KOMİSYON KONUŞMASI

FERİDUN BAHŞİ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, yüksek yargının değerli genel sekreterleri, yargı bürokratları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün 24 Kasım, Atatürk'ün "Öğretmenler, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister." sözüne uygun öğretmenlik yapanlar ile atama bekleyen öğretmenlerin gününü kutluyorum.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine görüş ve düşüncelerimizi ilk günden bu yana adalet teşkilatının her alanında görev yapmış biri olarak defalarca dile getirmeye çalışıyoruz.

Bildiğiniz gibi, 2002 yılında AK PARTİ iktidarıyla birlikte yargıda reform çalışmaları da başladı. 2005 yılında ceza hukuku yasaları tamamıyla yenilendi. Bu paket, 2004 Aralık ayında Meclisten geçti ve 1 Nisanda yürürlüğe girecekti ancak yapılan ve yapılacak olan değişikliklerin yetişmemesi sebebiyle ancak 1 Haziranda yürürlüğe girebildi. Yani yasa yürürlüğe girmeden üzerinde defalarca değişiklik yapıldı. Ceza hukuku yasalarının tamamı AK PARTİ iktidarında sıfırdan yapılmasına rağmen bugüne kadar ceza hukukunda sayısını unuttuğum kadar yine değişiklik yapıldı. 2019 yılında bir de 2023'e kadar sürecek 9 amaç, 63 hedef ve 256 faaliyetten oluşan yargı reformu strateji belgesi açıklandı ve değiştirmeye devam ediyoruz. Reform paketi açıklamak yargıdaki bozulma anlayışını düzeltmeye yetmiyor. Önceki Adalet Bakanlarımızdan Sayın Cemil Çiçek yaptığı bir konuşmasında "'Reform' kelimesi çok aşındı, kimse bir şey beklemesin. Bize topyekûn bir tövbeyi nasuh gerekir yani samimi bir tövbe gerekir." demişti. O gün bugündür çıkan tüm reform paketlerine rağmen yargıda bir iyileşme olmuyor.

Yargının ilk sorunu, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı diyerek söze başlamak istiyorum. Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olmadığı yerde bağımsız ve tarafsız yargıdan söz edilemez. Adına "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen bu sistemde kuvvetler ayrılığından söz etmek imkânsız olduğuna göre, ne kadar yargı reform paketi çıkarırsak çıkaralım, ne kadar yasa değişikliği yaparsak yapalım, bağımsız ve tarafsız yargıyı sağlamamız mümkün olmadı, olmayacak.

Hukukun olmazsa olmazı ise adil yargılanma hakkıdır. Bunun için de kuvvetler ayrılığı sisteminin yeniden ve mutlaka sağlanması gerekir.

Anayasa Mahkemesi üçer aylık dönemlerle bireysel başvuru istatistiklerini yayınlıyor. Son yayınlanan istatistiklere göre, sonuçlandırılan başvurulardan adil yargılanma hakkının ihlali oranı yüzde 62,3. Demokratik ülkelerde soruşturma dahi açılmayacak konularda tutuklamalar, davalar gırla gidiyor; her protesto eylemi suç sayılıyor, her eleştiri suç olarak görülüyor. Eleştiren kişi şikâyetçi olmasa bile kamu görevlilerinin eleştirilmesi sürekli suç sayılıyor, soruşturma açılıyor ve dava açmak mecburiymiş gibi davranılıyor. İktidar mensupları sürekli yargının harekete geçmesini istiyor. Mutlaka soruşturma, mutlaka tutuklama ve mutlaka bir cezalandırma isteyen haberler dinlemekten yorulmuş bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlar giderek potansiyel suçlu olarak yaşamaya alıştırılmış durumda. Özellikle Cumhurbaşkanına hakaret suçlarıyla ilgili soruşturmalarda durum bu. Aynı zamanda parti genel başkanı olan Sayın Cumhurbaşkanı, konuşmalarında muhalefet parti genel başkanlarına veya vatandaşa yönelik ölçüsüz bir dil kullanıyor ve bu konuşmayı hangi sıfatla yaptığı bilinmiyor. Cevap verip itiraz edenler hakkında ise Cumhurbaşkanına hakaretten işlem yapılıyor. Ülkedeki şiddet ve nefret sarmalı iç karartıyor; herkes herkese küfrediyor, herkes herkese kızgın. Kötü sözler, sövgüler; hava gibi, su gibi tüketildikçe çoğalıyor.

