KOMİSYON KONUŞMASI

MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Üzerinde konuştuğumuz yasa teklifinin çok temel birçok sorun barındırdığını söz alan her vekilimizin de ifade ettiği gibi ben de bir kez daha ifade etmek istiyorum. "Tekrar etmeyelim." dediniz ama tekrar gerektiriyor çünkü hızlıca geçirmek istiyorsunuz, biz de tabii ki bunun karşısında muhalefetimizi yapacağız.

Bu yasa teklifinin düzenlediği, nükleer enerji ve Nükleer Düzenleme Kurumu... Düzenleme Türkiye halklarının ihtiyaçları gözetilerek yapılmamıştır; bu kurum ve santraller kurulduktan sonra halk daha ucuz elektrik ve doğal gaz kullanmayacaktır, faturaları da düşmeyecektir. Değişmeyen AKP klasiği, alelacele, bir günde 2 komisyondan bu düzenlemeyi geçiriyorsunuz. "Bu ne acele?" diye sormak istiyorum. Neye, kime yetiştirmeye çalışıyorsunuz? Bu düzenlemeler için Türkiye kamuoyunun görüşü alınmamıştır. Yine, bu alanda ciddi çalışmaları olan sivil toplum kuruluşlarından görüş alınmamıştır, buraya davet edilmemiştir. Türkiye halkları bu tehlikeli felaket döngüsünü kabul etmemiştir, etmeyecek de. Halka rağmen, halka karşı, rant için getirilen bu teklife ve tüm maddelerine bu yüzden itiraz ediyoruz. Muhalefetin uyarılarını dikkate almadan çıkarttığınız birçok yasada kısa bir sürede değişiklik yapma ihtiyacı duyduğunuzu hepimiz beraber deneyimledik ancak nükleer yasası hayati bir meseledir ve yanlış olduğunu fark ettiğinizde meydana gelmiş olan zararlar geri döndürülemez, bunun da bilinmesini istiyorum, vurgulamak istiyorum.

AKP'nin nükleer ve silah sevdası halka söylenen yalanlar üzerine kuruludur. Öncelikle halkı ikna etmek için yapılan ucuz enerji söyleminin tamamen temelsiz olduğu bu yasa teklifinde de açığa çıkıyor. Kurulan nükleer santralden, üretilecek enerjiden tutun bu yasayla kurulmak istenen şirketin sermayesine kadar, çoğu dövize endeksli maliyetler halka ve bütçeye mal ediliyor. Nükleer lobisi ve ona hizmet eden AKP iktidarı rant için medya organlarını, bazı üniversiteleri ve bazı düşünce kuruluşlarını seferber edip bunun iyi olduğuna ikna etmeye çalışsa da halklar bu enerjiyi istemiyor çünkü 2011 Fukuşima felaketinden sonra nükleer enerjiye halk oylamasıyla onay veren bir yer yoktur, şimdi de Sinop'ta ve Mersin'de de halkımız doğayı, çevreyi, toplumu dinamitleyen bu yapılara karşıdır. Ömrü elli yıl olmayan bu doğa talanı santrallerin muhtemel bir kaza sızıntısı, sabotaj durumunda açığa çıkaracağı korkunç doğa, toplum ve çevre kayıplarının dışında maddi açıdan da rantabl olmadığı bilinmelidir.

Halkın tepkisini azaltmak amacıyla uydurulan başka bir yalan da nükleer enerjinin temiz enerji olduğu yönündeki iddialardır. Nükleer enerjinin temiz olduğunu iddia edenler Hiroşima'ya, Nagazaki'ye, Çernobil'e ve Fukuşima'ya bakabilirler yani sonuçlar ortadadır.

