KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, kadına yönelik şiddetin, daha doğrusu erkek şiddetinin önlenmesine ilişkin bir düzenleme ama sorun biraz şöyle sanırım: Şiddetin kaynağını, şiddetin asıl dayanak bulduğu yeri tartışmadığınızda sadece belli maddeler ekleyerek şiddeti önleme şansımız yok. O yüzden, aslında erkek şiddetinin kaynağını görmek gerekir, belki biraz bunu tartışmak ve bu konuda en azından bir miktar yaklaşabilir miyiz diye bu toplantıyı değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi, kadına yönelik şiddetin diğer şiddet türlerinden neden farklı olduğunu sürekli anlatmaya çalışıyoruz, buradaki erkek şiddetinin kaynağını anlatmaya çalışıyoruz, herhangi bir şiddet biçimiyle aynı olmadığını sürekli vurgulamaya çalışıyoruz ki burada da aslında yasa önerisinde "kadına yönelik işlenmiş" olarak söyleniyor olması aslında uzun zamandır anlattığımız şeyin belki çok kabul edilmese de bir miktar anlaşılmaya çalışıldığının göstergesi.

Şimdi, kadına yönelik şiddetin, erkek şiddetinin kaynağı ne? Bir iktidar kurma ilişkisi...

(Uğultular)

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Arkadaşlar, çok gürültü olunca konuşmak zor oluyor.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Değerli arkadaşlar, biraz sakin olun.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bir iktidar kurma ilişkisi, bir egemenlik ilişkisi aslında. Erkekler durup dururken, canları sıkıldığı için, sarhoş oldukları için ya da psikolojik bozuklukları olduğu için kadınlara şiddet uygulamıyorlar -şiddetin her biçimi açısından söylüyorum- ya da LGBTİ+'lara ya da farklı dinî inanç, kimlikten kaynaklı şiddet uygulamıyorlar. Bunun arkasında bir ideolojik zemin var, bir kaynak var ve biz bunu işte "erkek egemenliği" diye tarifliyoruz, "patriyarkal" diye tarifliyoruz, "toplumsal cinsiyet" diye tarifliyoruz. Şimdi, bu sistemin kendisi, birinin diğeri üzerinde iktidar ilişkisi kurmasına neden olan bir sistem. Şimdi, eğer bu sistemi yaratan olguları göremezsek, bunun kaynaklarını göremezsek sadece "Şu yasada biraz düzenleme yapalım, burada şöyle bir cümle ekleyelim." diyerek maalesef çözemiyoruz. İstediğiniz kadar cezayı ağırlaştırın, istediğiniz kadar ağır koşullar getirin, kaynağın kendisini çözemediyseniz ceza hiçbir zaman tek başına maalesef çözüm üretemiyor.

Şimdi, burada nedir, neden erkekler kadınlar üzerinde iktidar kurmak ister, neden bir ezme-ezilme ilişkisi var, biraz bunu açıklamak istiyorum, belki ortaklaşabiliriz. Şimdi, gerçekten şiddet biçimlerine baktığınızda hep ne görürsünüz? Biri diğerine niye şiddet uygular? Kendi görüşünü kabul ettirmek için, isteklerini kabul ettirmek için, onun istediği şekilde yaşamasını istediği için ya da onun düşünsel sistemini kabul etmeye zorladığı için aslında şiddet vardır. Kadın-erkek ilişkisinde de benzer bir şey var; erkekler kadınlar üzerinde otorite kurmak ister, boyun eğmesini ister, itaat etmesini ister, "makbul kadınlar" denen sınırlara çekmek ister; aslında belirleyici olmak isteyen erkektir bundan dolayı da kadına şiddet yoluyla tüm bu baskı mekanizmalarını uygulatmaya çalışır. Yoksa gerçekten hani kızgındı, öfkeliydi, bazen medyanın yazdığı gibi "Aşk cinayetiydi, çok seviyordu, öldürdü." meselesi değildir; mülkiyet olarak görme, kendisine tabi olarak görme meselesinin bir sonucu olarak gelişir şiddet.

