KOMİSYON KONUŞMASI

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Şimdi, değerli arkadaşlar, biz sabaha kadar çalışırız, hiç sorun yok ama bu çalışma sistemi, az önce usul tartışmasında da söyledik, doğru değil. Söz hakkımızı verdik çünkü Sayın Vekil ayrılacağını belirtti ama bizim talebimiz aynı nezaketle, aynı saygı çerçevesinde karşılık bulmadı, bu bir.

İkincisi: Şimdi, ben samimiyetle söyleyeyim, bu KEFEK'in etkin çalışmasına, daha etkili yasa yapım süreçlerine, politika oluşturmalarına nasıl katkı olur diye yüksek lisans tezi yazmış bir insanım ama bu KEFEK'teki karşılaştığımız durum gerçekten içler acısı. 2009'da kurulmuş; on üç yıl olmuş Sayın Başkan, on üç yıldır bu Komisyon esas Komisyon olarak 1 tane bile kanun teklifini görüşmemiş. Geçen hafta Sayın Cumhurbaşkanı müjde vermiş, efendim, önümüzde bir kanun teklifi gelmiş. Bu yasa yapım şeklini, yaklaşım şeklini; müzakereci demokrasiyi, katılımcı demokrasiyi reddeden yaklaşımı asla kabul etmiyoruz, bu iki.

Şimdi, konu Ceza Kanunu'yla ilgili olduğu için birazcık "ceza" kuramından bahsetmek istiyorum. Ceza hukuku bakımından aslında bu tarz bir yasa yapımının hiçbir işe yaramayacağını azıcık penoloji ve ceza hukuku bilen herkes bilir.

Şimdi, biraz örnek vereyim: Penolojide cezanın caydırıcılığı konusunda iki temel husus vardır: Birincisi, cezanın bilinirliği; diğeri de cezanın kesinliğidir.

Şimdi, son yirmi yılda cezanın bilinirliğine ilişkin çalışmalar şunu gösteriyor: Suç işleyen faillerin birçoğunun aslında suçları neticesinde alacakları cezalardan habersiz oldukları ve muhtelif suçlara öngörülen cezaların da kamu tarafından bilinirliğinin yasa yapım sürecindeki toplumsal katılıma göre, ülkeden ülkeye değiştiği ama maalesef, bizim ülkemizde bu konuda yok denecek kadar az ampirik bir çalışma var. Yurt dışındaki çalışmaların bize gösterdiği şeyse, özellikle ceza hukukunda katılımcı demokrasi prensipleri gözetilerek paydaşların yasa yapımına etkin katılımı sayesinde toplumda suçun tekabül ettiği cezanın bilinirliğinin arttığıdır. Yani özellikle Ceza Kanunu'nda yapılacak bu değişikliklerin uygulanabilirliğinin ve caydırıcılığının artırılması, kamu bilincinin sağlanması için yasa yapımında katılımcı bir yol izlenmesi gerekiyor; burada öyle bir yol izlendiğini görüyor muyuz? Hayır.

Diğer bir konu, cezaların kesinliği. Şimdi, bu konuda da maalesef ülkemizde bir ampirik çalışma eksikliği var. Bir örnekten bahsedeyim: Yurt dışında, İngiltere'de İçişleri Bakanlığının bir çalışması ülkede ortalama 100 suçun yalnızca 2'sinin kovuşturulduğunu, kovuşturulan suçlarınsa yalnızca yüzde 15'inin cezalandırıldığını belirtiyor. Şimdi, bu durumun da toplumda, işlenen suçlar bakımından, cezasız kaldığı algısı yarattığı söyleniyor; faillerin yakalanma ve cezalandırılma endişelerini azalttığı, dolayısıyla da öngörülen cezaların caydırıcılığını kaybettiği söyleniyor. Ülkemizde ne durumdayız? Son yirmi yıla bir bakarsak, aslında cezasızlık algısının son yirmi yılda giderek arttığını görüyoruz. Kamuoyunda bu cezasızlık algısı o kadar yüksek ki Şule Çet davasında olduğu gibi mesela her kadın artık kadın cinayetinde kamuoyu oluşturabilmek için sosyal medyadan çağrılar yapmaya, tepkiler yükseltmeye başladı; hâkimleri, savcıları göreve çağırmaya başladı. Bu algının sebebi nedir arkadaşlar? Bu algının sebebi sizsiniz, sizin iktidarınızın uygulamaları; bu algının sebebi sizin tek adamınızın, tek bir erkeğin tüm kadınların yaşam hakkını ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme girişimini tek bir gecede kendi kendine verme girişimidir.