Rusya'nın son saldırısı olmasaydı Almanya bu yılın sonuna kadar da tüm santrallerini kapatmayı hedeflemişti. Hiçbir gelişmiş ülke yeni santral açma gibi bir girişim içinde de değildir. Dünya genelinde, bu geri kalmış tehlikeli teknolojinin denetimi ve kullanımının kısıtlanması halkların en temel talebidir. Sadece ABD'de bugüne kadar, Nükleer Denetleme Komisyonunun kayıtlarına göre, felakete yol açabilecek derecede 169 kaza olmuştur. Japonya'da, Rusya'da, İngiltere'de yüzlerce nükleer kaza yaşanmıştır. Çernobil'in etkisiyle bugüne kadar binlerce kişinin yaşamını yitirdiğini, binlercesinin engelli kaldığını, hatta yüzlerce bebeğin engelli doğduğunu da hepimiz biliyoruz, hâlen etkilerini kanser vakalarıyla da yaşıyoruz. Sadece can kayıplarında değil, tüm doğada, toprakta, suda, havada etkileri geniş bir alanda devam eden bu felaketlere yenisini eklemeye gerek yok diyoruz.

Kayıt dışılığın, gizliliğin, derinliğin, olağanüstü hâl hukukunun bir devlet politikası olduğu Türkiye'de bu santrallerin hangi risklerle işletildiğini kamuoyu çoğunlukla bilemeyecektir. Bizler Türkiye milletvekilleri olarak geçen yaz Akkuyu'yu ziyaret etmek istedik. AKP, MHP kolluk güçleri 5 kilometre uzaklığa barikat kurmuş ve geçişimizi engellemişti. Mademki çok iyi ve ülke için önemli bir yatırımsa oraya gitmemize, görmemize neden engel olundu? Bu teklifteki birçok madde aslında nükleer enerjinin muhtemel risklerini, zararlarını ve bu risk ve zararların ortaya çıkması durumunda ulusal ve uluslararası ekolojik, toplumsal ve hukuki kriz ihtimallerini açıkça ifade etmektedir. Bu yasa teklifinde muhtemel bir nükleer zararın belli bir iş zarar tazmin bedelinin bugünden belirlenmesi ve bunun avro olarak nitelendirilmesi de aslında belirsizliği göstermektedir. Nükleer bir sızıntının zarar sorumluluğu 700 milyon avroyla sınırlandırılmış durumdadır ancak bu risklerin çok daha büyük olabileceği bilinmelidir. "Yok olan canların zararları tazmin edilebilir mi?" diye sormak istiyorum. Hiçbir tazmin giden canları geri getiremez.

Yine, bu yasa teklifi, belirttiğimiz üzere aceleyle hazırlanmış, birçok eksikliği olan bir yasa teklifidir. Bu yasa teklifinde, kavramların içinde olması gereken ancak olmayan bir kavram da var. Bu yasa teklifinin 2'nci maddesinde "işleten" kavramı tanımlanmamıştır. Kaza durumlarında, hukuki yargılamada çok önemli olan bu kavramın tanımlar içerisinde bulunmaması da tesadüfi değildir. Nükleer santral işleteni, nükleer kaza sebebiyle ortaya çıkan zararlardan sorumluluğun süjesi yani öznesi konumundadır. Nükleer santral işleteni, yetkili kurum tarafından tanınmış ve görevlendirilmiş gerçek veya tüzel kişi olacaktır. AKP iktidarı döneminde veya iktidarın değişmesi durumunda yeni iktidarlar da bu yandaş özneleri koruma yaklaşımı içerisinde olacaktır. "İşleten" tanımı Anayasa Mahkemesinin usul ve hukuk dışı bulduğu Nükleer Düzenleme Kurumunu kuran kanun hükmünde kararnamede de tanımlanmamıştır. O günden bugüne değişen bir şey yok, neredeyse "kanun hükmünde kararname" adı altında yapılan bu düzenleme, şimdi "kanun" adı altında yapılmaya çalışılmaktadır.

