KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan anlayışınız için ve sıralarını bekleyen arkadaşların önüne geçtiğim için de onların bağışlamalarını istirham ediyorum. Gerçekten üst üste toplantılarımız var, o nedenle kısa tutmaya çalışıyorum.

Hoş geldiniz efendim, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Tarihe yollama yapıldı konuşmalarda, ben de 1933'e yollama yaparak sözlerime başlamak isterim. İlk ilahiyat fakültesinin kuruluşuna Fransa'dan gelen çok ünlü -sonradan çok ünlü olan- Profesör Georges Dumezil'in anlatım ve anıları çok önemli. "Atatürk ilk ilahiyat fakültesini kurduğu zaman, 'Müslüman olmayan bir uzman ders versin.' diye beni çağırdıkları zaman ben genç bir "agreje" olarak valizimi aldım, İstanbul'a gittim." diyor. Tabii, gidiş o gidiş; burada dilleri de öğreniyor. Hatta o kadar ki 1986 yılındaki programını dinledim -çok uzun programını- 88 yaşında, sunucunun Türkçesini, Türkçe telaffuzunu düzeltiyor "Öyle değil, böyle telaffuz ediliyor." diyor. Soruyor sunucu: "Sayın Dumezil, sizin bu yaşınızda bu bellek... Üstün zekâlı mısınız?" diyor. "Hayır, öyle de değil. Şimdi, bazı Türkçe sözcükleri düşündüğüm zaman aklıma gelmiyor ve çok üzülüyorum, kızıyorum." diyor. Şimdi, dolayısıyla hani tarihimiz gerçekten zengin bir tarih ve bizim Diyanet İşleri Başkanlığı aslında hükûmetler ötesi bir kurum, anayasal kurum. Dolayısıyla ilahiyat fakülteleri de aynı şekilde hükûmetler ötesi ve uzmanlık alanına dayanan bilimsel kuruluşlar.

Şimdi, burada ben bir ön saptama yapmak istiyorum. Sayın hazırun, tabii ki çok önemli, akademi için bu kadar önemsediğiniz bir yasa önerisi fakat doğrusu, Diyanet İşleri Başkanını da burada görmek isterdik. Evet, bulunduğu her yerde ne kadar bulunması gerekiyor o başka bir şey ama burada, bu yüce Mecliste, böyle bir akademinin kuruluş girişiminin görüşüldüğü yasal düzenlemede bulunması gerekiyordu.

Şimdi, efendim, burada bir hukukçu olarak şunu görüyorum: Hukuk fakültelerinin sayısı çok çok artıyor, ilahiyat fakültelerinin sayısı da çok çok artıyor. Bana sorsanız "Kaç hukuk fakültesi var?" diye, yanıtını veremem ama siz de ilahiyat fakültelerinin sayısını bilemezsiniz çünkü belki sabah geldiğimiz zaman buradan çıkış saatimize kadar "artı 1" hukuk ve ilahiyat kurulmuş olabilir. Şimdi, bunun sürdürülebilir olmadığını bir kez belirtmek gerekir çünkü hukukta gördüğüm şudur: Nicelik arttıkça nitelik azalıyor. Hatta bu öneriyi getirdiğiniz zaman "Acaba ilahiyatta da nitelik çok mu azaldı da bir tür, hani, merkezî bir birim oluşturmak istiyorsunuz?" diye bir soruyu kendi kendime sordum. Tabii, hukuk ve ilahiyattan biri dünyevi adalet, öbürü uhrevi adaleti sağlamak iddiasıyla ikisi birbirine taban tabana zıt görünen kuruluşlar, fakülteler olsa da aslında ele alınan konuların adalet, hakkaniyet, nasfet, ahlak...

HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Birbirini dengeleyen, besleyen, büyüten diyelim.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben de ona değinecektim, ben de ona geliyorum; bunları birlikte işleyen disiplinler olarak ortak paydaları da içeren iki alan. Bu bakımdan, burada, gerekçede Diyanet Akademisi ile ilahiyat fakülteleri arasındaki ilişkinin bu denli belirsiz düzenlenmesi doğrusu benim kafamda "Belki açıklığa kavuşturulması gerekir." şeklinde birçok soru işareti yarattı. Çünkü hani bu ilahiyat fakülteleri cumhuriyetin başından beri kökleşmiş fakülteler.