Şimdi, gerçekten, bu algının sebebi olarak, sonucu olarak öngörülen cezaların gerçekten uygulanmadığına ya da uygulanamadığına ilişkin bir örnek vereyim mesela: 2021'de Konya'da 1,5 yaşındaki kızının ve eşinin üzerine kaynar su döken fail şöyle söylemiş: "Şimdi seni öldürsem beş yıl alırım, üç yıl yatar çıkarım." Sonra ne olmuş? Fail dört buçuk yıl hapis cezasına çarptırılmış, iyi hâl indirimi de uygulanarak cezası üç yıl dokuz aya kadar inmiş. Şimdi, burada kanunun lafzı mı yoksa uygulama mı sorumlu arkadaşlar? Suçlunun okuduğum ifadelerinin sebebi kanun mu, uygulama mı?

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, biz kanun koyucuyuz, değil mi? Biz kanun koyucular bir suçun arkasındaki esas nedeni belirleyemezsek, bunu önlemek için çalışmazsak, yaptığımız yasalarla uygun, tutarlı politikalar -mesela- belirlemezsek, bir gün öyle, bir gün böyle konuşursak hangi cezayı getirirsek getirelim hiçbir çözüme ulaşamayız, bu çok net.

Şimdi, bakın "Bütün kadın cinayetlerinin altında aslında bu zihniyet sorunu var." dedi bütün arkadaşlarım da, o da toplumsal cinsiyet eşitsizliği; raporunuzda da ismini kullanmamakla birlikte tanımını yapmışsınız aslında.

Şiddet vakalarına baktığımızda çok çeşitli fail profilleri görüyoruz ama tamamının ortak noktası, öldürdükleri ya da şiddet uyguladıkları kadınları, kendi hâkimiyet alanları içinde, erkeğin kurallarına göre yaşaması gereken tabiri caizse kendi malları gibi görmeleri; bu yüzden de, kendilerini reddeden, kendileriyle aynı fikri paylaşmayan, "Gel." deyince gelmeyen, "Git." deyince gitmeyen kadınlara zarar verme hakkını kendilerinde görüyorlar, değerli arkadaşlar. Ve daha kötüsü, yirmi senedir bu Hükûmette bulunan insanlar şöyle şeyler söyleyebiliyor yani: "Efendim, toplumsal cinsiyet eşitliği yoktur, fıtrat ayrımı vardır. Kadınlar önce annedir. Kadın cinayetleri abartılıyor. Kadın, susmasını bilecek." gibi söylemlerle aslında bu şiddet vakalarına çanak tutuyorlar. Biz gerçekten bu durumdan çok rahatsızız ve bu söylemlerden, çok merak ediyorum, siz hiç rahatsız olmuyor musunuz değerli arkadaşlar? Bu hepimizin mücadelesiyse eğer -kadın mücadelesi- Başkanınızın ve erkek milletvekili ya da siyasi arkadaşlarınızın ataerkil zihniyetle söylediği bu sözlerden hiç rahatsız değil misiniz? Bununla önce sizin mücadele etmeniz lazım.

BAŞKAN FATMA AKSAL - Başkanım, CHP'de bu zihniyette hiç kimse yok mu?

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Şimdi, bir bakıyorsunuz, Hükûmet "toplumsal cinsiyet eşitliği" ifadesini eğitimde yer alan şeylerden çıkarmış.

Şimdi, bir şey soracağım... Kadına yönelik şiddetle mücadele edeceğini iddia eden bu zihniyet -hiç kusura bakmayın- sizin Hükûmetinizin zihniyeti aslında bu faillerin zihniyetiyle aynı zihniyettir çünkü İstanbul Sözleşmesi'nden çıkarken kadına danışmayan bu zihniyetin bu teklifinin de kadınlara çözüm sunması mümkün değildir değerli arkadaşlar çünkü bu sadece bizleri değil, sizleri ve bütün kadınları da ne yazık ki aslında bir oyalama taktiğidir.

Şimdi, bugün, İstanbul Sözleşmesi'nden hukuksuz bir şekilde çekilme kararının ardından Danıştaya bireysel davalar açıldı, yaklaşık 200'e yakın dava var ve aslında bu davaların bazısında Danıştay savcılarının sunduğu çok önemli mütalaalar, hâkimler tarafından verilmiş çok önemli karşı oy yazıları var bu işlemin hukuksuz olduğuna dair. Yani, aslında "Ben yaparım." kibrine kadınlar da hukukçular da çok güçlü bir ses çıkarıyor. Yani, kazın ayağı Hükûmetin umduğu gibi olmayabilir değerli arkadaşlar; o yüzden, bu noktada, aslında biz inanıyoruz ki bu hukuksuz süreç Danıştaydan gelecek kararlarla sona erecek ama hâlâ temenni etmek istiyorum ki... Burada bulunan kadın milletvekili arkadaşlar, size düşüyor bu görev yani Hükûmetinizi ve tek adamınızı bu karardan döndürmek size de düşüyor.

Şimdi, hep ben başka şeyler de söylemek istiyorum ama ne yazık ki bazen insan üzülüyor, duvara konuşuyormuş gibi hissediyorum. Şimdi, bu kanun değişikliğini önerdiniz ama buna temel olacak veri meselesi... Yani, hep "Veri var, veri var." filan diyorsunuz ama Bakanlığınızın, Hükûmetinizin, şatafatlı ışıklar altındaki sarayınızın acaba bu ülkede gerçekten kaç kadının şiddet gördüğüne, kaçının failinin cezalandırıldığına, cezalandırılan faillerden kaçına iyi hâl indirimi uygulandığına, koruma altındaki kadınların neden korunamadığına yönelik güncel verileri var mı? Mesela 2008-2014 yıllarında yapılan ve her beş senede bir tekrarlanması planlanan Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması varmış, 2014 yılından beri yapılmamış. Mesela neden yapılmadığını bileniniz var mı ya da şaibeli kadın ölümleri sayısındaki artışa ilişkin bir çalışmanız var mı? Hâlihazırdaki durumla ilgili elinizde eğer bir bilgi yoksa değerli arkadaşlar, elinizdeki teklifin sonrasında aslında neyi değiştirebileceğinize ilişkin de bir fikriniz olamaz; o yüzden de bu teklifin detaylarına geçmeden önce veri meselesinin KEFEK'te tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, teklifte yapılması gerekirken aslında yapılmayan başlıkları sayayım bir: Az önce de vurguladım, birincisi toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi çünkü bu teklifte kadına yönelik şiddetin temeline ilişkin hiçbir şey yok, kadın cinayetlerinin tanımı yok, toplumsal cinsiyet eşitliğinden, eşitliğin tanımından bahsedilmiyor; değiştirilen maddeler aslında sadece kadına yönelik cinsiyet temelli suçlarda değil, genel suç hükümlerinde değişiklik yapıyor. Bu yüzden, aslında, kadına yönelik cinsiyet temelli şiddeti ayrıca tanımlamanız, bazı düzenlemelerin de bu suç özelinde yapılması hukuk ekonomisi ve insan hakları bakımından kıymetli.

İkinci bir konu -arkadaşlar da bahsettiler- haksız tahrik indirimi. "Erkeklik indirimi" olarak biliniyor ama bu kanun teklifinde yok, düzenlenmiyor.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Uluslararası hukukta var mı?

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Dolayısıyla, örneğin, eski eşini başkasıyla gördü diye öldüren bir katile...

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Kaldırılmış mı? Her yerde uygulanıyor.

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - İstanbul Sözleşmesi vardı, onda da çekilme girişiminde bulundunuz.

...haksız tahrik indirimi verilmesinin önüne geçilmiyor değerli arkadaşlar. Mesela, "Aldattı." diye, "Cilve yaptı." diye, "Tayt giydi, şort giydi, güldü, evi temizlemedi." gibi gerekçelerle bol keseden verilen tahrik indirimleri bu teklifle engellenmiyor değerli arkadaşlar. Hâlbuki kadınların başına bela olan aslında tam da bu gerekçeler ve onları indirim sebebi sayan zihniyet. Bunlar gibi yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı savunmaların aslında tamamının haksız tahrik kapsamından çıkarılması gerekiyor.

Teklif, yine -kadına yönelik şiddet konusunda çok önemli bir sorun- şüpheli kadın ölümleriyle ilgili de bir şey vadetmiyor. Bu vaka dosyalarının kapatılmamasıyla ilgili bu tip davalarda avukat atanması ya da baro müdahillik şartlarının kolaylaştırılması gerekiyor; bunları dikkate almak gerek.

Bir başka konu -arkadaşlarım yine bahsetti- önleyici ve koruyucu düzenlemeler. Teklifle genel olarak bir ceza artırım politikası güdüyorsunuz ama bizim aslında en temel eleştirimiz, koruyucu ve önleyici düzenlemelerin eksikliği. Ceza caydırıcılığının muhakkak koruyucu ve önleyici düzenlemelerle desteklenmesi lazım değerli arkadaşlar. Burada hukuki, idari tedbirlerin alınması ve daha da önemlisi uygulanması gerekiyor ama siz uygulanıp uygulanmadığını denetliyor musunuz? Hayır. Mesela, aslında bu Komisyonun görev alanlarından biri de o; denetim, uygulanıp uygulanmadığını denetlemek ama Komisyon neredeyse yılda bir kere toplanır hâle geldi. Şimdi, o yüzden, tüm bunlara ilişkin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine de inilerek bir düzenleme yapmanız gerekiyor. Mesela, polisler koruma talebiyle gelen kadını kocasına hâlâ teslim edebiliyorsa, doktorlar darp hâlinde dahi rapor vermekten imtina edebiliyorsa ya da savcılar gelen taleple ilgili soruşturma açmayabiliyorsa cezaların artırımının hiçbir faydası olmaz.

Şimdi, önergelerimiz var, bunları vereceğiz, her bir maddeyle ilgili 12 adet. Genel konuşmamız söylendiği için, maddelere geçemeyeceğimiz için ama genel de maddelerle ilgili olduğu için ben tek tek bütün maddelere gireceğim.

BAŞKAN FATMA AKSAL - Ama maddeler üzerinde de herkes konuşuyor zaten, bu konuda bir sıkıntı yok.

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Ama usul açısından yanlış, bunu daha detaylı tartışıp müzakere edebiliriz. Bunların tek tek gündeme alınıp tek tek üzerinde detaylı bir şekilde konuşulması gerekirdi. Bu yaklaşım tarzını asla doğru bulmuyoruz.

Şimdi, 1'inci maddeyle başlayalım. Şimdi, 1'inci maddede iki tane husus getiriyorsunuz; bu kravat meselesi -onu arkadaşlar söyledi- bir de bu pişmanlık meselesi. Yani bu pişmanlık meselesinde gerekçede diyorsunuz ki: "İçten pişman olursa eğer indirim olarak hâkim tarafından takdir edilebilir." "İçten pişmanlık" diyorsunuz da bu nasıl bir şey? Yani belirsiz, soyut ve muğlak bir kavram. En azından madde gerekçesinde kastedilen pişmanlığın çerçevesinin belirlenmesi, aslında nitelendirilmesi gerek çünkü bugüne kadar verilen -gerekçeyi okudum yani gerekçeyi de uzatmayayım diye okumuyorum, yeterli değil değerli arkadaşlar- iyi hâl indirimleri göz önünde bulundurulduğunda, uygulayıcıların toplumsal cinsiyet eşitliği lehinde karar vermemelerinin sonucunda bir cezasızlık pratiğinin oluştuğunu görüyoruz. Yasa uygulayıcılarına da bu arada eğitim verilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi verilmesini de kıymetli buluyoruz; onu da vurgulamak istiyorum.

Şimdi, 2'nci maddeniz de kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerini düzenliyor. Burada, nitelikli suçların kapsamı açısından kasten öldürmede kadına karşı suçları da içerecek bir düzenleme getiriyorsunuz. Mesela, maddenin eski hâlinde korunan bir değer var, o da gebe kadının taşıdığı çocuğun yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü; bu önemli. Bunun yerine diyorsunuz ki: "'Gebe kadın' ibaresinin yerine sadece 'kadın' koyalım." Ama burada "gebe kadın" ibaresinin aslında muhafaza edilmesi, "kadın" ibaresinin ayrıca eklenmesi gerekiyor çünkü kanunun, kadının ve ayrıca gebelik durumunda taşıdığı çocuğun da yaşam hakkını hakkaniyetli bir şekilde koruması gerekiyor; bu şekilde daha doğru olacaktır.

İkinci nokta, CEDAW'ın 2010 yılında Türkiye sonuç gözlemlerinde de açıkça belirttiği ve Türkiye'ye önerdiği maddenin birinci fıkrasının (k) bendinde yer alan "töre saiki" ifadesinden sonra gelmesi gereken bir eklenti. Burada toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en görünür hâli olan "cinsiyete dayalı namus saiki"nin de eklenmesi gerekiyor değerli arkadaşlar çünkü aslında, İstanbul Sözleşmesi'nin de tarafları, bu kapsamda şiddet eylemlerinin gerçekleşmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek ya da sözde namusun gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini söylüyordu; bunu dikkate almanızı rica ediyorum.

Üçüncü konu, "kadına karşı şiddet" ibaresinin eksik olması. Şimdi, bu teklifin amacı ne? Cinsiyeti dolayısıyla kadının maruz kaldığı şiddetin önlenmesi, öyle mi? Şimdi, bir suçun kadına karşı işlenmesi ile bir suçun kadına karşı şiddet kapsamında yer alması, ikisi birbirinden farklı şeyler yani sonuçlarının da bu durumda farklı olması gerekir. Bu yüzden "kadına yönelik şiddet" ifadesinin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde açık bir şekilde tanımlanması gerekir ama teklifte bu tanım yapılmadığı için, ceza artırımı için mağdurun kadın olması yeterli bulunmuş. Ceza hukuku ve eşitlik açısından bu sorunlu bir yaklaşım olabileceği gibi, ulaşmaya çalıştığımız toplumsal cinsiyet eşitliğine de hizmet etmeyecektir. O yüzden, buradaki ifadenin yani "suçun kadına karşı işlenmesi" ibaresi yerine -bu, kadın örgütlerinin de bir talebidir- "suçun kadına karşı şiddet kapsamında işlenmesi" veya "fiilin toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık niteliğinde olması" gibi bir ibare benimsenmesi daha doğru olacaktır; bunu da ifade etmek istiyorum.

Yine, aynı önerinizde, bu 2'nci maddede, Ceza Kanunu'nun, işte, kasten yaralama, işkence, eziyet ve tehdit maddelerine de kadına karşı şiddetin eklemesini yapıyorsunuz. Bu saydıklarım bu maddeler için de geçerlidir, onun için de dikkate alınmasını öneriyoruz.

Teklifin 3'üncü maddesi kasten yaralama suçunu düzenliyor ama burada diyorsunuz ki: "Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz." E, güzel ama bu düzenlemede şunu kaçırıyorsunuz: Türk Ceza Kanunu'nun 50'nci maddesi uyarınca ne var? Kısa süreli hapis cezası için öngörülen adli para cezası seçeneği. Şimdi, bunu göz önünde bulundurduğunuzda, bu artırma cezanızın uygulamada aslında hiç de bir etkisi olmayan sembolik bir artırma olduğu göreceksiniz.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Alttaki maddeler...