Yasa teklifinde, nükleer açıdan riskli durumlar 12'nci maddede de açıkça sıralanmıştır. "Nükleer santrali işleten, doğrudan bir silahlı çatışma, hasmane hareketler, iç savaş ya da ayaklanmadan dolayı meydana gelen bir nükleer hadiseden kaynaklanan nükleer zarardan sorumlu olmaz." denilmektedir. Buradaki düzenleme, nükleer zararda hukuki sorumluluk durumunu belirsiz hâle getirmektedir. Birçok açıdan çok önemli olan bu durum Türkiye'nin özgün koşulları nedeniyle daha kritik bir hâl almaktadır. Bilindiği üzere, Türkiye'de her on yılda bir darbe mekaniğiyle bu hadiselerden birkaçı yaşanmaktadır, yaşanmıştır. En son 15 Temmuzda, siyasal aktörleri hâlâ netleşmemiş şekilde benzer bir girişim yaşandı. Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalayanların, devletin savaş uçaklarıyla halka ve temsilcilerine ateş edenlerin, Roboski'yi yapanların böyle bir nükleer tesise saldırmayacağının güvencesini kimse veremez. Aradan altı yıl geçmesine rağmen, 15 Temmuzun asıl sorumluları hesap vermemişken bu şekilde bir riski içeren nükleer bir sabotajın hukuki yargılama yetkisinin hangi ilin mahkemesinde olduğunun önemi yoktur. Öte yandan "nükleer zarar" tanımının kapsamına manevi zararın girip girmediği konusunda da Paris Sözleşmesi'nde açıklık yoktur. Bununla birlikte, öğretide yalnızca maddi zararların değil manevi zararların da tanzim edilebileceği belirtilmektedir. Ancak Türkiye'de AİHM kararları, AYM kararları tanınmaz iken tutup öğretiyi esas alacak bir iktidar yaklaşımını ifade etmemiz yerinde olmayacaktır.

Teklifin 21'inci maddesindeki "Kurumun gelirlerinin giderlerini karşılamaması durumunda fark, genel bütçeden karşılanır." düzenlemesi de nükleer santrallerin işletilmeye başlatıldığında dahi kamu bütçeleri üzerinde yük olacağını göstermektedir. Halka açıkça yalan söyleyerek bu enerjinin ucuz ve üretken olduğu ifade edilirken kendini dahi maddi olarak çeviremeyen bu santrallerin kamu bütçesine yük olacağının itirafı bu düzenlemede sunulmuştur aslında. Hani halkın cebinden 1 lira bile çıkmayacaktı?

Teklifin 24'üncü maddesinde ifade edilen risk ve zararlar ortaya çıkmasa bile bu işletmenin zarar edebileceği ve zararın genel kamu bütçesinden ödeneceği bu yasa teklifiyle belirlenmeye çalışılıyor. Kurumun hukuki açıdan statüsünü tanımlaması gereken 24'üncü maddesinde, mali riskler öncelikli görülmüş olacak ki kurumu tanımlamak yerine bu düzenlemelere yer verilmiştir.

Söz konusu bu düzenlemeyle nükleer enerji üretimi nedeniyle açığa çıkabilecek riskler dışında çok ağır olabilecek sonuçlar da listelenmiştir aslında. Nükleer santral kurmanın kendisi bir suç olmalıdır. Bizler nükleer enerjinin doğaya, insana, çevreye ve gelecek kuşaklara verebileceği zararları biliyoruz ve sizlere de anlatmaya çalışıyoruz. Yaşanan nükleer facialara tanıklık ettik, yaşadık ancak siz görmek istemiyor, duymak istemiyorsunuz tüm bunlara rağmen.

Düzenlemenin ilk maddesinde ifade edilen "barışçıl kullanım" ilkesinin mümkün olmadığını tarihsel ve güncel örneklerle, yaşanan kazalarla ve var olan büyük riskler nedeniyle de biliyoruz, sizin de görmenizi istiyoruz. Sadece Hiroşima, Nagazaki gibi katliamlar değil Çernobil ve Fukuşima vakaları da "barışçıl" denilen bu enerjinin risklerini göstermiştir. Olası bir deprem, sabotaj, ihmal veya kaza durumunda ülkeyi dinamitlemek anlamına gelen nükleer tesislerin kurulumunun durdurulması zorunludur.

