KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, acaba Sağlık Bakanlığı temsilcisi var mı salonda? Enerji Bakanlığı var mı?

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Değerli arkadaşlar, hocanın Sağlık Bakanlığı hatırlatması sonrası sizden ricam maskeleri mümkün olduğunca takalım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sağlık Bakanlığı hep maske, mesafe... Ya hepimiz çıkaralım ya hepimiz takalım. Risk altındayız ya hepimiz çıkaralım -eğer risk yoksa- ya da hepimiz takalım.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Arkadaşlarımıza hatırlatmayı yaptık.

Buyurun Hocam.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Evet, selamlıyorum hepinizi, özellikle Oğuzhan Bey'i selamlıyorum çünkü Marmaralı yıllar...

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Oğuzhan Bey, kıymetini bil, bak, İbrahim Hoca sen olmadan konuşma yapmadı.

OĞUZHAN KAYA (Çorum) - İbrahim Hoca, benim Hocam.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Ha, ona göre.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - 1990'lı, Marmaralı yılları selamlıyorum ve bu şekilde başlıyorum.

Tabii, Oğuzhan Bey'e sonunda bir soru soracağım, dolayısıyla selamlama karşılıksız değil.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Hocam öğretmediysen hiç sorma.

OĞUZHAN KAYA (Çorum) - Hocam...

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - "Hocam" diyor.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sağ olsun.

Şimdi, efendim, burada tabii, uzunca dinliyoruz, herkesi dikkatlice dinlemeye çalıştım ve yararlandım da. Sayın Başkan, sizin konuşmanızın da diğerlerininkinin de tabii, Bakanlık temsilcilerinin de Oğuzhan Bey'in de 3 aşamalı bir yaklaşımı söz konusu. Birincisi, yasa etki analizi açısından; ikincisi, çevresel etki değerlendirmesi bakımından; üçüncüsü ise İç Tüzük madde 38, Anayasa'ya uygunluk bakımından. Şimdi, bu ilk ikisini göremedim. Evet, tamam, gerekçe var, Oğuzhan Bey uzunca açıkladı ana metni ama yasa etki analizini göremedim. Eğer Nükleer Düzenleme Kanunu'nda yasa etki analizi olmayacaksa o zaman yasama etki analizini niçin kullanıyoruz, nerede kullanacağız? Bu birincisi çok ciddi bir eksikliktir. İkincisi ise: Buna bağlı olarak eğer bu yasa önerisinde çevresel etki değerlendirmesi olmayacaksa demek ki o zaman dünyada yasaların çevresel etki değerlerine bağlı olarak çıkarılmasının hiçbir anlamı kalmaz. Sayın Komisyon Başkanımız, bilanço, nükleer santraller, enerji ihtiyacı, bu konularda bilgi verdi, ben dedim ki galiba bu alana girecek ama değindi, girmedi. Şimdi, bu çok ciddi bir ikili eksiktir. Türkiye'de ne kadar nükleer santral yapılacak? Türkiye'nin ihtiyacı nedir? Diğer enerji kaynakları kaldırılacak mı? Hep nükleer santrallere yönelik olarak mı nükleer santral kurulacak? Bütün bunlarda tam bir kuyudayız yani belirsizlik ortamındayız. Bu nedenle yasama etki analizi ile çevresel etki değerlendirmesi bir eksikliktir, mutlaka bunun yapılması gerekir. Espoo... Mesela Türkiye Espoo'ya taraf değil ama -Ermenistan'ın durumunda olduğu gibi- yarın bir gün Akkuyu'da ya da Sinop'ta bizim nükleer santral yapmamız durumunda, bu "Uluslararası ilişkileri etkileyen bir yatırım, çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yapılmıştır." biçiminde bir argümanla Türkiye'ye karşı bu kullanılabilir. Bu bakımdan bu 2 husus çok önemlidir ama şu anda ben biraz daha somut alana kaymak istiyorum bu 2 başlıca eksikliği saptadıktan sonra.

