KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, vergiyle ilgili her düzenleme bir tercih saptırması esasına dayanır yani birilerinin tercihlerini başka bir yöne saptırmaya çalışırsınız, değiştirmeye çalışırsınız bunların hepsini. Ağır vergilendirdiğiniz alanlardan yatırımcıların çekilmesini sağlarsınız, teşvik ettiğiniz alanlara gelmesini sağlarsınız.

Şimdi, olay böyle olduğuna göre burada yaptığınız düzenlemeden çıkan sonucu da iyi değerlendirmek gerekir; bizim burada özellikle uyarmaya çalıştığımız, anlatmaya çalıştığımız konu bundan ibaret. Her dönemin kendi koşulları içerisinde ekonomide alınan önlemleri ayrı ayrı ve kendi içerisinde değerlendirmenin ötesinde -şimdi birkaç tane veri hazırlayıp geldim buraya, biraz önce ayrıntısına girmediğim için o verilerin nereden çıktığı konusu pek fazla anlaşılmadı- burada değerlendirmeye çalıştığım kısım yani devletin özellikle almaktan vazgeçtiği faizin ana parasını oluşturan devlet iç borçlanma senetleriydi; bununla ilgili olarak 2003 yılından 2015 yılına kadar borsa dışı ve borsada yapılan işlemleri belirledik -belirleyebildiğimiz kadar belirledik tabii, sapmalar olabilir- örneğin, 2003 yılında 149 milyar lira borsa dışı işlem, 213 milyar lira borsa içi olmak üzere toplam 362 milyar lira işlem yapılmış. O sırada da ortalama hazine faizi -ortalamasını aldık onların hepsinin- yüzde 44 olmuş. Dolayısıyla buradan ortaya çıkan faiz geliri de 159 milyar olarak hesaplanmış. 2008 yılına gelmişiz, 2008 yılında borsa dışı işlemler 208 milyar, borsa işlemleri 300 milyar veya 301 milyar lira, toplam 620 milyar lira olmuş ve bu dönemdeki ortalama hazine faizi de yüzde 16'ya kadar düştükten sonra yeniden yükselmiş yüzde 19 olmuş; buna göre de 96 milyar liralık bir faiz ödenmiş. En son olarak da 2015 yılının Kasım ayına kadarkiler hesaplanmış 263 borsa dışı, 238 borsa içi, toplam 501 milyar, ortalama faizi de yüzde 10 almışız. Dolayısıyla burada da 50 milyar liralık faiz geliri ortaya çıkmış. Bütün bunların hepsini kümülatif olarak topladığınız zaman da ortaya 1,2 trilyon liralık faiz geliri ortaya çıkmış. Bunun dışında ciddi anlamda hepsi olduğu gibi devlet iç borçlanma senetlerinin avantajlarından yararlananlar değil ama değişik şekilde vergiden istisna tutulanlar var, onlara hiç girmemişiz. Bu, tek başına yeterli olmuyor, bir de devletin birinci el ihraçları var biliyorsunuz yani hazinenin doğrudan doğruya çıkarttığı. Bunları da 2005 yılından itibaren aldık, zaman kısıtlılığı nedeniyle, oralardan toplamda geldik ve -her birisi için de ödediğimiz faizi çıkartmak en kolayı da bu biliyorsunuz- 535 milyar lira faiz ödemişiz. İkisini beraber topladığımızda 2,7 trilyon lira gibi bir rakam çıktı.

Şimdi, bu kaynak vergilendirilir veya vergilendirilmez. Dışarıdan eğer kaynak sağlamaya çalışıyor iseniz bununla ilgili olarak yapacağınız işlem değişiktir. Burada bir konuya özellikle yeniden dikkatinizi çekmek istiyorum, bizim büyük bir hızla yabancıların iç borç stokları içerisindeki paylarının büyük bir hızla arttığını görüyoruz 2012 yılına kadar. 2012 yılında 57 milyar dolara kadar çıkmış bu dolar, 2015 Ağustosu itibarıyla da bu 34 milyar dolara düşmüş ama 34 milyar dolar az bir olay değildir, dolayısıyla borçlarımızın yüzde 20'sine yakın bir kısmı yabancılara; bunu da unutmamak gerekiyor.

Peki, normal olarak bu yabancılar kendi ülkelerinde tam mükelleflerse Türkiye'de elde etmiş oldukları bu menkul sermaye iratlarını kendi ülkelerinde beyan etmiyorlar mı? Ediyorlar. Şimdi hangi ülkelerde ediyorlar, hangi ülkelerde etmiyorlar değişiklikleri şu geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde izlemedim ama bunu doğal olarak ediyorlar, tam mükellef kurum olarak bu gelirleri götürüp oraya koyuyorlar. Eğer bir ülkede onlar üzerinden yani o kazanç üzerinden vergi ödemişlerse bunu da mahsup ediyorlar; öyle bir hakları var.

