlar listesinin düzenlenmediği, kişilerin kullanımına verilen dayanıklı taşınırlar için taşınır teslim belgesi düzenlenmediği, ambar giriş-çıkış işlemlerinin zamanında ve tam olarak yapılmadığı, falan falan falan... Daha çok sayıda var fakat zaman az olduğundan dolayı hepsine giremeyeceğim ama şunu söyleyeyim: Yani kamu adına çok utanç verici bir durum bu, böyle bir şey olmaz. Yani bu para kimsenin babasının parası değil, dedesinden, ebesinden miras kalmış para değil; bizim vergilerimizle, o en kötü koşullarda çalışmak zorunda olan tarım emekçilerinden alınan vergilerle terkip edilen kamusal bütçelerin bu şekilde, denetimsiz bir biçimde, deyim yerindeyse "Vurdum çayıra Mevla'm kayıra" mantığıyla kullanılması ayıptır. Bakın, çok usturuplu konuşmaya çalışıyorum, en azından ayıptır diyeyim yani, en azından ayıptır.

Şimdi, bu bize bir şey gösteriyor. Bir insanın bütçesine bakın, cüzdanına bakın onun bütün hayatını aşağı yukarı anlarsınız. Yani insanların parayı hangi öncelikle, nasıl kullandığına bakarsanız onun hayattaki öncelikleri hakkında, yaptığı işi doğru yapıp yapmadığı hakkında da fikir sahibi olursunuz. Sayıştay bu raporları bu şekilde yazdığı ve yayınladığı andan itibaren ne yazık ki Tarım Bakanlığının diğer işleri de iyi, yerinde ve kamusal yarar gözeterek yaptığına ilişkin iddialara inanmak için bizim elimizde ne yazık ki pek fazla veri olmuyor.

Bakın, Sayın Bakan da az önce söyledi, şimdi, yeni bir döneme girdik yani bu pandemiyle birlikte, küresel iklim kriziyle, kuraklıkla beraber aslında yeni bir dönem yaşıyoruz fakat bu yaşadığımız döneme uygun bir tarımsal planlama söz konusu değil. Daha önce de söylemiştim, olağanüstü dönemlere ancak olağanüstü tedbirlerle direnmek mümkündür; olağanüstü olmayan tedbirler yıkımı hızlandırır, kolaylaştırır. Eğer gerçekten böylesine ciddi bir ekolojik riskle, krizle karşı karşıyaysak... Öyle mi? Evet, öyle. Bir iklim krizinden bahsediyoruz, Türkiye'deki kuraklığı görüyoruz -birazdan ne kadar gölün kuruduğundan da bahsedeceğim- eğer meseleye bu zaviyeden bakıyorsak Tarım Bakanlığı bu bakışa uygun bir yeniden yapılanmaya mecburdur. Fakat baktığımız şey, yani bir önceki yıldan, ondan önceki yıldan -meraklı olduğum için milletvekili olmadan önce de inceliyordum, kim ne yapıyor diye Tarım Bakanlığına ilişkin- ondan önceki yıllardan rakamların miktarından, yanlarındaki sıfırlardan başka değişen bir şey yok. Yani şunu söylemek istiyorum: Türkiye'de gıda güvenliği, gıda güvencesi ciddi risk altındadır, gıda egemenliği ise çoktan ruhu teslim etmiş durumdadır. Bunu niye söylüyorum? Bakın, şimdi, bu kuraklık ve benzer durumlara ilişkin hububattan çok referans veriyoruz, ben oradan bir örneklemeyle derdimi anlatmaya çalışayım. Ya, şimdi, evet, küresel gıda fiyatları artış eğiliminde, daha önce daha büyük artışlar da görmüştük çeşitli sebeplerle, mesela, 2007-2008 yıllarındaki artış hatırlanacaktır, o dönemlerde Türkiye buğdayın tonunu 540 dolar civarında ithal etme yoluna gitmişti. Yine, 2011 Mart ayında 420 dolarlar civarında ithalat söz konusu olmuştu, şimdi de tonunda 350-360 dolar civarında bir ithalat rakamı söz konusu fakat ilginç bir şey söyleyeyim, hasat yeni bitti, yeni hasada da sekiz ay var. Mesela, Sayın Bakan bunları konuşurken, böyle "Çok da iyi gidiyoruz, aldık gidiyoruz; dünyada şöyleyiz, Avrupa'da böyleyiz." diyeceğine şu anda tonu 360 dolar olan buğdayın sekiz ay sonra nasıl olacağına ilişkin bir projeksiyon sahibi olması gerekmez mi? Ve o projeksiyona ilişkin de "Bakın, böyle böyle tedbirlerimiz var, ciddi bir gıda güvenliği riskiyle karşı karşıya kalabiliriz, o sebeple biz Bakanlık olarak şu anda 360 dolar, kur farkıyla, kur artışıyla, stok sebebiyle..." Mesela, Rusya ne yapıyor? Elindeki buğdayın, 30 milyon ton ihracat yapacaktı, bunun 17 milyonunu yaptı, 13 milyonunu tutuyor cepte. "Bu gibi sebeplerle bu fiyat daha artacaktır, buna ilişkin biz planlama yapalım." demez mi? Valla, demedi işte, hepiniz gördünüz. Şimdi, ciddi bir riskle, ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Yani dünyada üretilen buğdayın miktarı 800 milyon ton civarında baz alınırsa bunun 300 milyon tonu stok, 150 milyonu da Çin'in cebinde stok yani böyle bir durum var. Şu anda söz konusu olacak riskleri göz önünde bulundurarak hiç kimse öyle rahat rahat ihracat politikasına falan yönelmiyor. Demek ki neymiş? Demek ki ciddi bir durumla karşı karşıyayız.