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Çünkü eski düzenleme, altı ay olan alt sınırın dokuz aya çıkarılması, failin cezasının adli para cezasına dönüştürülerek failin serbest bırakılması sorununa hiçbir çözüm üretemiyor. O, İnfaz Yasası'nda bir değişiklik. Benzer şekilde teklifin 6'ncı ve 8'inci maddelerinde düzenlenen tehdit ve ısrarlı takip suçlarında da dokuz ay alt sınır öneriyorsunuz; halkın ve kadınların gözünü boyama çabasından başka bir şey değil çünkü infaz rejimini değiştirmiyorsunuz.

Teklifin 3'üncü maddesi kapsamında (a) bendinde şöyle bir şey var: "Üst soya, alt soya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı" ibaresinin de aralarında aile bağı ya da ilişki bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, değerli arkadaşlar, cinsiyet temeline dayalı her türlü şiddeti kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor çünkü eğer bu hâliyle bırakırsanız maddeyi, evli, boşanmış, bekâr insanlar arasında ayrımcılık yapmış oluyorsunuz. Bu da -arkadaşlar da ifade etti- Anayasa'daki ayrımcılık yasağına aykırı bir tutum, 10'uncu madde.

4'üncü ve 5'inci madde işkence ve eziyet suçlarıyla ilgili. Yine, diyorsunuz ki: "Kadına karşı işlenirse alt sınır beş yıldan az olamaz." Peki. Bu olumlu olmakla birlikte uygulamadaki sıkıntıları unutuyorsunuz yine, onun altını çizmem lazım. 2005 yılından beri, değerli arkadaşlar, Türk Ceza Kanunu'nda bu maddeler var ama maalesef, kadınların maruz kaldığı sistematik tacize ya da eziyet davalarının neredeyse hiçbirinde bu uygulanmıyor. "Uygulanıyor, verilerim bunlar." diye önüme koyun, ben de size "Haklısınız." diyeyim ama elinizde bir veri de yok.

Şimdi, dolayısıyla bu maddelerle ilgili, önerilen ceza artışlarından önce acil bir şekilde kanun koyucunun uygulamadaki eksiklikleri giderecek düzenlemeler yapması gerekiyor.

6'ncı madde, tehdit suçunda yine alt sınırı altı aydan dokuz aya çıkarıyorsunuz ama bu da -alt sınırın altı aydan yukarı çıkarılması- bir çözüm değil; tekrar söylemek gerek çünkü tehdit bir kere şikâyete bağlı bir suç değerli arkadaşlar. Şimdi, bu suça karşılık dokuz aylık bir ceza alt sınırı öngörülmesi Ceza Muhakemesi ve İnfaz Yasası uyarınca neye sebep olacak? Failin ceza ertelemesinden ve adli para cezasına çevirme seçeneğinden yararlanmasının önüne geçmeyecek, öyle mi? Doğru. Mesela, bu durumda mağdur tarafından ne olabilir? Şikâyet edilen ya da tutuksuz yargılanan veya salıverilen fail ilk ne yapacak? Gidecek, mağdura zarar vermek için kadının kapısına. Bunu yaşadık mı biz? Örnekleri var mı bunların? Var.

Değerli arkadaşlar, bu durum kadınlar için çok büyük bir yaşam tehlikesi oluşturuyor ve siz bunu görmezden geliyorsunuz. Burada, ceza alt sınırında, ceza erteleme ve adli para cezasına dönüştürme seçeneklerine izin vermeyecek şekilde bir düzenleme yapılmasını öneriyoruz, kadınların korunması açısından bunun hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Önergelerimizi gündeme alıp görüşürseniz bu şekilde değişiklikleri de yapabiliriz.