Üçüncü ayak İç Tüzük 38 olayı o açıdan ama uzatmayacağım, o konuda sadece 2 hususa dikkatinizi çekeceğim. Fakat, şimdi, burada bütün konuşmacılar Türkiye'nin başlıca deneyimi olan Akkuyu Nükleer Santrali üzerinde konuşmalarını yaptıklarına göre ve bunun da geleceğe yönelik olarak birçok belirsizliği beraberinde getirdiğine göre bununla ilgili bir iki hususta sizleri bilgilendirmek isterim. 2010'da Rusya'yla, Rusya Federasyonu'yla Türkiye Cumhuriyeti arasında bir uluslararası anlaşmayla Akkuyu Nükleer Santrali kurulma iradesi ortaya konuldu fakat şöyle bir ortamda: Henüz şirket ortada yok. Yani bir Rusya devleti değil de Rusya'daki bir şirket bunu yapacağı için aslında uluslararası antlaşmaya gerek yoktu çünkü uluslararası antlaşma ancak devletler arası, eğer Rusya devlet olarak bunu üstlenirse yapılırdı ama bir şirket söz konusu.

Bir ikinci husus da, şirket için uluslararası antlaşma yapıldığı hâlde ortada şirket yoktu. Şirket, Türkiye ile Rusya arasında yapılan Akkuyu Nükleer Santral Sözleşmesi'nden sonra kuruldu. Şimdi, bu çok ilginç biçimde, Almanya'da yapılan bir uluslararası toplantıda gündeme geldi; uluslararası hukuk ve anayasa ilişkisiydi. Bir rastlantı, oturumun başkanının yanında bir Rus meslektaş... Bu dediğim yapıldı, Ruslara ihale edilecek ama Anayasa Mahkememiz denetleyemeyecek çünkü 90'ıncı madde uluslararası sözleşmelerin Anayasa'ya uygunluğunu denetleyemiyor. Hemen karşıda oturan Polonyalı profesör el kaldırdı, ayağa kalktı, fırladı "Hayır, Anayasa Mahkemesi bunu iptal edebilir." dedi özü itibarıyla denetler anlamında ama gelin görün ki Anayasa Mahkemesi, hâliyle, benim kaygımı doğruladı, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi gereği bunu reddetti.

Tabii, bu konuyu o zaman, on yıl önce tartıştık öğreti düzeyinde de. Ben şimdi size sadece 2 makalenin başlığını iletmek istiyorum: "Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Bir Nükleer Güç Santralinin Yapımına İlişkin Antlaşmanın Hukuki Niteliğinden Hareketle 1982 Anayasası Madde 90'ın İncelenmesi" diyor. Ama ikincinin başlığı daha çarpıcı: "Yargı Denetiminden Milletlerarası Andlaşmalar Yoluyla Kaçmak: Akkuyu Nükleer Güç Santrali Antlaşması" Her 2 meslektaş da şu anda üniversitede doçent arkadaşlar. Şimdi, bu tesise demek ki bu şekilde hukuk dışı bir yolla başlanıldı. Hatta arkadaşlar öneriyorlar, Türkiye'de Anayasa reformu yapıldığı zaman ön denetim, önceden denetim de söz konusu olsun diye.

Bu bakımdan, bugün Akkuyu Nükleer Santral bağlamında ortaya çıkan sorunları tartışırken bu hukuksuz, hukuka aykırı, Anayasa'mıza aykırı, uluslararası hukuka aykırı adımları da görmemiz gerekir çünkü gelecek neye gebedir bilmiyoruz, özellikle Rusya-Ukrayna arasındaki bu savaş, daha doğrusu savaş değil Ukrayna'ya saldırı savaşı sonucu Rusya'ya uygulanacak yaptırımlar bağlamında. Bu çok ciddi bir sorun ama tabii ki temelde konum bu olmadığı için sadece bunu sizlerle paylaştım. Sözleşmenin tarihi 15/9/2010, çevresel etki değerlendirmesi yok, ortada şirket yok, uluslararası antlaşma var; Anayasa Mahkemesi hâliyle 2013 yılında bunu reddetti.