Kıymetli arkadaşlar, 2020'den önce buğdayda 18 milyon ton üretimimizin olduğunu varsayarsanız... Geçen yıl çeşitli sebeplerle 3 milyon ton eksilme oldu, bu sene de 3 milyon ton gibi bir eksilmeyle bizim ihtiyacımız olan 18 milyon ton buğday iken -en az 18 milyon ton buğdayken- büyük olasılıkla 12 milyon ton olarak gerçekleşecek. Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz? Bu, bizim, bir şekilde 6 milyon tonu sübvanse etmemizin gerekli olduğunu gösteriyor. Şimdi, Bakandan bekledik tabii: "Ya, böyle bir durum söz konusu olabilir; bak, biz bunu şu yöntemlerle..." Hani geçen sene "Paramız var ki ithal ediyoruz." demişti. Yine, paramız var da ithal mi edeceğiz? Örneğin, bizim buğday ektiğimiz -1980'ler ve öncesi düşünülürse- 9,5 milyon hektar arazi vardı, tarım alanı vardı, şu anda o 7,5 milyon hektara düşmüş, 2 milyon hektar azalmış. Yoksa şöyle mi söylemesi daha doğru olurdu: "Ya, bu 2 milyon hektardan, biz dönümden 3 ton gibi düşünecek olursak 6 milyon tonu oradan üretiriz, elde ederiz." Bu üretimde olmayan 2 milyon hektar tarım alanını yeniden tarıma kazandırmak mıydı doğru politika? Kuşkusuz buydu. Fakat buna ilişkin de herhangi bir şeyle karşı karşıya kalamadık.

Bir de tabii, şöyle bir enteresanlık var: 9,5 milyon hektar alana buğday ekilirken bizim nüfusumuz 53 milyonmuş, şimdi, geldik 83 milyondan fazla nüfusa ve 7,5 milyon hektarlık bir alana. Yani nüfus artmış, alan azalmış. Böyle olunca ne olacak? Böyle olunca çiftçi doğal olarak önce neye bakacak? Maliyetlere bakacak. Elimde bir maliyet tablosu var. 2022 yılında -sulama, TARSİM sigorta gibi şeyleri de hadi katmayalım bunun içerisine- 1 kilo buğdayın maliyeti 4 lira civarına çıkıyor. Tohum 105 lira, gübre 500 lira, zirai ilaç, yaprak gübresi 105 lira, mazot 50 lira, tarla kirası 280 lira.

Peki, çiftçi bu paraya satabiliyor mu? Satamıyor. Yani Toprak Mahsulleri Ofisinin verdiği fiyat baz alındığında, 3.500 lira/ton civarı gibi düşünüldüğünde bu çiftçi ne yapacak? Geçen hafta Mardin ve ilçelerindeydik. Orada tarım topraklarına, aslında buğday yetiştirilmesi gereken topraklara insanlar mısır ekmişler; 700 metre, 600 metreden de sondajı vurmuşlar. Bu da başka bir sorun zaten yani yer altı sularının böyle hoyratça kullanılması da bir başka iklim krizini tetikliyor. İnsanlar orada buğday üretip de zarar edeceğine mısır üreterek mısırla ayakta kalmaya çalışıyor. Ya, işte, mesele tam bu biliyor musunuz?

