KOMİSYON KONUŞMASI

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; ben de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2015 yılı Bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle sizleri saygılarımla selamlıyorum. Ve bir tespit yapmak istiyorum konuşmamdan önce. Bütün bakanlıkların bütçelerini görüşürken hep Hükûmet kanadında erkek ağırlıklı, erkek egemen bir bakanlık görüyorduk. Bugün ilk defa kadınların sayısının biraz daha yükselmiş olduğunu görüyorum. Ancak bu da yeterli değil. Sadece Bakanlığın ön sırasının kadınlarla daha fazla olmuş olması yetmez. O bir vitrindir ama vitrinin arkasındaki raflara da bakmak lazım. Arka sıradakilerin de ağırlıklı kadın olmasını özellikle istiyorum.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Aydın Ayaydın, bu, kadın bakanlığı değil Aile Bakanlığı zaten, karıştırıyorsunuz.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Ben kadın bakanlığı demedim, Aile Bakanlığı dedim.

Bir de Divandan benim bir ricam var. Bakanlıkların sunumları bize dağıtılıyor. Ama bu sunumlar çok israf yani gerçekten böyle resimlerle, kuşe kâğıtlarıyla yapılmış sunumları çok isabetli bulmuyorum. Gerçekten büyük bir israf. Yani mesela bakın parayı zor kazanan Maliye Bakanlığının sunumlarına bakın, sadece sade kâğıt üzerine yazıyorlar ama bu icracı bakanlıklar parayı kazanmadıkları için, hep harcamaya alışkın oldukları için o kadar çok israf yapıyorlar ki. Hem sunumu da hem bütçe sunumu da ikisinde de gerçekten büyük kuşe kâğıtlarına yapılmış, büyük resimler var. Şimdi ben, bu resimleri burada ne yapacağım. Ben sadece Sayın Bakanın 2013 yılında neler yapmış, 2014 yılı bütçesinde ne var onları inceleyeceğim. Bunlar beni ilgilendiriyor, yoksa buradaki resimler Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerini ilgilendirmiyor ve devletin bütçesinden, halkın gelirinden, vergisinden alınan bu paraların bu şekilde harcanmasını da kınıyorum doğrusu.

SÜMER ORAL (Manisa) - Aydın Bey, bu gene mütevazı ölçüde, diğer bakanlıkların...

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, Başkanlık Divanı olarak bakanlıkların sunumlarına şey yapamıyoruz...

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sizden rica ediyorum, bütün bakanlıklar...

BAŞKAN - ...ama sizin tavsiyeleriniz, Komisyon üyelerimizin görüşleri herhâlde bakanlıklarımız açısından önemlidir, dikkate alırlar.

Sayın Ayaydın, buyurun.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sosyal devlet anlayışı, özellikle 20'inci Yüzyılın ikinci yarısında gelişen ve günümüz dünyasında sahip olunan değerler sistematiğinde vazgeçilmez görülen unsurlardan biridir. Sosyal devlet "Ülke vatandaşlarının refah düzeyleriyle, sosyal durumlarıyla ilgilenen, herhangi bir ayrım yapmaksızın onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı görev edinen devlet." diye tanımlanabilmektedir. Bu çerçevede sosyal devlet, vatandaşların kanunlar karşısında olduğu kadar siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamda da eşit şekilde var olmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Ne mutlu ki, cumhuriyetimizin niteliklerinden biri sosyal devlet olmaktır. Ne kadar hayata geçirildiği tartışılabilecek olsa da sosyal devlet anlayışının varlığı şüphesiz ki ülkemize güç ve değer katmaktadır. İşte bu anlayışı hayata geçirme konusunda görevli kurumlardan biri de şu an bütçesini görüştüğümüz Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıdır.

Sosyal hizmetler ve yardımlara ulusal düzeyde etkin, kapsamlı politika ve stratejiler geliştirmek, bunları doğru zamanda ve yerde uygulamak, siyasal görev kadar ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur. Ne yazık ki, organizasyon eskisinden daha iyi olsa da hâlâ dağınıktır, hâlâ sosyal yardımlar bir tek elden, Bakanlık eliyle uygulanmamaktadır. Sosyal yardımların bir kısmı Aile Bakanlığınca yürütülürken, toplam yardımların önemli bir kısmı da sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden istifadeye yöneliktir. Üstelik Türkiye'de sosyal yardımların millî gelire oranı OECD ortalamasının çok altındadır. Ülkemizde sosyal yardımların millî gelire oranı 2013 yılında yüzde 1,35 iken bu alanda Avrupa Birliği ve OECD ortalaması yüzde 2,5 düzeyindedir.