8'inci madde, ısrarlı takip suçu müstakil suç olarak düzenleniyor. Evet "Geç ama düzenlenmesini olumlu göreceğiz." diyeceğim ama bir sürü eksiklik var yine. Ne bunlar? 5 tane: Birincisi, bir kere bu suçu Ceza Kanunu'nda "Hürriyete Karşı Suçlar" başlığı altında inceliyorsunuz; bunu isabetli bulmuyoruz, kadın örgütlerinin de söylediği şey bu. Çünkü ısrarlı takibe maruz kalan kadınlar, aslında sadece hürriyetlerinden değil yani yaşam haklarından endişe duyuyorlar; değil dışarıya çıkmak işe gitmek istemiyorlar, evlerinde kalmaktan korkuyorlar, okula gitmekten çekiniyorlar. Dolayısıyla, ısrarlı takibin "Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar" başlığı altında düzenlenmesi gerekirdi, bunu öneriyoruz.

İkincisi, gerekçede ısrarlı takip suçunun şartı olarak iki şey belirtiyorsunuz: Bir, mağdur üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşturma unsuru. Bir kere bu muğlak bir ifade değerli arkadaşlar, konu üzerinde de hâkime ciddi takdir yetkisi veren bir ifade. Benzer durum, ısrarlı takip suçunun ikinci şartı olarak belirttiğiniz, kendisinin ya da yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması unsuru için de geçerli yani suçun unsurları açık bir şekilde tekrar düzenlenmeli çünkü muğlak, hâkimin takdirine bırakıyor.

Üçüncüsü, nitelikli hâlleri sınırlamışsınız, sınırlandırmışsınız ama bu durumda ne olacak? Mesela, nitelikli hâller arasında sayılmayan ısrarlı takibin ayrılık kararı verilen ya da boşanılan eşe karşı işlenmesi hâlinde farklı ceza alt sınırları öngörülecek yani böylece yeni sorunlar ortaya çıkacak. Bu bakımdan da ısrarlı takibin nitelikli hâllerinin en azından tahdidi sayımının medeni hâl ayrımcılığı oluşturabileceğini göz önüne almanız, dikkate almanız lazım; bu şekilde doğru bir yaklaşım olmuyor.

Dördüncüsü, cezalar yetersiz değerli arkadaşlar. Teklif, ısrarlı takip suçuna temel hâlinde altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörüyor; nitelikli hâlleri için bir yıldan üç yıla çıkarılmasını öngörüyor. Şimdi, bir kere, bu süreler, ceza ertelemesi kapsamında failin cezaevine bile girmeden ısrarlı takibe devam etmesi sonucu doğuracak süreler. İnfaz rejimi göz önünde bulundurulduğunda, üst sınırdan cezalandırılan bir fail bile çoğu zaman bir gün bile hapis yatmadan dışarı çıkabilecek, bu mümkün olacak yani bu da caydırıcı olmanın tersine değerli arkadaşlar. Kamuoyundaki cezasızlık algısını az önce anlattım konuşmamın girişinde, onu pekiştirecek bir yaklaşım, başka bir tehlike.

Son olarak, nitelikli hâllerde, ısrarlı takibin nitelikli hâlinde bile suçun takibinde hâlâ şikâyete bağlı olmasını arıyorsunuz. Şimdi, bu toplumsal düzen açısından ciddi anlamda sorunlu. Düzenlemeye göre diyorsunuz ki: "Hakkında uzaklaştırma kararı verilen failin ısrarlı takip suçunu işlemesi hâlinde -hatta suçun çocuğa karşı işlenmesi hâlinde bile- şikâyet aranıyor." Yani suç kamu davasına dönüşmüyor. Hâlbuki bu durumda ne yapmalı? Mağdurun okulunu, iş yerini hatta konutu bile değiştirmesine neden oluyor bu durum. Israrlı takibin nitelikli hâlleri açısından suçun resen kovuşturulması olarak bu maddeyi değiştirmeliyiz yani ısrarlı takibin nitelikli hâli açısından en azından şikâyete bağlı olması aranmamalı.