Şimdi, buna gelince, birçok arkadaş, birçok vekil "Niçin Anayasa Komisyonuna getirilmedi?" diye eleştirdi ama ben Anayasa Komisyonu üyesi olarak bunu dillendirmeyeceğim; çok dillendirildi zaten sizin iradenizi de aşıyor. Genellikle Anayasa Komisyonunun çalıştırılmaması yönünde açık bir irade söz konusu çünkü... Aslında niçin buradayız? Oğuzhan Bey, burada bulunmamızın nedenini siz açıkladınız: "Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti, bitmek üzere süre ve hukuki boşluk doğmaması için biz bu öneriyi yaptık, hazırladık ve şimdi huzurunuza getirdik."

Peki, Anayasa Mahkemesi neyi iptal etti sayın vekiller? 16 Nisan 2017'de Anayasa değişikliği oylandı, oylatıldı ve orada "Altı ayda uyum yasaları çıkarılacak." dendi, geçici madde 21'e göre altı ayda uyum yasaları çıkarılacaktı. Altı ayda çıkarılmadı, on altı ayda çıkarılmadı, Hükûmet lağvedildi 2 Temmuzda. Yani 24 Hazirandan itibaren eğer parlamenter rejim devam ediyor olsaydı artık "işgüder hükûmet" olacaktı yani günlük işleri yapan bir hükûmet olacaktı ama Hükûmet zaten kendi kendini lağvetti. Tarihimizde ilk kez Hükûmeti lağvettik. Lağvedilmiş Hükûmet, aslında uyum yasaları konusunda inisiyatif almayan Hükûmet, uyum yasalarıyla hiç ilişkisi olmadığı hâlde 2 Temmuzda -tabii ki bürokratlara yazdırdı- bu metni yazdılar ve bunu, bu kadar yaşamsal bir hususu tamamen Anayasa dışı bir biçimde yazdılar; biz de hâliyle haklı olarak Anayasa Mahkemesine götürdük ve Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti.

İşte, bu bile bizim Anayasa Mahkemesine götürme mecburiyetimizin nereden kaynaklandığının ve hâliyle, açıkça Anayasa'ya aykırı olan düzenlemeler konusunda Anayasa Mahkemesini ne kadar meşgul ettiğimizin ve önündeki dosya sayısını ne kadar gereksiz yere şişirdiğimizin bir göstergesi. Bu bakımdan, yasama faaliyetini de politikamızı da burada ciddi bir biçimde gözden geçirmek durumundayız. Âdeta, halk deyişiyle selden kütük kapar gibi o sırada böyle bir Anayasa dışı düzenleme yapıldı ya da yangından mal kaçırır gibi bir düzenleme yapıldı; ne yerindelik açısından uygundu ne zamanlama açısından ne de Anayasa'ya uygunluk açısından.

Sayın vekiller, şimdi, benzeri sorun CBK'ler tarafından konuluyor, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri açısından da ısrarla Anayasa'ya aykırı düzenlemeler yapılıyor. İşte, bu konu esasen bu sorunun göbeğinde yer alan bir konudur.

