| Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
| Konu | : | Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve 87 Milletvekilinin, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi (2/4222) (Tali Komisyon) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .02.2022 |
MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Evet, teşekkürler Kıymetli Başkan.
Ben de bütün katılımcı arkadaşları selamlıyorum.
Evet, tali bir Komisyon olarak toplandık ama öncelikle şöyle başlamak istiyorum: Şimdi, biz Çevre Komisyonu olarak bu ve buna benzer teklifleri böyle koştur koştur görüşüyoruz. Oysa bu düzenlemenin, başta Çevre Komisyonu olmak üzere, çok uzun boyutlu ele alınması gerekir çünkü biz burada öylesine, sıradan düzenlemeler yapmıyoruz yani sonuçları uzunca yıllar, onlarca, belki yüzlerce yıllar hissedilebilecek düzenlemeler yapıyoruz, dolayısıyla büyük bir sorumluluk ve ciddiyet gerektirir. Şimdi, yasa geliyor, koştur koştur geliyor önümüze, daha incelemeden Komisyon kuruluyor, belki de doğru dürüst görüşülmeden de Meclisten geçecek. Şimdi bu, tabii, başlı başına bir sorun, problem.
Şimdi, sunum yapan arkadaşımız da ifade etti, dedi ki: "Anayasa Mahkemesi iptal etti, sonra buraya gelmek zorunda kaldık." dedi. Evet, aynen de böyle oldu. KHK'lerle bütün bu sorunların bir biçimde çözülme alışkanlığı var yani "başkanlık modeli" denilen yönetim biçiminde KHK'lerle hemen hemen her şeyi aradan çıkarma temel bir politika hâline gelmiş durumda. Şimdi, ne kadar acıdır ki bunun buraya gelmiş olmasının sebebi, işte, bu Anayasa Mahkemesinin ret meselesi. Oysa bizzat Komisyonun kendisinin bunun burada çok daha uzun tartışılmasının koşullarını yaratması gerekirken maalesef bunları yapamıyoruz.
Değerli arkadaşlar, şimdi bu nükleer meselesi Çevre Komisyonunda tartışılıyor. Nükleer meselesi dünyada tartışılan bir mesele ama bizim bakış açımız öncelikle şöyle, biz daha öncesindeki birçok düzenlemede de bunu ifade ettik: Bizim esaslı bir tartışmaya ihtiyacımız var, esaslı bir tartışmaya. Yani enerji nedir; kimin için, ne için enerji; doğayla barışık olmak nasıl bir şey; doğa ile insan yararına bir siyaset, enerji politikası nasıl bir şey; bütün bunların tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.
Şimdi, bakın, tüm dünyada küresel iklim kriziyle gündeme gelen bir yok olma süreci var. Şimdi, bütün dünya, insanlık, yakın bir gelecekte yok olma riskiyle karşı karşıya. Yani dolayısıyla bundan otuz sene öncesinde belki gündemimizde hiç olmayan bazı meseleler bugün gündemimizde. İşte "uzayda hayat, yaşam" tartışmaları var vesaire. Dolayısıyla, şimdi bugün yapacağımız tartışmalar öylesine tartışmalar değil, çok güncel tartışmalar. Enerji meselesi bunun başında geliyor.
Şimdi, bir avuç sermaye şirketinin yani 100'e yakın şirketin yönettiği bir organizasyona dönüşmüş durumda tüm dünya ve tüm dünyayı yöneten bu birkaç -10 tane- şirket tümüyle kendi kârlarından ibaret olan politikalarını tüm -7 milyar- insanlığa dayatıyorlar. Bütün bu şirketler, bahsettiğimiz şirketler, işte, emisyon salınımından tutun da kirliliğe varıncaya kadar bütün bunların esasen sorumlusu ve tüm devletler de bu politikalara angaje olmuş durumda. Örneğin, şöyle bir örnek vereyim: Mesela, bakın, şimdi Ukrayna'da bir savaş var. Bu savaşın esasen emperyalist bloklar arasında bir çekişmeden ibaret olduğunu fakat arada Ukrayna halkının, tüm halkın ezildiğini, yok olduğunu, yok olma riskiyle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Şimdi, bakın, Putin bir diktatör ve Putin yayılmacı politikaların sonucunda böyle bir işgale girişti. Öbür taraftan, Amerika'nın önderliğinde NATO -sözüm ona- tüm dünyaya demokrasi ihraç edecek ama dünyada yapmadığı, işlemediği suç yok. NATO'yu geliştirme, büyütme telaşında... Velhasıl, en nihayetinde, bu ülkelerin, bu blokların bir mücadelesi var.