Nükleer enerji ihtiyacının ilk tartışıldığı 1950'li, 1960'lı yıllarda alternatif ve az riskli diğer enerji kaynakları tam olarak erişilebilir değildi ancak bugün erişilebilir. Bu konuda hem halkların hem de devletlerin son yarım yüzyılda aldığı dersleri görmezden geliyor olabilirsiniz. Ancak şu anda bile Çernobil'in etrafında devam eden çatışma ve nükleer terörizm riski dünya genelini tehdit eder düzeydedir. Bu durumlarda halkın, doğanın, çevrenin ve gelecek kuşakların görebileceği zararın kişilere verilecek hapis cezası veya para cezalarıyla tanzim edilmesi mümkün değildir. Bu cezaların caydırıcılığı olmadığı gibi, icra edilmesi durumunda halkın, toplumun, çevrenin gördüğü zarar da azalmayacaktır, yok olmayacaktır. Nükleer enerjinin kullanım alanlarının yaygınlaştırılması bu suçların teşvik edilmesine alan açmaktadır. Nükleer tesislerin kötü niyetli yöneticilerin, iktidarların, kişilerin denetimine ve yönetimine geçmesinin riskleri de oldukça büyüktür. Özellikle tek adam rejimlerinde bu risklerin ne kadar büyük olduğu, içinden geçtiğimiz tarihî süreçte bir kez daha açığa çıkmıştır. Kamuoyu denetimine açık olmayan, darbe ve dikta dönemlerinde bu tesisler, santraller ülkelerin kendi kendini dinamitlemesi ihtimaline imkân sunar. Vaka yaşandıktan sonra hiçbir düzenleme veya cezai yaptırım bu riskin sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı gibi, riskin büyüklüğü durumunda cezayı uygulayabilecek bir kurum düzeninin kurulmaması ihtimali de vardır. Aslında bu kanun teklifi birçok maddesinde bu risklerin olabileceğini reddetmiyor ancak yaptırım düzenleyerek geçiştirmeyi amaçlıyor. Hâlbuki bu riskler gerçekleştikten sonra geri dönüşü olmayan yıkım ve kayıplar yaşatmakta ve herhangi bir biçimde tazmin imkânı da kalmamaktadır.

Değerli üyeler, Japonya 7-8 bandında olan depremlerde bile hasar oranlarının düşük olduğu, Türkiye'de ise 5'ten büyük depremlerde can kayıplarının yaşandığı bilinmektedir. Orman yangınlarına, sellere, su taşkınlarına müdahalede ve tedbir almada geç kalan bir iktidarın nükleer risklerin gerçekleşmesi durumunda yetersiz kalacağını da açıkça ifade etmek gerekiyor. Böylesi bir durumda binlerce, belki milyonlarca insanın acil nakli gerekecektir ama bu yaz yaşadığımız tecrübelerle bu altyapının da olmadığını hep beraber gördük, yaşadık. Geçen yıl Akdeniz Bölgesi boyunca çıkan yangınlarda halkın çaresiz bırakılması, en temel kamu hizmetlerinin bile günlerce verilmemesi Türkiye'nin kriz durumlarında altyapısının yetersiz olduğunu da göstermiştir. Nükleer sızıntı veya diğer olası risk durumlarında kitlesel kayıpların ihmal, eğitimsizlik, acil hizmetlerin yetersizliği ve tedbirsizlik nedeniyle yaşanacağı bugünden bilinmeli ve bu nükleer cinnetten geri adım atılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, yine, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali egemen bir devletin sınırları içinde olup bir başka devlete ait olan ve o devlet tarafından işletilen ilk ve tek NES olacaktır. İdaresi, işleyiş kuralları, personelleri Türkiye'den değil Rusya'dan belirlenen bu santral Türkiye'nin ve halkımızın çıkarına değildir. Türkiye, Ukrayna krizinde Rusya'nın Avrupa Konseyi üyeliği oylaması sırasında çekimser kalmıştır. S-400 vakasında 36 askerin Rusya tarafından vahşice öldürülmesinde Rusya'ya karşı bir tutum geliştirememesinde bu nükleer bağımlılık ilişkisinin de etkisi vardır. Türkiye ve Rusya'nın ulusal çıkarları iki tek adamın ferasetine, iktidarlarının bekasına ve çıkarlarına mahkûm kalmış durumdadır. Ancak nükleer risk bir kişiye, bir iktidara ve hatta bir ülkeye göre değil, genel olarak dünyayı etkileyen bir felakettir, bu dikkate alınmalıdır. Bu yasa teklifinin alelacele komisyonlara getirilmesi, toplum önünde ve kamuoyunda tartışılmasını engellemiştir. Birçok ülkede referandumla alınan nükleer enerji santrali inşa etme kararının burada üç gün içinde yürürlüğe girecek şekilde Genel Kurula sevk edilmesi kabul edilemez. Her ne kadar geçiş hükümleri düzenlemede içerilmişse de kanunun çok kapsamlı olması, risklerinin geri dönülmez olması nedeniyle söz konusu yasa teklifinin Komisyonda gerekli süre bekletilip gerekli alt ve tali komisyonlarda tartışılması zorunludur bizce.