Bir başka sorun ise hiç kimse yargılamayı mahkemeye bırakmıyor, sanki artık yargılamaya ihtiyaç yok. Televizyonlarda davalar konuşulurken tartışmacıların küfürleşmeleri, yüksek sesle birbirlerine bağırıp çağırmaları ve hiddetleri hiç bitmiyor. Ekrandaki kızgınlıklara, küfürleşmelere katlanmak çok daha büyük bir sorun. İzleyiciler için ise tam bir eziyet.

Venedik Komisyonu raporlarına göre yargı bağımsızlığının temini amacıyla adli süreçleri uygunsuz baskılardan korumak için yargı önündeki meselelerin tartışılması yasağı ilkesi vardır ve uygulanmalıdır. Benzer ilke, Anayasa'nın 138'inci maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Buna göre, yargı önünde görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Bu yasaklar herkes içindir. Anayasa'nın 138'inci maddesi, Türkiye'de siyaset, özellikle de muktedirler tarafından en fazla ihlal edilen maddedir. İnsanlar tutuklanır tutuklanmaz, soruşturmalar açılır açılmaz, dava açılmadan önce, yargılama başlamadan önce siyasetçiler davalar üzerine konuşmaya başlıyorlar. Basın ve sosyal medya paylaşımları ise ayrı bir rezalet. Şüpheliler, söz sahibine yakınlığına göre peşinen masum veya suçlu ilan ediliyor. Anayasa'nın 138'inci maddesine göre, hakkında hüküm verilmeden yargılanan kişileri suçlayan, suçlu oldukları izlenimi yaratan söz söylenemez. Söyleyenler, Türk Ceza Kanunu'na göre suç işlemiş sayılırlar.

Değerli arkadaşlar, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının iki yüzü vardır. Birincisi, yargının bir bütün olarak bağımsız olmasıdır, ikincisi ise hâkimlerin karar alma sürecinde bağımsız olmasıdır. Yargının bağımsızlığı ve yürütme erkinden ayrılığı, hukukun üstünlüğünün temel taşlarından birisidir ve bunun asla, hiçbir istisnası olamaz. Yargıçlar yargılama sırasında ve karar verirken Anayasa'nın 90'ıncı maddesini asla akılarından çıkarmamalıdır. Buna göre, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş anlaşmalar kanun hükmündedir. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmalar Anayasa ve kanunların da üzerindedir ve esas olan, masumiyet karinesidir. Herkes, hakkında hüküm kurulup kesinleşinceye kadar masumdur. Mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararlarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymak zorundadır. Yasalara ya da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin Berberoğlu kararında olduğu gibi AYM, AİHM kararlarına kasten uymayanlar hakkında yaptırımlar uygulanmalıdır.

30 Kasım 2021 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısı vardır. Konsey 16-17 Eylül toplantısında, AİHM kararlarına uyulmadığı takdirde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesinin 4'üncü fıkrası uyarınca Türkiye hakkında yasal süreç başlatacağını duyurmuştu. Geçtiğimiz günlerde, hukukçu olmasa da hâlen Yüksek Yargı Mahkemesi Başkanlığını yürüten Zühtü Arslan, ülkenin içinde bulunduğu yargısal sorunları gerçekçi bir dille, söylemle dile getirmişti. Şimdi, mümkün olduğunca kısaltarak Sayın Arslan'ın konuşmasından alıntılar yapacağım. "Suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşmeden bir kişinin suçlu kabul edilmesine yönelik tutum ve davranışlar mahkemelerin bağımsızlığı ilkesini de zedelemektedir. Benzer şekilde devam eden yargılamalar hakkında hâkimlere veya mahkemelere baskı yapılması da masumiyet karinesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sebeple, yargı bağımsızlığının etkili şekilde sağlanması, masumiyet karinesinin ve diğer temel hakların korunması bakımından hayati derecede önemlidir. Anayasa'nın 138'inci maddesi yargı bağımsızlığının birbirini tamamlayan üç temel şartını düzenlemektedir. Birincisi, yargısal görevlerini yerine getirirken hâkimlerin vicdanlarına müdahale edilmemesidir. Yapılması gereken, herhangi bir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat vermemesi, hatta tavsiye ve telkinde bulunmamasıdır. 138'inci maddede bu konuda hiçbir istisna öngörülmemekte, kategorik bir yasak getirilmektedir. Bu müdahale yasağının muhatabı ülke içinde veya dışında bulunan tüm organ, makam, merci veya kişilerdir. Konumu, sıfatı veya görevi ne olursa olsun hiç kimse, hiçbir gerekçeyle mahkemelere ve hâkimlere bırakın emir ve talimat vermeyi, tavsiye ve telkinde dahi bulunamaz.