Peki, bunu yaratan mekanizma nedir? Erkekler sadece kendiliğinden, kendi iktidarlarını sürdürmek için mi yapıyorlar, yoksa aslında öğretilmiş bir sistem mi var, bunu sürekli onaylayan, tekrarlayan, yeniden yeniden üreten bir sistem içerisinde erkekler de bunu işine geldiği için devam mı ettiriyorlar yani bir ortaklık mı var meselede aslında? Şimdi, buradan bakmak gerekiyor ve gerçekten, kadınların aslında bugünkü konumunu normalleştiren, olağanlaştıran, buna onay veren bir sistemden bahsetmek gerekiyor, bu da patriyarkal sistem.

Şimdi, bu sistem ne diyor? "Ben kadını ev içerisinde birtakım işlere mahkûm edeceğim ve bu işleri ücretsiz olarak yaptıracağım." diyor, "Ev işlerini ücretsiz olarak yaptıracağım, karşılığını vermeyeceğim." diyor; "Bakım hizmetini ücretsiz yaptıracağım, karşılığını vermeyeceğim." diyor; "Hasta, yaşlı bakımını kadınlara yaptıracağım; duygusal bir zemin içerisinde, aile konumu içerisinde bunu bir güzel süsleyeceğim, buradan herhangi bir ücret vermeyeceğim." diyor. Şimdi, kadınların ev içerisinde yaptığı bütün işleri siz dışarıda yaptırmaya kalksanız, inanın, maaşınız falan yetmez. Ütüyü dışarıda yaptırdığınızı düşünün, çamaşırınızı, çocuk bakımını, evin temizliğini, duygusal zemindeki yürütmek zorunda olduğunuz işleri, organizasyon işlerini, eğitim işleri dâhil, bunların hepsini siz dışarıda yaptırmaya kalktığınızda aslında kimsenin maaşı buna yetmez. Şimdi, burada aslında kadın emeğinin ciddi bir sömürüsünden bahsediyoruz ve bu sömürünün devamı için de kadın-erkek rollerinin devam etmesi gerekiyor, erkeğin otorite olması gerekiyor. Bu "ev içi emek" dediğimiz ücretsiz emek sömürüsü neye yol açıyor? Kadınların ev dışında da aslında sömürülmesine yol açıyor. Yani biz kadınlar mesela hep şunu söylüyoruz ya: "Erkeklerle aynı işlerde çalışmamıza rağmen aynı ücreti alamıyoruz." diyoruz, "Eş değer işe eşit ücret alamıyoruz." diyoruz, "Erkekler gibi kolay iş bulamıyoruz." diyoruz, "Dışarıda bizim iş bulmamız ve eşit koşullarda çalışmamız mümkün olmuyor." diyoruz. Bizim eşit koşullarda olamama hâlimizin kendisi de sonuçta, aynı zamanda bizim ekonomik olarak da sömürülmemizin ve erkeğe bağımlı kılınmamızın bir yöntemi olarak kullanılmaya devam ediyor.

Ücretli çalışma alanında... Burada bir Komisyon da vardı, KEFEK'in daha önce alt komisyonlarından bir tanesi. Teknolojik alanlarda, teknik alanlarda kız çocuklarına yönelik öncelik üzerine bir komisyon bile kurulma ihtiyacı hissedilmişti çünkü biz çalışma alanında erkeklerle eşit değiliz. Bu eşit olmama hâlinin kendisi aslında tam da bu ev içi iş bölümünden kaynaklı olarak gelişiyor ve buradan kaynak alıyor.

Şimdi, bütün bunları sağlayabilmek için tabii ki bütünlüklü bir yaklaşım var, basın-yayın organları da bize bunu böyle öğretiyor. Dizileri izliyorsunuzdur, dizilerde ne gördüğümüzü hepimiz biliyoruz, değil mi? İşte, kadın mutfakta, ev işlerini yapan; dışarıda -tırnak içerisinde- delikanlı havasıyla şiddet uygulayan, otorite olan, kadın üzerinde baskı kuran, sevdiği için kaçıran, sevdiği için şiddet uygulayan, sevdiği için öldürüp kendisi de arkasından intihar eden erkek modelleri bize olağanmış gibi, olması gerekenmiş gibi sunuluyor.