Şimdi, bunu belirttikten sonra... Tabii ki, sayın vekiller ve sizler çok değerli katkılar sundunuz. Bütün bu söylenenler çerçevesinde konu üç aşamada ele alınabilir: Bir, teknik olarak. Tıpkı her hatibin değindiği gibi, efendim, Anayasa madde 128'e göre; kamu görevlilerinin alınması, onlarla ilgili kriterler yasa tarafından belirginliğe kavuşturulmalıdır. Biz bunu Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda da yaptık, Öğretmenlik Kanunu'nda da yaptık; tabii ki, din hizmetleri sınıfında görev yapacak olan kişileri onlardan ayrı tutmadığımıza göre onlar için de nesnel ölçütler geçerli olmalıdır. Bu nesnel ölçütler yönetmelikte değil, nasıl alınacağı, göreve nasıl intisap edeceği yasa tarafından belirtilmelidir; o konulara girmiyorum, konuşmacılar girdiler. Ben biraz bu konunun anayasal boyutuna, değinilmeyen yönlerine değinmek istiyorum. Çünkü evet, akademi, tabii ki biraz üst kurul olarak bir görünüm veriyor; Polis Akademisiyle karşılaştırıldı, Adalet Akademisiyle... İkisi çok farklı; Polis Akademisi -sayın meslektaşımın belirttiği gibi- Anayasa'da belirtiliyor, Adalet Akademisi ise hukuk fakültesi mezunlarının hâkim ve savcı olarak atanmadan önce onların stajını organize eden bir kuruluş. Şimdi, buna baktığımız zaman, ben bunun yerini Polis Akademisi karşısında, Adalet Akademisi karşısında bir türlü oturtamadım. İhtisas, yüksek ihtisas... O zaman üniversitelerde lisans, yüksek lisans, doktora; aynı mı değil mi? Bütün bunlar gerçekten birtakım soru işaretlerini beraberinde getiriyor.

Peki, neden oldu acaba? İyi niyetle yapıldığından hiç kuşkumuz yok ama böyle bir kuruluşta YÖK'ün -dışlanmış olması demeyelim ama-olmaması, Yükseköğretim Kurulunun olmaması Anayasa 131 açısından ciddi bir sorundur. Sayın Kaya Millî Eğitim Bakanlığını dile getirdi; bence özellikle Anayasa madde 131 açısından, o yapılan istisna, Polis Akademileri için öngörülen istisna çerçevesinde yer almadığından buna mutlaka YÖK'ün dâhil edilmesi gerekiyor. Çünkü uzun dönemde sıkıntılar yaratabilmesi kuşkusuz şu anda tartışabileceğim bir konu değil ama en azından anayasal açıdan baktığımız zaman, teknik açıdan baktığımız zaman böyle bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz.

Değerli konuşmacılar değindiler, Anayasa'nın 70'inci maddesi liyakat ilkesi, zaten siz de bunu benimsediğinizi söylediniz. 73'üncü madde özellikle çok farklı konuşmacıların değindiği... Hani, Anayasa 136'ncı maddede Diyanet İşleri Başkanlığı belirli bir mezhebe indirgenen bir kurum olarak değil, aslında mezheplerüstü hatta dinlerüstü din hizmeti veren bir kurum olarak Anayasa'da düzenlenmiş bulunuyor. Ancak, tabii ki...

HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Hocam, patrikhaneyi alamayız ki altına.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, onu alın demiyorum.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Dinlerüstü... Patrikhaneyi de Diyanet İşleri Başkanlığının altına alamayız ki.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, hayır; onu alın demiyorum ama sevgili Tiryaki'nin de vurguladığı gibi Türkiye'de ciddi bir... Alevilerin taleplerinin Avrupa Mahkemesi önünde defalarca karşılanmış olması, kararlara bağlanmış olması, kesinleşmiş olması -cemevlerinin statüsü gibi- ama bunlar karşısında Diyanet İşleri Başkanlığımızın âdeta tamamen geri planda durması... Bu, Anayasa'nın 73'üncü maddesi açısından yani vergi yükümlüsü yurttaşların hakları açısından, kamu hizmetlerinde nimet ve yükümlülüklerde eşitlik ilkesi açısından ciddi sorun yaratıyor.

Şimdi, efendim, anayasal açıdan bu konuyu tamamlayacak olursam; esasen, tabii ki her kurumda olduğu üzere Diyanet İşleri Başkanlığı için de -Anayasa 136 gereği- böyle bir anayasal maddenin öngörülmüş olması hem Diyanet İşleri Başkanlığının bu görev, sorumluluk yetkileri açısından ne kadar önemli bir kurum olduğunu gösteriyor hem de yurttaşların Diyanet İşleri Başkanlığından beklentilerinin anayasal düzeyde bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu bakımdan -Yıldırım Kaya bunu okudu, ben yeniden okumuyorum- 136'ncı maddenin doğrudan bağlantılı olduğu Anayasa'nın 24'üncü maddesi açısından da mutlaka değerlendirilmelidir çünkü hepimizin ortak paydası olan cumhuriyetin başına yollama yaptık, Atatürk'ten itibaren aldık konuyu.