Şimdi, bakın, biz de Türkiye olarak bu Akkuyu Santrali'ni Rusya'yla yapıyoruz. Şimdi, çok sayıda şey anlatıldı, ben size birkaç şey söyleyeceğim. Bakın, bu Rusya'yla kurulan ilişki... Şimdi, mesela, Rusya'ya yaptırımlar tartışılıyor fakat Türkiye adına çıkıp da bir kişi demiyor ki "Biz de Akkuyu Nükleer Santrali'ni yapmaktan vazgeçeriz." Mesela bunu kimse söylemiyor, böyle bir yaptırımdan bahsetmiyor. Herkes birbirine topu atıyor, herkes öylesine yaptırım sözlerinin havada dolaştığını söylüyor ama Türkiye de aynısı yapıyor, Türkiye Hükûmeti de bu konuda son derece tutarsız bir politika içerisinde. Akkuyu'nun işletmesi yirmi yıl boyunca Rusya Nükleer Atom Kurumu Rosatom'da olacak ve daha sonrasında, yirmi yılın ardından da Akkuyu'nin hisselerinin yüzde 51'i yine Rosatom'da kalacak fakat sadece santralin kontrolü Türkiye'de olmuş olacak. Dolayısıyla, başından sonuna neresinden bakarsanız bir tutarsızlık. Şimdi, nükleer meselesi, nükleer güç santralleri meselesi, evet, bir ölüm projesidir. Yani bu proje hiç kimse tarafından açıklanamadı şimdiye kadar. Yani niye buna ihtiyaç var, bu açıklanabilmiş değil. Bugüne kadar yaşanan nükleer santral kazaları da dikkate alınarak bunun bir ölüm... Ve bu öylesine bir ölüm değil yani bir trafik kazasından bahsetmiyoruz. Sonuçları ölüm silsileleri biçiminde kuşaklar boyunca devam eden bir ölüm projesinden bahsediyoruz.
Şimdi, biz bu düzenlemenin buraya getiriliş biçimine esastan itiraz ediyoruz, Komisyonumuzun bunu tartışma biçimine esastan itiraz ediyoruz; Komisyonumuz böyle çalışmamalı, Komisyonumuz sadece yasaları burada geçirmek için araçsallaşmamalıdır. Bu Komisyon esas bir Komisyondur. Dolayısıyla, Komisyonumuz sadece böyle zamanlarda toplanmamalı, daha öncede bu eleştiriyi yapmıştık. Bize gelen, yaşanan çok sayıda gündem var. Bunlara ilişkin tartışmaları yapmalı, denetleme görevini yerine getirmelidir bu Komisyon.
Biz bu kapsamda bir kanun teklifini bugün verdik Meclise. Bu kanun teklifini bugün verdik ve bu kanun teklifini şimdi burada size de özetleyeceğim. Esasen, sonuç olarak burada şunu söylemiş oluyoruz: "Bütün nükleer santraller iptal edilmeli ve bu nükleer güç santralleri ve bu enerji biçimi tümüyle yasaklanmalıdır." üzerine kurulu bir kanun teklifi bu. Bunun hazırlanmasında Nükleer Karşıtı Platform, TMMOB, EMO, Polen Ekoloji, HDP Ekoloji Komisyonu ve özellikle Hocamız Beyza Üstün çok yoğun katkılar yaptılar. Öncelikle bu arkadaşlarımıza, kurumlarımıza katkılarından dolayı teşekkür ediyorum başlarken.