Şimdi, ben bu düzenlemeye dönüyorum. Bu, tabii ki Oğuzhan Bey ve arkadaşları... İmza sayısı çok ama imza eden vekiller Genel Kurula bile teşrif etmiyorlar, Oğuzhan Bey çok iyi biliyor bunu. Dolayısıyla, ne kadarı okudu bu metni? 1'inci maddeyi neden böyle yazdılar? Doğrusu, çok iyi bildiğiniz üzere, hukukçu olmaya gerek yok ama ben, hani, bu akşam Oğuzhan Bey üzerinden hukukçu olmayan arkadaşlara da sesleniyorum. "Bu Kanunun amacı, barışçıl kullanım ilkesi esas alınarak, nükleer enerji ve iyonlaştırıcı radyasyona ilişkin faaliyetlerin yürütülmesi sırasında çalışanların, halkın, çevrenin ve gelecek nesillerin iyonlaştırıcı radyasyonun olası zararlı etkilerinden korunmasına yönelik uygulanması gereken ilke ve esaslar ile tarafların sorumluluklarını, bu faaliyetler üzerinde düzenleyici kontrol yetkisini haiz Nükleer Düzenleme Kurumunun..." İyi de sayın teklif sahipleri, sayın vekiller, siz bu Kurumu tanımlıyorsunuz, izleyen maddelerde, yaklaşık 30 maddede ona çok sayıda görev veriyorsunuz. Herhangi bir kurum değil bu yani geleceğe, sadece Türkiye'nin geleceğine yönelik olarak değil bütün bölgeyi, Çernobil örneğinde gördüğümüz gibi felakete sürükleyecek birtakım faaliyetler dizisi ama bu Kurumun statüsünü tanımıyorsunuz. Ya, bu nasıl bir kurumdur? Bu, özerk bir kurum mudur? Mesela, konuşması sırasında Sayın Başkan "Bir denetim kurumudur." dedi. "Bir bağımsız..." Hayır, böyle bir statüsünü tanımadan... Bu özerk midir? Bu, idareye bağlı hiyerarşik bir birim midir? Bunun kendine özgü bir görev, yetki, sorumluluğu var mı? Bunu tanımadan... Şuna benzetiyorum bunu: Siz su basmanı yapmıyorsunuz, temel atmıyorsunuz, 1'inci katı atmadan çatıyı çıkarıyorsunuz. Hangi kuruma bu görev ve yetkileri veriyoruz biz? Evet, Batı'dan bildiğimiz gibi bu tür kurumlar özerk kuruluşlardır; bağımsız, uzman, denetleme ve düzenleme kuruluşlarıdır ama burada bununla ilgili bir şey yok. İptal edilen KHK'de bununla ilgili bir iki deyim var ama burada, bir kez okudum, bir kez daha okudum, bu yok. Bunu yapmadığımız sürece bu yasa önerisi, belirttiğim gibi, daha baştan sakattır, daha baştan sakattır; temeli olmayan bir çatıya benziyor. Bunun statüsünü belirlememiz gerekiyor. Bu, acaba gözden mi kaçtı yoksa bir başka amaç mı var? Bunu bir kez ortaya koymak gerekir. Bunu ortaya koymadan benim diğer maddeler etrafında dolanmam biraz fantezi olabilir, bir kez ben özellikle bunu not ediyorum. Bunun statüsü nedir? Hukuki statüsü nedir? Kurumun başkanını, başkan yardımcısını... İdareye karşı, genel hiyerarşik düzene karşı bu birimin konumu nedir? Kim atıyor başkanını, kim görevden alıyor, nasıl çalışıyor? Görev, yetki, sorumluluk kamu hukukunda ancak statüsü belli olan kişi ya da kurumlar için söz konusu. Milletvekilinin görev, yetki ve sorumlulukları bunlardır, milletvekilinin statüsü belli çünkü ya da öğretim üyesinin budur, bu bellidir ama burada bu belli olmadığı sürece sonraki maddelerin sağlıklı tartışılması mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan, İç Tüzük açısından, Anayasa...

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Hocam, bu eleştirileri size de yazdık bu arada, söyleyeyim.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ne bakımdan?

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Bilmem.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bana nasıl yazdınız yani?

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Oğuzhan Bey vasıtasıyla.

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Yani "Hocası sizsiniz." diyor.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Yani...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, hayır, şu an tabii, eminim ki Oğuzhan Bey...