Sosyal yardımları önemli kılan temel husus ise yoksulluktur. Yoksulluk pek çok ülkede karşımıza çıkan ancak her şeyden önce insan onuru için mücadele edilmesi gereken bir sorun olmalıdır. Ne yazık ki ülkemiz de yoksulluk derdinden nasibini almakta, ne kadar mesafe alsa da bu beladan kurtulamamaktadır.

TÜİK tarafından açıklanan son verilere göre Türkiye'de nüfusun yüzde 15'i yani yaklaşık 12 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ayrıca vatandaşların önemli bir bölümü de ülke refahından adil bir şekilde payını alamamaktadır. Yine TÜİK verilerine göre Türkiye'de hane halkı kullanılabilir gelirlere göre nüfusun ilk yüzde 20'si gelirin 6,1'ini alırken son yüzde 20'si ise yüzde 46,6'sını almaktadır. Yani millî gelirin yarısını yüzde 20 alıyor ve maalesef yıllardır bu acı gerçek ne yazık ki değişmiyor. TÜRK-İŞ tarafından açıklanan verilere göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.205 Türk lirası, yoksulluk sınırı ise 3 bin 926 Türk lirasıdır. Yine, ülkemizde asgari ücretin yoksulluk sınırının altında olduğu ve çalışanların önemli bir bölümünün bu ücret düzeyinden istihdam edildiği düşünüldüğünde yoksulluğun ülkemizde sanılandan daha geniş kapsamlı olduğu gözler önündedir.

Bakanlığın önemli bir görevi de toplumsal açıdan korunmaya muhtaç, dezavantajlı kesimlerin yanında olması, onları kollamasıdır. Çocukların her türlü ihmal ve istismardan korunarak sağlıklı gelişimini temin etmek, onları iyi şartlarla yetiştirmek geleceğimizin güvence altına alınması demektir. Ancak maalesef ülkemizde çocuk denince akıllara çoğunlukla küçük yaşlarda sokaklarda, elverişsiz şartlarda sömürü içinde çalıştırılan kişi gelmektedir. Nitekim günlük hayatımızda karşımıza çıkan bu üzücü gerçek Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda da yer almış, çocuk işçiliğinin azalmadığı ve 6-17 yaş arası çocukların yüzde 5,9'unun ekonomik faaliyetlerde çalıştığı ve 2013 yılında 71 çocuğun iş yeri kazalarında hayatlarını kaybettiği bu raporda belirtilmiştir.

Engelli vatandaşlarımızın hayata ayrımcılığa uğramadan etkin biçimde katılmalarını sağlamak, önlerindeki engeli kaldırmak görev ve mutluluktur. Ülkemizde engelli vatandaş sayısı dünya ortalamasının üzerinde yer alıyor. Dünya ortalaması yüzde 7,5 düzeyindeyken, TÜİK verilerine göre ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde 12'si engelli vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Sayısı 8 milyonu aşan bu engelli vatandaşlarımızın varlığı Hükümeti daha çok, daha etkin ve daha kapsamlı çalışmalar yapmakla mükellef kılmaktadır. Ancak hep söylediğim gibi, Hükûmetin bu konuda karnesi kırıklarla doludur. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 53'üncü maddesine göre kamu kurumları çalıştırdıkları personel toplam dolu kadro sayısının yüzde 3'ü oranında engelli vatandaşımızı çalıştırmak zorundadır. Ancak maalesef bu kadro sayısı dahi doldurulmamaktadır. Kamuda engelli vatandaşlarımızın istihdam edilmesi gereken binlerce kadro yıllardır boş tutulmaktadır. İşte, 2014 Haziran ayı verilerine göre, kamuda istihdam edilmesi gereken toplam engelli memur kontenjanı 59.232'dir. Kamuda hâlen çalışan toplam engelli memur sayısı ise 34.088'dir. Kamuda 25.144 boş engelli kadrosu bulunmaktadır. Yine, 4857 sayılı İş Kanunu'nun 30'uncu maddesinde yer alan kamuya ait iş yerlerinde yüzde 4 oranında engelli çalıştırma zorunluluğuna da uyulmadığı son derece açıktır. Oysa engelli vatandaşlarımızın kimseye bağımlı olmadan bizzat kendi emekleriyle ülkeye hizmet etme şansını yaratan bir olanağın yaygın bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Engelli vatandaşlarımızın bir diğer temel sorunu da eğitim sorunudur. Engellilere yönelik eğitim veren okul ve öğretmen sayısı yetersizdir.

Bir diğer husus da artan yaşlı nüfusun yaşam şartlarıdır. Ülkemizde 65 yaş üstü nüfusun nüfusa oranı 2013 yılı sonu itibarıyla yüzde 7,7 iken, bu oranın 2023'te yüzde 10,2'ye ulaşması beklenmektedir. Yaşlı vatandaşlarımızın toplumda hak ettikleri şekilde yer bulmalarını sağlamak, şehitlerimizin hatıralarının yaşatılarak, şehit yakınları ile gazilerin her türlü mağduriyet ve mahrumiyetten korunması en başta vefanın, kadirşinaslığın gereğidir.