Şimdi, bakın, Türkiye, nükleer güç santrali için enerji ihtiyacını ve enerjide dışa bağımlı olmayı gerekçe gösteriyor, en temel argümanlarımızdan bir tanesi bu. Özellikle 2000'lerden sonra enerjide, enerji yatırımlarında büyük bir artış yaşanıyor. Enerji ihtiyacı olarak belirtilen durum, esas olarak gelişmiş ülkelerin terk ettiği ya da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere transfer ettiği teknolojilerden bahsediyoruz, nükleer de böyle bir mesele. Bunlar: Elektrik ark ocaklı demir çelik üretimi, çimento gibi enerji yoğun sanayi sektörlerinin teşviki, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü tarafından geliştirilen megakent politikalarına bağlı kentsel dönüşüm projeleri, AVM gibi yollarla kentsel yaşamın bir piyasa hâline getirilmesi, ulaşımda kara yolu yatırımlarının esas alınması. Şimdi, burada şunu söylemiş oluyoruz: Bakın, bizim yeni bir yaşamı, doğa ile insanın sağlığıyla uyumlu bir yaşamı kurmak için bütün bunların tartışılmasına ihtiyacımız var yani bu beton ekonomisinin, bu yol ekonomisinin, bu enerji politikalarının hepsinin tartışılması lazım ya da şöyle söyleyeyim: Bugün hem Türkiye'de hem de dünyada ne yapılıyorsa tam tersinin yapılması lazım yani bu şirketlerin kârı uğruna yapılan bütün bu politikaların doğa ve insan yararına değiştirilip dönüştürülmesi, devrimsel nitelikli adımların atılması lazım; bu, artık bir zorunluluk.
Şimdi, bu demir çelik meselesi yani inşaat ekonomisi, çimento, beton ekonomisi... Bakın, Türkiye şu anda bir şantiyeye dönmüş durumda. Şöyle denebilir: "Şantiyeye dönmesi iyidir; kalkınıyoruz, büyüyoruz." Fakat durum böyle değil. Türkiye bir çimento çöplüğüne dönmüş durumda, nükleer çöplüğe dönmüş durumda; dünyadan en çok çöp ithal eden ülkelerin başında geliyor.
Şimdi, bakın, eğer siz insanların doğduğu yerde yaşamasını sağlayamazsanız yani insanları Karadeniz'den, oradan buradan, o bölgeden, bu bölgeden İstanbul'a göç etmek zorunda bırakırsanız dolayısıyla o kentlerde yeni inşaatlar yapmak zorunda kalırsınız, bu da zaten inşaat şirketlerinin... AKP'nin zaten kendisini de tarif ettiği... "Biz ülkeyi bir şirket gibi yöneteceğiz." demişti, AKP tam da böyle yapıyor. "5'li çete" diye bilinen -ama şöyle genişletebiliriz- yani "Anadolu sermayesi" denilen, "MÜSİAD sermayesi" denilen inşaat ekonomisine dayalı bu şirketlerin de bir koalisyonu olduğunu bildiğimiz AKP'nin yürüttüğü politikanın geldiği nokta bu.
Şimdi, örneğin, siz Kanal İstanbul'u yapıyorsunuz, Kanal İstanbul'a -iktidarın söylediği 500 bin- en az 1 milyon insanın geleceğini bilim insanları net olarak ifade ediyorlar -1 milyon ve üzerinde- dolayısıyla göç eden insanları oraya... Yeni kentler, İstanbul'u büyüterek megakentler yaratıyorsunuz. Bunun çözümü insanların oldukları yerde yaşamalarını sağlamaktır yani köyleri boşaltmadan, köyleri boşaltmak zorunda bırakmadan, oraları vahşi turizme -işte, bir taraftan Arap sermayesine, bir taraftan Avrupa sermayesine- pazarlamadan, peşkeş çekmeden insanların orada hayvancılık ve tarım yaparak yaşama şartlarını sağlarsanız megakentlere ihtiyaç olmaz, büyük kentlere ihtiyaç olmaz, Ankara'nın, İstanbul'un, İzmir'in nüfusu katlanarak artmaz. Dolayısıyla, burada sadece nükleer meselesi değil, bütün olarak bir politika eleştirisi yapıyoruz.
Bakın, tasarruf meselesi... Şimdi, deniliyor ki: "Türkiye'nin elektriğe, enerjiye ihtiyacı var." Biz defalarca söyledik, bir kez daha söylüyoruz: Türkiye devletinin, Türkiye ülkesinin enerjiye ihtiyacı yoktur. Türkiye'de şu anda ihtiyaç olandan fazla elektrik üretimi yapılmaktadır; bu, bilim insanları tarafından çok net olarak ortaya konmuş bir realitedir.
Bakın, arkadaşlar, TMMOB ve EÜAŞ tarafından hazırlanan raporda mevcut enerji altyapısının rehabilitasyonu ve değişik tasarruf tedbirlerinin devreye konulması sayesinde yüzde 20'ye yakın tasarruf sağlanabileceği ortaya konuluyor. Sadece iletim hatlarının onarımından elde edilecek enerji Türkiye'de HES'ler ve nükleer dâhil olmak üzere birçoğunun gereksiz olduğunu ortaya koyuyor yani bu ihtiyacı fazlasıyla karşılayabiliyor.