Şimdi, mesela, bizde RTÜK hani bir sürü şeyi denetlerken nedense bunları denetleme gereği duymuyor, bu yayınlarla ilgili kadın perspektifinden doğru bir yaklaşım geliştirmiyor. Oysaki, hele özellikle son dönemlerde, bakın, şiddeti besleyen, şiddete onay veren, şiddeti çoğaltan rol modeller, kadınları aşağılayan, kadınları "boyun eğen" olarak tanımlayan rol modeller inanılmaz bir şekilde yayınlaştırılmış durumda ve gençler, çocuklar bunları izleyerek büyüyorlar. Şimdi, böyle bir izleme sürecinde ne oluyor? Bu çocukların hepsi bu şiddete meyilli oluyor, inanılmaz, ağızlarından şiddet ve küfür eksik olmuyor. Şimdi, gazeteler de böyle televizyonlar da böyle filmler de böyle. O zaman nasıl bir değişiklik yaratacaksınız?

Eğitim sistemine bakın, eğitim sisteminde benzer bir durum devam ediyor. Orada da aynı, bu rol modelleri öğretiyoruz; erkek otoriterdir, onu öğretiyoruz, kadın boyun eğendir, bunu öğretiyoruz. Bunu açıkça söylemiyor olabiliriz ama gösterdiğimiz her bir şeyin, eğitimin kendisi bu sonucu üretiyor. Diyanet, sürekli kadınlar aleyhine açıklamalar yapıyor, sürekli kadınların aslında aile içine mahkûm olması gerektiğini söyleyen cümleler kullanıyor. Kamusal alan asla kadınlara göre düzenlenmiyor, hep erkeklere göre düzenlenen kamusal alanlar var. Yani siz bir gece sokakta bir erkeğin yürüdüğü gibi yürüyemiyorsunuz, herhangi bir yere istediğiniz zaman gitme şansınız yok; kadınlar hep çekinerek dışsal, evin dışındaki yaşamda zorlanarak yaşamak zorunda kalıyorlar. Şiddeti önleyecek mekanizmalar üretmiyoruz. Olmadan önce şiddeti engelleyecek mekanizmaları üretmiyorsanız, buna yönelik çalışmalar yapmıyorsanız sadece şiddet gerçekleştikten sonra ceza vermenin bir karşılığı maalesef de yeterli olmuyor.

Şimdi, "yargı" diyoruz. Evet, cezalar artırılıyor, eyvallah diyelim ama sorun şu: Var olan yasayı da uygulamıyor ki bu yargı. Şimdi, bir sürü konuda aslında bir sürü düzenleme yapıldı, hangisini uyguladı? En basit örneğiyle söyleyelim; 6284 sayılı Yasa var mı, var ama peki, bu yargı nasıl bakıyor bu yasaya? Mümkün olan en asgari hâliyle, mümkünse aslında uygulamama hâliyle bakıyor. Şimdi, böyle bir durum varken siz istediğiniz yasal düzenlemeyi yapın, geliyor erkek yargının aklı gene erkekten yana tutum alıyor ve oradan yana kararlar almaya başlıyor. Şimdi buradan bir örnek vereyim; pişmanlığı birtakım gerekçelere bağlamışız, değil mi? Hiç işe yaramayacak, çok açık söyleyeyim çünkü erkek yargı kafası olduğu sürece o evirecek çevirecek, diyecek ki: "Pişmandır, zaten haksız tahrik de vardır." Ki bu yasada haksız tahrike de hiç değinilmemiş; kadınların en fazla sorun yaşadığı noktalardan bir tanesidir erkeklerin kadınlara yönelik işlediği suçlarda uygulanan ve erkekler açısından cezaların kuşa döndüğü bir meseledir haksız tahrik, hiç değinilmeyen bir madde. Yine aynı kararı verecek.

Hani bir örnek verdi arkadaşlarımız, "Gerekçesiz olamaz." demişiz, indirim maddesinin kendisi. Bunu demeye gerek var mı? Bunu yasaya yazmaya gerek var mı? Her hâkim şunu bilir herhâlde: Her karar gerekçeli olmak zorundadır. Bunu bilmiyorsa zaten hâkim olmaması lazım ama şimdi, öyle bir ülkede yaşıyorsunuz ki bir erkek egemen akıl bunu böyle anlamıyor, siz istediğiniz kadar oraya yazın, o erkek aklıyla devam ediyor ve bunu yazıyor. Dolayısıyla bunu böyle yazmanız hiçbir şeyi çözmeyecek, çözüm de üretmeyecek, o erkek akıl devreye girecek.