Vergi anlaşması olduğumuz ülkelerde bunlarla ilgili ayrıntılı düzenlemeler yapılıyor, o da ayrı bir olay. Dolayısıyla biz böyle bir faiz politikası ve vergilendirme politikası izlediğimiz zaman bütün bu konuların hepsini dikkate almamız ve özellikle de değerli arkadaşlar, buradan elde edilen kaynakların nerede kullanıldığına çok iyi bakmamız gerekiyor. Ciddi anlamda borçlanmışız. Şunu kabul ediyorum, devletin borçlanmasıyla ilgili olarak çok ciddi anlamda bir olumlu değişiklik oldu 2012 yılından beri ama buna karşılık özel sektörün borçlarında da inanılmaz bir artış oldu. Daha önceden devlete borç vermek için kuyruğa girenlerin hepsi bu defa kendileri dışarıdan kredi aramaya başladılar. Bu, ülke açısından çok iyi bir olaydır ama şu koşulla: Nerede yatırım yapıyorsunuz? Teknolojisi yüksek üretimler için mi yapıyorsunuz, yoksa bulduğunuz bu kaynaklarla beton mu biriktiriyorsunuz, betona mı gömüyorsunuz, ne yapıyorsunuz? Eğer bunları gerçekleştiremiyorsanız, bunları izleyemiyorsanız, vergilendirme politikalarınızla bunları gerçekleştiremiyorsanız işte orada bir sorun olmaya başlıyor. Bugün tablolara boğdum sizi ama bunları vermek zorundayım.

Türkiye özellikle döviz kazandırıcı işlem yapan yatırımlara ihtiyacı olan bir ülkedir. Sizin özelleştirdiğiniz kuruluşlar da belirli bir süre sonra kâr transfer etmek için döviz talep etmeye başlıyorlarsa işte bu, gelecekte çok ciddi anlamda bir tehlike yaratılacak anlamına geliyor. Türkiye'nin Türk parasıyla borçlanmasında herhangi bir sorun yoktur ama eğer döviz kazandırıcı işlemlere yatırım yapamıyor ve bunların vadesi geldiği zaman da döviz olarak ödeme yükümlülüğünün altına giriyorsanız işte buna dikkat etmeniz gerekiyor. Söylenmeye çalışılan olay bu.

Türkiye, 2002 yılından 2014 yılına kadar inanılmaz bir dış ticaret açığı verdi. Kümülatif olarak hepsini üst üste topladığımız zaman bu 588,5 milyar dolar yapıyor. Turizm gelirleri, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri vesaire gibi gelirleri düştüğünüzde de toplam olarak 444 milyar 909 milyon dolarlık bir cari açık biriktirdik biz, cari açık biriktirdik. Dolayısıyla, biz, döviz kazandırıcı işlemlerle şu cari açığımızı kapatamıyoruz. Bir taraftan cari açığımızı kapatmak için borçlanıyoruz, dış para bulmak zorundayız, bir taraftan da özellikle yatırımlarımızı yapmak için, vesaire yapmak için dış para bulmak zorundayız. Bu koşullar altında işte menkul sermaye iratlarıyla ilgili vergilendirme stratejisi bütün bu koşullara göre yapılır. Bizim derdimiz ne? Faizin bir sonuç olduğunu asla unutmamak gerekiyor, faiz bir sonuç ama buna karşılık da bizim ulusal tasarruf oranını artırma gibi bir zorunluluğumuz var.

2000'li yılların başında -onu da bir tablo yaparak getirmiştik buraya- Türkiye'nin tasarruf oranı ile Avrupa ülkelerinin, gelişmekte olan ülkeler, artı gelişmiş ülkeler tasarruf oranları neredeyse birbirine yakın, 24-22 bandında, Türkiye'nin iç tasarruf oranı 24-22 bandında. Daha sonra birdenbire bu makas açılmaya başlıyor, inanılmaz şekilde aşağı doğru düşüyoruz, hatta 2009 yılına geldiğinde yüzde 10'lar, yüzde 11'ler düzeyine iniyoruz. Ondan sonra da bir artışımız yok, şu anda da yine 12, 12 küsur civarında dolaşıyoruz.

Şimdi, bütün derdimiz bizim budur değerli arkadaşlar. Biz, bu iç tasarruf oranımızı gelirlerimizle, hatta zorunlu tasarruflarımızla yani vergilerimizle artırmadığımız sürece, kaynaklarımızı buradan yaratamadığımız sürece dışarıya sürekli olarak mahkûm olmak zorundayız. Ha, mahkûm olduğunuz zaman mahkûm olan taviz verir. Bu durum karşısında da ne yapacağımız ayrı bir olaydır. Hele bir de dünya konjonktürü birdenbire geçmişteki gibi Lale Devri Dönemi'ni bitirip de birdenbire buz tutmaya başlarsa işte o zaman bunların hepsini daha farklı olarak düşünmek zorundayız. O nedenle, biz, geçici 67'nci maddenin birdenbire beş yıllık bir süreyle daha uzatılması konusuna birazcık kuşkuyla yaklaştık, birazcık titredik açık söylemek gerekirse ama bütün bunların hepsi çok ayrıntılı olarak değerlendirildiği takdirde belki önümüzdeki günlerde bunları burada göreceğiz, değerlendireceğiz, farklı birtakım stratejilerle karşı karşıya kalacağız, belki de bizim yüreğimiz ferahlayacak. İnşallah, bu dediğimiz ikinci seçenek gerçekleşir.

Teşekkür ederiz efendim.