Nükleer enerji riskleri, sabah Çevre Komisyonunda, akşam Enerji Komisyonunda, bir gün sonra da Genel Kurulda tartışılıp kapatılacak bir konu değildir; bu topluma bu kötülüğü yapma hakkımız yok. Nükleer enerji santralleri güvenlikten radyoaktif atıklara kadar pek çok riski barındırmaktadır. Dünya ülkeleri nükleer santrallerden hem yapım aşamasında hem de sonrasında yol açtığı ekolojik yıkımlar ve olası kazalar nedeniyle vazgeçerken, mevcut santralleri kapatırken NGS konusundaki ısrarın hiçbir mantıklı izahı bulunmamaktadır.

Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'nde nükleerde güvenlik ve emniyet dâhil her türlü sorumluluk yetkilendirilen tüzel kişilere bırakılmaktadır. Söz konusu şirket birçok yasadan muaf tutulmaktadır. Ücretler Cumhurbaşkanı tarafından belirlenirken Yönetim Kurulu üyelerine huzur hakkı da verilmektedir. Teklife göre gerçek veya tüzel kişiler nükleer enerjiyle ilgili faaliyet yürütebilecektir. Lisans verilen nükleer tesisler ve radyoaktif atık sahalarında yapılacak yapılar hakkında Yapı Denetimi Hakkında Yasa ile İmar Yasası'nın fennî mesuliyete ilişkin hükümleri uygulanmayacaktır. Bu kanun teklifiyle Türkiye'nin, dünyanın atık deposu hâline geleceği endişesini de taşıyoruz, birçok arkadaş da ifade etti.

Nükleer enerji gibi çok özgün bir alanda, Enerji Mühendisleri Odası başta olmak üzere, alanında yetkin bilim insanlarının ve ilgili sivil toplum, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin görüş, öneri ve eleştirilerinin alınacağı platformlar oluşturulmalıdır. Örneğin, Türk Tabipleri Birliğinin söz konusu acil durumlar için öngördüğü acil tıp hizmetlerine dair gerekli altyapı ve çalışmalar oluşturulmadan bu kapsamda tesislerin kurulması cinayet niteliğinde olacaktır. Halk ve toplum sağlığını büyük risk altına alan bu saatli bombaların kontrol, denetim ve tedbirlerinin aceleye getirilmeden yerine getirilmesi için bilim insanlarının önerileri titizlikle dikkate alınmalıdır. Bildiğiniz üzere, Hiroşima'ya sonradan yardım götüren insanlar bile yıllar sonra, maruz kaldıkları radyasyonun etkisiyle engelli kaldılar veya yaşamlarını yitirdiler. İlk dönemde yaklaşık 200 bin olan ölü sayısı süreç içerisinde yarım milyona ulaştı.

