KOMİSYON KONUŞMASI

ORHAN YEGİN (Ankara) - Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sizi, Komisyonumuzun üyelerini, değerli milletvekillerini, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımızı, beraberinde bugün burada olan kıymetli bürokratlarımızı, misafirlerimizi ve tüm salonu ben de saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bugün son gün olunca belki farklı bir şeyler duyarız; bir motto, bir perspektif bize gelir, belki bir yol önerilir, söylerler, istifade ederiz diye düşündük. Tabii, konuşmaların tamamını dinleme şansım olmadı, sabahki bölümün bir kısmında yoktum, salona giriş çıkışlarım oldu. O aralarda muhakkak söylenmiş bir şeyler vardır, her hatibi dinleyemedim. Arada güzel konuşma ve hitaplara gerçekten denk geldim. Teşekkür ediyoruz ama kahir ekseriyetle, günlerdir ne konuşulmuşsa aynı sözlere, aynı mottolara yine muhatap olduk. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız ilk gün buradaydı, bugün de burada; muhtemelen o da ilk gün duyduğu şeylerin çoğunu bugün burada yeniden duymanın şaşkınlığını yaşıyor olabilir.

Aynı önerileri duyduk yani mesela "Savaşlara ayırdığımız kaynakları düşürürsek tüm ihtiyaçları karşılarız, toplumun tüm ihtiyaçlarını çözeriz." gibi gene böyle... Ya, önerilerde bile aynı şeyleri hep duyduk. Bugün farklı bir şey duydum, ev sahibi demiş ki: "Siz demiyor musunuz 'Enflasyon yüzde 40.' diye." "Bundan dolayı ev kirasını yüzde 40 yaptı." demişler ama işte, bizim hep söylediğimiz bu felaket tellallığının aslında bir neticesi bu. Enflasyonun yüzde 20 olduğu ortamlarda "Yüzde 40, yüzde 40." derseniz... Aslında ev sahibi de size orada bence bir ders vermek istemiş, yüzde 40'lık artış yapmış. Şimdi kirayı artırmışsınız bugün yüzde 60'a geçtiniz. Belli ki ev sahibini de orada, 40'ta tutmuşsunuz, bugün yüzde 60 enflasyon olduğundan bahsediyorsunuz. Şimdi, mesela "Bugün dolar 13, yarın 15, öbür gün 20." diyorsunuz; bu da bir felaket tellallığı. Aslında böyle dönemlerde belki çok daha dikkatli ve özenli konuşmalar, çok daha özenli ve dikkatli değerlendirmeler, dikkate alınacak, ciddiye alınacak değerlendirmeler yapmak lazım ama bunu daha bugünkü ortamdan söylediğiniz zaman bu felaket tellallığı ister istemez bir çarpan etkisi yapıyor.

"Türkiye baş aşağı çakılıyor." dediler. "Erdoğan'ın hocaları saç baş yoluyorlardır şimdi; sınav kâğıdında öyle yazsaydı hocalar onu sınıfta bırakırdı." demiş hatip. İşte, bence mantık bu yani sizin dediğinizi diyene "Geç." demeyene "Kal." sizin gibi konuşana "Buyur." konuşmayana "Sus." Sizin gibi olana nimet, sizin gibi olmayana dehşet saçıyorsunuz; sizin gibi olmayana, düşünmeyene, konuşmayana ne yaşam hakkı ne eğitim hakkı ne huzur ne de ekmeği hak görmüyorsunuz. Bence işte bu cümlenizi sizin farklılıklara tahammülsüzlüğünüzün bilinçaltından ortaya çıkması olarak görmek gerekiyor.

"Ülkeyi mahvettiniz; insanları, yoksulları inim inim inlettiniz on dokuz yıldır." diyorlar. Ve bugün, durmuş bir saat günde 2 kez nasıl doğru denk gelip gösteriyorsa, yine aynı paragrafın içerisinde "Bu ülkenin mağdurları size oy vererek sizi iktidar yaptı, bu ülkenin yoksulları sizi iktidar yaptı." diyorlar. Evet, doğru ama eksik. Bizi başta bu ülkenin mağdurları ve yoksulları olmak üzere milletin tüm unsurları iktidar yaptı, her seçimde sandıktan bizi çıkardı ve on dokuz yıldır iktidarda tuttu, "Durmak yok, yola devam." dedi.