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Yani, yazdık, yazdık.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Oğuzhan Bey kendi başına yazsaydı mutlaka "Hocam, bu konuda bir teşrikimesai yapalım." derdi.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Yazdık.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, bunu yapardı, bunu yapardı ama şimdi Oğuzhan Bey heyecanla, dikkatle dinliyor en sonunda sorum ne olacak diye. Dolayısıyla, şimdi daha fazla üzerine gitmeyelim fakat bu çok ciddi bir sorun Başkan; bu, İç Tüzük madde 38 gereği... Hani, yirmi dört saat geç olsun, bunu yazalım, inceleyelim. Zaten, kimse... "Biz buna, böyle bir düzenlemeye karşıyız." diye de böyle açık, ortak bir irade yok ama bu çok ciddi bir sorun, bunun giderilmesi gerekiyor.

Şimdi, bunun dışında bir noktayı daha belirtmek istiyorum; şöyle ki: Mesela burada esasen nükleer santral kurulduktan sonra, tesisin var olduğu varsayımıyla bir düzenleme yapılıyor, Nükleer Düzenleme Kurumuna o aşamadan itibaren yetki veriliyor ama bu yasa ile bu yasanın bir tür öncülü olan 5710 sayılı Yasa arasında doğrudan ilişki kurulmuyor. Evet, bir yollama var ama o şeyde kalıyor. Peki, bunun nedeni nedir? Bunun nedeni de şu: Aslında, Türkiye'nin taraf olduğu Nükleer Güvenlik Sözleşmesi ve 29/7/1960 tarihli Nükleer Enerji Sahasında Hukuki Mesuliyete Dair Sözleşme ışığında mevzuatımızı gözden geçirmedik, hep yarım yamalak düzenlemeler yaptık ve bu yarım yamalak düzenlemeler nedeniyle, örneğin bu nükleer santrallerin anayasası sayılan 21/11/2007 tarihli ve 5710 sayılı Kanun çevresel etki düzenlemesine yabancı. Öyle olduğu için de ne yaptık? Rus firmaya, hayalî Rus firma için bir uluslararası antlaşma yaptık, ÇED yapmadan geldik onu bizim egemenlik alanımıza yerleştirdik. Bu bakımdan, esasen bu kadar kapsamlı bir düzenlemenin bu 5710 sayılı Yasa'yı da ele alıp bu düzenleme bağlamına dâhil etmesi gerekirdi. Şimdilik o zaman bununla yetiniyorum.

Bu 1'inci madde ve uluslararası hukuk bakışı çok önemli ama esasen hani sıkça yaptığınız, Paris Sözleşmesi... Evet, Paris modadır "İstanbul dışarı, Paris içeri" oldu son aylarda Türkiye'de, son bir yılda ama bu, tabii ki, bir başka sorun. Oğuzhan Bey, siz yapmadıysanız da Bakanlık yetkilileri haklı olarak Paris Sözleşmesi ve diğerlerine çokça yollama yapmışlar ama Barselona Sözleşmesi'ni unutmuşlar ya da unutmuşsunuz.

Şimdi, Barselona Sözleşmesi -sadece bunu belirteceğim- neden önemli? Nükleer atıklar açısından çok önemli. Nükleer atıklara farklı açılardan sayın vekiller değindiler ama bu yasa önerisi... Akdeniz'de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Hareketleri ve Bertarafından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü -İzmir'i de herhâlde yadsıyamazsınız, İstanbul demiyorum, İzmir, 1996- Türkiye bunu 14 Ocak 2004 tarihinde onaylamış bulunuyor.

