| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı(1/318) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 15 .12.2015 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elimden geldiğince kanunun geneli üzerinde konuşup maddeler üzerinde söz almamayı düşünüyorum, onun için belki birkaç dakika konuşmam uzayabilir.
Elimizdeki kanunun en önemli maddesi bence 1'inci madde. Usul hakkındaki itirazlarımızı söyledik. Yani, Adalet Bakanlığıyla ilgili bir kanunun burada, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesinin zararlarını çok kısa da olsa anlattık ama bu kanunun 1'inci maddesi Türkiye ve dünyadaki ekonomik düzeni en iyi özetleyen maddedir. Bunun için de biraz işin geçmişine, hem dünyaya hem de Türkiye'ye bakarak gelmekte fayda var ki bu geçici 67 yani süresi 2020 yılına uzatılan vergi maddesini anlayabilmek için.
Değerli arkadaşlar, ekonomik düzen aslında temelde ikiye ayrılıyor. Bir sürü şeyi vardır ama bir sosyalist ekonomik düzen vardır, bir de kapitalist ekonomik düzen vardır. Sosyalist ekonomik düzen daha çok, ortak mülkiyeti, devlet müdahalesini, ekonomik eşitliği savunan bir ekonomik düzenken; kapitalist ekonomik düzen ise devletin hemen hemen hiç müdahale etmediği, sermayenin tamamıyla önünün açıldığı ve kuralların tamamıyla piyasada konulduğu bir düzeni ifade ediyor. Bunun da çeşitli müdahale biçimleri var. "sosyal demokrasi" dediğimiz sistem gelişmiş, "liberalizm" dediğimiz sistem gelişmiş. Bunların tamamı da aslında 1500'lü yıllardan sonra ortaya çıkıyor. 1500'lü yıllardan sonra ticaretin, muhasebenin, küresel ticaretin gelişmesiyle başlayan süreç, daha sonra ortaya çıkan sanayi devrimi, sanayi devrimi sırasındaki emek-sermaye ayrılığı... Tabii, bunların temel düşünceleri de var; Ricardo, Say, Adam Smith gibi bir ekibin karşısında Karl Marx denen başka bir ekonomistin müdahalesi ve bunun üzerine oturmuş bir literatür tartışması var. Sanayi devrimi sonrasında dünya savaşları ve özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da iki temel değişiklik var ekonomik hayata etki eden. Birincisi, "John Maynard Keynes" diye bir olgu çıkıyor ortaya, bir de "refah devleti" denen bir olgu çıkıyor. Aslında insanlığın da çok mutlu olduğu bir dönem bu refah devleti. Ben biraz bunu o soğuk savaşın yarattığı tedirginlik üzerinden sermayenin geniş halk yığınlarına taviz vermesi olarak düşünüyorum. Daha sonra, 1980'li yıllar, Margaret Thatcher, Ronald Reagan gibi, şimdi neoliberal kapitalizm denen, iktisadi sistemin ilk temsilcilerinin buna müdahalesi ve bunların dünyaya yeni bir değerler sistemini önermesi. Başında "özelleştirme", "deregülasyon" veya "mali disiplin", "uluslararası standart" gibi bir sürü kavramın insanlığa dayatıldığı yeni bir sistem ortaya çıkıyor. Bu dönemde de Rusya'nın yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin çöküşü ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin çöküşünün bir felsefenin, Marksizmin çöküşü olarak kabul edilmesi, hatta o dönemde "Tarihin Sonu" ve "Son İnsan" makalelerinin yazılması ve bu özelleştirme dolayısıyla da kamu tarafından üretilen, çoğu tekel nitelikli mal ve hizmet üretimlerinin özel sektöre devredilmesi, özellikle doğal tekel niteliği taşıyan yani piyasanın gereği olarak yeni bir firmanın