3 kurum politika dışında bırakılmıştır: Ordu, din ve adalet. Şimdi, bu 136'ncı madde bakımından 24'üncü maddenin özel bir durumu var, o da şu: 24'üncü madde -bilindiği gibi- hepimizin din, inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alıyor; bu bakımdan 24'üncü madde çok önemli. Bu maddeyle tabii ki din dışında kalanlar açısından da bir güvence söz konusu ama 24'üncü maddenin son fıkrası -bildiğiniz gibi- dinin siyasete alet edilmesini yasaklıyor, dinin politikaya alet edilmesini yasaklıyor. Bu bakımdan "laikliğin olumsuz tanımı" olarak da nitelendiriliyor ama bu madde, gerçekten, bizim cumhuriyetimizin temel dayanaklarından biri. Açıkçası, Diyanet İşleri Başkanlığı adına konuşanların söylemlerinin, işlemlerinin ve eylemlerinin zaman zaman Anayasa'nın 24'üncü maddesinin son fıkrasıyla -genel olarak değil- bağdaşmadığını görüyoruz ve aslında bunun Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnızca laik devlet olma özelliğini değil, esasen Diyanet İşleri Başkanlığının yüce bir kurum olma özelliğini de zedelediğini düşünüyorum; bir anayasacı olarak bunu söylüyorum, din özgürlüğünün ne kadar önemli, gerekli ve geniş olduğunu vurguladıktan sonra. Bu bakımdan, teknik olarak bu konu burada tartışılacaktır kuşkusuz gün boyu, tartışılmaya başlandı, istihdam edeceğiniz elemanlar... Ama tabii, orada ilahiyat fakültesinde verilen bir yüksek lisans ile sizin yüksek lisans arasındaki ilişkide bir paralellik doğmamalı.

HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Öyle bir şey yok.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yani, hukuk sistemimiz buna açık değil. Oradaki yüksek ihtisas ile bunun arasında bir paralellik doğmamalı, hukuk sistemimiz buna açık değil. İlahiyat fakültelerine zarar vermeyelim yani hani şu anda çok iyi niyetle bu girişim yapılmış olabilir ama Türkiye'de 100 kadar ilahiyat fakültesi var, bunlara zarar vermeyelim, ilahiyat fakültelerinde de Diyanet İşleri Akademisi hakkında ön yargılar oluşturmayalım. Bu açıdan, farklı hatiplerin "Ya, gelin bunu ayrı bir yasa olarak düzenleyelim, biraz daha konuşalım, biraz daha uzlaşma sağlayalım." biçimindeki önerileri bence de yerinde çünkü yarın bu yasa olacak ama bizler olmayacağız. Bu yasayı çok iyi niyetle çıkaracaksınız ama yarın öbür gün "Acaba biz hata mı yaptık?" deme konumuna gelmeyelim. O bakımdan, teknik yönlerini çok iyi tartmak, tartışmak gerekir; anayasal açıdan mutlaka değerlendirmek gerekir. Biz -Sayın Başkan biliyor- Öğretmenlik Meslek Kanunu'nda tartıştık, burada konuştuk. Hani, "Anayasa Mahkemesine götürmeye mecbur bırakmayın bizi." deyince, kimi zaman onlar kızıyor, kimi zaman da biz biraz fazla "Anayasa" deyince "Anayasa Mahkemesine gidin." diyorlar, tıpkı şu anda Genel Kurulda tartışılan Nükleer Düzenleme Kanunu'nda olduğu gibi. Ama aslında Anayasa Mahkemesine gitmek için değil, Anayasa Mahkemesinin...

NAZIM MAVİŞ (Sinop) - Alışık olduğunuz için söyledik.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Değil. Yok, rica ederim. Söylediğim sözlerin hepsinin altına imza atarım yani öyle...

ALİ KEVEN (Yozgat) - Anayasa ihlal ediliyorsa tabii...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Anayasa Mahkemesi.. Şu an da Nükleer Düzenleme Kanunu Anayasa Mahkemesi...

BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Hocam, toparlarsak... Çok söz bekleyen var.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, bağlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Lütfen bağlayalım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yani burada en azından hani, girişte belirtiğim gibi, sizin de müdahale ettiğiniz üzere, dünyevi adalet ve ilahi adalet arasındaki ortak paydaları dikkate alalım ve böyle bir yasada ortaya çıkacak olan olası Anayasa'ya aykırılıkları burada eleyelim. Bakın, ben telaffuz bile etmedim. Burada Anayasa'ya aykırılıkları eleyelim; bir. İkinci de dinin siyasete alet edilmemesi gerektiği. Din siyasete alet edilmez ise laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün inananlar için, bütün inançlılar ve inançsızlar için güvence olduğunu hepimiz kabul edelim derim.

Sabrınız için, dinlediğiniz için teşekkürler ederim.