Geçenlerde hepimizin gördüğü Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı; ya, ben okuduğumda inanamadım gerçekten, diyor ki: "Eğer kadın evlilik kararını kabul etseydi öldürmeyecekti." Ya, böyle bir izah nasıl kurulabilir? Ben bir erkeğin evlilik teklifini kabul etmek zorunda mıyım? Öldürülmemek için bu teklifi kabul etmek zorunda mıyım? Bu nasıl bir tariftir ya? Bunu veren herhangi bir mahkeme bile değil, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı, biz neyden bahsediyoruz? Biz boyun mu eğeceğiz yani bir erkek beni öldürmesin, yaralamasın diye ben onun isteklerine rıza mı göstereceğim? Bu karar budur. Bu karar diyor ki: "Rıza göstermek zorundasın, yoksa hayatından olursun." Şimdi, bu seviyede bir karar vermiş bir yargı kurumu nasıl düzeltecek sadece cezayı ağırlaştırmakla? Bunun gibi binlerce örnek sayabilirim.

Çocuğa yönelik cinsel istismar meselelerinde, cinsel saldırı meselelerinde "Bağırmadı, rızası var." diye kararlar veriliyor. Nasıl izah edilebilir bu kararlar? "Çocuğun rızası" ne demek? Nasıl bir anlayış "çocuğun rızası" diye söz edebiliyor, "çocuk" ve "rıza" kelimelerini nasıl yan yana getirebiliyor? Ama getiriyor çünkü erkeği koruyor çünkü o "kutsal aile yapısı" dediği yapıyı koruyor çünkü kendince toplumu koruyor, böyle yaparak toplumu koruduğunu zannediyor, aslında erkeği koruyor.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Vallahi bir gösterin yani.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Çok Hocam, çok, gösteririz.

Şimdi, böyle bir sistem varken gerçekten sadece madde değiştirmek çözmüyor.

Devamı, infaz sistemi... Siyasilere gelince inanılmaz, böyle şartlı salıverme sürelerini de yakan uygulamalar başlattı cezaevleri denetleme ve gözetleme kurulları. Bunları şartlı salıvermeyi bile yakıyor, bırakın öyle bir yıllık denetimi, şunu, bunu, tam süresinde yatırmaya başladı ama bu tür suçlara gelince infaz sistemimiz öyle muhteşem ki on yıl ceza alan bile çok kısa bir süreli yatarak çıkabiliyor. Şimdi, biz burada altı ayı bir yıla çıkarmışız, bir yılı iki yıla çıkarmışız, ne gibi bir sonuç üretecek? Cezaevinde bir iki gün kalıp, belki birkaç ay kalıp çıkacak ve aynı tehditlerine devam edecek. Bu, çözüm üretecek mi gerçekten? Bu infaz sistemiyle, bu yargı sistemiyle, bu toplamdaki anlayışla nasıl çözeceğiz kadına yönelik erkek şiddetini? Yani topyekûn bir mücadele kuramıyorsak, aslında erkek şiddetini engelleyecek topyekûn bütüncül politikalar üretemiyorsak çözemeyiz. Ya, bir gelin, buradan tartışalım, buradan konuşalım, parçalı iş yapmayalım. Gerçekten kadınlar katlediliyor, gerçekten biz kadınlar sokakta yürümekten korkar hâle geldik, kıyafetlerimizden çekinir hâle geldik, yaşam biçimlerimizden çekinir hâle geldik.