girip mal ve hizmet üretmesinin zor olduğu alanlarda kamuya ait doğal tekellerin özel sektöre geçmesi ve kamuya ait doğal tekellerdeki fahiş kârlarla özel sektöre geçilmesi -mesela Türkiye'de bunun örneği belki kısmen TÜPRAŞ'tır, TELEKOM özelleştirmesidir; yeni firmaların girmesinin zor olduğu doğal tekel alanları- daha sonra, deregülasyonlar... Deregülasyonda kasıt şudur: Bizim vergi kanunlarımızda, imar düzenlemelerimizde, sermaye düzenlemelerimizde, hazine, maliye düzenlemelerimizde bir dolu hüküm vardı, halktan yana sermayeye biraz daha fren koymaya çalışan. De-regülasyon bunların tamamını ortadan kaldırıp bir de bu düzenleyici denetleyici kuruluşlar modası da getirilerek ki düzenleyici ve denetleyici kuruluş şu demektir: Siyasetin etkisinden çıkarıp bağımsız kuruluş diye sermayenin doğrudan etki edebileceği alanlara doğru götürmektir. Bunların hepsi neoliberalizmin dünyaya koyduğu, küreselleşmenin dünyaya koyduğu yeni ekonomik düzenin kodlarıydı. Sonuçta, geldiğimiz noktada kapitalizm krize girdi çünkü Marx da bunu sürekli söylüyordu, "Bunun doğasında genetik bir hastalığı vardır, bu sürekli krize girecek." diyordu ve kapitalizm üst üste krize girmeye başladı. İşte, Enron krizlerini hatırlıyorsunuz, Mortgage krizlerini hatırlıyorsunuz, uzak Asya krizlerini hatırlıyorsunuz. Hepsi de vahşi kapitalizmin dizginlenemez kâr güdüsünün aslında bir nevi de sistem yolsuzluğu üzerine kurulan krizleriydi ve bu kriz süreci ilerlerken de bir yeni problemle insanlar tanıştı -aslında eski problemin yeni ve dayanılmaz yüzü ortaya çıktı- bunun adı da gelir dağılımı adaletsizliğiydi. Gelir dağılımı adaletsizliğinde bize, dünyaya, bütün halklara, -sadece Türkiye Cumhuriyeti'ne değil- dayatılan üretim modeli, ekonomik model şuna dayanıyor: Zengin daha zengin olsun. Zenginin tasarruf eğilimi yüksektir. Zengin tasarruf etsin. Tasarrufuyla yeni yatırımlar yapılsın. Yeni yatırımlar, yeni iş alanları açsın. Yeni iş alanlarında fakirler çalışsın. Fakirler çalıştıkça ücretleri yükselir, ücretleri yükseldikçe de dünyada bir refah oluşur. Hatta bunun tersinden baktığınızda da çok şey bir nüfus teorisi vardır, hepiniz bilirsiniz: Fakirler daha çok fakir olursa çocuklar ölür, çocuklar ölürse de işsizlik azalır, ondan sonra tekrar bunlar zenginleşmeye başlar, çocuk yapmaya çalışırlar gibi, gayriinsani ve bence ahlaksızca bir ekonomik düzeni yerleştirmeye çalıştılar ve bu ekonomik düzenin sonucunda, geldiğimizde dünyada küresel bir gelir adaletsizliği ortaya çıktı. Hatta bu gelir adaletsizliği bizim tip ülkelerde çok konuşulmaz çünkü konuşan herkesi arkaik olarak suçladılar. Her kim ki bu ülkede özelleştirmeye karşıdır, ağır suçlamalarla karşılaştılar. Bunu, 1990'lı yılları hatırlayın, bir örnek vereyim hatırlayasınız diye. O dönem TELEKOM'un özelleştirmesine karşı çıkanlara hep şunu söylediler: "Eğer TELEKOM özelleştirilmiş olsaydı Türkiye'nin dış borcu kapatılırdı." O arkaik kafalar dediğim, mesela Mümtaz Soysal onlardan bir tanesidir, özelleştirmeye karşı çıktığı için korkunç eleştirilere tabi tutuldu ama hiç kimse TELEKOM'un özelleştirilmesinin düşünüldüğü yıllar, 1990'lı yılların başından 2005'e kadar TELEKOM'un ne kadar kâr ettiğini, o kâr üzerinden -Hazineciler iyi bilir- nasıl finansman dertlerimizin