KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, çok değerli bürokratlar; ben de İYİ Parti adına hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, kanun teklifinde kadına karşı şiddet suçunun açıkça tanımlanması ve Türk Ceza Kanunu'na eklenecek bir maddeyle ayrı bir suç olarak düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Kadına karşı şiddet suçu, bir kadının sırf kadın olduğu için bir erkek tarafından, erkeğin "Yap." dediği şeyi yapmaması ya da "Yapma." dediği şeyi yapması, "Okuma." denilen kadının okuması, "Evlen." denilen kadının evlenmemesi ya da "Boşanma." denilen kadının boşanması gibi sebeplerle şiddete uğraması günümüzde en çok karşılaşılan olgulardır. Oysa, işbu kanun teklifinde "kadına karşı şiddet suçu" olarak ayrı bir suç oluşturulmamış; kasten adam öldürme ve kasten adam yaralama gibi suçların kadına karşı işlenmesi hâlinde nitelikli hâlden cezalandırılacağı düzenlemesi getirilmektedir. Bu suçlarda mağdurun "kadın" olarak belirtilmesi tek başına kadına karşı şiddet suçunu önlemek bakımından yeterli değildir. Kanun teklifinde, kadına karşı işlendiğinde nitelikli hâle gelen suçların failine yönelik bir açıklama getirilmemiştir. Kasten adam öldürme suçunun ya da kasten adam yaralama suçunun failinin ve mağdurunun kadın olması hâlinde bu suçlar kadına karşı şiddet suçunu oluşturmayacaktır. Partimiz tarafından hazırlanan iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem ilkelerinde kadına karşı şiddet suçu açıkça anlatılmış olup Türk Ceza Kanunu'nda "kadına karşı şiddet" adı altında yeni bir suç olarak düzenleme yapılması öngörülmüştür.

Kadınlara karşı şiddetle mücadelede, İstanbul Sözleşmesi'nden, tam bir yıl önce hukuka aykırı bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanının kararıyla çıkılmıştır. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in başvurusu sonucunda, Danıştay Başsavcılığının İstanbul Sözleşmesi'nden çekilişin hukuki olmadığı açıklamasıyla, bu kararın hukuka aykırılığına dair yargılama Danıştayda devam etmektedir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ön yargılı davranışlarıyla İstanbul Sözleşmesi'nden çıkan siyasi irade şimdi, yeniden, bir önleme politikası içermeyen, pansuman görevi bile görmeyecek ve yaraları daha da derinleştirecek bir çaba ve gayret içerisinde Meclise bir teklif sunmuştur. Yaygın medyada, kadına yönelik şiddetle mücadelede büyük önem taşıyacağı, âdeta reform niteliğinde yenilikler getirdiği propagandası yapılan bu teklifte mevcuda göre bazı olumlu düzenlemeler olmakla birlikte, kadınlara ve sağlıkçılara karşı şiddet konusunda cezalarda kısmi bir ağırlaştırılmaya gidilmiş olup bunun dışında sorunun ortadan kaldırılmasında etkili ve kararlı bir çözüm iradesi görülmemektedir.

Teklif, genel olarak değerlendirildiğinde, kadına yönelik şiddeti önlemenin felsefesine ters düştüğü izlenimi uyandırmaktadır. Kadına şiddeti ölüm sonrası olarak değerlendiren bu zihniyet vatandaşa "Büyük işler yapıyorum." havasında algı yönetimi yapmaktadır. Bu teklifle hem kadına hem sağlık çalışanlarına yönelik şiddet suçlarının cezaları Türk Ceza Kanunu'nda artırılmaktadır. Kadına veya sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlar cezaların azlığına güvenerek bu suçları işlememekte, bu cezaların etkin infazları olmadığı için bu suçları işleme cesareti ve cüreti göstermektedir. Türk Ceza Yasası'nda tehdit, hakaret, şantaj, kasten yaralama, eziyet gibi pek çok suç düzenlenmiş durumdadır. Bu suçların Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiş olması etkin uygulanmalarını sağlamamaktadır. Bu suçlar neredeyse her zaman cezasız bırakılmakta ve ülkemizde mahkemeler tarafından hükmedilen ceza ile infaz arasında ciddi bir fark bulunmaktadır. İnfaz düzenlemeleri nedeniyle, zaten hükmedilen cezaların önemli bir bölümü infaz edilememektedir. Kanunda ceza artırımı oranlarının farklı kriterlere göre tespit edilmesi; bazılarında altıda 1, bazılarında üçte 1, bazılarında ikide 1 oranında arttırılması bir karmaşaya sebep olmaktadır; keşke bu cezaların tamamı belli bir oranda artırılsaydı diye düşünmekteyiz.