Dünyanın birçok yerinde ulus devletçiler, ırkçılar, faşistler, kapitalistler, rantçı muhafazakârlar ve birçok görüşten iktidarlar, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları, maddeleri kitlesel olarak halklara karşı kullanmaktan da çekinmediler. Önümüzde -16 Mart tarihinde- yıl dönümü yaklaşan Halepçe katliamı da dâhil son yarım yüzyılda onlarca yerde kitlesel ölümlere yol açan bu silahların kullanımının önlenmesi ancak yokluklarıyla mümkün olabilecektir. Halklar ve ulus devletler topluma karşı kırım imkânlarını oluşturan bu kitle imha silahlarının üretimini, bulundurulmasını ve dağıtımını önleyecek politikalara odaklanmalıdır. Refah da ucuz enerji de ancak barış politikalarıyla mümkün olabilir. Söz konusu enerjilerin barışçıl amaçlarla kullanımı mümkün değildir. Özellikle, nükleer enerjinin varlığı ve söz konusu tesislerin işleyişi riskleri ve başka silahların varlığını gereksiz kılacak kadar tehlike içermektedir.

İkinci Dünya Savaşı sürerken ABD'nin Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombalarıyla yaptığı insanlık dışı saldırının üzerinden yetmiş yedi yıl geçmek üzeredir. Bu büyük katliam insanlık tarihine unutulmaz bir leke sürmüştür. Katliamla birlikte adım atılan atom çağında insanlık, nükleer denemeler, santraller ve silahların gölgesinde yaşamak zorunda kalmıştır. Canlıların ve çevrenin sonunu getiren bu ölüm teknolojilerinin faaliyetlerine ise hâlâ çare bulunmamıştır. Nükleer Karşıtı Platform bileşenlerinin ifade ettiği gibi, biz de ülkemizi ve komşularımızı açık hedef hâline getirecek nükleer santral ve silahların ulusal itibarımızı arttıracak teknolojiler olarak sunulmasını ve halkın yanıltılmasını kabul etmiyoruz.

Küresel kapitalizm ve emperyalizme bağımlılık ilişkileri içerisinde ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alanda yaşanan sıkıntıların arttığı, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan salgın, iklim değişikliği, seller, yangınlar, savaş ve göç felaketlerinin, büyük acıların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde kaynakların kitle imha silahları yerine acilen kamusal ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Nükleer enerji santralleri hangi amaçla kurulursa kurulsun öncelikle kitle imha silahıdır. Türkiye'nin jeolojik ve jeopolitik konumu nükleer riskleri almak için uygun değildir. Dünya ağır bedellerle bu yanlış yoldan döndü. Dünyanın tersine gittiği bu yolda AKP Mersin'e gidiyor. Bu teklif ve nükleer enerjiyi yaygınlaştıran her girişim geciktirilmeden durdurulmalıdır.

Bir kez daha ifade edeyim: Nükleer enerji santralleri güvenlikten radyoaktif atıklara kadar birçok risk barındırdığından, Akkuyu Nükleer Güç Santrali ve Sinop Nükleer Güç Santrali projelerinin iptal edilmesi, yeni nükleer güç santrali projelerinin yapılmaması ve hiçbir şekilde Türkiye'ye nükleer atıkların sokulmaması, nükleer atık ticaretinin yasaklanması gerekmektedir. Bu nedenle bir kez daha sizlere çağrı yapıyorum: Sadece bugünü değil, geleceği düşünelim, nükleer santraller 30 kuşağa yakın bir etki bırakmaktadır, bugününü kurtarmak adına bu teklifi geçirmek yerine gelin geri çekelim. Rant, kâr değil, hep beraber doğa ve yaşam amacımız olsun diyorum, teşekkür ediyorum.