Erkek şiddeti her yerde yaşanıyor, iş yerlerinde de öyle. Mobbingler, kadına yönelik cinsel tacizler, işverenin tacizi, diğer işçilerin tacizi ve binlerce kadın bunları dava konusu yapamıyor, yargılama konusu yapamıyor. Neden? Çünkü siz yargıya taşıdığınızda yargılanan kadın oluyor. Toplum yargılıyor, yetmiyor; kadı yargılıyor, yetmiyor; basın hedef gösteriyor. Basın güya kadına yönelik şiddet haberlerini yapıyor, erkeğin fotoğrafını basacağına kadının fotoğrafını basıyor, herkese kadını teşhir ediyor. Ondan sonra da bize diyorsunuz ki: "Gelin yargıya başvurun." Nasıl yargıya başvuralım? Yıllarca mücadele edeceğiz, beş on yıl geçecek, lütfedip erkeğe bir ceza verecekler ya da vermeyecekler, bu arada kadınların hayatları mahvolacak, hiçbir koruma mekanizması devreye girmeyecek; ne ekonomik sorunları çözülecek ne barınma hakkı sorunu çözülecek, ne psikolojik tedavi ne fiziksel tedavi hakkına ilişkin hiçbir hak tanımadan "Buyur git, yargıya başvur." diyeceksiniz; karakol kapılarında sürüneceğiz, yetmedi savcılık kapılarında sürüneceğiz, yetmedi mahkeme kapılarında sürüneceğiz ve böyle bir süreçte -toplum da bizi yargılarken- biz yargıyla uğraşacağız öyle mi? Bu kadar gücünüz varsa siz önden buyurun, gerçekten siz önden buyurun yani. Biz zaten baştan suçlu ilan edilirken, tu kaka ilan edilirken bütün bu zorlu süreçleri aşıp acaba nasıl yargıya gideceğiz? Şimdi, bunlara dair hiçbir çözümümüz yok, hiçbir şey üretmiyoruz. Yetmedi, şimdi de nafakayı da kaldırma tartışmaları yapıyorsunuz. Yani nafaka üç kuruş ama şunu söyleyelim: Kadınların ekonomik özgürlüğünün olmadığı, çalışma hayatında yer bulamadığı, eşit işe eş değer ücretle çalışamadığı, yıllarca ev içerisinde çalışması engellendiği için iş bulma olanaklarının olmadığı bir süreçte bir kadının şiddetten korunabilmesi için az da olsa, boşanabilmeye cesaret edebilmesi için az da olsa bir imkân nafaka. Şimdi bunu da kaldırdığınızda kadın o zaman boşanmayı nasıl göze alacak, şiddet ortamından nasıl uzaklaşacak? Siz bir erkeği şiddetten dolayı şikâyet ettiğinizde -eşinizi, sevgilinizi, yakınınızı ya da bilmem kimi- ona yönelik -evliyseniz- boşanma davası açmadan şiddet şikâyetinde bulunabilir misiniz gerçekten? Bir düşünün, aynı evde yaşıyorsunuz, şiddet şikâyetinde bulunuyorsunuz ama boşanma davası da açamıyorsunuz çünkü nafaka da ortadan kalkıyor. Yapabilecek misiniz? Yapamayacaksınız, o zaman o şiddete boyun eğeceksiniz. Kadınların ekonomik özgürlüğünü sağlayacak mekanizmalar üretmezseniz kadınlar o ev içerisinde şiddete boyun eğmek zorunda kalır. Nereye gidecek, o evden ayrıldığında nerede yaşayacak, hangi koşullarda yaşayacak, çocukların geçimini nasıl sağlayacak? Bütün bunlara çözümünüz yoksa kadın o ev içerisindeki şiddetten nasıl kurtulacak? Şimdi de "Nafakayı kaldıralım." diyorsunuz.

Diğer bir mesele, şimdi, bu maddede getirdiklerinize bakıyorum, İstanbul Sözleşmesi'nden alınmış kısımlar; e niye İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçtiniz? Parça parça bakın, ısrarlı takipte, diğer meselelerde aslında ne diyordu İstanbul Sözleşmesi? "Kadına kadın olmaktan kaynaklı özel bir şiddet uygulanıyor." diyordu değil mi? "Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı uygulanıyor." diyordu. "Bu bir sistem. Dolayısıyla buna karşı bütünlüklü bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor." diyordu ve bütün bunlara yönelik de devlete sorumluluklar yüklüyordu. Şimdi, siz burada mesela -ben baktım- "kadına yönelik şiddet" demişsiniz. Aslında bir başka anlatımla tam da bunu söylüyorsunuz, diyorsunuz ki: "Kadın olduğu için özel bir şiddet var." O zaman niye İstanbul Sözleşmesi'nden geri çekiliyorsunuz? Diyorsunuz ki: "Kadınlara yönelik özel düzenlemeler gerekiyor." "Israrlı takip" diyorsunuz, daha önce kabul edilmeyen, bizim uzun zamandır söylediğimiz bir maddeydi; İstanbul Sözleşmesi'nde çok daha açık yazıyor, 6284'te yazıyor. E niye o zaman buradan vazgeçiyorsunuz? Niye 6284'ün uygulanması her geçen gün mahkemelerde daha da fazla zorlaşıyor? Niye biz yani meslek olarak da avukat olduğum için...

