| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ve Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı b) Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 10 .11.2021 |
ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlarım.
Şimdi, biraz istatistiki bilgilerin çok olduğu bir konuşma olacak. Ancak, önce genel tespitlerimi yapayım, daha sonra da bunları rakamlarla izah etmeye çalışacağım. Bir defa, çok net bir şekilde, önce tabii Türkiye'nin şu anda bana göre en büyük sorunu yoksulluk. Yani, ekonomik sorunlar anlamında yoksulluk ve bu yoksulluk Türkiye'de giderek derinleşiyor. Tabii, bu da sizin temel faaliyet alanınız. Kişi başı gelir açısından da bunu görüyoruz. Türkiye, bu yılı dışarıda tutarsak -büyüme rakamının ne olacağını bilmiyoruz ama- son yedi yılda kişi başı gelir açısından sürekli fakirleşen bir ülke; cumhuriyet tarihinde bu hiç olmuş bir şey değil. Şimdi, tabii, bu bugüne has bir şey değil aslında, bir süredir devam ediyor bu yoksullaşma, rakamlar bunu gösteriyor. Fakat pandeminin ekonomik ayağıyla mücadelede yapılan eksiklikler, yanlışlıklar, yetersizlikler bu fakirleşmeyi ve yoksulluğu derinleştirdi, hızlandırdı. Bunların her birine ilişkin deliller sunmaya çalışacağım. Tabii, daha özelde baktığımızda da kadın ve çocuk yoksulluğu da daha ileri safhada. Bunun üzerine de mutlaka odaklanılması gerekiyor. Pandemide kadınların, çalışanlar açısından veya çalışmasa da toplum açısından en fazla etkilenen kesim olduğunu biliyoruz. Gelir adaletsizliği toplumda giderek artıyor. Dolayısıyla, sürdürülebilir politikalarla yoksulluğu azaltmak gerekiyor yani yoksulluğu yönetmek değil, yoksulluğu azaltacak politikalar uygulamamız lazım ve yoksulluk kültürünün de nesilden nesile geçişini de engellemek gerekiyor. Bu, toplum açısından çok ciddi bir risk; bu, siyasi iktidarlar meselesi değil yani bu kültürün nesilden nesile aktarılmaması lazım ülkede.
Cinsiyete dayalı ücret farkı yüksek, bunları da konuşacağız. Başka ülkelerle mukayesesini doğrusu çok fazla bilmiyorum ama bizde yüksek ve düşme trendinde de değil. Bizim, İYİ Parti olarak yakın zamanda İstanbul'da yaptığımız bir yoksulluk çalışması var, bunu açıklayacağız. Burada çok kritik tespitlerden bir tanesi, İstanbul'da çocuklarda bodurluk problemi başladı yani yeterli beslenememekten kaynaklanan bodurluk probleminin başladığını biz çalışmalarımızda tespit etmiş durumdayız ve eğitim durumu düşük olanların da gelirleri daha düşük. Tabii, bunun düşük olması normal -yani bütün dünyada böyledir- ancak makas çok açık, hele bir de ortalama gelirin düşük olduğu bir yerde eğitim durumu düştükçe gelirin düşüyor olması da ayrıca toplumda bir soruna neden oluyor.