çözüldüğünü, birikimli olarak o kârları üst üste koyduğunuzda TELEKOM'un bu ülkeye kamudayken neler kazandırdığını, altyapısını, o dönem bile çok ileri hizmetlerini hiç kimse konuşmadı. O zaman ezberletildi hepimize bir şey: "Eğer TELEKOM özelleştirilmiş olsaydı Türkiye'nin dış borcu kapatılırdı." Böyle değil, onu özelleştirmenin detayına geldiğimizde -çünkü reform yasaları gelecekmiş- orada anlatırız. Ve hızla gelir dağılımı adaletsizliği artmaya başladı ve yeni bir kitap yazıldı dünyada "Kapital" diye. Karl Marx'ın "Das Kapital" kitabının yeni versiyonu Fransız iktisatçı Piketty tarafından yazıldı. Bizim ülkemize hâlâ tartışmalar geç geldiği için bizim ülkemizde çok konuşulmuyor. Ama bir zamanlar bizim de Hazine Müsteşarlığındaki görevim dolayısıyla yakın çalıştığımız, IMF'de, Dünya Bankasında, hatta Avrupa Birliği ekonomistleri arasında Piketty'nin bu yeni kitabı birçok ekonomist tarafından okutulmaya başladı. Özetle, gelir adaletsizliği ve onun stoku hâline gelen servet adaletsizliğinin hem ülkenin insanları arasında hem de ülkeler arasında dağılımını gösteren bir kitaptır "Kapital" kitabı. Dünya şimdi bu adaletsizlikle cebelleşiyor. Bunun dünyadaki birtakım sonuçları çıktı, mesela, "Occupy Wall Street" hareketi. Çünkü en çok adaletsizliğin olduğu yer aslında kapitalizmin kalesi kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri'dir. Biz onu hep ihmal ederiz. Orada "Occupy Wall Street" hareketi, Fransa'da sokağa çıkanlar, İngiltere'de sokağa çıkanlar, bu adaletsizliğe sesini yükseltmeye çalışanların -çoğu da dünyanın sol görüşlü insanlarıdır- terbiye edilmesi gerekiyordu ve terbiyesi de işte, o, 11 Eylül saldırıları, üzerine yaratılan bir terör tehdidi, "Charlie Hebdo" saldırısı, Fransa'daki patlamalar, bütün bunlar, bütün bu küresel tehdit adı altında ortaya konulanlar, insanların bu adaletsizliği görmesinin önünde büyük bir şey yaratmak, insanları her türlü güvenlik tedbirine karşı sessizleştirmek ve bu büyük adaletsiz resmi görmeme sonucunu ortaya çıkardı. Ama gelir adaletsizliği sürekli artıyor ve bu gelir adaletsizliğini saklayan çeşitli yöntemler var. Kapitalizmin bize çok iyi bir şey olarak dayattığı, belki iyi olsaydı iyi kullanabileceğimiz borsalar mesela. Borsa niye çıkmıştır ülkelerde? Borsa, büyük sermaye şirketlerinin mülkiyetinin paylara bölünmüş hisse senetleri üzerinden geniş halk yığınlarına aktarılma mekanizmasıdır. Peki, bugün böyle midir? Dünyada ve Türkiye'de böyle değildir. Sadece büyük bankaların büyük fonlarının mülkiyet ilişkisini hamile yazılı kâğıtlar üzerinden saklayan bir mekanizmadır. Yine, büyük şirketlerin dünyada çok az sayılı büyük ortakları vardır ama hepimiz kendimizi şöyle kandırırız: Borsa üzerinden halka açılmıştır. Halka falan açılmamıştır. Mesela, Amerika'da "BlackRock" şirketinin 16 trilyon dolarlık fonuna açılmıştır o. Bizdekiler de böyledir ve gittikçe mülkiyet tekelleşmekte, mülkiyetin getirdiği gelir tekelleşmekte ve geniş halk yığınları fakirleşmektedir. Bunun bir devrim tezi vardır ama bunu anlatmayacağım. Bizim ülkemizde de durum böyle arkadaşlar. Bizim ülkemizdeki düzende, gerek borsa üzerinden gerek faiz üzerinden kurulan düzende, bu adaletsizliği ortaya çıkaran, bu adaletsizliği besleyen ve büyüten bir düzenle karşı karşıyayız.