Şimdi, bu protokolle buradaki düzenleme arasında bir tutarsızlık söz konusu. Nasıl bir tutarsızlık? Barselona Sözleşmesi'nin ek protokolü olan bu düzenleme tüm Akdeniz havzası ile kıyı alanlarını kapsıyor. Türkiye bakımından Edirne-Hatay arasındaki 10 il bu coğrafi kapsamda yer almaktadır. Bu ek protokol 1'de radyonüklitle kirlenmiş veya radyonüklit içeren atıkları da tehlikeli atık sayıyor. Yalnızca bir cümle, girmeyeceğim bu teknik kavramlara. Radyonüklitler belirli bir kütle sayısı, çekirdeklerin enerji durumu, atom sayısı kararsız olan ve radyoaktif bozulma yaşayan atom sayısıdır. Radyonüklitlerin çoğu radyoaktif radyasyon kaynaklarıdır çünkü A ve B parçacıklarının emisyonuna ve elektron yakalamaya, genellikle elektromanyetik radyasyon oluşumuna yol açan G radyasyon oluşumu eşlik eder.

Şimdi, bu neden önemli? Protokol madde 3, ek 1 bakımından, bu açıdan dünyada tek örnek bu düzenleme. Eğer bu kanun önerisinin gerekçesinde de olsa bu belirtilmiş olsaydı bu konudaki Türkiye'nin yükümlülüğünde bir esneklik payı olabilirdi ama buna tamamen ilgisiz kalınmış, bir atıf bile bulunmamakta çünkü Türkiye'nin çok özel bir durumu var. Buna atıf yapılmamış olması, herhangi biçimde bu düzenlemeye dâhil edilmemiş olması nükleer atık yönetimi konusunda eksik bilgiyi beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan en azından gerekçeye eklemek açısından bu önemlidir. Bu protokolün 5'inci maddesinin 6'ncı bendine göre, Avrupa Birliği üyesi olmayan Akdeniz ülkelerinin yani Türkiye'nin de tehlikeli atıkların -çünkü sadece Türkiye var orada, hem Akdeniz hem Karadeniz'e kıyısı olup Avrupa Birliğine üye olmayan tek ülke bu açıdan- nükleer dâhil, ihracatını ve transit geçişini yasaklaması gerekiyor. Oysa yasa önerisi transit geçidi yasaklamıyor, yasa önerisinin Akdeniz havzasında ve Edirne-Hatay arası 10 ilde bu protokol gereği nükleer atık transitini yasaklaması gerekmektedir. Bu protokol, madde 6 gereği, istisnai transite nasıl izin verileceğini kurallara bağlıyor ama bu konuda bu düzenleme, bu yasa önerisi herhangi bir hüküm içermiyor. Şimdi, ben demek ki bu konu...

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Hocam, affedersiniz, toparlama imkânımız olursa memnun oluruz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Zaten bitiriyordum Sayın Başkanım.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Buyurun.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben sizi çok sabırlı zannediyordum ama.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Estağfurullah. Hakikaten sabırlıyız.

Buyurun.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, şu hâlde, görüldüğü gibi bütününe girmedim. 2 temel, 2 anahtar konuya...

Bir, 1'inci madde... 1'inci madde nedeniyle derhâl bu geri çekilmeli ve 1'inci madde doğru yazılarak işe ilk adım sağlam atılmalı.

İki, bu, uluslararası yükümlülükler bağlamında yapılan bir düzenlemedir. Mutlaka bizim İzmir Protokolü, İzmir Sözleşmesi buna şu ya da bu biçimde dâhil edilmelidir; en azından, gerekçesinde, bunun farkında olduğumuzu, bunun tehlikelerini, getirilerini, götürülerini, Türkiye'nin bunun karşısındaki yükümlülüklerini ortaya koymak açısından -duruma göre kaçınma- bunu belirtmek lazım.

Peki, son sözüm şu olacak: Şimdi, görüldüğü gibi, Sayın Başkan, Sayın Başkanlar, değerli vekiller; çok yönlü sorunlar karşısında bulunuyoruz. Bu çok yönlü sorunları, Akkuyu Nükleer Santral inşaatına, tesisine nasıl adım attığımızı birkaç cümleyle belirterek başladım. On yılda Türkiye'nin ve bölgemizin geldiği durum itibarıyla, bugün, daha bir dikkatle, geleceğe yönelik olarak da bu konuları ele almamız gereğini açıkça gösteriyor, aciliyetini gösteriyor. Çünkü bu yasal düzenlemeyle geleceğe yönelik olarak geriye dönülmesi mümkün olmayan adımlar atılacaktır. Bu bakımdan, bu kadar aceleye getirmeyelim.

