KOMİSYON KONUŞMASI

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'ndaki kimi değişiklikler yapılmasına öngören yeni bir teklif getirilmiş. Bütün arkadaşlarımız, bugün, bu teklif üzerindeki görüşlerini, itirazlarını, önerilerini sundular.

Görüldüğü üzere aşağı yukarı aynı noktalarda kesişiyoruz yani muhalefet partileri -bu teklifi hazırlayan iktidar partilerinin karşısındaki diğer bütün muhalefet partileri- hemen hemen aynı maddelerde aynı sorunları, aynı itirazları, aynı eksiklikleri, aynı önerileri dile getirdiler. Temennim o dur ki tüm bu öneriler ve ileri sürülen itirazlar, bakış açıları tek tek Komisyonumuz tarafından değerlendirilir ve yeniden bir değerlendirme yapılarak, tüm bu eksiklikler giderilerek, bize, hepimize yakışır şekilde, toplumun da sorunlarını çözücü mahiyette bir düzenlemeyle Meclisin karşısına çıkarız, böyle temenni ediyorum, ancak bu temennide biraz tereddütlüyüm. Neden tereddütlüyüm? Bugün, burada "müjde" ve "reform" olarak lanse edilen ancak yine çözümün kendisinden uzak bir teklif görüşeceğimizi düşünüyorum, tam da bu söylenen itirazlar, ileri sürülen öneriler, dile getirilen eksiklikler sebebiyle.

Öncelikle, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda müjde olarak duyurduğunuz bu teklifteki hiçbir madde yeni değil çünkü bu teklifte yer alan düzenlemelerin birçoğu -uzun süre Komisyonunda çalıştığım- İstanbul Sözleşmesi'nde belirtildiği gibi, kadın örgütleri ve kadınlar tarafından da ısrarla dile getirilmekteydi. Dolayısıyla, bu kanun teklifindeki düzenlemeler yeni olmadığı gibi, öyle reform niteliği taşıdığı falan da yok. Neden biliyor musunuz? "Kadına yönelik şiddete sıfır tolerans." diyen bu iktidar, kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda defalarca sınanmış ve sınıfta kalmıştır.

En başta, kanun teklifinin gerekçesinde diyorsunuz ki: "İnsan haklarına saygılı ve sosyal hukuk devleti olma konusundaki kararlığın bir göstergesi olarak uluslararası yükümlülüklere uygun birçok adım atılmıştır." Daha bu cümleden ana felsefenizin insan haklarına dayalı değil, insan haklarına saygılı bir noktada kalmak olduğunu anlıyoruz ve nasıl Anayasa, hukuk tanımadığınızı da çok iyi biliyoruz. Çok uzak değil, daha geçtiğimiz yıl 19 Mart 2021'de, gece yarısı, Resmî Gazete'de yayımladığınız bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla kadının insan hakları konusunda en temel belgelerinden biri olan İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararı verdiniz. Dikkatiniz çekmek istiyorum, tek imzayla, tek adamın kararıyla çıkma hükmü verilen kararla 42 milyon kadına ve tüm topluma "Ben yaptım oldu." diyerek deklare ettiniz. O da yetmedi, Anayasa'ya açıkça aykırı olan bu kararın hukuksuzluğunu bile umarsızca savundunuz. Şimdi, savcıların verdiği hukuka aykırılık kararlarını da hâlâ yok sayıyorsunuz. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkışın hukuksuzluğu bir yana, İstanbul Sözleşmesi'nin altını çizdiği tüm değerleri de "aile yapısına uygun değil" diyerek hızlıca terk ettiniz. Bahsettiğiniz uluslararası yükümlülüklerin hepsinden vazgeçtiniz. Bakın, bu durum uluslararası karnemize nasıl yansıdı?

Toplumsal Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi sıralamalarında Türkiye, 162 ülke içerisinde 68'inci sırada yer aldı, OECD ülkeleri içerisinde sonuncu sırada. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi Raporu'nda da 156 ülke içerisinde 133'üncü sıradayız. Yine aynı rapora göre, ekonomik katılım ve fırsatlarda 140'ıncı sırada, eğitime erişimde 101'inci sırada, sağlık ve yaşam süresinde 105'inci sırada, politik güçlenmede 114'üncü sıradayız. Dünya Ekonomik Forumu'nun tespitlerine göre, Türkiye'de kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için yüz otuz altı yıl, ücret eşitliğine erişebilmesi için iki yüz altmış sekiz yıl, siyasi katılımda eşitsizliğin kapanması için yüz kırk altı yıl geçmesi gerekiyor.

On Birinci Kalkınma Planı'ndan, Millî Eğitim Bakanlığının hedeflerinden, YÖK'ün kararlarından "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramını çıkardınız. Tüm politika ve eylemlerinizde âdeta "Kadın erkek eşitliği fıtrata aykırıdır." söyleminin tezahürü olarak "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramının kendisine de düşman oldunuz. Kadınları sadece aile içerisinde anne ve eş olarak kabul gören bir zihniyetin parçası olarak şiddete yönelik önlemleri de azalttınız, denetlemediniz -en önemlisi bu- denetim mekanizmasını işletmediniz, yaptırım uygulamadınız. Bu tanımın dışında kalan kadınlara ayrımcılık yaptınız, kadınları ve kadın örgütlerini açıkça hedef gösterdiniz, haklarını talep etmek için sokağa çıkan kadınlara meydanları kapattınız, gözaltına aldınız, tutukladınız, seslerini, sözlerini kısmak için "Dizini kır, evinde otur." dediniz.

Kadına yönelik şiddet bugün kadınların yaşam hakkını tehdit eder boyuttayken, her 10 kadından 4'ü hayatının bir döneminde şiddete uğrarken, kadınlar vahşice öldürülürken ve kadın cinayetleri örtbas edilirken size göre attığınız en ilerici adım İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak oldu. O da yetmedi, 6284'ü ve CEDAW'ı hedef gösterenlere, karalama kampanyası yürütenlere sessiz kaldınız, hatta onları Meclise davet ederek ağırladınız, sözlerine kulak verdiniz. "Ölmek istemiyoruz." diye haykıran kadınlara kulak vermektense çocuk istismarcılarına, kadın katillerine destek verenlere kürsü verdiniz.

Gerekçenin devamında diyor ki: "2018-2023 yıllarını kapsayan Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı'ndan güç aldık." 2018'den 2022'ye kadar biz bu eylem planına uygun bir adım atılmadığını biliyoruz, zaten açıkçası bu teklifle de atılmıyor ama bu görüştüğümüz teklif hazırlanırken bile konunun asıl muhatabı kadınlara, kadın örgütlerine ve sağlık çalışanlarına sormadınız, taleplerini de görmezden geldiniz. Tüm kadın örgütleri, Tabipler Birliği bir sürü deklarasyon ve öneriler yayınladılar. Hani "uluslararası yükümlülükler" diyorsunuz ya, hadi İstanbul Sözleşmesi'nden çıktınız, CEDAW'a taraf olan bir ülke olarak yükümlülükleriniz neden yerine getirmediniz? CEDAW Komitesine Türkiye tarafından sunulan son rapor samimiyetsizliğinizin açık bir göstergesi olarak kayda geçti. Diyor ki CEDAW: "2016 yılından bu yana CEDAW'ın hiçbir tavsiye kararına uyulmamış. CEDAW'a taraf olunmasından bu yana, otuz beş yıldır kadına karşı ayrımcılık ve şiddetle mücadelenin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi konusunda bazı alanlarda hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir." Endişelerini dile getiren CEDAW Komitesi, kronikleşen eksikliklerin bir gün giderileceği beklenirken, ilk defa bu rapor döneminde yasal alandaki taahhütlerden de vazgeçileceğinin resmî olarak açıkça dillendirildiğini ve işe İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme gibi çok büyük bir adımla başlanıldığını ifade etmiştir.

Samimiyetsizliğiniz artık sadece ülkemizde değil, dünyada da açıkça görülmektedir. Bu kanun teklifi, İstanbul Sözleşmesi'den çekilme kararının seneidevriyesinde kadınları oyalama ve "reform" diyerek ağızlarına bir parmak bal çalma taktiğinin bir parçasıdır ancak kadınlar size inanmıyor çünkü kat kat yetkisi ve imkânı olan bir iktidar sorunu çözmek yerine etrafında dolanıyor, hatta daha da geriye götürecek adımlar atıyorsa -kusura bakmayın- ne inandırıcılığınız kalır ne samimiyetiniz ne de kararlı bir duruşunuz; hepsi sadece lafta kalır, kâğıt üstünde kalır.

Bir kere, bu teklif sadece AKP ve MHP'nin olmamalı çünkü muhataplarına, öznelerine sorulmayan bir yasayla karşı karşıyayız. Kendi başınıza yapıyorsunuz, kadınlar adına karar veriyorsunuz, sonra da "reform" diye duyuruyorsunuz; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denir buna ancak.

Kadına yönelik şiddet, en temel hak olan yaşam hakkının ihlaline dönüşmüşken -kusura bakmayın- "Cezaları artıracağız." diyerek sorunları çözemezsiniz çünkü şiddetsiz bir toplum ancak koruyucu ve önleyici politikalarla mümkün olur. Kaldı ki cezalarda artırım yaparken bile hâlâ "toplumsal cinsiyet" demekten, kadınların sırf kadın olduğu için öldürüldüğü gerçeğini söylemekten imtina ediyorsunuz. Şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle kuvvetli bağı tüm dünyaca kabul edilirken, siz, metnin tek bir satırında bile ne şiddetin mağduru özneleri net olarak tanımlıyorsunuz ne de kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten bahsediyorsunuz.

Diyoruz ki: Hadi önleyemediniz, bari etkin soruşturma ve kovuşturma yapın. Daha bu teklifin müjdesinin verildiği günlerde, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kadınlar aleyhine emsal oluşturabilecek çok daha tehlikeli bir kararınaa dahi sessiz kalmışken hangi önlemekten, hangi indirimden bahsediyorsunuz? Hakimler, savcılar, Ceza Kanunu'nda yazmayan indirimleri gerekçeli kararlara yazıyorlar. Hatice Kaçmaz davası da çok kritiktir. Sadece "Hayır." dediği için 15 bıçak darbesiyle öldürülen Hatice Kaçmaz'ın davasında "Evlilik teklifini kabul etseydi öldürülmeyecekti." denilirken, neden sessiz kaldınız? Ceza Kanunu'nda böyle bir şey yazmaz.

Şimdi, bu kanun teklifinde "İndirimler olmayacak" diye bir düzenleme getiriyorsunuz, onu da yarım yamalak yapıyorsunuz. Ceza Kanunu'nda yazan indirim hâllerinin bile esnetildiği, "Düzenlemeyle bunu çözeceğiz." Demek, böyle eksik bir siyasi iradeyle çok gerçekçi durmuyor. Sadece takdiri indirim değil, haksız tahrik de kadına yönelik şiddet davalarında en çok yorumlanan indirim türlerinden; ona yönelik hiçbir düzenleme yapmıyorsunuz. Hadi, bunu geçtik, mesele, indirimi net olarak yasaya koyma gayretine girmek olmamalı. Yasaların yorumlanması yani uygulamadaki sorunları gidermek amaçlanmalı, herkes okuduğunda aynı şeyi anlamalı.

Yine, CEDAW Komitesi tarafından, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının gerçekleştirdiği iddia edilen toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetle ilgili farkındalık eğitimlerinin bir kısmının üzerinden on yıldan fazla zaman geçtiği; eğitimleri almış kişilerin çoktan o zamanki görevlerinden emekli olmuş olacağı veya ayrılmış olmasına rağmen Hükûmetin her dönem aynı verileri yeniymiş gibi sunmaya devam ettiği; diğer taraftan, verilmekte olduğu iddia edilen eğitimlerin ise nasıl şekillendirildiği, ne tür eğitimler olduğu, nerelerde ve kimler tarafından verildiği, niteliği ve içeriği konusunda hiçbir şey paylaşılmadığı gibi etki analizleri de yapılmadığı ya da paylaşılmadığı belirtilmektedir. Yani "veriyoruz" dediğiniz eğitimleri bile verip vermediğiniz şüpheli.

Ayrıca, ağır cezayı gerektirmeyen davalarda hükmün geri bırakılması kararlarının verilmesi, cezaevine gönderilen suçlularda şartlı tahliye, infaz indirimi, af gibi uygulamalarla kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığa ilişkin ceza ve adaletsizlik politikasının sürdürüldüğüne de dikkat çekilmelidir.

Pandemi döneminde cezaevindeki çocuk istismarcıları ve kadına yönelik şiddetten dolayı hüküm giyenlerin serbest bırakılmayacağının sözünü verdiniz. Gördük ki kadınlara haber bile vermeden dışarı saldınız, kadınları cellatlarıyla baş başa bıraktınız. Dolayısıyla, bu teklifteki, TCK'nin takdiri indirimini düzenleyen maddesinde yapılan değişiklik göstermeliktir. Eğer samimiyseniz bu maddede "Çocuk istismarı ve kadına yönelik şiddet davalarında indirim yapılmaz." dersiniz.

Bir diğer düzenleme, kadına yönelik şiddet suçlarını nitelikli suçlar kapsamına alıyoruz diyoruz ancak 2021 yılında 280 kadın cinayeti, 217 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmiştir. Bu rakamlar sizi ürkütmüyor mu? Şüpheli kadın ölümleri geçtiğimiz yıl kadın cinayetleri sayısına yaklaşmıştır. Bu düzenleme de şüpheli kadın ölümlerine ilişkin bir düzenleme olmadığı gibi, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve sadece kadına karşı denilerek geçiştirilmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kendi hâliyle kullanılmadığı, açıkça ifade edilmediği her durumda esas çözümden uzaklaşılacaktır.

Kadına yönelik şiddeti sonlandırmaktan sözü açtığımızda, sorunun tespitini yapmak tabii ki çok önemlidir. Bunun için önleyici politikalar geliştirilmesi gerekir. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi'nin tarif ettiği gibi, bugün 6284 sayılı Yasa'nın uygulanmasının önünde engeller varken, yasayı uygulayamayanlar hakkında etkin bir süreç işletilmezken samimi olduğunuza kimse inanmaz. Toplumda infial yaratan Emine Bulut'un öldürülmesinin ardından polislerle ilgili takipsizlik kararı verildi. Buna benzer o kadar çok örnek var ki. Devlet kendi amirini kollamayı bırakmalıdır artık.

Israrlı takibin ayrı bir maddede düzenlenmesi olumlu ancak eksik. Yetersiz ve caydırıcılıktan uzak ısrarlı takip suçunun düzenlendiği TCK 96 ve 123'üncü maddede belirlenen alt sınırdan bile düşük bir miktarla mı bu suça karşı etkin bir mücadele yürüteceksiniz? Ve ısrarlı takibin mağdurları sadece ayrılık kararı vermiş ve boşanmış kadınlar mı? Neden tüm kadınları kapsayacak bir düzenleme yapamıyorsunuz? Bu nedenle, bu maddenin de gerçekçi bir hâle getirilmesi ve aile bağı olsun olmasın ısrarlı takibe maruz kalan tüm kadınları kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddet suçlarında ve ısrarlı takipte barolardan ücretsiz avukat temini sağlanmasına ilişkin yapılan düzenleme de zaten hâlihazırda olan bir uygulamayken "Süre sınırı olmaksızın tüm davalar için geçerli." denilmemiş. Ayrıca, en önemli sorun, kadınların, baroların ve avukatların kadına yönelik şiddet davalarında müdahillik taleplerinin reddedilmesidir. Her yerde farklı uygulama var. Bu konuda bir düzenleme yapmak yerine yapmış gibi bu maddeyi koymak da çok bir anlam ifade etmiyor doğrusu.

Ceza Kanunu'nda "tehdit" "hakaret" "şantaj" "kasten yaralama" "eziyet" gibi pek çok suç düzenlenmiş durumdadır. Kadınlara yönelik şiddetin ilk tezahürlerini içeren bu suçların Ceza Yasası'nda düzenlenmiş olması, etkin uygulanmalarını sağlamıyor. Bu suçlar neredeyse her zaman cezasız bırakılıyor. Kadın cinayetlerinin önünü açan yargının bu görmezden gelme hâli herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı gibi, iktidarın söylemleriyle daha da pekiştiriliyor. Uygulanmayan bir ceza yasasına uygulanmayacak maddeler eklemeye çalışan iktidarın kadına karşı şiddetle mücadele iradesi olduğuna inanmak güç doğrusu.

Ülkemizde mahkemeler tarafından hükmedilen ceza ile infaz edilen ceza arasında ciddi bir fark var. İnfaz düzenlemeleri nedeniyle zaten hükmedilen cezaların önemli bir oranı infaz edilmemektedir. 15 Nisan 2020 tarihli 31100 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 7242 sayılı Kanun sonrasında infaz düzenlemelerinde yapılan değişiklikler, cezaların caydırıcı etkisini ortadan kaldıracak sonuçlara neden olmaktadır. Söz konusu İnfaz Yasası'nın yürürlüğe girdiği Nisan 2020 tarihi sonrasında, istisna suçlar ve mükerrirler, şartlı tahliye indirimi ve matbu olarak bir yıl denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaktadır. Bu yasadan sonra ceza alan hükümlü 1/2 şartla tahliye indiriminden, sonrasında bir yıl da denetimli serbestlikten yararlanacaktır. Ardından açık infaz kurumlarına geçişe ilişkin hükümler de uygulandığı zaman, kapalı infaz kurumunda geçirilen süre cezaların caydırıcılığını ortadan kaldıracak derecede azalmaktadır. Sonuçta, on yıl hapis cezası alan hükümlü dört yıl cezaevinde yatacak, bu dört yılın da yalnızca bir yılını kapalı infaz kurumunda geçirmiş olacaktır. Alınan hapis cezasının dokuz yıl olması hâlinde, kapalı infaz kurumunda geçirilen süre bir aya bile inebilmektedir. Verilen hapis cezasının üç yıl olması hâlinde ise Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği 5'inci maddesi uyarınca, fail doğrudan açık infaz kurumuna geçebilmekte ve infaz aşamasında kapalı infaz kurumuna hiç girmemektedir. Ayrıca, Türk Ceza Yasası ve Ceza Muhakemeleri Kanunu kapsamında yer alan erteleme hükümlerinin hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmesi gibi kurumların uygulamasının sonucunda, hükmedilen hapis cezası infaz kurumunda infaz ettirilmemektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi uygulamalar mevzuatlarda failin cezasız kalması sonucunu doğurmaktadır.

Görüldüğü gibi, burada sorun suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının düşük olması değil, infaz sistemi kurumlarının uygulaması sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hâle gelmesidir.

Bu durum şiddetle dikkate alınmalıdır. Daha fazla uzatmayacağım, şimdi bir arkadaşım daha konuşacak ve biz, Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, HDP Grubu olarak, aşağı yukarı madde madde arkadaşların buradaki ısrarlı takibi, diğer konuları tek tek paylaştılar. Yani bizim, burada, caydırıcı bir ceza politikası, kadınlara karşı şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik ciddi bir irade, bütüncül bir devlet politikası olmadığı sürece, cinsiyetçi tutum ve söylemler kamu görevlileri tarafından tekrarlanmaya devam edildikçe yasaları değiştirmemizin hiçbir anlamı yok; yasalara uygun davranmayanlar, mevcut yasaları gereği gibi uygulamayanlar, uymayacakları ve uygulayamayacakları yeni yasalar yapmaya çalışır olacağız, bunun da bir anlamı olmayacak.

Teşekkür ediyorum.

Bu arada, söylediğim son birkaç şey, sonuç bildirgesinde bahsettiğim olaylar yani sonuç bildirgemdeki tespitler birçok kadın derneğinin, kadın platformlarının da ortak açıklaması niteliğindedir.

Teşekkür ederim.