İnfaz hukukunun ulaşmayı hedeflediği temel amaç ise Ceza ve Güvenlik Önlemlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 3'üncü maddesinin (1)'inci fıkrasında açıkça yazmaktadır. Yaşadığımız bu süreçte duruşmalarda alınan kararlar ortadadır. Geçtiğimiz hafta Yargıtay Ceza Kurulunun verdiği karar Türkiye'de hukuktan mezun olmuş, yargının her kademesinde görev yapan bazı kişilerin zihinsel dönüşümü sağlamadığını ortaya koymuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 5'e karşı 14 üyenin oyuyla, kendisini reddettiği için Hatice Kaçmaz'ı öldüren Orhan Munis'in cinayeti tasarlayarak değil, duygusal çöküntü ve anlık hiddetle işlediğine dair karar vermiştir. Şimdi, bu 19 üyeye sormak istiyorum: Günümüzde tansiyonu, şekeri, nabzı ölçen aletler çıktı ama duyguyu, samimiyeti, şiddeti ölçen aletler çıktı da bizim haberimiz olmadı mı? Bu duyguyu siz neye göre ölçtünüz, nasıl ölçtünüz? Bunu kamuoyuyla paylaşmanızda fayda var, yoksa adalete olan güvenin her geçen gün yerlerde süründüğü bir ortamda alınan bu kararla adalete olan güvenin daha da azalacağı endişesi taşımaktayız. Orhan Munis "Son bir kez konuşalım." diyerek parka çağırdığı Hatice Kaçmaz'ı bıçakla öldürmüş, kararda cinayet gerekçesi "tutkulu sevgi" olarak gösterilmiş, "Maktulle evlenmeyi isteyen sanık, maktulenin bir türlü kabul etmemesi, ayrılma düşüncesini kendisine açıklaması sonucu içindeki tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ve ruh hâli üzerinde yarattığı şiddetle, yanına bıçak alarak, o hiddetin sonucu olarak maktuleye bıçak darbelerini vurmuştur." denilmiştir. Yani kısacası "Ya benimsin ya kara toprağın." söylemini Yargıtay da kabul etmiş hâle gelmiştir. Bu ve benzer kadın cinayetlerinde olduğu gibi toplumu derinden etkileyen kamusal tartışmalara neden olan bir şiddet vakası yaşandığında "yeni bir hukuk düzenlemesi yapılacağı" söylenmektedir. Biz, İYİ Parti olarak 2020 Mart ayında, yargı paketinde bu infazla ve cezalarla ilgili düzenleme geldiğinde "gebe kadına karşı" sözünün yerine sadece "kadına karşı" denilerek en azından o günkü şartlarda bir düzenleme talep ettiğimiz hâlde maalesef iktidar tarafından bu talebimiz kabul görmemişti. İki sene sonra, kısmen de olsa bizim düşüncelerimizle ortak paydaya gelinmesinden de memnuniyetimizi ifade etmek istiyoruz. Yani iktidar demek hiçbir eleştiriyi kabul etmemek anlamına gelmiyor. Türk milletinin, Türk toplumunun, Türk kadınının geleceğine ilişkin, sosyal güvencesine ilişkin, hayatta kalma şartlarına ilişkin düzenlemelerde keşke birlikte hareket edebilme ortamı ve imkânı yakalayabilsek. Tüm bu düzenlemelerin üzerinde önerileri barındıran İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı verilmişken, iktidarın kadına karşı şiddetle mücadele konusundaki samimiyeti tarafımızca maalesef sorgulanmaktadır.

Kanun teklifi gerekçesinde vurgulanan 6284 sayılı Kanun ve benzeri düzenlemeler gerektiği gibi uygulanamıyorken, cezasızlık ana düşünce iken, hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulaması varken bu teklifin getirilmesini açıkçası tutarlı bulmamaktayız. Kanun teklifinde kadına karşı şiddet suçu açıkça tanımlanmalıdır diye düşünmekteyiz. Yine Türk Ceza Kanunu'nun 82, 86, 94, 96 ve 106'ncı maddelerinde teklifte "suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde" diye cümle eklenmekte ve bu cezalar artırılmaktadır. Artırılan cezaların caydırıcı olma özelliği taşıyıp taşımadığı da tarafımızca tartışmalı bir hâle gelmektedir.

Ben maddelerde de konuşmak adına sözü fazla uzatmıyorum, sabrınıza teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.