Sayın Bakana soruyorum: Türkiye'de borsadaki yabancı oranı nedir? Ve bu yabancılardan mümkünse de Türk görünümlü yabancıları da çıkararak... Çünkü, birçok şirket Türk şirketi olarak kurulmasına rağmen hissedarları yabancıdır. Türkiye'deki borsa sektöründe ve bankacılıkta yabancılaşma oranı nedir, takip ediyor mu Maliye Bakanlığı bunu? Çünkü, çok önemli bir veridir.
Bir de konuşmanın bu kısmında sormak istiyorum: Türkiye'de servet dağılımı üzerine bir hesap var mıdır, Maliye Bakanlığı bunu takip etmekte midir, Türkiye'nin millî serveti ne kadardır mesela? Piketty'nin kitabında Türkiye tipi ülkelerde millî servetin açıklanmadığı söyleniyor. Mesela, İngiltere için millî servetin kabataslak hesabı millî gelirinin 5 katı olduğu söyleniyor. Türkiye'deki millî servet ne kadardır ve millî servetteki yabancılaşmayı takip ediyor mu Sayın Maliye Bakanlığı? Millî servetimizin ne kadarı yabancıların eline geçmiştir? Küçük örnekler vereyim ben size: Millî servetimizin en önemli unsurları... Çünkü, servet konut, toprak ve sermayeden oluşur. Konutlara falan çok girmiyorum, yabancıya toprak satışı da var, toprak meselesine de girmiyorum ama sermaye meselesinde, en büyük şirketlerimiz; TELEKOM, havalimanlarımız, cep telefon şirketlerimiz, sigara şirketlerimiz, bunun gibi, tamamı, en büyük sektörler, en büyük geliri yaratan, tekel olanlar yabancıların eline geçti ve bu hızla artan bir şekilde yabancıların eline geçti. Bir taraftan yabancılardan nakit borçlar alırken, diğer taraftan millî servetimiz yabancıların eline geçti. Bu ne demek? Aslında bunlar Türkiye'nin en çok gelir yaratan kurumları. Yani, hepimiz havalimanına indiğimizde, TAV şirketine -eskiden Türk bilirdik, Fransızdır o şirket- para öderiz. Hepimiz cep telefonumuzu açtığımızda ya Araplara ya İngilizlere ya da Rus mu İsveçli mi belli değil diğerinin sahibi, bunlara para öderiz. Bu, şu demek: Bir taraftan borcumuz çok, diğer taraftan da elde ettiğimiz gelirin önemli bir kısmını yabancılara... Bu, batmak demektir. Onun için, umuyorum ki Türkiye Cumhuriyeti'nin Maliye Bakanlığı Türkiye'deki yabancılaşma oranını takip etmektedir, fiilen yabancılaşma oranını. Ve yabancılara ne kadar toprağımız satılmıştır? Çünkü, bu da bunun bir parçası olarak... "Son on yılda yabancılara ne kadar toprağımız ve konutumuz satılmıştır?" sorusunu da soruyorum.
Şimdi, geldik bütün bu düzenin geçici 67'nci maddeyle ilgisine. Arkadaşlar, geçici 67 şu demektir: Geçici 67 nazikçe "Biz borsa spekülatörlerinden ve faizcilerden vergi almayacağız veya düşük vergi alacağız." demektir. Bu, geçici 67'nci maddenin tam tanımı budur? Çünkü, normalde insanların -Sayın Bakanım anlattı- yüzde 30'a, yüzde 32'ye kadar çıkan fiilî vergi yükleri vardır. Bizim tip, neoliberal vahşi kapitalizmin sömürdüğü ülkelerde vergi yükü çalışanın ve dar gelirlinin sırtındadır. Bunu zaten bütçede görebilirsiniz. Kurumlar vergisi ve gelir vergisinin yüksek olması gereken yerlerde, bizde dolaylı vergiler yüksektir. Çünkü, 1 litre süte milyon dolarlık iş adamları da aynı parayı ödemektedir, 1 litre süte Soma'da can veren bir maden işçisinin çocuğu da aynı parayı ödemektedir. Bizim vergi sistemimiz buna dayanır, akaryakıtta ödediğimiz vergiye dayanır. Akaryakıtta