İkincisi, devam eden bir dava hakkında Parlamentoda yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili olarak soru sorulmaması, görüşme yapılmaması veya herhangi bir beyanda bulunulmaması yasağıdır. Bu anayasal hükmün amacı, yasama organının ve üyelerinin devam eden yargılamalara müdahalesini önlemek, bu suretle başta masumiyet karinesi olmak üzere adil yargılanma hakkının tüm unsurlarıyla korunmasını sağlamaktır.

Üçüncü ve son şart ise mahkeme kararlarının etkili bir şekilde yerine getirilmesidir. Nitekim, Anayasa'nın 138'inci maddesinin son fıkrası gereğince yasama ve yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar. Bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Kısacası, yargı bağımsızlığı, yargılama sürecine müdahale edilmemesini ve ortaya çıkan kararın geciktirilmeden ve gereği gibi uygulanmasını zorunlu kılmaktadır." Bu cümleler, Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından dile getirilmiştir. Demek ki Anayasa Mahkemesi Başkanı bile bu konularda baskıya maruz kalmakta ve rahatsızlığını dile getirmektedir. AYM, bu hâldeyse varın siz yerel mahkemelerin durumunu düşünün.

Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri; ülkemizde yargının içinde bulunduğu durum gerek ulusal, gerekse uluslararası alanda faaliyet yürüten saygın kurumların çeşitli araştırmalarında da ortaya konmaktadır. Türkiye'de yapılan araştırmalar yargı ve yargıya güvenin her geçen gün azalmakta olduğunu göstermektedir. Nitekim, ORC şirketinin ekim ayı anketine göre ülkemizde yargıya güven 21,3'e düştü. "Şimdi yargıya güveniyor musunuz?" şeklinde sorusuna verilen cevaplardaki son üç aylık değişim ise hızla azalmayı ortaya koyuyor. Buna göre haziran 2021'de 25,1; eylülde 22,6; ekimde 21,3. Bu arada, bir başka araştırma şirketinin Eylül 2020 tarihinde yaptığı araştırmada ise AK PARTİ seçmeninin yüzde 36'sının yargıya güvenmediğini ortaya koydu. Bu Eylül 2020, bugün ne hâlde? Bu konuda bir araştırma elimizde yok.

Uluslararası alanda da durum pek farklı değil. Dünya Adalet Projesi kurumunun her yıl yayınladığı Hukukun Üstünlüğü Endeksi bu yıl da yine 20 ekimde yayınlandı. Buna göre, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 139 ülke arasında 117'nci sırada yer almaktadır; geçen yıl 128 ülkede 107'inci sıradaydık. Görüldüğü gibi istikrarlı bir şekilde düşüş yaşanmaktadır. Türkiye'yle aynı endeks puanına sahip ülkeler ise Kongo, Gine, Nijerya, Etiyopya ve İran'dır. Aynı araştırmada Türkiye'nin en kötü sıralamaya sahip olduğu iki başlık: 139 ülke arasında 134'le Hükûmet yetkilerinin kısıtlanması, 133'le temel hak başlıkları oldu.

Hukukun Üstünlüğü Endeksi çalışmasının son beş yıllık sonuçları Türkiye'de hiçbir zaman pek parlak olmayan hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusundaki gerilemeyi açıkça ortaya koyuyor. Peki, ne yapılmalıdır? Yargının en temel problemi yargı bağımsızlığıdır. Demokratik bir hukuk reformu yapılarak evrensel hukuk ilkelerinin kaim, hukuk devletinin tüm mekanizmalarının işlerlik kazanması öncelikli amaç olmalıdır.

Kadına ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele için başta Adalet Bakanlığı olmak üzere İçişleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği birlikte çalışmalıdır. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi kapsamında kadına karşı basit yaralama, hakaret, tehdit suçlarında uzlaştırma yoluna gidilmemesi için düzenleme yapılmalıdır. Boşanmış çiftlerde çocuk teslimi sırasında icra dairelerinin devreden çıkarılması gerekmektedir.

Hâkimlik ve savcılık meslekleri birbirinden tamamen ayrılmalıdır, hâkim ve savcı yardımcılığı kurumu getirilmelidir. HSK, hâkimler kurulu ve savcılar kurulu olarak ikiye ayrılmalıdır. Mesleğe kabul kesinlikle liyakat esasına göre yapılmalıdır, liyakatin dışında hiçbir ölçüt kullanılmayarak fırsat eşitliği ve hukuk önünde eşitlik ilkelerine uygun olarak objektif ölçütlere göre mesleğe alım sağlanmalıdır. Hâkimlik sınavına girebilmek için asgari üç yıllık iş tecrübesi şartı getirilmelidir. Hâkim ve savcı sınavlarında kayırma ve torpil algısı yaratan mülakat sistemi mutlaka kaldırılmalıdır.

Hâkimlik teminatı yargı bağımsızlığının en temel güvencesidir, yargıçlar verdikleri karar dolayısıyla herhangi bir yaptırıma ya da soruşturmaya tabi tutulmayacaklarından emin olmalıdır. Kararlarının doğruluğu ya da yanlışlığı sadece kanun yolu denetimiyle değerlendirilmelidir. Hâkimler kendileri istemedikçe yetkilerinde de değişiklik yapılmamalı, özellikle verdikleri karar sebebiyle yetki değişikliğine gidilmesi engellenmeli, coğrafi teminat sistemi getirilmelidir. Görevden alma ancak kanunda açık olarak düzenlenmiş ve mesleğin gerekleriyle bağdaşmayan suçlar bakımından ve adil bir yargılama sonunda mümkün olmalıdır. HSK tarafından verilen disiplin cezalarına karşı yargı yolu mutlaka açılmalıdır. Hâkimlerin terfisinde, AİHM ve AYM'ye yapılan bireysel başvurularda verilen ilkesel nitelikteki kararlara uyup uymadığının değerlendirileceği bir düzenleme yapılmalıdır.

Adli kolluk mutlaka kurulmalı, kolluk amirliği sınavlarında hukuk fakültesi mezunlarına öncelik tanınmalıdır. Kamuda çalışan avukatların özlük haklarıyla ilgili talepleri karşılanmalı, bu kapsamda kamu avukatlığı, kariyer meslek sınıfına alınmalı, 4800 ek gösterge, makam tazminatı, özel hizmet tazminatı düzenlemesi yapılmalıdır. CMK ücret tarifesi avukatlık ücret tarifesiyle eşitlenmelidir. Serbest avukatların emekli maaşları 2 bin lira civarındadır ve bu miktar açlık sınırının da altındadır, buna bir çözüm üretilmelidir. Tutuklamada katalog suçlar gerekçesiz tutuklama kararlarına sebebiyet vermektedir. Bu nedenle Ceza Muhakemesi Kanunu'ndaki katalog suçlar tanımı kaldırılmalıdır.

Nitelikli hukukçular yetiştirmek için öncelikle hukuk eğitimi yeni baştan ele alınmalı, yeni hukuk fakültesi açılmasının önüne geçilip mevcut hukuk fakültelerinin kontenjanları düşürülmelidir. Hukuk fakültesinde görülen müfredat, uygulamaya yönelik olarak mutlaka yeniden değerlendirilip düzenlenmeli, iyi derecede yabancı dil ve hukuk İngilizcesi eğitimi verilmeli, avukatlık ve noterlik hukuku zorunlu ders hâline getirilmelidir. Mevcut hukuk fakültelerinden eğitim kalitesi düşük olanların standartlarının yükseltilmesi için çalışma yapılmalı, fakültelerin belirli bir seviyeye ulaşamamaları hâlinde bu fakültelerin öğrenci alımlarının önüne geçilmelidir.

Avukat, hâkim, savcı ve noterlik için üniversite bitiminde uygulanacak sınavın yanında, avukatlık stajı bitiminde Türkiye Barolar Birliği tarafından avukatlık sınavı yapılması için yasal düzenlemelere gidilmelidir. Avukat, hâkim ve savcı olmak isteyen herkese hukuk fakültesi mezuniyeti sonrasında YÖK tarafından görevlendirilen, az sayıda üniversite bünyesinde açılacak yüksek lisans programını tamamlama zorunluluğu getirilmelidir. Arabuluculuk uygulamasına mutlaka zorunlu taraf vekilliği getirilmeli ve hak kayıplarının oluşumuna engel olunmalıdır.

Bütçenin, ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine iyilikler getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.