Şimdi, Sayın Bakan, yani elbette AK PARTİ hükûmetlerinin iyi yaptığı işler olmuştur, kötü yaptığı işler olmuştur; başarılı, başarısız dönemleri olmuştur. Yoksullukla mücadele anlamında veya sosyal yardımlar anlamında geçmişle mukayese edildiğinde elbette epeyce mesafe katedilmiştir. Ancak, şunu görmemiz lazım: Her veride farklılaşabiliyor ama özellikle son altı yedi yılda, 2010-2014, kimi zaman 2013'ten sonra falan bu kazanımların geri verilmeye başlandığını görüyoruz. Mesela, 2014 yılında... Biliyorsunuz, yoksullukla ilgili bir sürü parametre var, bir sürü farklı tanımı var, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'ndaki tanımı alıyorum, o medyan gelirin yüzde 60'ını alıyor yani hükûmetin dokümanındaki aldığı şeyi, genel olarak onu kullanıyorum. Bu yüzde 70 de kullanılabilir veya yüzde 50'i de kullanılabilir duruma göre ama yüzde 60'ı kullanmak, hükûmet de onu kullandığına göre, herhâlde en anlamlısı o. Mesela, 2014 yılında yoksulluk oranı 21,8. Tabii, bizde veri kesikliği çok fazla olduğu için çok geçmişle mukayese edilemiyor. Bu, mesela, 2017'de yüzde 20,1'e kadar düşmüş yüzde 60 medyan gelire göre ama bundan sonra, 2017'den sonra tekrar bir artma trendine giriyor ve en son, 2020 yılı rakamı yüzde 21,9. Şimdi, tabii, şu gözden kaçmasın: 2020 yılı rakamı olarak açıklanan rakamın gelir referansı 2019. Yani pandeminin toplum üzerinde oluşturduğu o yoksullaşma, bu 2020 rakamına yansımış değil. Çünkü TÜİK bunu zaten o şekilde söylüyor, diyor ki: "Gelir referansı yılı 2019'dur." Dolayısıyla bozuluyor ve korkarım, önümüzdeki yıl yeni rakamlar açıklandığında, 2021 yılı rakamları açıklandığında 2020 pandemi etkisini orada çok daha derin hissedeceğiz. Tabii, yüzde 21,9'un tekabül ettiği insan sayısı 17,9 milyon insan. Yani Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda kullanılan tanıma göre, Türkiye'deki yoksul sayısı 2020 yılı itibarıyla 17,9 milyon insan ve bu, bir önceki yıla göre de yaklaşık 714 bin kişi artmış. Tabii, yüzde 70'i referans aldığımızda bu 17,9 milyon yoksul sayısı 23,7 milyon yoksula çıkıyor. Bu, mutlak suretle üzerinde durulması gereken ve azaltılması gereken, hani yönetilmesi değil de çözülmesi gereken bir sorun olarak duruyor. Ona ilişkin de -fırsatım olursa- önerilerimi de sunmaya çalışacağım.
Şimdi, tabii, Gini katsayısına bakıyoruz, bu da gelir dağılımını ölçen hepimizin bildiği bir katsayı. Burada da seri 2006'dan başlıyor ama 2006 yılı sorunlu bir yıl, onu görmek gerekiyor. İlk başlangıç yılında, 2006 ile 2007 arasında çok radikal değişme var. Orada muhtemelen 2007'yi almak çok daha anlamlı olabilir. Yani bakıyoruz, 2007'den 2014'e kadar Gini katsayısında küçük de olsa bir düzelme var fakat bu da tekrar 2014'ten sonra bozuluyor ve şu anda geldiği nokta, 2021 yılı Gini katsayısı 0,41 yani 2007'deki 0,406'dan daha yüksek. Yani 2007'ye göre bizim gelir dağılımımız daha fazla bozulmuş durumda, burada da yine pandeminin etkilerini tam olarak görmüyoruz.
Şimdi, gelirden en yüksek pay alan yüzde 10'luk yüzde 10'luk kesimin en düşük pay alan yüzde 10'luk kesime göre gelirine baktığımızda da benzer bir gelişme var. Yine, elbette düzelmeler olmuş; 2007'de 14,4 katı iken 2014'te 12,6'ya kadar düşürülmüş ancak 2014'ten sonra, 2020'de geldiği nokta 14,6 ve bu, 2007 seviyesinin üzerinde. Yani en zengin yüzde 10'un aldığı pay, en düşük yüzde 10'un gelirden aldığı payın 14,6 katı ve bu, 2007 seviyesinin üzerinde; bu, mutlak surette üzerinde durulması gereken bir konu.
Şimdi, ben birkaç araştırmadan da bakarak her birinden -bunlar tabii biraz fazla olacak ama- aktarabildiğim kadar istatistik aktaracağım: Şimdi TÜRK-İŞ ve TÜİK verilerini ortak kullandığımızda, 2018 yılında ülkemizde açlık sınırının altında 9 milyon 910 bin kişinin yani yaklaşık 10 milyon kişinin olduğunu görüyoruz, açlık sınırının üzerinde olup yoksulluk sınırının altında olan kişi sayısı da 42,7 milyon; bu farklı bir tanım, TÜİK ve TÜRK-İŞ tanımlarıyla birlikte baktığımızda... Şimdi, bir yıl boyunca 3 öğün simit yemeye parası yetmeyen 400 bin kişinin olduğunu tespit ediyoruz. 3 öğün sadece simit yiyecek -tabii, böyle bir hayat olmaz ama bu simit hesabını siyasiler çok yapar, Sayın Erdoğan bunu en fazla yapanlardandı- ama buna parası yetmeyen 400 bin kişinin olduğunu tespit ediyoruz. Türkiye'de nüfusun yüzde 39,3'ü ısınma sorunu yaşıyor Sayın Bakan; 36,9'u da çatı akması, çürümüş pencere ve rutubet gibi güvensiz barınma koşullarında yaşıyor yani yüzde 37'lik bir kesimde barınmayla ilgili ciddi sorunlar var. Konut sahipliği açısından baktığımızda, örneğin 2006 yılında konut sahipliği yüzde 60,9'ken, 2020 yılında yüzde 57,8'e düşmüş; bu da önemli bir şey yani bir gerileme.