ödediğimiz vergi yüzünden zaten... Veya cep telefonları üzerinden geçici diye konulan, sonradan kalıcılaşmış vergilere dayanır. Bizim ülkemizdeki vahşi kapitalist, bence ahlaksız bu düzenin, dünyaya da hâkim olan bu ahlaksız düzenin en önemli kodları da vergi kanunlarında yazılmıştır. Şimdi, biz bazen düşünüyoruz "Niye taşerona kadro veremiyoruz?" diye, "Efendim, bütçe imkânları sınırlı.", "Niye biz asgari ücreti 1.500 liraya çıkarırken destek veremiyoruz?", "Bütçe imkânları sınırlı", "Niye memurlara maaş zammı veremiyoruz?" "Bütçe imkânları sınırlı." "Niye sınırlı?" Bütçenin bir geliri var, bir de gideri var. Bütçenin gelirlerini siz böyle affederseniz ve yaklaşık 1,7 trilyon lira... Yeni parayla, eski parayla matematiğe tahayyülünüz yetmez. Ben vergi oranlarına kabataslak baktım. Bu arada, bu ve bundan sonra vereceğimiz oranlarda yanılmış olabiliriz çünkü Türkiye'de sağlam veri elde edebileceğimiz hiçbir şey yok. Sayın Bakan da keşke bütün Komisyon üyelerine bu yasal değişikliğin ne anlama geldiğini, ne kadar vergiden vazgeçeceğimizi önceden bildirmiş olsaydı. Ama önümüze 5 satırlık bir kanun geliyor ve ben uzmanlığı olmayan arkadaşlar için de kendi adıma da söylüyorum, arkadaşlar, bu, gerçekten anlaşılmaz. Saatlerce çalışmanız lazım, kimse üzülmesin benim teknik bilgim eksik mi diye. Biz bunu düşünmeyelim diye böyle gelmiş, biz bunu anlayamayalım diye böyle gelmiş. İktidar, muhalefet fark etmez, biz bu halkın vekilleriyiz. Şu vergi kanunuyla halk soyuluyor, halk soyulmaktadır. Anlayamayalım diye böyle geldi. İçine baktığınızda, normal bir mali müşavir, hukukçu, benim gibi bir Hazineci anlayabilir mi ya? Burada, sermayeden vergi almayacaklar, yüzde 30'a yakın vergi alması gereken borsa spekülatörlerinden, uluslararası fonlardan vergi alınmayacak diye anlayabilir misiniz? Sırf biz anlamayalım diye, biz anlamadığımızda halkımıza anlatamayalım diye bu kanunlar böyle gelmektedir. Keşke Sayın Maliye Bakanı... Şu kanun çünkü... Normal bir yasa çıkarken de böyle olmak zorunda. Bir yasa çıkarken düzenleyici etki analizi yapmak zorunludur. Bu yasanın bize maliyetinin ne kadar olduğunu, bütçeye ne kadar gelir, ne kadar gider getireceğini söylemek zorundalar ama söylemezler, daha önce de söylemiyorlardı, eğer biz ısrar etmezsek bundan sonra da söylemeyecekler. Çünkü, bakın, eski Sayın Maliye Bakanımız Temizel söyledi, 1,7 trilyon lira faizden gelir elde edilmiş. Bir de bunun borsa meselesi var. Borsamız yabancıların elinde, yabancılar kazanıyor bizim ülkemizden. Bizim çocuklarımız madenlerde çalışıyor, bizim çocuklarımız çiftçi, bizim çocuklarımız taşeron olarak çalışıyor ve bizim çocuklarımızın, bizim halkımızın ürettiği değerleri yabancılar geliyor... Eskiden askeriyle işgal ederlerdi, şimdi sermayesiyle borsasına gelerek, bankanızı alarak, şirketlerinizi alarak işgal ediyorlar. Eskiden Zonguldak kömür madeninize Fransızlar ordusunu koyardı, onu sömürürdü, şimdi Fransız şirketi geliyor aynı işi yapıyor. Biz bir sömürge ülke olduk. Şu geçici 67'nci maddeyi uzatmasak ne olur? Kapitalizmin kalesinin savunucuları, şövalyeleri şöyle diyecek: "Faizler artar, daha yüksek faizle borçlanırız." Aynı mantıkla baktığınızda, kefenden KDV aldığınızda kefen fiyatları artıyor.