Şimdi, bir asgari ücretli aldığı o parayla ne yapıyor? "Bu ay çocuğun ayakkabısı, defteri, şunu..." diye bir plan yapıyor. Ya, bir asgari ücretli insanımız, bir işçi, emekçi bu planı yapıyorken koskoca devlet bu planlamayı niye yapmaz? Yani buğdaya olan ihtiyacı baz alarak, buğday ekiminin önemini temel alarak insanların kırsaldan kopmasını engelleyecek politikaları niye uygulamaz? Niye uygulamaz? O artık sizin kendi takdirinize kalmış. Ama kıymetli arkadaşlar, zaten bakın -Bakan az önce açıkladı ya- bu verilen desteklerle insanların buğday üretmeye devam etmesi falan zaten söz konusu değil. 20'ye 20 gübrenin tonu 2020 yılında 1.200 lirayken şu anda 5.200 lira, DAP 3.500 liradan 8.700 liraya çıktı. Ben de bu 8.700'ü yazdım belki şimdi 8.750 liraya çıkmıştır yani öyle bir süreç ki kalemin mürekkebi kâğıtta kurumadan fiyatlar artıyor.

Bakın, evet, kur... Dünyada bu fiyatların artıyor olması, bütün ülkelerin bu konuda koruyucu davranıyor olması falan bunlar bir veri olarak ele alınabilir ama beceriksizliği hepsinin üstüne yazın, iş bilmezliği hepsinin üstüne yazın ve neden tarımda bu hâlde olduğumuzu buyurun oradan hepimiz görelim. Dolayısıyla buğday üreten... Buğdayı bir veri olarak yani çok ürettiğimiz bir ürün olduğu için bunu söylüyorum ama her alanda böyle -az önce vekilimiz söyledi- benim seçim bölgemde 400 kuruş dalında limon, satabilirse yani vatandaş satabilirse... Bu hâle gelinmiş durumda.

Bu şeye ilişkin söylenecek tabii, çok çok fazla şey var. Fakat ben Tarım ve Orman Bakanının yerinde olsam şapkamı önüme koyar, bu işi sürdürebileceksem sürdürmeyi seçerim, sürdürmeyeceksem de istifa etme cihetine giderim, bunu açık yüreklilikle size ifade etmek istiyorum.

Tabii, girdi fiyatlarının ha bire artıyor olması, bitki üretiminde yaşanan ciddi sıkıntılar, bunların hepsi bir veri kuşkusuz kötü gidişata ilişkin. Bazen şöyle düşünüyorum: Ya, bu memlekette Bakanlık olmasa bundan daha kötü ne olabilir? Yani bu tarımsal sektörler... Daha da ne olabilir yani? Hani kimse şizofren değil...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Turan, normal süreniz bitmiştir, iki dakika ek süre veriyorum.

Buyurun, lütfen, tamamlayın.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Yani kırsalda konuştuğumuz insanlar kötü olmaya falan çalışmıyor, para kazanmaya çalışıyor, çoluğunu çocuğunu okutmaya çalışıyor ama bu kadar derdin ifade edildiği, verilerin bu kadar olumsuz bir istikameti gösterdiği bir yerde kıymetli arkadaşlar "Bu işi iyi yapıyoruz." falan lütfen demeyin.

Çiftçi borçları almış başını gidiyor. Geçen gün Ziraat Bankasına sordum: Ya, ne kadar çiftçi borcu var? "Ticari sırdır, size söylemeyiz." dediler. Toplamda 220 milyarın üzerinde çiftçi borcu olduğunu biliyoruz bütün finans kuruluşlarına yönelik olarak. Bunu çiftçinin ödeyebilmesinin zaten mümkün olmadığını biliyoruz, önümüzdeki dönemlerde tarımın içine girdiği dar boğazın daha da boyutlanacağını biliyoruz; o nedenle size şunu öneriyoruz: Yeni bir tarım politikası değil, yeni bir tarım felsefesine ihtiyaç var, kamucu bir tarım felsefesine ihtiyaç var. Devletin sosyal devlet olduğunu hatırlayarak sermaye karşısında çiftçiyi tek başına bırakmayan, tam tersine çiftçinin yanında tutum alan, çiftçinin gerçekten kara gün dostu olan bir devlet yönetimine, devlet felsefesine, bir tarım sektörü planlamasına ihtiyaç var. Bu böyle olmadığı koşullarda -ormana falan da süre kalmadı şimdi ama- koşar adım bir kıtlık sürecine doğru gidiyoruz. Bu laf hiç öyle abartılı bir laf değil, egzajere ederek söylediğim bir laf değil.

Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, IMF gibi kurumların yoksul ülkelere dikte ettiği tarım politikalarının o ülkeleri ne hâle getirdiği çok merak ediliyorsa mesela, Etiyopya'ya, Eritre'ye herkes bakabilir. Kuşkusuz bir Etiyopya, bir Eritre değiliz, imkânlarımız çok daha fazla ama buğdaydaki rekolte düşüklüğünün devamını düşünün...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Turan, ek süreniz de dolmuştur. Son bir cümlenizi alayım lütfen.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bitiriyorum, son cümlem.

Küresel iklim krizine bakın ve gelecekte olacaklar için lütfen şu anda tedbir almaya adım atın diyor, teşekkür ediyorum.