Bakın, Türkiye'de 65 ilde 441 tane AVM var; dünyada böyle bir oran olduğunu ben bilmiyorum, bilen varsa söylesin, böyle bir oran yok, AVM enflasyonu... Ve orta ölçekli bir alışveriş merkezinin aylık elektrik gideri 15 bin hanenin elektriğine bedel. Tekrar söylüyorum arkadaşlar: Orta ölçekli bir alışveriş merkezinin aylık elektrik gideri 15 bin hanenin tükettiği elektriğe eşittir. Şimdi, bazen yapılıyor ya "Evde elektriği, lambayı söndürün, çocuklara eğitim verin." falan filan; bunlar gerçekten boş işler yani bunların hiçbir katkısı yok. Elbette ki yapmak lazım, elbette ki tasarruf etmek lazım her koşulda ama bir ülkenin ihtiyaçları söz konusu olduğunda "Evlerinizde bunu yaparsanız sorun çözülür." demek doğru değil, gerçekten doğru değil. Dolayısıyla tasarruf tedbirleri tartışılırken AVM'lerin de tartışılması gerekiyor.
Yine, bakın, ihtiyaç meselesi... Türkiye'de 10.457 adet enerji santralinde toplam 99.819 megavat kurulu güç bulunuyor, kurulu güç. Yine, bunların üretimi 319.275 megavat yani lisanslı üretim bu düzeyde ama gelin bakın ki tüketim 2021 Ocak-Aralık döneminde, tüketimin en yüksek olduğu andan bahsediyoruz, 56.304 megavat yani düşünün, tüketim maksimum 56 bin megavat ama üretilen enerji bunun neredeyse 3 katı. Şimdi, tabii, sormak lazım: Hangi enerji ihtiyacı, neyin ihtiyacından bahsediyoruz? Böyle bir şey yok. Bu tümüyle enerji şirketlerine yeni imkânlar, yeni olanaklar, kasalarını doldurmak için üretilen şehir efsaneleri bunlar. Yine nükleer güç santralinin gerekliliği açısından da baktığınızda bu veriler, bu nükleer güç santrallerine bu anlamda da ihtiyacın olmadığını gösteriyor.
Şimdi bakın, bir diğer mesele nükleer kazalar. Şimdi deniyor ki "Nükleer güç santralleri en zararsız, en tehlikesiz, en ucuz enerji sistemleridir." Tam tersine, ne ucuz ne zararsız; en zararlı ve en pahalı sistemlerden bir tanesi nükleer güç santralleri. Şimdi, sadece birkaç tane kazadan yine az önce hatibimiz de bahsetti, Murat Bakan arkadaşımız, ben de yine altını çizmek istiyorum, kazalar yaşandı. Şimdi 3 tane kazadan bahsedeceğiz ama sonuçları dünya açısından yüzyıllar boyunca hissedilen, hissedilecek kazalardan bahsediyoruz yani bir trafik kazasından bahsetmiyoruz. Şimdi, sadece Çernobil'de yaşanan kaza işte, bugün, bu Ukrayna'daki savaşla yine gündeme geldi, hâlâ orada aktif güç üniteleri var yani Çernobil kazasının yarattığı sonuçlar hâlen sürüyor. Karadeniz bölgemiz başta olmak üzere, bu açıklanan rakamların birkaç katını düşünürsek Karadeniz gerçekten bir soykırıma neredeyse uğradı bu Çernobil'den kaynaklı. Bunun sebebi de kim? İşte o "Çernobil zararsızdır." diyen hatta o dönem -işte, az önce yine bahsedildi- onun çayını içmeyi bir marifet olarak sunan iktidar yöneticileriydi fakat sonuçlar ortada. Şimdi, en son Fukuşima kazası yaşandı. Şimdi, Fukuşima kazası, tabii, şu açıdan belki dikkat değer: Japonların bu konuda teknoloji anlamında çok gelişkin olmalarından kaynaklı çok dikkatli olmalarını düşünürsünüz, beklersiniz ama yaşanan şeye baktığımızda denizde yaşanan bir depremin yarattığı sonuç son derece ağır ve nereye varacağı, ne kadar etkisinin olacağı da henüz kestirebilmiş değil.