Güldüğü anlaşılmıyor sanarak "Üzülerek ifade ediyorum ki: Bugün bir devlet krizi yaşıyoruz." diyenleri gördük. "Bu bütçe tek adam rejiminin bütçesi." diyenler, yine, sağ olsunlar eksik olmadılar. "Dolar bugün yükselmiş, bunu değil ama bunu konuşanlar tutuklanıyor." iftirasını gördük, utandık. "Bulunan doğal gaz falan yok arkadaşlar, hikâye okuyorlar." diyenleri gördük, hayretler içerisinde kaldık. "Politika kurulunda 1 büyükelçi olsaydı 10 büyükelçi krizi olmazdı." diyenlerin o süreçteki gelişmelerden rahatsız olmasına, geri adım atan elçilere, geri adım attıran diplomasiye üzülmesine diyecek söz bulamadık. "Bu bütçe saltanat, zevk, sefa düzeninin bütçesi." diyenlerden, bu kısırlıktan gerçekten sıkıldık.

Elbette çok saygın konuşmalar yapıp dinleten ve bunu kayda alıp yayınlanan, yayınlayarak istifadeye sunanlara teşekkür ederiz, onlara bir sözümüz yok ama bakın, tüm konuşmalarını kendilerine hitaben yaptıkları Bakanlara "Benim gözlerimin içerisine niçin bakmıyorsunuz?" diye serzenişte bulundukları Bakanlara, bürokratlara, Cumhurbaşkanı Yardımcısına attıkları lafları böyle güzel güzel kameraya alıp sosyal medyada ve parti merkezlerinde "Bakın, onu nasıl sıkıştırdım, bana helal olsun, değil mi?" Kayıt ve delilleri oluşturup bir sonraki seçimde parti listesine atanmanın telaşının bu basit taşlarını döşeyenlerin, bu basit stratejiyi örenlerin "Siz atanmışsınız, biz seçilmişiz." triplerinden de komplekslerinden de kibirlerinden de vallaha sıkıldık, gına geldi. Sonra da kalkıp "Neden sorularımızı cevaplandırmıyorsunuz, neden ehemmiyet vermiyorsunuz?" diyorlar. Ya, soru sormuyorsunuz ki iftira, hakaret, yaygara, ima, bunların neyine cevap versinler? İçinizde güzel bu soruları soranlar var, bu işi güzel yapanlar var; siz de onlar gibi eğer yaparsanız, milletin verdiği emanete ehemmiyet gösterirseniz onlar gibi, güzel konuşur, doğru düzgün sorular sorarsanız, cevabı verilmeyen bir tane sorunuz kalmaz. Konuşmalarınızın da içerisinde iyi niyetle, mercekle soru arama zahmetinden kurtulur bu taraftakiler.

Şimdi "Kürt sorunu bu ülkenin önündeki en büyük engel." dediler. Bu ülkenin önündeki en büyük engel ne Kürtler ne de Kürtlerin, onların talepleridir. En büyük engel, ayrıştırıcı siyasal dil ve ayrıştırıcı, çatışmacı örgüttür. "Ret, inkâr ve asimilasyon hâlâ devam etmektedir." dediler. Onların bir kısmı belki eski Türkiye'nin, AK PARTİ öncesi Türkiyesinin tartışma kavramları olabilir. AK PARTİ dönemlerinin kavramları kaynaşma, el ele verme, et ve tırnak olma, binlerce yıldır süren kardeşlik, birlikte şehadete yürünmüş Çanakkale, birlikte ağlama, birlikte sevinme, aynı acıya yas tutma, aynı başarıya gururlanmadır. Ret, inkâr, asimilasyon başka coğrafyalardadır, bu vatanın toprağında ona yer yoktur.

