KOMİSYON KONUŞMASI

HÜSEYİN KAÇMAZ (Şırnak) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Tabii, sunum için öncelikle teşekkür ederiz, verimli bir sunum oldu, merak ettiğimiz birçok sorunun da zaten cevabı mevcuttu.

Söz konusu bu husus, İnfaz Yasası görüşülürken, ta 2020'nin Nisan ayında, aslında bu durumların yaşanabileceği özellikle tarafımızca da dile getirilmişti çünkü söz konusu değişiklik, İnfaz Yasası'ndaki değişiklik ve sonrasında yine yönetmelikteki değişiklik aslında bunların habercisi durumdaydı çünkü daha öncekinin çok aksi bir durum ortaya çıkıyor yani -sunumda da anlatıldı- daha önce mahpus infaz süresini bitirdiğinde -eğer varsa- bir disiplin cezası infaz edilmişse ve belirli bir süre geçmişse genel itibarıyla yararlanıyordu yani o durum bir nevi artık herkesin bildiği bir duruma dönüşmüştü. Tabii, bahsedildiği üzere, yeni yapılan değişiklikle ve yine yönetmelikle birlikte biraz daha çetrefilli -işte bu servis raporları ya da diğer şeylerle birlikte- artık işin çok karmaşık bir hâle geldiği bir durum da ortaya çıktı. Tabii, dediğimiz gibi, bunun sorunlara, bazı aksiliklere sebep olabileceğini de daha önceden öngörmüştük. Ancak biz yine parti olarak, özellikle bu yönetmelikle kurula oldukça geniş bir takdir yetkisi verilmiş olduğunu gözlemliyoruz, bu gözlem kurulunun neredeyse mahkeme yerine geçebilecek derecede geniş bir yetkiye kavuşturulduğunu değerlendiriyoruz. Kurul, kişiyi değerlendirip iyi hâlli olmadığına karar verebiliyor ve yine, iyi hâlli olmadığına karar veren bu kurul koşullu salıverilmeye uygun olmadığına da karar veriyor; biz bu durumun hukuken olmaması gerektiğini ve yine mahkeme gibi hareket etme yetkisinin İnfaz Kanunu'nun birçok hükmünü uygulanamaz hâle getirmesi sebebiyle karşı olduğumuzu defaatle belirtmiştik; bu muhalefetimiz hâlâ duruyor.

Yine, bu "Altı ayda bir" mevzusu... İnsan onuruna yaraşır bir muamele görme hakkı vardır herkesin en nihayetinde. Bir kişinin sürekli olarak denetim altında bırakılması ve değerlendirilecek olması Anayasa'nın 20'nci ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesindeki özel hayata saygı hakkına da aykırılık teşkil edebilmektedir. Yine, Anayasa'nın 13'üncü maddesinde "ölçülülük" ilkesi düzenlenmiş; mevcut hakkın sınırlandırılarak daraltılması da yine ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil etmektedir çünkü dediğimiz gibi, özellikle ana tema, bence cezaevi idare ve gözlem kurullarının mahkeme yerine geçiyor olması görüntüsü durumu. Bu kurulların -dediğimiz gibi- yetkisinin genişletilmesi, mahkeme yerine geçmelerinin sağlanması hukuken asla mümkün olmayan bir durumdur çünkü hiçbir kurum mahkeme yerine geçip karar veremez. Kişinin hürriyetinin kısıtlanması ancak ve ancak mahkeme kararıyla olabilecek bir durum iken bu düzenlemeyle, maalesef ki söz konusu kurulların mahkeme yerine geçebilecek derecede kararlar verdiğini düşünüyoruz. Temel hak ve özgürlükler kanunla düzenlenebildiği için -ki Anayasa hükmü- yönetmeliğin kanunun uygulama alanını daraltması ve ortadan kaldırması da yine bir sorun teşkil ediyor.

Yine, tabii, hukukun bazı temel ilkelerine de aykırı bir durumun ortaya çıktığını düşünüyoruz. Yine "suçta ve cezada kanunilik" ilkesi, bildiğiniz üzere, suç eden fiillerin önceden, herkesçe... Bunlara uygun olacak yaptırımların önceden, kanun tarafından açıkça düzenlenmiş olması gerekiyor ki bunun paralelinde TCK madde 2'de de bu durum düzenlenmiş. Ancak söz konusu kurulların raporlarında çoğu zaman kanunda suç olmayan durumlar ya da hükümlülerin, mahpusların suç olabileceğini öngörmediği durumlar sebebiyle de yine aleyhlerine bir durum ortaya çıkabiliyor çünkü kurulların mülakatlarında mahpuslar bazen çok sıra dışı sorularla karşı karşıya kalabiliyor. Yine olumsuz raporların gerekçeleri de bazen şaşırtıcı olan bazı durumlardan müteşekkil olabiliyor. Yani bu hususlara dair tabii, birçok şikâyet alıyoruz. Biz de elimizden geldiğince tabii, bu durumları hem kurumlar hem de İHİK üzerinden gündeme getirmeye çalışıyoruz.

Yine, söz konusu bu düzenlemenin "geriye yürümezlik" ilkesine de aykırılık teşkil ettiğini daha önce dile getirmiştik, şimdi de yine dile getiriyoruz çünkü iki düzenleme arasında bir durum olduğunda, bir ihtilaf olduğunda en nihayetinde lehe olan, fail lehine olan hüküm uygulanır ve geriye yürümezlik ilkesinin hukuk devleti gereklerinden olduğu göz önüne alındığında bu ilkeye de bir aykırılık olduğunu düşünüyoruz.