Son iki konu, 10'uncu ve 11'inci maddeler. Ceza Muhakemesi Kanunu'yla ilgili 234 ve 239'uncu maddelerde, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı ya da ısrarlı takip suçuyla kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence ve eziyet suçlarında baro tarafından avukat görevlendirilmesi isteniyor, güzel. Şimdi, burada, kanun koyucu nafile bir şekilde, yine uygulamadaki sıkıntıları aslında yasama yoluyla çözmeye çalışıyor. Bir kere, mevcut düzenlemelerde zaten cinsel saldırı suçunda avukat isteme hakkı var ama uygulamada maruz kalan kadınlara bu hak hatırlatılmıyor. Siz bu hakkın hatırlatılıp hatırlatılmadığını, idari olarak görevini yapması gerekenlerin bu görevi yerine getirip getirmediğini kontrol etmelisiniz, bunu denetlemelisiniz. Bunu yapıyor muyuz, buna ilişkin elimizde bir veri var mı? Yok. Yine, çocukların cinsel istismarı suçunda zaten resen avukat atanıyor. Bu maddede asıl yapılması gereken, madde 234'teki avukat isteme hakkına ilişkin var olan beş yıllık alt sınırın silahların eşitliği ilkesi gereğince kaldırılmasıdır. Yine, teklifin bu maddesi, kadın cinayetlerinde katledilen kadınlar için baro tarafından vekil görevlendirilmesiyle ilgili yani müdahillik talepleriyle ilgili büyük bir eksiklik; bunun da dikkate alınması gerekiyor.

Son konu, uzlaşma. Teklifinizin 12'nci maddesinde -Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 253'üncü maddesinde- diyorsunuz ki: "Eğer ısrarlı takip olursa uzlaşmayı uygulamayacağız." Ama şunu da belirtmelisiniz yani bu olumlu gibi gözükse de aslında, göstermelik. Neden? Çünkü mevcut durumda kadına karşı basit tehdit, mesela, eşler arasında olsa bile failin eşi ya da boşandığı eşi dışındaki kadınlara karşı gerçekleştirdiği kasten yaralamayla ilgili uzlaşma kurumu hatalı şekilde uygulanıyor. Hâlbuki, İstanbul Sözleşmesi madde 48 diyor ki: "Ara buluculuk ve uzlaşma dâhil olmak üzere alternatif uyuşmazlık çözümlerinin kadına karşı şiddet olaylarının hiçbirinde uygulanmaması gerekir." Yani ısrarlı takibe getiriyorsunuz ama hiçbirinde uygulanmaması gerekir. Dolayısıyla, uzlaşmanın yalnızca belli suçlar bakımından değil, kadına yönelik şiddet fiillerinin tamamı açısından yasaklanması gerekiyor.

Eğer korumaya çalıştığımız şey gerçekten kadınsa değerli arkadaşlar, bu mücadele tek bir partinin ya da tek bir adamın değil tüm kadınların mücadelesidir; bunu hatırlatmak istiyorum. O yüzden de hep diyorsunuz ya "Bu konuyu siyasetüstü görüyoruz." diye. Bu değerlendirmeler ışığında, ben, buradaki arkadaşlarımın yasa teklifini tekrar değerlendirmelerini rica ediyorum ve bu şekilde oldubittiye, emrivakiye getirilmeden müzakereci bir şekilde yeniden değerlendirilmesini talep ediyorum. Yoksa, tabii ki çoğunluk sizsiniz, istediğinizi yaparsınız ama bu mücadele tek bir partinin, hele hele tek bir, tek adamın mücadelesi hiç değil.

İstanbul Sözleşmesi'nin kararını da hep söyledim, bir kez daha tutanaklara geçsin, o kararı da kabul etmiyoruz, tanımıyoruz çünkü biz kadınlar olarak varız, yaşayacağız, İstanbul Sözleşmesi'ni de yaşatacağız.

Maddelere geçilmeyeceği için biraz uzun oldu.

Teşekkürler.