Şimdi, dünyada nükleer ne aşamada? Dünyada nükleer şu aşamada arkadaşlar: Bakın, Avusturya, Filipinler ve Brezilya yapımı biten nükleer santralleri çalıştırmadan kapatmıştır, kapatmışlar. İsveç 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında tüm nükleer santrallerini kapatma kararı alıyor. İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika, Finlandiya, Rusya, Çin, Endonezya, Küba, Tayland ve Vietnam nükleer planlarını terk ediyorlar. Almanya'da son 6 nükleer santralden 3'ü daha kapatılmış. 2030 yılına kadar da rüzgâr ve güneşten üretilen yenilenebilir enerji kaynaklarında elektrik tüketimi talebini karşılamayı hedefliyorlar. Türkiye'de ise tam tersine, Amerika'yı yeniden keşfetmiş gibi, nükleer güç santrallerini yeniden bulmuşuz, muazzam bir buluş gerçekleştirmişiz ve bunu da muazzam bir kazanım olarak sunmaya çalışıyoruz. Tümüyle bir manipülasyon, tümüyle yanlış bir siyasetle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz.
Şimdi, bakın, Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin yapımı Mersin Akkuyu'da gerçekleşiyor, herkes biliyor. Her biri 1200 megavatlık toplam 4 üniteden oluşuyor ve 4.800 megavat gücünde olacak proje için önemli olan ekipman ve teknoloji ürünlerinin çoğu da Rusya'dan geliyor. Şimdi -neymiş efendim- dışa bağımlılıktan kurtulacaktık değil mi? Oysa bir bakıyorsunuz ki aslında tam tersine, bütün bu nükleer santraller dışa bağımlılığı katmerli hâle getiriyor.
Ucuz değil nükleer santraller, aksine pahalı. Otuz, kırk yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça karşılaşılan kazalar, devre dışı kalmalar, bakımlar ve onarımlar nedeniyle çok pahalı hâle gelebiliyor. Tabii, buna şu dâhil değil yani kazalar sonucunda oluşan ölümler, silsile hâlinde gelişen doğa ve halk sağlığı sorunları, bütün bunlar bu riskin içinde yok.
Şimdi, bu arızalar meselesi de engellenemeyen bir durum yani bunlar engellenemiyor; her koşulda, bir biçimde arızalar devreye giriyor. Mesela, Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi, başladığı günden bugüne, tonlarca ağırlıktaki reaktörü taşıyacak olan beton zeminde oluşan çatlaklar, trafo patlamaları, su basmaları ve yine işçi eylemleri ve cinayetleriyle gündeme geldi, yani çok sayıda da işçi orada hayatını kaybetti. Tabii, bu kazalar meselesine orada yaşanan iş cinayetlerini de eklemek gerekir.
Yine, 2021 yılında 3 işçi, 24 Şubat 2022 tarihinde ise türbin yapımında kullanılan vincin halatının kopması sonucu 1 Rus işçi hayatını kaybetti. Yine, 27 Şubat 2022 tarihinde yani dün, işçi servisinin kaza yapması sonucu 18 işçi yaralandı.
Tabii, nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda kanser vakalarında yüzde 400'lük artış ve genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar, yaygın lösemi hastalıkları da yaşanıyor.
Şimdi, tabii, deprem burada önemli meselelerden bir tanesi. Akkuyu Nükleer Güç Santrali'ne 25 kilometre uzaklığındaki aktif Ecemiş Fay Hattı'nda meydana gelecek bir depremde tam bir felaket yaşanabilir. Bu durumda, Türkiye'nin yanı sıra tüm Orta Doğu coğrafyasının etkileneceği biliniyor.
Şimdi, bakın, Türkiye'de yüzde 8-20 oranında olan elektrik, üretim, dağıtım ve iletim sistemlerindeki kayıp ve kaçak oranı -yani 8 ve 20 arasında oran- OECD ortalamasının 3 katı. Yani başta da söyledim, sadece bu meselede bile tutarlı bir devlet politikası hayata geçiren, kâr odaklı değil... Yani kâr odaklı bakan bir siyaset bunu yapmaz, yapma şansına sahip değil ama halk odaklı, doğa odaklı bakan bir devlet, hükûmet siyaseti elbette bu meseleyi çok rahat çözebilir. Şimdi, tabii, bu iletim hatlarının telafi edilmesi cepten para çıkmasına sebep olur, cepten para çıkarsa şirketlere hortumlayacak para kalmaz; dolayısıyla olmaz. Ne yapacağız? Ancak böyle yapacağız yani başka şansı yok.