Derin Yoksulluk Ağı'nın "Hikâyenin Yok Hâli" araştırmasına baktığımızda, Türkiye'de kişilerin yüzde 40,7'si hanedeki kişi sayısına göre fazla kalabalık evlerde yaşıyor, fazla kalabalık evlerde yaşama oranı yüzde 40,7. Burada, yine, bu çalışma kapsamında görüşme yapılan en yoksul hanelerde kira ödeyenlerin yüzde 38'i evden çıkarılma riski yaşadığını, yüzde 10'u barakada yaşadığını, yüzde 37'siyse yaşam alanlarını güvenli bulmadığını belirtiyor. Kişilerin yüzde 84'ü yeterli miktarda besine ulaşamıyor bu çalışmaya göre, gıda gruplarının çoğunu makarna, pirinç ve ekmek oluşturuyor. Çocuklu ailelerin yüzde 74'ü bez ve mama bulmakta zorlanıyor, yüzde 21'i ise bez ve mama alamıyor. Bu ailelerin yüzde 87'si kurum yardımları, destekler vesaire olmadan bu ürünlere erişemeyeceğini söylüyor. Hanelerin yüzde 67'sinde en az bir bireyin kronik hastalığı bulunuyor, hastalığı olanların yüzde 41'i sağlık güvencesi olmadığı için, yüzde 34'ü sağlık güvencesi ilaçlarını karşılamadığı için ilaçlarını düzenli şekilde alamadığını ifade ediyor.
Yine, Tüketici Hakları Derneğinin Covid-19 Pandemisinde Yoksulların Temel Gıdalara Erişimi Raporu'na göre pandemi döneminde yumurtanın fiyatı yüzde 100 -tabii bu 2021 itibarıyla- ekmeğin fiyatı yüzde 25, beyaz peynirin fiyatı da yüzde 40 civarında artmış. Şimdi, yoksulların yüzde 67'si pandemi öncesinde her gün yumurta tüketebilirken bu oran, pandemiden sonra yüzde 4,4'e geriliyor. Bunları çok fazla saymayacağım ancak şunu söyleyeyim: Bu pandemi dönemi gerçekten hem esnaf kesime destek açısından çok fevkalade kötü yönetilmiştir hem de yoksulluk açısından. Bakın, yüzde 1,17'de sosyal yardımlarınız. 2019'da pandemi var mı? Yok. 1,30'a çıkıyor -değil mi- millî gelire oranı olarak; 0,13'lük bir artış var. Onun tekabül ettiği reel rakam 6,5 milyar lira Sayın Bakan, siz pandemi olmayan döneme göre sosyal yardımlarda ancak 6,5 milyar lira bir artış yapabilmişsiniz 2020 yılında. Tabii, bu anlamda baktığımızda çok ciddi düşük kalıyor bu oran.
Şimdi, kadın yoksulluğu tabii, ayrı bir sorun alanı, bunun üzerinde özellikle durmamız gerekiyor. Şimdi, TÜİK İşgücü İstatistiklerine baktığımızda, Ağustos 2021 itibarıyla -mevsimsel düzeltilmiş veri elbette- kadın işsizliğinin yüzde 15 olduğunu görüyoruz, tarım dışında kadın işsizliği ise yüzde 18,7 düzeyinde, genç kadınlarda ise işsizlik oranı yüzde 29. Şimdi, istihdam oranı ve iş gücüne katılma oranları açısından baktığımızda da pandemide epeyce düştü, pandemiye göre bir toparlanma var ancak şu anda kadın istihdam oranını ve kadın iş gücüne katılım oranını Aralık 2017'yle mukayese ettiğimizde hâlâ ciddi ölçüde altında. Yani burayı yeteri kadar... Çünkü "gücenen iş gücü" diye OECD'nin çalışmaları falan vardır, hakikaten bunu, bu iş gücünü pandemide koruyamadığımız için... Biz buradan bas bas bağırdık -benim Plan ve Bütçe Komisyonundaki ilk konuşmamdan arkadaşlar hatırlar- yani "Bu iş gücünün tekrar dönmesi çok zor, 'iş gücünün gücenikliği' diye uluslararası bir kavram var, bunları tekrar döndürmekte zorlanırız." diye. "Yüzde 21,7 ekonomi büyüdü." diyoruz fakat kadın istihdam oranı Aralık 2017'nin yüzde 2,3 altında; iş gücüne katılma oranı 1,8 altında; bunlar çok yüksek bozulmalar.
Şimdi, Kadının İnsan Hakları Derneğinin Şubat 2021 "Salgında Kadın Olmak" araştırmasına göre, salgının etkisiyle kadınların yüzde 73'ü ekonomik sıkıntı yaşamış. Kendini "yoksul" olarak tanımlayan nüfus, pandemi öncesinde yüzde 0,9 iken, pandemi sonrasında yüzde 28'e yükselmiş. Kadınların yüzde 12'si kamu kurumlarından, yüzde 41'i aile ve akrabalardan borç, destek alırken, yüzde 11'i tasarruflarını harcamış, yüzde 15'i ise masraflarını kısmak zorunda kalmış.
Yine, ILO raporlarına göre, Türkiye'de faktör ağırlıklı cinsiyete dayalı ücret farkı yüzde 21,1. Yani faktör ağırlıklı, faktör etkilerinden arındırılmış hâliyle bile cinsiyete dayalı ücret farkı yüzde 21,1. Çocuğu olan kadınlar, olmayanlara göre yüzde 11 daha az ücret alıyor Sayın Bakan. Sayın Cumhurbaşkanı, bir yandan "3 çocuk yapın, 4 çocuk yapın." diyor. E, bunu kim yapacak? Kadın yapacak. E, kadın çalışıyorsa ne olacak? Zaten kadın olduğu için yüzde 21 daha düşük alıyor, bir de çocuğu olduğu için yüzde 11 daha düşük ücret alıyor. Bu insanlar nasıl geçinecek? Yani bir politika uyguluyorsak bunun altını doldurmamız lazım, biz devletiz, düzenleme yapın o zaman. Niye yapmıyorsunuz bununla ilgili düzenleme? Çalışan anneler, çalışan babalara oranla yüzde 19 daha az ücret alıyor. Üstelik, yaş arttıkça, eğitim düzeyi azaldıkça cinsiyete dayalı ücret farkı artıyor. Tüm yönetici pozisyonlarda, kadınların yalnızca yüzde 20'si görev alabiliyor. Özel sektörde cinsiyete dayalı ücret farkı yüzde 15, kamuda yüzde 5,1; özel sektörde daha fazla ama bu düzenlenebilir yani bunu zaten düzenleyeceğiz, devlet verecek değil. Kayıtlı çalışan kadınlarda cinsiyete dayalı ücret farkı -burada da ayrı bir sıkıntı var- yüzde 11,5 ama kayıt dışında yüzde 24,2.
Yine, Derin Yoksulluk Ağı'nın Pandemi Döneminde Derin Yoksulluk Araştırması'na göre de -bu da Kasım 2020, tabii, bu çalışmalar sürekli güncellenen çalışmalar değil- en yoksul durumdaki hanelerin yüzde 66'sında kadınlar çalışmıyor. İşte, bu da ayrıca yoksulluğu artıran bir sorun. Yetişkinlerin yüzde 55'i çocuk bakımı yükümlülüğü sebebiyle çalışamıyor. Kadınlar yaşadıkları bölgede cinsel saldırı sebebiyle kendini güvende hissetmiyor. Kadınların yüzde 17'si evdeki tek ebeveyn.
Tabii, bunların her birini ayrı ayrı konuşabiliriz ancak vakit çok sınırlı olduğu için biraz hızlı aktarmaya çalışacağım. Çocuk yoksulluğu meselesi de diğer bir sorun. TÜİK verilerine göre, ülkemizde 7,4 milyon çocuk yoksul yani çocuklarımızın üçte 1'i yoksul. UNICEF 2020 raporlarına göre, çocuklarımızın yalnızca yüzde 53'ü hayatından memnun. Biliyorsunuz, gençlerin zaten yüzde 70'i yurt dışına çıkmak istiyor.
ILO raporlarına göre, Türkiye'de 5-17 yaş arasında 720 bin çocuk işçi var. 720 bin çocuk işçinin yüzde 31'i tarımda, yüzde 24'ü sanayide, yüzde 45'i hizmet sektöründe çalışıyor. Yine, 720 bin çocuk işçinin yüzde 35'i yani 250 bin çocuk, çalışmak zorunda olduğu için herhangi bir eğitim alamıyor. Ayrıca başka bir problem var, yirmi gün ve üzeri devamsızlık oranı Türkiye'de -eğitim bütçesinde konuştuk bunu- yüzde 34 Sayın Bakanım. Yani eğitimde görünen de aslında okula gitmiyor, işte, muhtemelen benzer sorunlardan. Çocuk işçilerin yüzde 36'sı ailesinin ekonomik faaliyetlerine yardımcı olmak için, yüzde 23'ü aile gelirine katkıda bulunmak için çalışırken, yalnızca yüzde 6'sı kendi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyor. 720 bin çocuk işçinin yüzde 60'ı ailesinin gelir seviyesi düşük olduğu için çalışmak zorunda.
Türkiye'nin ILO'ya sunduğu Çocuk İşgücü Anketi'ne göre, Türkiye'de 1994 yılında 974 bin çocuk işçi varken, bu sayı 1999 yılında 511 bine düşmüş, ancak 2019 yılında yeniden 720 bine çıkmıştır. Yani yıllar içerisinde yoksulluk artıyor, yoksulluk arttıkça çocuklar çalışmak zorunda kalıyor. Türkiye'de 2 milyondan fazla çocuğun eve gelir getiren ebeveyni de işsiz durumda.
Şimdi, tabii, "bakım ekonomisi" diye de üzerinde çok durmamız gereken bir konu var. Yani araştırmalara göre, Türkiye'de okul öncesi eğitim ve bakım hizmetleri sektörüne yapılan harcamaların OECD ortalamasına çıkarılması durumunda -bu bir öneri aynı zamanda- 720 bin yeni iş alanı yaratabileceğimiz hesap ediliyor. Bu işlerin yüzde 73'ünde kadınları istihdam edip göreli yoksulluğu yüzde 1,5 oranında azaltmak ve kadın işsizliğini üçte 1 azaltmak mümkün. Alın size bir imkân yani toplumsal sorunlara ciddi ölçüde çözüm getirecek bir mesele. Bu yatırımın da yaklaşık tutarı 20,7 milyar Sayın Bakan, bunlar para değil bizim bütçemizde, bunlar yapılabilecek şeyler.
Yine, ILO raporlarına göre, Türkiye okul öncesi eğitim, uzun dönem bakım hizmetleri, annelik, engellilik, hastalık izni, iş aramaları gibi alanlarda 41 ülke arasında sondan 3'üncü sırada yer alıyor. Verilere göre, Çin, Şili, Gana, Güney Afrika ve sosyal devlet olmadığı için eleştirilen ABD gibi ülkeler, bakım hizmetlerine Türkiye'den daha çok kamu harcaması yapıyor. UNDP raporlarına göre Covid süresince kadınların yüzde 50'si iş yaşamlarına ara vermek zorunda kalmış, erkeklerde bu oran yüzde 42. Kadınların ve erkeklerin yüzde 10'u sağlık nedeniyle istifa etmek zorunda kalmış; kadınların yüzde 2'si evde çocuk, yaşlı, hasta bakımını üslenmek zorunda olduğu için istifa etmek durumunda kalmış. Kadınların yüzde 68'i ev işi sürelerinde artış olduğunu dile getiriyor. Kadınların yüzde 50'si, erkeklerin yüzde 24'ü iş yüküyle başa çıkmanın zor olduğunu dile getiriyor. Bu oran, çalışan kadınlarda yüzde 63'e, çalışan erkeklerde yüzde 27'ye çıkmakta. Kadınların yüzde 85'i ev işlerinin kadınlar ve erkekler arasında eşit bölünmesi gerektiğini düşünürken bu oran erkeklerde yüzde 65. Biraz daha centilmen olmamız gerekiyor. Kadınların yalnızca yüzde 24'ü "Ev işi, kadın işidir; gelir getirmek, erkeğin işidir." diye düşünürken bu oran erkeklerde yüzde 41. TÜİK Zaman Kullanım Araştırması'na göre de kadınlar ev bakımına erkeklere göre 5 kat daha fazla süre harcıyor, erkekler 46 dakika.
Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneğinin Salgında Kadın Olmak Araştırması'na göre de salgın öncesi, kadınların yüzde 16'sı evdeki işlere dört saat ve üzeri zaman ayırırken salgın sonrasında bu oran yüzde 42'ye çıkmış. Kadınların yüzde 72'si bakım ve ev işleriyle ilgili zorluk yaşamış salgın süresince. Zorluk yaşayan kadınların yüzde 20'si eşlerinden, yüzde 24'ü çocuklarından, yüzde 10'u ailenin diğer üyelerinden yardım almış ancak yüzde 17'si zorluklarla kendisi başa çıkmak durumunda kalmış.
Şimdi, "Sosyal yardımlar arttı." diyoruz; bakıyoruz, sosyal yardımlarda artış var ancak bunun -işte bu veriler de gösteriyor ki Sayın Bakanım- niye arttığı önemli. Yani hakikaten kapsama alanımız çok genişlediği için veya ne bileyim yani yoksulluğun artmasından değil de eskiden daha az yaparken... Başlangıç için bunu söyleyebiliriz sosyal yardımların artmasına ancak kapsama alanı genişledi, bundan sonra yoksul sayısında bir artış varsa bu, bizim daha fazla alanı kapsadığımızdan değil, daha fazla insan veya daha fazla aile yoksullaştığı için oluyor. Dolayısıyla, buralarda, harcamanın çok fazla arttığını ifade etmek bana göre çok anlamlı değil. Şimdi, tabii, üstelik bu şeyler... Yani yoksul sayısındaki bu artışta tabii, enflasyonun hızlanmasını da dikkate almak gerekiyor.
Şimdi, şöyle, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda bir tablo var. Bunu bir arkadaşımız biraz daha geliştirerek şöyle bir şey yapıyor: Orada kimi yardımlarda hane sayısı var, kimi yardımlarda aile sayısı var. Bu tabloya göre -tablonun referansını verebilirim: Sayfa 292, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı- yardım alan kişi sayısı 10,8 milyon, hane sayısı 8,4 milyon. Ortalama 3 kişi üzerinden alınsa 36 milyon insan -mükerrerlik var burada tabii- yardım alıyor Türkiye'de. "Mükerrerliği yüzde 40." şeklinde bir değerlendirme yapılmış; böyle yüzde 40'ının mükerrer olduğu düşünülürse 21,7 milyon insanın yardım aldığını görüyoruz. Bu oranlar, bu anlamda baktığımızda, mutlak surette düşürülmesi gereken... "Yardımlarını keselim." diye değil, yoksulluktan kurtarmamız lazım. Yani hele seçmen olarak bakınca tabii, bu da Hükûmetin çok hoşuna gidiyor işin doğrusu, böyle sadık seçmen, sürekli sana bağlı hâle gelmiş, bağımlı hale gelmiş; para veriyorsun, "Param kesilecek." diye... Kasım 2015 seçimlerinde ben çok iyi hatırlıyorum, MHP'den adaydım o zaman, gittiğimiz her yerde karşımıza çıkan bize diyordu ki: "Giderlerse yardımı keseceksiniz siz." Çünkü AK PARTİ öyle propaganda yaptı, "Bak, Hükûmet kurulamadı, biz gidersek yardımlar kesilir." propagandasıyla karşılaştık. Sadık seçmen olarak görmenin ötesinde bunu...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Normal süreniz tamamlanmıştır, iki dakika ek süre veriyorum, toparlarsanız sevinirim.
ERHAN USTA (Samsun) - Şimdi, tabii, bakıyorum ben bütçenize, bütçenizde bunlara ilişkin hiçbir şey yok Sayın Bakan yani bütçeniz... Bakın, ben bu Bakanlığın bütçesinin ayrılması gerektiğini geçen yıl burada bas bas bağırdım. Doğru yapıldı, ayrılma doğruydu ama sizin de Bakanlık gibi hareket etmeniz lazım. Yani bakıyorsun, para harcanıyor; o paralar zaten harcanıyordu, sosyal yardımlaşma vakıfları, şunlar bunlar üzerinden harcanabilir o paralar, onlarda çok problem yok. Yani hiçbir şey üretilememiş.
Kadının Güçlenmesi Programı var ve -Aile Bakanlığı sadece- tamamı 943 milyon lira; 1 milyar lira bile değil ya, 1 milyar değil Kadının Güçlenmesi Programı ve bunun da 591 milyon lirası sizin Bakanlığınızın bütçesinde. Yani Bakanlığın başındaki "aile"yi filan kaldırmak lazım bu durumda. Kadının Güçlenmesi Programı'na 1 milyar lira dahi ödenek koyamamışsınız Sayın Bakan. Bunun alt programları var; Kadına Yönelik Ayrımcılık ve Şiddetle Mücadele Edilmesi Programı, 437 milyon lira sadece. Yani bunu vergiye ben oranladım, Türkiye'nin bir saatte topladığı vergi 624 milyon lira; sizin kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadele edilmesi için koyduğunuz para, Türkiye'de bir saatte toplanan verginin yarısı kadar ancak Sayın Bakan. Kadının Toplumsal Statüsünün Geliştirilmesi ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması, ne kadar cafcaflı bir alt program; ya, 22 milyon lira ya. İşte, İncek'te malikâne diye sattıkları bir tane villa 22 milyon lira Sayın Bakanım, bir tane villa parasına siz "Kadının Toplumsal Statüsünün Geliştirilmesi ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması" diye program yapmışsınız. Şehit Yakını ve Gaziler Programı, sizin Bakanlığınız bütçesinde 13,5 milyon lira sadece, bir daire parası bu da. Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Programı'nda da toplam para zaten...
Dolayısıyla, yardım dağıtan bir Bakanlık olmanın ötesinde bir şeyler yapmanız gerekiyor. Para dağıtmanın... Yani bunu yapmadıktan sonra, bu anlamda hiçbir şekilde Bakanlık olamazsınız.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Erhan Bey, son cümleleri rica edeyim.
ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, bir iki dakika tolerans... Görüyorsunuz, bakın...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Verdim zaten, iki dakikadan fazladır...
ERHAN USTA (Samsun) - Onu biliyorum, onun ötesinde, bugün çok sakin bir konuşma yaptım, bunu ödüllendirmeniz lazım ki gelecek konuşmalar da böyle olsun.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Normal durum bu, niye ödüllendirelim yani?
ERHAN USTA (Samsun) - E peki, o zaman siz bilirsiniz. Maliye Bakanlığı bütçesinde bunun acısını çıkartırım "Kadınlara niye para vermediniz?" diye.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Peki, buyurun.
ERHAN USTA (Samsun) - Engelli öğretmen atamalarında çok ciddi sorun var, engelli atamalarının tamamında sorun var. Madde bağımlılığı meselesi önemli bir sorun olarak hâlâ önümüzde. Gazi ve şehitler arasında ayrımcılığın mutlak surette sonlandırılması lazım haklar açısından.
İstanbul Sözleşmesi meselesi hâlâ topluma anlatılamadı. Ya, anlatılacak bir yanı yok zaten. Bu bir hak gasbıdır, bu bir yetki aşımıdır; bu yanlıştan dönmeniz gerekir. Bu ve bununla ilgili de topluma hiçbir açıklama yapılmaması ayrıca bir saygısızlık olmuştur.
Netice olarak -çok kısa o zaman, önerilerin detayları vardı ama- şunu yapmamız gerekiyor Sayın Bakan: Yani yoksullukla mücadele ve toplumsal sorunların, bu anlamda ekonomik sorunların, aşılması için yüksek ve istikrarlı büyümeyi sağlamamız lazım öncelikli olarak ve geliri de adil dağıtan bir büyüme olmalı bu. Bugünkü büyüme o değil, yüzde 21,7'lik büyümede gelir adil dağıtılmıyor. Benim vaktim olsa söyleyecektim ücretlerin payının nasıl düştüğünü. İşte, kadın istihdamı niye artmıyor? Bu, adaletsiz bir büyüme olduğu için. Sosyal yardım sistemini güçlü tutmamız lazım, evet, ama "Yoksul sayısını artıralım..."
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümleleri alalım, çok aştık gerçekten.
ERHAN USTA (Samsun) - Tabii, bitiriyorum hemen, son cümle.
Bir de evrensel geliri mutlak surette yani hiç geliri olmayan ailelere geliri... Biz İYİ Parti olarak böyle bir programı da açıklayacağız ama şimdiden öneri olarak Hükûmetinize sunuyorum: Evrensel geliri mutlak olarak gündeminize almanız gerekir.