Ve yine, özellikle "ayrımcılık yasağı" ve "eşitlik" ilkesine aykırılık durumunun da söz konusu olduğunu düşünüyoruz. İnfazda temel ilkeye bir aykırılık var, özellikle mesela, siyasi mahpusların sırf ideolojik saiklerle, keyfî ve hukuk dışı gerekçelerle belli haklarından faydalandırılmaması yine ayrımcılık yasağına aykırı olup eşitlik ilkesini de zedelemektedir. Ayrıca, dediğimiz gibi bu düzenleme, aslında infazda temel ilkeye aykırılık teşkil ediyor, teşkil etmektedir. Yine dediğimiz gibi infazda temel ilkeyi düzenleyen 2'nci maddeye baktığımızda -tabii, uzun uzadıya yazmış- aslında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır." şeklinde ve yine (2)'nci bendine baktığımızda da "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." olduğu düzenlenmiş. Ancak dediğimiz gibi, söz konusu uygulamada, yasa değişikliğinden sonraki yönetmelikle birlikte aslında -burada da aslında 2'nci maddeye baktığımızda, ki gelen şikâyetleri ya da itirazları da göz önünde bulundurduğumuzda- genel itibarıyla infazda temel ilkeye bir aykırılık olduğunu da düşünüyoruz.

Ve bununla birlikte, yine, umut hakkının, aslında, burada, neredeyse, bazı durumlarda hükümlülerin, mahpusların elinden alındığını düşünüyoruz çünkü artık -bildiğiniz üzere- halk arasında da "infaz yakma" diye tabir ediliyor aslında bu durum; hani iyi hâllilik durumunun değerlendirilmesi "infaz yakma" olarak isimlendiriliyor. Bu, dediğimiz gibi, aslında umut hakkının da ihlaline yol açıyor. Özellikle mesela, otuz yıl hükümlü kalıp bu süre sonunda serbest kalacağını düşünen çok sayıda insanın bu hakkı elinden alınmış gibi bir durum da ortaya çıkabiliyor. Otuz yıl gibi bir süre -neredeyse ömre bedel- cezaevinde kalan mahpuslar "En azından birkaç yıl daha; bazı durumlarda yedi yıl, altı yıl, beş yıl daha cezaevinde kalacaksın." tehdidiyle de karşı karşıya kalabiliyor. Dediğimiz gibi gerekçe ise sadece ve sadece bazı noktalarda... İdeolojik bazı düşüncelerin de buna sebep olduğu konusunda da şikâyetler ve durumlar ortaya çıkıyor.

Aslında, sonuç olarak değinmek gerekirse bu infaz yakmalar konusunda... Ki oranlara da baktığımızda bu husus aslında daha uzun bir süre bizim gündemimizde olacak çünkü denildiği gibi... Evet, her ne kadar bazı durumlar yeni olmasa da yeni uygulamalar, bunun hayata geçmiş olması durumu aslında böyle, ceza içerisinde ceza olarak değerlendirilen bir durumun yaşanmasına sebep oluyor ve bu süreç, dediğimiz gibi yani 3'üncü ceza süreci de sanki başlatılıyormuş, ha bire yeniden bir ceza, yeniden bir değerlendirme durumu söz konusu oluyor. Dediğimiz gibi söz konusu kurullar hâlihazırda almış olduğu ceza infaz edilmiş kişileri sanki bir kez daha cezalandırıyormuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Buna "mükerrer yargılama" desek hani belki biraz fazla gelebilir ama neredeyse yerinde olabilecek bir durum da olabilir. Hani bu sistem aslında ceza içinde ceza olarak devam ederse daha doğrusu aslında bu sorunun da devam edeceğini çok net görebiliyoruz ama dediğimiz gibi bu husus tabii 2020'deki İnfaz Yasası'ndaki değişiklikle ve sonrasındaki yönetmelikle ortaya çıktı ama not aldığım için şunu da ben de söylemek isterim: Sayın Daire Başkanı sunum yaparken "Cezaevinde tekrar terör faaliyetlerini devam ettirirse..." şeklinde... Yani en nihayetinde bu dildeki durum bile aslında biraz bakış açısının nasıl olduğunu da aslında gösteriyor bize. En nihayetinde şöyle bir motto vardır: "Değişim dilde başlar." diye. Çünkü mesela şunu net bir şekilde avukat olduğumda da görüyorum: Müvekkil soruyor "Ya, ben cezaevine geldiğimde sabahtan akşama ben örgüt üyesi değilim." diyorum "Sen örgüt üyelerinin olduğu koğuşa mı gideceksin? 'Onlara üye misin, değil misin?' şeklinde dilekçe imzalayacaksın, o şekilde senin koğuşunu belirleyeceğiz." diyorlar. Örneğin, mesela diyor ki: Adliyeye girdiğimde, mesela temizlik konusunda... Yani konuşma tarzları dahi ya da oradaki disiplinsizlik durumu benim kaldırabileceğim bir durum değil ama onların işte taraflı, tarafsız denilen koğuşlarda bir tercihe zorlama ya da bunun bir örgüt üyeliğiyle bağlantılı olma durumu -ki Sezgin Bey de hani bu durumu dile getirdi- hani bu hususların biraz daha netleştirilmesi gerek, Yargıtay kararlarındaki durumun da göz önünde bulundurularak bu hususun da biraz netleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.