Şimdi, trafo ve enerji üretim santrallerinde yapılacak teknolojik yeniliklerle üretim kapasitesinin dörtte 1'i, yani 4-5 adet Akkuyu Nükleer Santrali'nin üreteceği elektrik elde edilebilir bu tasarruf önlemleriyle. Yine, ayrıca kompakt ampullerin kullanılması durumunda da en az 2 adet Akkuyu Nükleer Santrali'nin sağlayacağı elektrik tasarruf edilebilir.
Şimdi, Sinop'tan bahsedildi. Sinop Nükleer Güç Santrali Projesi'nde hazırlanan bilirkişi raporunda ise kaza durumunda acil tahliyenin güç olacağı, atıkların akıbetinin belirsiz olduğu, yer seçiminin hatalı olduğu, deprem, heyelan ve tsunami konusunda birçok eksikliklerin bulunduğu, çevredeki biyoçeşitliliği yok edeceği, tarım alanlarına, su varlıklarına telafisi imkânsız zararlar vereceği ortaya konuluyor. Bilirkişi raporundan bahsediyoruz arkadaşlar, Sinop'ta. Ve burada, o su ısıtma meselesinin yarattığı, su ekosistemine vereceği zararların da çok kapsamlı ele alınması gereken büyük zararlar olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi gelelim en önemli meseleye: Atık meselesi. Radyoaktif atıkların zararsız hâle getirilmesi, nükleer santral yapmaktan daha maliyetli ve yine ciddi ekonomik yük getiriyor. Denilebilir ki "Radyoaktif atıkların doğaya, canlılara zarar vermesi kesinlikle engellenemiyor." Bu, zaten, nükleer santrali savunanlar tarafından da bırakılan bir boşluk, orası bir boşluk, oraya dair hiçbir... İşte, 9'uncu maddede söyleniyor ama oluşacak olanların nasıl yok edileceği bilinmiyor. Mesela, Sinop NGS'deki depolama meselesi hâlâ muallak. Şimdi, Karadeniz Fay Hattı, Karadeniz'e paralel bir şekilde ilerliyor; deprem tehlikesine ek olarak Sinop'ta heyelan tehlikesinin bulunduğu da söyleniyor.
Şimdi, burada nükleer güç santrallerini büyük bir başarı olarak sunan arkadaşlarımıza soruyorum, bunun güvenliğini işte, bir biçimde anlatmaya çalıştılar: Bu İzmir'in Gaziemir'inde yanılmıyorsam on dört-on beş yıldır terk edilmiş bir fabrika bahçesinde nükleer çubuklardan ibaret bir atık alanı var. Şimdi, bakın, burada TAEK tarafından 2007 yılında yapılan araştırma sonucunda 100 bin ton radyoaktif atık gömülü olduğu rapor edilmiş, devletin resmî raporu. Tesiste Türkiye'de bulunmayan nükleer çubuklar... Türkiye'de bulunmayan çünkü Türkiye'de nükleer çubuk niye olsun, nükleer santral yok zaten. Nereden gelmiş bunlar? Bunu biz kime soruyoruz? Devlete soruyoruz. Defalarca sorduk, defalarca konuştuk, burada konuştum, Mecliste konuştum, soru önergeleri verdik vesaire. Sadece ben değil yani İzmir kamuoyu, halk, birçok vekil, muhalefet, herkes defalarca, belki onlarca kez bunu sordu fakat hâlen şu anda bu nükleer çubukların nereden geldiği, bunların neden kaldırılmadığı, bunun yarattığı sonuçlarla biz nasıl baş edeceğiz kapsamında bizim Çevre Komisyonumuzun yaptığı bir şey yok ve düşünün, biz şimdi burada güvenli nükleer güç santralleri meselesini konuşuyoruz. Daha İzmir'in merkezinde böyle bir meseleyi çözemeyen biz nükleer güç santrallerinin güvenliğini konuşuyoruz, en güvenli sistemler olduğunu tartışıyoruz. Şimdi, ben kendi adıma buna söylenecek söz bulamıyorum yani laf bulamıyorum gerçekten. Biz gittik, orada etrafındaki yerleşim yerleriyle konuştuk, kanser oranları inanılmaz artmış durumda yani inanılmaz artmış durumda kanser oranları. Zaten her ölçümde bu çok net olarak görülüyor yani normal değerin 219 katı düzeyinde bir nükleer radyasyon var.