Ve yine, bugün zihnindeki kini kusarcasına, Cenab-ı Allah'ın verdiği o temiz kalbin nasıl karardığına güçlü bir örnek olurcasına, ayrıştırılmış ruhu, çirkinleşmiş bir üslupla Diyanet üzerinden belki hayata, huzura, kardeşliğe, renklerimize, kurumlarımıza ve belki de değerlerimize saldırırcasına, kin kusarcasına yapılan bir konuşmaya da tanık olduk. Diyanetin münafıklığından, zulme ortaklığından, tek adamlığı dinen örgütleyen kurumluğundan, Hanefi mezhebini münafıkça kullanıp münafıkça buna yaklaştığı kanısından, âdeta bir misyonerlik çalışması yaptığından, İmam Hüseyin'in mübarek başını teşhir etmiş zulmün ortaklığından, tekçi, inkârcı dinden, Kürtçe mevlit okuyan kişinin tutukluluğundan, daha nelerden, nelerden... Aslında buraya ilişkin bir şeyler söylemeyi önce düşündüm fakat o konuşma büyük bir iş yapılıyormuş gibi ziyan edilirken karşı masalarda göz göze geldiğim insanların, birçok insanın gözlerinde de hicabı gördüm, hüznü gördüm ve oraya tek kelime etmeyi artık israf görüyorum.

Faizle ilgili politikayı din istismarı olarak, iç politikaya dönük bir din istismarcılığı ve siyasi tüketim olarak gördüklerini ve buna tahammül edemediklerini söylediler. Yapmayın Hocam, ayıptır, yazıktır, bu değerlendirme yakışmamıştır.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Siz yapmasaydınız...

ORHAN YEGİN (Ankara) - "Bir iddiayla ortaya çıktınız, bir iddiayla ortaya çıktınız ama o iddianın altında kaldınız." dediler bize. Evet, bölgesel farklılıkları giderme, doğu ile batıyı, güney ile kuzeyi eşit hizmetlere, eşit standartlara ulaştırma iddiamız vardı; başardık hamdolsun. Ülkeyi büyütme ve bu büyüyen ekonomiden her kesime, her ferde pay aktarmak gibi bir iddiamız vardı; başardık hamdolsun. Başı dik, onurlu bir siyaset; başı dik, onurlu bir dış politika; başı dik ve onurlu bir savunma; başı dik, onurlu ve muktedir bir ülke olma iddiamız vardı; hepsini başardık Allah'a hamdolsun. Kimsesizlerin kimsesi, sessiz milyonların sesi olma, herkesin devleti olma iddiamız vardı; başardık hamdolsun. Her gün, her darlıkta aranıp bulunamayan "Nerede bu devlet!" feryatlarıyla aranan devleti bulup her an yanınızda tutma iddiamız vardı, o feryadı "Allah'a hamdolsun, devleti başımızdan eksik etmesin." memnuniyetine dönüştürdük, bunu başardık, bu iddiamızı başardık; hamdolsun. On dokuz yıldır milletin yüzünü güldürme iddiamız vardı; başardık hamdolsun. On dokuz yıldır milletin yüzünü güldürdük ve her seçimde rakiplerimizi sandığa gömdük; hamdolsun.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Son cümleler, sürem de bitmiş, daha uzatmayayım o zaman, şurada birkaç notum daha vardı.

Ben her şeye rağmen, bu Komisyonda yapılan tartışmalardan bir zenginlik üreterek, inşallah, burada benim de muhataplarımızın da gelen bakanlarımızın da ekiplerinin de belki biraz daha kendimizi geliştirerek Genel Kurulda çok daha nitelikli, çok daha gerçekler, veriler üzerinden, birbirimizi çok daha saygınca bir dille güzele teşvik edebileceğimiz, bugün bu darlıktan bu milleti, bu devleti, bu çağı hep beraber kurtarıp bu milletin duasına, hayır duasına hep beraber muhatap olacağımız bir tartışma zeminini yakalarız inşallah diyor; herkesi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.