Peki, o zaman, demek ki burada bir hukuksuzluk söz konusu, hukuka en çok ihtiyacımızın olduğu bir yerde bir hukuksuzluk söz konusu. Biz, Oğuzhan Bey'i 1998'de Marmaradan mezun ettik, gönderdik. Yirmi yıl sonra partisi beni üniversiteden gönderdi bir gece yarısı, 7 Şubat gecesi, 7 Şubat 2017'de -bu kişisel bir sorun olmadığı için söylüyorum hukuksuzlukların nereye getireceğini- ve iki hafta sonra zamanının Başbakanı, gazeteciler "Başbakan, bu kadar, binlerce kişinin şeyi var, mesela Kaboğlu..." diye sordukları zaman dedi ki: "O ek listelerde kimlerin yer aldığını biz bilemeyiz. Biz komisyon kuruyoruz, bu yanlışları düzelteceğiz." Şimdi, düşünün, beş yıldır bu yanlışlar düzeltilmedi. Bu açıdan, şimdi, Başbakanın beyanı açısından ya benim burada bulunmamam lazım -değil mi- ya Başbakan hatasını dile getirdi ama düzeltmedi. E, ben ama buradayım, yani burada bir sorun var. O zaman, hani, şu soruyu soracaktım: Acaba bir nükleer santral mi tehlikeli, yoksa hukuksuzluk mu tehlikeli? Ama bu soruyu bu şekilde sorarsam, sevgili Kaya, eksik kalır. Eğer her 2 alan da hukuksuzsa yani nükleer santral alanı da hukuka riayet edilmeden, toplumsal ilişkiler de resmî kamu yönetimi de hukuk dışı yönetilirse o zaman sonuç ne olur? İşte, burada, sona sakladığım soru buydu ama tabii ki Oğuzhan Bey'in yanıtlaması için bunu ortaya atmıyorum. Beni esas üzen konu, Başbakan imza sahibi, imza sahibi diyor ki: "Biz hata yapıyoruz, kimler yer alıyor bilmiyoruz ama düzelteceğiz." Şimdi, bunu bir yönetim zihniyeti açısından dile getiriyorum. O zaman, biz bugün önümüze getirilen yasanın, en azından elimizdeyken... Öyle ya, ya kanun hükmünde kararname yanlış ya benim burada bulunmam yanlış. Yani hukuk birbiriyle çelişen 2 durum değil; ya o yanlış ya benim burada bulunmam yanlış. Demek ki bir hukuk dışılık var.

O zaman, sayın vekiller, değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar, dostlar; işin başındayken bunu biraz ciddiye alalım, hiç değilse bu yasayı biraz geliştirelim, Anayasa'ya uygun hâle getirelim, yasama etki analizini yaptıralım, yapalım, çevresel etki değerlendirmesini yapalım -38'inci madde çerçevesinde Anayasa'ya nasıl uygun hâle getirilebilir, ben o konuda vaatte bulunuyorum- ve doğru adım atalım. Tarihe karşı çok ciddi sorumluluğumuz var, yalnızca bizim gelecek kuşaklarımıza karşı değil, bölgemize karşı da sorumluluğumuz var çünkü bu bütün bölgeyi etkileyecektir, yarın bir gün ortaya çıkabilecek bir nükleer facia.

Bakın, "hadise" demiyorum, siz "hadise" diyorsunuz, hangi sözcüğü çevirdiniz, ona da sürekli "hadise" diyorsunuz ama o konulara girmedim, ben daha çok geneli üzerinde konuşmayı tercih ettim ama sınırlı olarak.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.