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - 6284'ten kimse vazgeçmiyor.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yok, "Uygulanması zorlaşıyor." dedim, cümleye dikkat ederseniz.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Züleyha Hanım, toparlayabilir miyiz?

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Toparlayacağım.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Genel Kurulda yoklama istendi, o nedenle bir on beş dakika ara vereceğiz.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamam, toparlayacağım. Benden sonra zaten sağlıkla ilgili Abdullah Bey devam eder.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Devam ederiz sonra, aradan sonra devam edeceğiz.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, son olarak şeyi de söyleyeyim: Sadece bu meseleler değil yani toplumda ayrımcılık meselesi sadece kadınlara yönelik değil. LGBTİ+'lar cinsiyet kimliği ve cinsel yöneliminden dolayı ciddi anlamda şiddete maruz kalıyorlar, yaşam hakları yok sayılıyor. Trans kimliğinden dolayı, cinsel yöneliminden dolayı insanlar katlediliyor bu ülkede. Buna dair de bu yasada bir çözüm önerisi yok. Göçmen olmak, Kürt olmak, Ermeni olmak, Alevi olmak, siyasi görüş farklılığı olmak, felsefi düşünce farklılığı olmaktan da kaynaklı bu ülkede insanlar şiddete uğruyor, yaşamlarını kaybediyor. Şimdi, bizim bunlara dair de burada bir şey konuşmamız lazım. Sadece kadınlar görmüyor aslında bu şiddeti, bu şiddeti farklı ezilen kesimler de görüyor. Mesela Konya'daki Kürtlere yönelik katliam davası böyle bir dava ama yargı bunun mesela Kürt olmakla ilgisini kurmak istemedi ısrarla, "Hayır, Kürtlükle ilgisi yok." dedi ama çok açık, ben o davayı çok yakından takip ediyorum, Kürtlükle ilişkisi var bunun. Göçmen işçiler, göçmen olmalarıyla çok ilgisi var; Alevilere yönelik katliamlar, Alevi olmasıyla ilgisi var. Sadece birbirleri arasındaki kişisel meseleler değil bunlar; yaşanan sorun sadece bir arsa sorunuymuş, arazi sorunuymuş diyerek geçiştirilecek meseleler değil. Yine diğer bir mesele, işte, ırkların ayrımı, siyasi görüş ayrımı, felsefi inanç; bütün bunların yanında mesela göçmenlere yönelik ayrımcılık var, mülteciler de aslında çok ciddi bir düşmanlıkla karşı karşıya. En son Esenyurt'ta Afganlı göçmenler öldürüldü bu ülkede. Afgan olması aslında öldürülmesini kolaylaştıran bir zemin sunuyor maalesef bu ülkede. Bir Türkiye vatandaşı olduğunuzda ya da Türk olduğunuzda o kadar kolay olmayan bir şey başka bir ulustan olduğunuzda çok kolaylaşabiliyor. Çünkü maalesef, devlet mekanizmaları, yargı sistemi, polis sistemi bütün bunlara toleranslı davranıyor çünkü bütün bunlara göz yuman bir yerde duruyor, bunları görmezlikten geliyor, bazen teşvik eden bir yerde duruyor. Şimdi, bütün bunlar iktidardan doğru siz cümleler kullandığınızda topluma sirayet ediyor ve toplumda da farklı kesimlere yönelik şiddet mekanizması çok daha fazla artıyor.

Şimdi, siz "yoklama" dediğiniz için keseceğim, gerekirse daha sonra devam edeceğim.