KOMİSYON KONUŞMASI

OYA ERSOY (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, bir yıl önce yine bütçe döneminde geldiniz ve bugüne benzer bir sunumu bir yıl önce yine yaptınız ve ne kadar çevreci olduğunuzu anlattınız. Biz yine sizin uyguladığınız kentlerin yağması, doğanın talanı üzerine kurulu neoliberal politikaların sonuçlarını tek tek sunumlarımızda gösterdik, anlattık ve bu politikalardan vazgeçilmediği takdirde olacakları da işaret ettik, çözüm önerilerimizi sunduk. Peki, bir yıl içinde neler yaşandı? Şunları gördük: Tuz Gölü'nde flamingolar susuzluktan öldü. Amed'de, Mardin'de, Batman'da kuraklık nedeniyle balık ölümleri yaşandı. Sanayi ve evsel atıkların boca edildiği o Marmara Denizi'nde müsilajı gördük, kapladı ve artık Marmara Denizi öldü. İklim krizi ve yüksek sıcaklıklar nedeniyle Antalya ve Muğla başta olmak üzere Akdeniz ve Ege Bölgesi'nde yüz binlerce ormanlık arazi yandı, kül oldu gözlerimizin önünde. Hani turizme yatırım yapılıyor ya, o tarihî ve turistik alanların hepsi yandı. Kastamonu, Bartın, Sinop, Artvin, Kars, Van, Hakkâri'de sel felaketleri meydana geldi.

Şimdi, önümüzdeki yılın nasıl değerlendirileceğini gözünüzü kapatarak düşünmenizi rica ediyorum Sayın Bakan. Evet, doğa, sermayenin birikim hızına yetişemiyor, kendi kendini iyileştiremiyor, yenileyemiyor ve ölüyor. Lütfen hepiniz gözünüzü kapatın ve bugün konuştuklarımız üzerinden bir yıl içinde başka neler yaşayabileceğimizi bir düşünün lütfen.

Evet, iklim krizi denilince; sadece, kutuplarda buzulların erimesi ya da Afrika'da kuraklık değil, böyle algılanmasın, orman yangınları da sel de denizlerimizdeki müsilaj da ve birer birer kuruyan o göllerimiz de iklim krizinin bir parçasıdır ve Türkiye'nin öncelikli meselesidir. Türkiye, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birinde çünkü ve tahminler, eğer önlem alınamazsa, Türkiye'de ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 5 dereceye kadar yükseleceğini söylüyor ve bu 5 derece yüksekliğin bizim hayatımızda, halkımızın hayatında ve doğada, bu güzel memlekette nasıl bir dönüşüm yaşatacağını bir hayal etmenizi rica ediyorum.

Biz, iklim krizinin bir sonuç olduğunu defalarca ifade ettik ve nedenini, sorumlusunu göz ardı edip de sonucun etkilerini azaltmaya dönük çabalar, iklimi yönetme çabasından ibarettir ve krizin çözümü değildir. Evet, senelerce Paris İklim Anlaşması'nın onaylanması için çabaladık. Burada da geçen yıl özellikle, bu tartışıldı ama şunu da biliyoruz; Paris İklim Antlaşması tek başına kurtarıcı değildir. Evet, ülkelerin emisyonları 2015 tarihinden itibaren azaltma taahhütlerine rağmen artmaya devam etti. Hiçbir devlet bu emisyonları azaltma konusunda ve iklim krizinin gerçekçi çözümü konusunda önlem almıyor çünkü hepsinin sermaye yararına, sermaye çıkarına, sürdürmüş olduğu politikaları devam ettirme gibi bir sıkıntısı var, bir niyeti var. Üstelik pek çok ülkede, evet, bu emisyonu azaltma taahhütlerine rağmen fosil yakıtlar da sübvanse ediliyor ve dünyadaki ormanlar talan ediliyor. Hepsi, 2014 yılında, ormansızlaşmayı 2030 yılına kadar sona erdirme sözü verdiler, buna karşın o zamandan beridir Birleşmiş Milletlere sunulan resmî karbon emisyonunu azaltma taahhütlerinde hiçbiri bu taahhüdü de teyit etmedi.

Evet, Paris İklim Anlaşması'nın bir bağlayıcılığı, denetimi, yaptırımı yok ama bu anlaşma diğer anlaşmalardan farklı olarak bir tane bir şey söylüyor, bu çok önemli, iklim değişikliği ve sıcaklık artışlarını insan faaliyetlerine bağlıyor. Bunu itiraf ediyor yani. Evet, bugün yaşadığımız iklim krizi, insan faaliyetlerinin bir sonucudur. Türkiye'de yaşanan iklim değişikliğinin kontrol altına alınması ve doğa talanının önüne geçilmesi başta olmak üzere hayati önem taşıyan iklim politikalarının hayata geçirilmesinin en büyük sorumluluğu da -altını çizerek söylüyorum- iktidarınıza düşmektedir.

Öncelikle, bunun için ne yapılması lazım? Suimisal emsal değildir, diğer devletlerin daha kötü işler yapıyor olması, sizin de yapmanızı gerektirmez, bunun bahanesi olamaz çünkü burada halkın yaşamı söz konusudur. Öncelikle bakanlıkların küresel iklim kriziyle mücadele için ayırdıkları bütçenin artırılması ve bu bütçenin gerçekten küresel iklim kriziyle mücadelede kullanılması gerekiyor. Yani bugüne kadar yaptığınızı, yapmayacaksınız Sayın Bakan. Kömür yakıtlı santralleri kapatacak, yeni projeleri iptal edecek ve yerine çevreyi kirletmeyen enerji üretim alternatiflerine odaklanacaksınız mesela. Sermayenin yararına değil, doğanın ve halkın yararına demokratik bir dönüşümü esas alacaksınız, tüm enerji sistemlerini kamusallaştıracaksınız mesela, yerinde ve küçük çaplı yenilenebilir enerji sistemleri kurulmasını sağlayacaksınız. Betona ve ranta dayalı inşaat ve kentsel dönüşüm politikalarından vazgeçecek, halkın insanca yaşayabileceği koşullarda bir barınma hakkını güvence altına alacaksınız mesela. Buna uygun bir kır-kent politikası uygulayacaksınız. Endüstriyel tarımdan vazgeçecek, küçük çiftçi tarımını destekleyeceksiniz mesela.

Şimdi, son olarak da iklim krizinin mali yükü var ya, o mali yükü halka yükletmeyeceksiniz, şirketlere zorunlu iklim vergisi, zorunlu iklim istihdamı getirilecek ve bu şirketlerden yarattıkları tahribatın sonuçları alınacak, tahsil edilecek, gerçek hak sahiplerine verilecek. Yoksa siyanürle altın aranmasına izin verilmeye devam edilirse, tarihî sit alanları su altında kalacak yapılaşmaya izin verilirse, ağaç kıyımı yapıp sel ve heyelan olması durumunda can kayıpları yaşanırsa, halkın derelerine JES'lerin, HES'lerin kurulmasına izin verilmeye devam edilirse, tarım arazileri, zeytinlik alanlarda maden ocakları açılmaya devam edilirse ve ihaleler iptal edilmezse krizle mücadele edilemeyeceği ve lafla da peynir gemisinin yürüyemeyeceği herkes tarafından bilinmelidir diyorum.

Evet, Sayın Bakan, ekoloji koridorundan bahsettiniz "millet bahçesi projeleri" diyerek. Ben sizi en büyük ekoloji koridorlarından biri Validebağ'a davet etmek istiyorum. Şu an, millet bahçesi adı altında verdiğiniz ihalelerle o şirketleri zengin etme projesidir bu millet bahçeleri aslolarak; hedefinde Validebağ Korusu var ve Validebağ halkı, koruyu korumak için direniyor. Validebağ Korusu, İstanbul Anadolu yakasının en büyük doğal yeşil alanı ve birinci derecede doğal sit alanı ve bugün hâlâ duruyorsa o Validebağ'ı savunan halkın sayesinde duruyor. Biz, millet bahçesine ayırdığınız milyonları var olan alanları korumak için ayırmanızı öneriyoruz ve millet bahçesi projelerinizin sonucunu, hani Salda Gölü'nü işaret ederek... Burada şimdi göstermeye de zamanım yok ama Salda Gölü bir millet bahçesi projesi hâline geldikten sonra ne hâle geldi? Bir eski hâlini, bir yeni hâlini görün ve millet bahçesi projelerinin ne yarattığını da görelim lütfen.

Evet, TOKİ eliyle millet bahçeleri yapılıyor yine ve milyonlarca para harcanıyor buralara. Sadece Pendik'te millet bahçesinin maliyeti 66 milyon lira; hatta yatırım maliyeti, bu millet bahçelerine ayrılan para, 7 Bakanlığın 2021 yılı bütçesini bile aştı. Peki, TOKİ ne yapıyor? Neden kurulmuştu? Özellikle sosyal konut üretimi için kurulmuş bir kurum değil mi TOKİ? Ve 2021 yılında dünyada en çok kira artışı olan ilk 5 şehrin 3'ü Türkiye'de yer alıyor; tabii ki İstanbul başta olmak üzere Ankara ve İzmir de. Kiralar son bir yılda ortalama yüzde 55 oranında arttı ve yurttaşlar barınma sorunuyla karşı karşıya. TOKİ'nin buna da ayrı bir projesi var mı? Ben söyleyeyim: Aynen kentsel dönüşüm adı altında -defalarca söylediğimiz gibi- rantsal dönüşüm yarattığınız için... Bakın, birkaç tane örnek vereyim size: İstanbul Çekmeköy. Çekmeköy Farabi Sokak'ta bulunan otuz beş yıllık evler "Dere bandında kalıyor." gerekçesiyle "Dere ıslahı yapacağız." diyerek yıkıldı. Ve ne oldu biliyor musunuz? Bu yıkılan yerde, Farabi Sokak'ta evler yapıldı. Ben size bu evleri kimin yaptığını araştırmanızı öneriyorum, çok yakınınızda birilerini göreceksiniz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Normal süreniz tamamlanmıştır.

Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen toparlayınız.

OYA ERSOY (İstanbul) - Evet, nasıl kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşümle barınma hakkı ortadan kaldırılıyorsa şimdi de geri dönüşüm adı altında atık kâğıt toplayıcılarının çöpteki emeğine göz dikiliyor ve "Kamu zararı ve haksız kazanç var." denilerek -o, şirket zararı, kamu zararının yerine "şirket" koyun siz- yüzlerce geri dönüşüm işçisinin çekçeklerine el konuluyor İstanbul'da. Amaç, sözde çevre kirliliğini engellemek ve sıfır atık projesiyle ekonomiye katkı da sağlamak. Burada, sigortasız ve güvencesiz çalışan yurttaşların, yıllardır çöpten geçinen yurttaşların ekmeğine emeğine el koyma faaliyeti söz konusu.

Ben neden bunun yapıldığını bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum: Çünkü Çevre Ajansına devredilecek. Çevre Ajansı ne? Yani çevre alanının Varlık Fonuna devredilecek ve atık sektörünün toplam 38 milyar lira olduğu düşünüldüğünde, Ajans bu sektörü kontrol altına alma peşinde. İnsanların ekmeğiyle oynamayın.

Teşekkür ediyorum .