Gelelim ülkemizde kadın olmaya. Doğrusu, bir erkek olarak ataerkil kültürün egemen olduğu bu coğrafyada kadın olmanın zorluğunun hakkını teslim etmem gerekir. Ve ne hazindir ki kadın olmanın zorluğu bu kabulün çok ötesinde hayatın her alanına yansımakta, rakamlarla, uygulamalarla kendini göstermektedir. Bu konuda hep söylediğim üzere, ülkemizde maalesef hâlâ kadının adı yoktur. Kadının adını son yıllarda artan cinayetlerle duymaktayız maalesef. Kadının adı siyasette, ekonomide, çalışma hayatında, bürokraside yokken; şiddete maruz kalmada, kayıt dışı istihdamda, yoksullukta, okuma yazma bilmemekte, çocuk gelinlerde maalesef kadının adını, bir başka tabirle kadının makus talihini görmekteyiz. Şöyle ki:

Sırf 2013 yılında 237 kadın katledildi. 2012 yılında 210 olan kadın cinayetleri artmaktadır. Yine kadınların yaklaşık yüzde 40'ı fiziksel şiddete uğramaktadır.

Maalesef, Dünya Ekonomik Forumu'nun Cinsiyet Uçurumu 2014 Raporu'nda 142 ülke arasında 125'inci sıradayız. Türkiye'nin durumu düzelmiyor üstelik. Geçen sene 136 ülke arasında 120'nci olan Türkiye , kadınların eğitime katılımında ise ancak 105'inci sırada yer almıştır.

İş gücüne katılım oranı kadınlarda yüzde 31 iken, istihdam edilen kadın nüfusu sadece yüzde 26,3. İş gücüne katılımda kadınların oranı erkeklerin oranının üçte 1'idir. Ve Avrupa Birliği ortalaması yüzde 70 iken bizde 2023 hedefi bile yüzde 38'dir.

18 yaşın altında evlenen kadınların oranı yüzde 28'dir. Bu oran Orta Anadolu'da yüzde 37'ye, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yüzde 42'ye çıkmaktadır.

Okuma-yazma bilmeyen her 10 kişiden 8'ini kadınlar oluşturuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurun.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Kadınların kayıt dışı istihdam oranı yüzde 50'nin üzerinde. Bürokraside üst düzey yöneticilerin yüzde 90,3'ü erkek, yüzde 9,7'si kadındır. Onca müsteşar arasında sadece 1 kadın var o da Aile Bakanlığı, sizi bu bakımdan kutluyorum. Ancak biliyoruz ki bu talihsizlik kadınlarımız için bir kader değildir asla.

Bu noktada bir uyarı ile sözlerimi noktalamak istiyorum.

Özellikle nüfus artış hızının yavaşlamasıyla iyice gündeme gelen doğurganlık kapsamında 3-5 çocuk tavsiyesi yapan AKP iktidarının gerek yansıyan çalışmalarından gerekse de açıklamalarından çıkan algı, aslolarak yapılmak istenenin merkezinde kadının değil, nüfusu artırmanın olduğudur. Kadın istihdamının sadece bu boyutuyla ele alınması son derece yanlıştır. Kadın sadece doğuran bir şey değildir. Getirilecek düzenlemeler çalışma hayatında kadını geriye götürecek bir tablo yaratmamalı; kadınlarımız "çocuk veya kariyer" ikilemine mahkûm edilmemelidir. Çocuklarıyla birlikte, iyi bir iş sahibi mutlu kadınlar yaratmaya yönelik projeler hayata geçirilmelidir. Bu noktada kreşlerde gerek niceliksel gerekse de niteliksel artışlar özel önem arz ediyor.

Kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek, kadınların toplumsal hayatın tüm alanlarında hak, fırsat ve olanaklardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak aklın da, vicdanın da, demokrasinin de gereğidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, kadının toplumun asli unsuru olduğu gerçeğinden hareketle, asla, kadının başının kapalı olması ile değil, kadının yolunun kapalı olması ile ilgileniyoruz ve ilgilenmeye devam ediyoruz. Kadın elbette ister başını açar, ister başını kapatır, bu onun kendi tercihi olmalıdır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, her bütçe görüşmelerinde söylediğim üzere CHP olarak sosyal devletin gereklerini ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, toparlayabilirseniz iyi olur.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Bitiriyorum.

...hayata geçirme, önemli işlev gören Bakanlıkça atılacak her olumlu adımı destekleyeceğimizi ve Sayın Bakanımıza gereken katkıyı vereceğimizi de ayrıca ifade etmek istiyorum.

Bakanlığımızın 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.