Sayın Bakan, diyelim ki çıktı, kefenden KDV almıyorsunuz, diyelim ki ekmekten alıyorsunuz yani. Bu teknik detaylar... Bakın, başka bir şey anlatayım. Ekmeğin fiyatı artıyor. Ekmekten alınıyor herhâlde? Ekmekten alınmıyorsa şu sudan alınıyordur, ondan da alınmıyorsa kalem örneğini veririm. Hani, bu şeyde bence... Siz bunu yapıyorsunuz demiyorum. Bu ülkede vergiler bütün hizmetlerimizin fiyatını artırıyorsa niye faizin fiyatını artırmasın? Biz yüzde 30 faizle alsak -şu an yüzde 10 ödüyoruz- yüzde 3 faiz de artacak demektir.
Benim bu Merkez Bankası bağımsızlığı meselesi de kafama çok yatıyor değil. Bu ülkede böyle herkes bir Merkez Bankası, keşke demokratik bir iktidar olsa da keşke halkın bütün beklentilerini getiriyor olsa da... Ne demek Merkez Bankası bağımsızdır? Halkının karşısında kimsenin bağımsızlığı olmaz. Ne düzenleyici denetleyici kuruluşları... Siyasal iktidarların dışına itilmez ama biz siyasal iktidara güvenmiyoruz. Keşke güvenebileceğimiz bir siyasal iktidar olsa çünkü halkı temsil eden biziz, biz halkı temsil edememeye başladık şu an itibarıyla. Çünkü, halkı temsil etmiş olsak "Ey halkım, bu ülkeye getirilen bu vergi düzenlemeleridir bu adaletsiz düzenin sebebi." Geçici 67'yi bugün durdurmuş olsak bırakın 3 puan faiz yükselmiş olsun, zaten Merkez Bankasını tartışıyorsunuz. Amerika'da FED'in bir faiz artırımı kararı varmış, bütün zavallı, bizim gibi mazlum halkları sömürme aracı hâline gelmiş. FED yüzde bilmem kaç ihtimalle şunu yapar, bir bakıyorsunuz dolar bilmem nereye çıkmış. Yine, dünyada 5-6 büyük bankanın spekülatörleri Çin'i de, Endonezya'yı da, Türkiye'yi de, Iraklıları da sömürüyor, bilmem ne oluyor. Ve siz Sayın Maliye Bakanım, keşke çıksanız bir uluslararası kürsüye, deseniz ki: "Dünyada sermayenin küresel vergilendirilmesi gerekmektedir." Çünkü, mazlum halklar birbiriyle tehdit ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti vergiyle alakalı ahlaklı bir düzen getirdiğinde bütün fabrikaları Bulgaristan'a taşıyorlar. Bulgaristan'a emekle alakalı bir şey getiriyor hepimizin sol diye bildiği Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki vahşi kapitalist uygulamalar bütün ülkeleri tehdit ediyor. Birinin çıkıp Birleşmiş Milletler kürsüsünde "Sermayenin küresel vergilendirilmesi gerekiyor." demesi gerekmektedir. Ve bence, bu halka bakın, sizin bir sürü dış politika hatanız karşısında bile hâlâ durmaya çalışıyor. Çıkın "Biz sermayeden vergi alıyoruz kardeşim, bundan sonra beyana esas olacak." deyin. Çünkü, bir sürü şey yaptınız değil mi siz? Ya, bir kere de bu halktan yana bir şey yapın, biz de arkanızda duralım.
Bakın, biz bu ülkenin ana muhalefet partisiyiz. Böyle bir şans her zaman gelmez. Biz şunu söylüyoruz: Bu vergi, bu geçici 67, faizcileri koruyan bir yasadır; bu geçici 67, borsa spekülatörleri, bu halkın kanını emenlerin yasasıdır ve bu kan emme düzeni, bu vahşi kapitalist düzen, bu din soslu vahşi kapitalist düzen -çünkü, insanlar bununla ikna edilmektedir- beş yıl daha uzatılmaktadır. Buna karşı çıkalım. İlk kez bir şey yapalım. Buradan elde edilecek geliri de işçiye verelim, emekliye verelim, memura verelim, başka KDV'leri düşürelim ve halkın lehine olsun diyorum, hepinize saygıyla selamlıyorum.