Şimdi, tabii, sonuç olarak, bizim kanun teklifimizde ortaya koyduğumuz öneri şu: Akkuyu Nükleer Güç Santrali, Sinop Nükleer Güç Santrali dâhil olmak üzere tüm bu projeler derhâl iptal edilmelidir ve yeni nükleer güç santralleri yapılması yasaklanmalıdır.
Ben burada şunu söylemek istiyorum: Bakın, şimdi, bu yeni dönem siyasette şöyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız yani sarayda kurulmuş "paralel" diyebileceğimiz bir sistem var, orada yasalar çıkıyor, şirketler talep ediyor, biz de Parlamentoda bunları bir biçimde oy çokluğuyla geçirmekle yükümlü bir sistemden bahsediyoruz. Şimdi, bu, tabii, bir taraftan da burada el kaldırıp indiren iktidar bloğunun kendi sorumluluğunun olmadığını düşündürtebilir, "Nasılsa bize geliyor, bizim yapacağımız bir şey yok." denebilir ama ben bunun böyle olmadığını düşünüyorum. Bakın, bu Komisyon sıradan bir komisyon değil. Daha önce de söyledim, tekrar söylüyorum: Ekonomi politikalarını değiştirebilirsiniz, sağlık politikalarını değiştirebilirsiniz, efendime söyleyeyim, eğitim politikalarını değiştirebilirsiniz beş sene, on sene, yirmi sene daha fakat çevre ve ekolojinin yaşadığı tahribatı ortadan kaldıramazsınız. O yüzden herkes, bütün arkadaşlar bu sorumluluğun farkına varmalıdır. Bu Komisyondaki, öğleden sonra görüşülecek diğer Komisyondaki bütün katılımcılar bu yasa düzenlemesiyle bu nükleer santral meselesinde verdikleri oyların vebalini üstleneceklerdir. Ortada bir suç işlendiğini herkes görmek zorundadır. Bu, doğaya ve insana karşı işlenmiş çok açık bir suçtur ve buna el kaldıranlar tarihin önünde, gelecek nesillerin önünde suçlu olacaklardır. Bunu buradan bir kez daha söylüyorum, bunun altını kalın kalın çizmek istiyorum ve sonuç olarak şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: Türkiye'de enerji meselesi bir kalkınma meselesi değildir, enerji meselesi gelecek meselesidir, doğa ve insanın geleceği meselesidir; bu şirketler kâr etsin diye ele alınacak mesel değildir. Kendimize gelelim. Şirket dediğimizde şöyle söyleyenler olduğunu biliyorum, daha önce de karşı karşıya kaldık: "Siz şirkete, sermayeye karşısınız." Evet, biz sermaye ve şirkete karşıtlığımız şudur: Biz insana ve doğaya rağmen bir kalkınma olmayacağını söylüyoruz. Eğer bu şirket ve sermaye sistemi bir avuç insanı zenginleştirirken milyonlarca insanı açlığa ve yoksulluğa mahkûm ediyorsa biz bu sisteme elbette ki karşıyız. Biz istiyoruz ki insanlar emeğinin karşılığını alsın, doğayla barışık yaşasın, yarınını düşünmesin, geleceğini düşünmesin, bunun adına ne derseniz biz bu sistemi savunuyoruz ama buna siz "Şirketler kâr edecek, iktidar da şirketler koalisyonudur. Dolayısıyla biz ülkeyi de bir şirket gibi yöneteceğiz." derseniz bu olmaz, buna biz siyaseten karşıyız. Bu bir tarafa koyuyorum, az önce söylediğime geliyorum. İnsanlığa ve doğaya, geleceğe, dünyanın geleceğine karşı bir suç işlemekten bahsediyorum ben, buradan çıkmak lazım ve bu konudaki bizim kanun teklifimizin de hızlı bir biçimde gündeme alınması gerektiğini de düşünüyoruz.
Bu anlamda bu düzenlemenin gündemden çıkartılması ve bu konuda tüm katılımcıların, iktidar ve benzeri basıncından kurtulup çok somut gerçeklere bakarak sorumluluk alması ve tutum alması gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum.