| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ankara Milletvekili Lütfiye Selva Çam ve 117 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4290) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 29 .03.2022 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Öncelikle, Anayasa'ya aykırılık iddiaları içerisinde çok net olarak dile getirilmiş konular söz konusu. Aslında, biz burada bugün neyi konuşuyoruz? İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiniz, ne yapacağınızı şaşırdınız; onu konuşuyoruz. Açıkçası, her sıkıştığınızda, her problemle karşı karşıya kaldığınızda da temel kanunlarda değişiklik yaparak apar topar bir algı düzenlemesi yapmaya çalışıyorsunuz. Hâlbuki temel kanunları zaten doğru uygulatıyor olsanız bu sorunları yaşamayacağız. Türkiye'nin ana sorunlarından bir tanesi eşitlikçi, özellikle kadın-erkek eşitliği temelinde net bir politik iradenin bulunmamasıdır. Aslında bu politik irade olmadığı sürece bu kanunla beraber 100 tane daha kanun yapsak hiçbir şey değişmeyecektir; önce bunu burada bir kararlaştıralım.
Bugün, kadına karşı birtakım suçların işleniyor olması aslında ceza kanunlarındaki cezaların azlığı, çokluğu meselesinin ötesinde bir şey; cezaların infazıyla alakalı, infaz rejimiyle alakalı, hâkim kalitesiyle alakalı, başka konularla alakalı. Türk Ceza Kanunu'nun 96'ncı maddesi eziyetle ilgili düzenleme yapmış, kadına karşı işlenen hiçbir suçta -bugüne kadar- hâkimler bu maddeyi çalıştırmıyor, sizce niye çalıştırmıyorlar acaba? İşte bu politik iradenin zayıflığından dolayı, anayasal anlamda iki süje arasındaki eşitlik ilkesini asla kabullenmeyen bir politik iradenin varlığından dolayı. Bu irade zaten İstanbul Sözleşmesi'nden hukuksuzca çekilirken de gündemimize geldi. Niye çekildiniz, biliyorsanız ben kendimi inkâr edeceğim. Bakın, bu Parlamentoda iş yapan milletvekillerinin bir kısmı İstanbul Sözleşmesi imzalandığında bu ülkede bayram ilan edilecek kadar önemli, onurlu bir iş yapıldığını söylediler; buna katılıyorum, bence bayram ilan edilecek kadar onurlu bir iş yapılmıştı, Türkiye'nin adıyla anılan bir sözleşme imzalanmıştı, süreçleri çok kıymetliydi, Nahide Opuz gibi Türkiye'nin yargılandığı bir davanın üzerine ilk defa çok doğru anlamda, kadını da toplumsal cinsiyeti de teminat altına alabilecek bir düzenleme yapılmıştı. Çekildiniz hukuksuzca, ben çekilmenin hukuki dayanağının olduğunu düşünmüyorum. Bana göre -ben her yerde söylüyorum- İstanbul Sözleşmesi hâlâ bu ülkede yürürlüktedir, geçerlidir "Hâkimler tedbir alarak baksınlar bu olaylara, CEDAW kurallarının uygulanması lazım, İstanbul Sözleşmesi hâlâ geçerli." diyorum, niye biliyor musunuz? Aslında farkına varın, o tarihteki AK PARTİ değilsiniz artık siz, o tarihteki iktidar da değilsiniz; çoktan başka yerlere geldiniz. O tarihte, beğeniriz beğenmeyiz, yaptığınız güzel şeyler vardı, onlardan bir tanesi de buydu; daha özgürlükçü bir duruşunuz vardı, daha geniş ve hakikaten istişareye dayalı bir kanun yapma tekniğiyle, anlaşma imzalama tekniğiyle yol yürüyordunuz; o kadrolar yok artık burada, artık burada tekçi iktidarın gönderdiği kanunları hayata sürmek isteyen insanlar var; sorununuz bu.
Algı yapan bir kanun teklifi getirdiniz. Kadın çevreleri getirdiğiniz kanun teklifini beğeniyor mu, hiç sordunuz mu? Sivil toplum örgütlerinden kaç tanesini buraya dâhil ettiniz? Hangi üniversiteyle oturdunuz, hangi baroyla oturdunuz? İstanbul Sözleşmesi'nden kaynaklı birçok hakkı tırpanlayan bir kanun teklifi getiriyorsunuz aslında. O sözleşmedeki ısrarlı takibi kuşa çevirdiniz burada "ısrarlı takip" tanımı altında basit bir iş yaparak ısrarlı takip yapacağınızı zannediyorsunuz. Hiçbir koşulda infazı mümkün olmayan ceza artırımları yaparak insanlara şirinlik yapmaya çalışıyorsunuz. Yok "Altı aydı, dokuz aya çıkardık." Çıkarsanız ne olur, çıkarmasanız ne olur? Bu ülkedeki infaz kanunlarından herhâlde haberiniz yok.
Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı kanun yaparak Anayasa Mahkemesinin kucağına atıyorsunuz, kadın esaslı ağırlaştırıcı tanımlamalar yapmaya çalışıyorsunuz. Kadını süje tanımı içerisine alıyorsunuz ama suçu "kadına karşı işlenen suç" tanımının ötesinde "kadına karşı şiddet" ya da "cinsiyet temelli şiddet" tarifinden uzaklaştırıyorsunuz. Aslında getirdiğiniz yer, tamamen kadını iyice zora sokacak bir yasal düzenleme. Yaptıklarınızın hiçbiri de Anayasa'daki eşitlik ilkesine uygun değil. "Kadın suç işlerse şu kadar ceza verelim, erkek suç işlerse bu kadar ceza verelim." Anayasa'nın 10'uncu maddesinde böyle bir düzenleme var da bizim haberimiz mi yok? Neden suçun tipi üzerinden değil de failin kimliği üzerinden yol yürüyorsunuz? Esas, burada, kadına karşı şiddet, eril şiddet, erkek şiddeti, eşitlikçi olmayan durum olması gerekmiyor mu? Bu kanun teklifinin neresinde bu var? Hiçbir yerinde yok. Bana göre, bir makyajlama çalışmasıyla beraber Ceza Kanunu'nda aslında hiç de oynamamanız gereken yerlerle ilgili oynuyorsunuz. Mesela "Gebe kadına karşı işlenen suçu kaldıralım, yerine kadınlar falan filan koyalım." Biliyor musunuz o kanunda gebe kadına ilişkin tanımlama yapıldığı zaman neden yapılmıştı? Anadolu'da "iki canlı" diye bir tanım vardır, o suçu işlediğinizde 2 canı yok ediyordunuz, ondan dolayı orada bir ağırlaştırıcı neden vardı; bu düzenlemenizle neyi tariflediniz şimdi? "Kadını, tüm kadınlarla onu da eşitleyelim, o diğer canı da unutalım."
Böyle abuk subuk, hızlı, kimseye sormadan, akademik çevrelerden bilgi almadan, kadın örgütlerinden bilgi almadan... Hiç baktınız mı EŞİK sizin bu tanımınızla, bu kanun teklifinizle alakalı neler söylüyor? Açık, önümde: "Bize böyle bir kanun lazım değil, siz önünüzdeki kanunları uygulayın, İnfaz Yasa'nızı doğru hâle getirin. Hâkimler karar verirken 'Kıvırttı.' demesinler, hâkimler karar verirken 'Tayt giydi.' demesinler, hâkimler karar verirken "Cilveli davrandı.' demesinler." Açık, net söylüyorum: Ben bu ülkenin yetkilisi olacağım, kararında "Cilveli davrandı." diyen hâkimi bir gün orada barındırmam. İktidarınız "Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek gerekir." diyen bir Sarıyer Hâkimi vardı, onunla ilgili ne yaptı; hiç hatırlıyor musunuz? "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyelim." diyen hâkimle ilgili ne yaptınız? Yıllar geçti, hepimiz unuttuk zannediyorsunuz. Yarattığınız hukukçu kalitesizliğinin sahaya sürdüğü tablo bu. Hatırlar mısınız, iki yıl önce bir hâkim İstanbul Adliyesinde avukat hanımın etek boyunu ölçmeye kalkmıştı. Pejmürde bir kıyafetle kürsüde oturuyordu, saç sakal birbirine karışmış, hâkim demeye bin şahit lazım; insanın baktığında "Bu objektif de subjektif de asla tarafsız olamayacak." diyebileceği bir hâkim avukat hanımın eteğini ölçmeye kalktı; ne yaptınız ya?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Açığa alındı.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sonra göreve iade edildi, başka bir suç daha işledi, ondan sonra bir daha yapılmadı.
ALPAY ANTMEN (Mersin) - Daha önce de avukat dövdü.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Tabii, tabii.
Şimdi siz bu politik kararlılığı oluşturmadığınız sürece... Ki kimsenin sizden böyle bir beklentisi yok artık, İstanbul Sözleşmesi'ni hukuksuzca kaldıran bir iktidardan kimse kadınlarla ilgili ya da toplumsal cinsiyetle ilgili ya da çocuklarla ilgili herhangi bir önlem falan beklemiyor; ben size söyleyeyim yani öyle sizin üzerinizden işte, çok kıymetli işler yapılacak falan filan diye kimsenin beklediği bir şey yok. Bu anlamda bu getirdiğiniz şeyi böyle çok övmek isterdim ama acze düştünüz, temel kanun maddeleriyle oynuyorsunuz, oynadığınızda kanunun sistematiğini bozuyorsunuz. Anayasa'nın 40 maddesine aykırı bir kanun teklifi getirdiniz buraya, saymaya kalksak altından kalkamayacağız. Ya, az önce İbrahim Hoca burada söyledi ya, yok "Gerekçe yazılacakmış." Ayıp ya, bir hukukçunun "Gerekçe yazılacak." diye bir şeyi kanuna koymasının artık bir anlamı var mı? Ceza Muhakemesi Kanunu'nda var, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27'nci maddesinde var, Anayasa'nın 141'inci maddesinde var "Bütün kanunlar ve bütün hükümler gerekçeleriyle yazılır." deniliyor; siz bizim önümüze bir kanun teklifi getiriyorsunuz "Efendim, şunu şunu yazınca işte adamı bırakırsa gerekçe..." Zaten yazması gerekmiyor mu ya? Neyi temizliyorsunuz burada? Neyi hallediyorsunuz? Neyi tekrarlayarak burada milletin kafasını karıştırmaya kalkıyorsunuz?
"Hâkimler yapmıyor." Yapmıyorsa doğru çalışacak bir adalet mekanizması oluşturmanız lazım. Niye yapmıyorlar acaba? Çünkü Osman Kavala'nın tutukluluğu meselesinde hassas olmadığınız için burada da olamıyorsunuz. Tutukluluk da bir tedbir kararıdır, ayrık bir durumdur kanunda, tutukladığınız zaman gerekçelerini çok somut olarak ortaya koymanız lazım. Katalog başlıklar sayıp ondan sonra da aslında gerçek olmayan şeyleri tutuklamanın altına koyduğunuzda nasıl bir gerekçe yazıyorsanız buralarda da öyle gerekçeler yazarsınız işte. Öldürdünüz hukuku, farkında değilsiniz, buradan canlanacağını düşünüyorsunuz. İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırdığınız gün, fiilen Sayın Cumhurbaşkanının tek imzayla "Uygulamıyorum." dediği gün bu Parlamentoda sesi çıkmayan her parlamenter bu toplumda her türlü cinsiyet eşitsizliği karşısında suskun kalmakla bir ihanetin içine girmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi, hassasiyeti, görevi içerisinde olan bir yere Sayın Cumhurbaşkanı elini soktuğu gün buradaki hukukçuların hepsinin "Hayır, bu mümkün değil." demesi gerekirdi. Bir kanunla yürürlüğe girmiş olan, yürürlük kanunuyla yürürlüğe girmiş, Parlamento iradesiyle çıkmış olan bir sözleşmeyi Sayın Cumhurbaşkanı kendi görevlerinin sayıldığı yerde ayrık olarak sayılmış olmasına rağmen, yapamayacağı belli olmasına rağmen kaldırdığı gün bu Meclisin, Parlamentonun üyeleri boyun eğdi ya, o gün kadınları siz yolda bıraktınız, o gün çocukları yolda bıraktınız, o gün bu ülkede cinsiyet temelli işlenebilecek her türlü suçu korumasız bıraktınız; bunu getirerek bize ne anlatmaya çalışıyorsunuz? Haydi artıralım, şirinlik yapalım. Hani nerede? Bakın, İstanbul Sözleşmesi'nde o kadar güzel başlıklar vardı ki siz hangisini getiriyorsunuz burada? Şimdi diyor ki: "Suçun, iç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte yaşayan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet eden biri tarafından veya yetkisini suistimal eden biri tarafından işlendiği hâllerde..." Kuşa çevirip bir madde getirdiniz; boşanmış eş, ayrı yaşama hakkı olan eş, eş. Peki, medeni olarak ayrı yaşamaya karar vermiş olanlar var mı burada? Yok.
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Kapsıyor, içinde, "kadın" deyince hepsini kapsıyor.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Kapsamıyor efendim, şimdi o kadar ayrıntıya da... Şimdi, "birlikte aynı evde yaşayanlar arasında" hangi maddede bunu tanımladınız da biz göremiyoruz, hukukçu yeteneğimiz yetmiyor, bir açıklayabilirseniz mutlu olacağım ben çünkü kendi ahlakçı yapınızı millete dayatmak istiyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti aslında çok şeyi aşmış vaziyette, sizin bu dayattığınız yerleri de çoktan aşmış vaziyette, ahlakçı yapınızın aklından çıkarmaması gereken tek şey şudur: İnsan hayatı her şeyden kutsaldır, insan en şerefli mahlukattır. Allah'ın yarattığı en şerefli mahlukatı korurken bile bir ayrımcılığa tabi tutamazsınız, böyle bir hakkı kendinizde göremezsiniz, oradaki eşitlik ilkesi yerine ötekileştirilmiş bir kanun uygulamasını hayata geçiremezsiniz.
Bakın, devamı var: "Suçun veya suçların mükerrer olarak işlenmesi, suçun belirli şartlar nedeniyle hassas konuma gelmiş bir bireye karşı işlenmesi, suçun bir çocuğa karşı veya çocuğun huzurunda işlenmesi..." Var mı kanununuzda "çocuğun huzurunda bu suçun işlenmesi" diye bir madde? İzliyorsunuz ya, televizyon kanallarında izliyorsunuz -zaten bunu tepki yasası gibi getiriyorsunuz da- çocuğun önünde annesi öldürülmüş, çocuk köşeye sinmiş, yirmi dört saat orada ağlamış sızlamış, akrabaları gelmiş, çocuğu bulmuşlar, çocuk travmanın göbeğinde; sizin kanununuzda böyle bir düzenleme yok çünkü gazete haberlerinin bir miktarını gördünüz, bir miktarını görmediniz, böyle yaparsanız böyle olur. Sorsaydınız sivil topluma anlatırlardı size, akademisyenler anlatırdı, sosyologlar, psikologlar, bu alanda çalışanlar; haddimiz olmamakla beraber bana da sorsanız anlatırdım, bir danışmanım hiç de fena değil bu konuda. Nerede bu çocuk? Annesinin gözünün önünde öldürüldüğü, şiddete uğradığı çocuğu ne yaptınız siz? Niye yok maddenizde? Yok çünkü ahlakçı bakıyorsunuz, o çocuğu da görmüyorsunuz.
"Suçun 2 veya daha fazla insan tarafından birlikte..." vesaire diye devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi'ni hayatta yakalayamazsınız böyle tentürdiyot tedbirlerle beraber. Bakın, kaldırdığınıza da pişmansınızdır eminim çünkü kendi çocuklarımız da var, değil mi, kendi ailelerimiz var, korunması gerekiyor, burada kadınlar var, bu kadınların akrabası kadınlar var, korumasız bıraktığınız çokça insan var. Kanunun sistematiğiyle oynayarak bunu koruma yoluna girmenizin çok bir yol aldıracağını düşünmüyorum.
Hekimlerle alakalı düzenlemelerinizde de aynı Anayasa'ya aykırılıklar söz konusu, aynı eşitsiz ilişkiler söz konusu. Burada yeterince sağlıkçı arkadaşımız olduğu için hadsizlik yapıp girmek istemiyorum ama baştan sona Anayasa'ya aykırı bir kanunu getirerek milletin kucağına atıyorsunuz, çok da uygulanmasını istediğinizi de zannetmiyorum. Niye "iki yıl" yazıyorsunuz? Hadi yazalım "üç yıl bir ay" "üç yıl iki ay" "Ertelenmez." diyelim. Niye yazmıyorsunuz? Niye bunlarla böyle oynuyorsunuz? Siz bilmiyor musunuz bir buçuk yıl ceza alan, iki yıl ceza alan, altı aydan dokuz aya çıkardığınız cezaları verdiğinizde o cezaların bir gün bile hapsen infazı mümkün değil, bilmiyor musunuz bunu getirdiğiniz zaman? Kime ne anlatıyorsunuz altı ayı dokuz aya çıkararak? Alt sınırı orada olsun, üst sınırı burada olsun. Hadi alt sınırını üç yılın üstünde koyalım hepsinin, biz varız, var mısınız? Hükmün açıklanması uygulanmasın, var mısınız? Eşitliği de bozmayalım, kadın-erkek fark etmesin.
Kuşa çevirdiniz memleketi ya! İnfaz adaletsizliği bir tarafta, kanunların gücünün zayıflatılması bir tarafta. Mevcut kanunlarımız, eğer şemsiyesi doğru kurulacak olsa, doğru bir siyasi irade Türkiye'yi yönlendiriyor olsa ve İnfaz Kanunu'muz doğru olsa kadını da korur, çocuğu da korur, herkesi korur. Bu getirdiklerinizin bana göre çok fazla bir anlamı yok. Ha, avukat isteme falan filan gibi şeyler koymuşsunuz. Ya, siz bu suçu şikâyete bağlı tuttuğunuz sürece zaten sorun yaşayacaksınız. İstanbul Sözleşmesi devlete sorumluluklar yükledi ya, diyor ki: "Devlet takip edecek, görevidir, sorumluluğudur." Şikâyete bağlı bırakıyorsunuz. Niye bırakıyorsunuz kardeşim ya? Madem çok kıymetli, kamu davası hâline dönüştürelim. Niye yapmıyorsunuz? Avukatı zorunlu tutmak lazım, belli bir ceza rakamının üstündeki gibi, talebi var mı yok mu, o mu bu mu bilmem ne, orada burada oynatacak hâle getirmememiz lazım.
Şimdi, saygısızlık yapmak istemiyorum. Uzlaşma kurumu hâlâ var mesela, kaldırın o zaman ya, niye var kardeşim? Madem çok önemsediniz kadını, madem bu Anayasa'daki eşitlik ilkesine de uymayacak şekilde... Çok saygısızlık yapmak istemiyorum, çok uzun da tutmak istemiyorum. Burada konuşacak arkadaşlarımız söz konusu, emek veren arkadaşlara yine de teşekkür ediyorum ama perspektifleri Türkiye'yi gerçekten aydınlığa çıkaracak bir perspektif değildir; sıradan, kendi ahlakçı yaklaşımlarıyla beraber... Belki de yetmiş seksen yılda olgunlaşmış bir temel yasanın maddeleri üzerinde oynanıyor yani "Kadın erkeğe suç işlerse şöyle, erkek kadına suç işlerse böyle." diye bir bakış açısı zaten kafadan "kadına karşı işlenen erkek şiddeti" tanımını yok sayma anlamına geliyor herhâlde, bilmiyorum, konuyu bilen arkadaşlarımız böyle bakıyorlar.
O yüzden kanunun iradesi sakattır, getirdiği hükümler itibarıyla umarım daha iyi şeylere alan yaratabilir ama siz İstanbul Sözleşmesi'nin, CEDAW'ın ve bağlı olduğu kurumların mantalitesini görmezden geldiğiniz süre içerisinde hiçbir adım atamayacaksınız, bunun farkına varın artık. Ölen kadınların da sorumlusu olacaksınız, travma yaşayan çocukların da sorumlusu olacaksınız ve bunun temel nedenini söyledim; bir gece, bir kişi kalkıp uluslararası bir sözleşmeden "Ben çıkıyorum." diyene kadar ağzını açmayan bir Meclis var, "Çıkıyorum." dedikten sonra da ağzını açmayan bir Meclis var; siz kendinizi nereye koyarsanız koyun.
Teşekkür ediyorum.