KOMİSYON KONUŞMASI

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.

Konuşmalarda bu kanun teklifine muhalefetin karşı çıktığı ifade edildi. Biz aslında bu kanun teklifine karşı çıkmıyoruz. Elbette ki eleştirilerimiz var, önerilerimiz var, zaten muhalefet şerhlerimizde de bunları belirttik. Dolayısıyla hem itirazlarımızın hem eleştirilerimizin ve hem de önerilerimizin karşı çıkılıyor olarak algılanmasını da açıkçası anlamak mümkün değil. Yani, şöyle bir yaklaşım var: Hani, biz hazırladık, getirdik, en mükemmeli bu dolayısıyla siz de bir şey söylemeyin, takdir edin, hani bu iyidir, bizi destekleyin; bu yönde bir yaklaşım var, aslında bu demokratik katılımcı müzakere kültürünü de zedeliyor ve bunun olanaklarını da ortadan kaldırıyor. Genelde bütün kanun tekliflerinde ya da Genel Kurula gelen tartışmalarda hep böyle bir yaklaşım var dolayasıyla bu da bütüncül bir yaklaşımın açığa çıkmasını engelliyor. Tabii ki biz kadınların yararına olan her konuda yapılan her iyileştirmeyi destekliyoruz ve güçlendirmeye çalışıyoruz ama şöyle bir durum söz konusu: Yani, kadına yönelik şiddeti artık kavramsal olarak sadece şiddet olarak tanımlamak yeterli değil çünkü gerçekten artık şiddeti aşan, belki bir cins kırımı, kadın kırımı olarak tanımlanabilecek bir yaklaşım söz konusu yani çok vahim bir tablo var aslında karşımızda. Neredeyse hemen hemen her gün bir kadın katlediliyor ya da şiddete maruz kalıyor, sakat kalıyor, öldürülüyor ve benzeri durumlar yaşanıyor. Yani kadınlar hem evde hem de sokakta tanıdığı ya da tanımadığı erkeklerin şiddetine maruz kalıyor. Kadınlar sadece aile içerisinde tanıdığı erkeklerin saldırısına ya da şiddetine uğramıyor, bir şekilde sokakta yürüyen, hiç tanımayan erkekler bile kadınların yaşam biçimini, kıyafetini, davranışını benimsemediği zaman, onaylamadığı zaman şiddet uygulama hakkını kendinde görüyor, böyle bir perspektifle yaklaşıyor. Şimdi erkekleri böyle düşünmeye yönelten mesele ne, aslında biraz bu tartışmaya ihtiyacımız var. Tabii ki bu toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifine inanmama, bunu...

(Uğultular)

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Başkan, çok gürültü var.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sessiz olalım arkadaşlar, konuşmayı duyamıyoruz.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Yani, tabii ki bu aslında toplumsal cinsiyet perspektifini kabul etmemek kadınlar ile erkeklerin eşit olduğu fikrine karşı erkeklerin gösterdiği bir refleks. O açıdan da kadına yönelik şiddeti tanımlarken, bununla mücadele yöntemlerini oluştururken bunu çok yapısal bir sorun olarak ele almak gerekiyor. Tek başına hukuki düzenlemeler yapmak soruna çözüm üretmiyor maalesef. Dolayısıyla doğru temelde ve perspektifle hazırlanmayan her yasa mevcut sorunların çözümü olmadığı gibi başkaca sorunların da yaşanmasına neden oluyor yani biz onun için aslında daha önce de defalarca hem Genel Kurul konuşmalarımızda hem de önergelerimizde bunu ifade etmiştik. Bir kere Meclisin bu kadın kırımına karşı özel bir gündemle oturum yapması gerektiğini ifade ettik, çokça bunun çağrısında da bulunduk. Dolayısıyla burada bir eylem planının hazırlanması gerekiyor, bir yol haritasının belirlenmesi gerekiyor. Sadece hukuki alandaki kimi düzenlemeler kadına yönelik şiddetin aslında bu yapısal sorunlarını çözmüyor dolayısıyla yasamadan yürütmeye, yargıya, basına, Diyanete birçok kurumda aslında bu toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle bir düzenleme ya da yeniden bir yapılanma gerekiyor. Ama maalesef bırakın bu önerileri dikkate almayı, Meclisin bu gündemle toplanmasını ya da bütün kadın örgütlerini de bu süreçlere dâhil ederek bir çalışma yürütülmesini, mevcut yasalarda bile... Örneğin bu alanda yıllardır kadın örgütleri çalışma yürütüyor, feminist hareket, kadın hareketi bu anlamda ciddi bir mücadele yürütüyor, ciddi deneyimleri var, birikimleri var ama bunları dinlemek, bunların önerilerini almak, dikkate almak, bunun üzerinden bir tartışma yürütmek maalesef mümkün olmadı. Yani KEFEK'te bile -hani ben KEFEK üyesiyim- yedi saatte bu tartışıldı, bitirildi, önergelerimiz kabul edilmedi. Zaten KEFEK'e gelme süreci de ayrıca bir tartışma konusu. Örneğin biz katılma imkânı bulamadık, hem "Nevroz" gündemiydi, işte ben ilimdeydim, zaten bizim uçak seferlerimiz her gün yok. Yani tarihler belirlenirken bile ortaklaşa belirlenmediği için sadece belirlenip "Bugün gelinsin." denildiği için zaten oralara da çok sağlıklı katılım sağlanamıyor maalesef ama geldiğimizde de öneriler, eleştiriler çok da dikkate alınarak ortak bir tartışma kültürü yaratılarak maalesef yapılmıyor. Yani dolayısıyla bütün bu tartışmalarda aslında kadın-erkek eşitliğine, bu perspektife inanmayan bir iktidar var karşımızda dolayısıyla buna inanmayan bir iktidarın yasa tekliflerinde de eşitlik perspektifine, cinsiyet eşitliği perspektifine göre yol alması, böyle bir düzenlemeler yapması çok mümkün görünmüyor, kadınlar açısından çok inandırıcı da gelmiyor.

Yani mesela, bu yasa teklifinde olan birçok madde aslında İstanbul Sözleşmesi'nde var, arkadaşlar da ifade etti, ben de tekrar ifade edeyim. Şimdi bu maddeleri madem getirecektik, bu anlamda madem şiddetin önleneceğine inanılıyorsa, bunlarla önleneceği düşünülüyorsa zaten bunların İstanbul Sözleşmesi'nde daha detaylı hâli vardı ve sonuçta ilgili kurumlara, kuruluşlara, devletlere yükümlülükler yüklüyordu. Ama burada bunu kaldırıp, İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırıp, yerine bu maddeleri düzenleyip, "İşte bakın, ne kadar iyi bir şey yapıyoruz. İşte bakın, sorunu çözeceğiz." gibi bir yaklaşımın da açıkçası çok bir samimiyet meselesi... Ve bir "mış" gibi yapma hâlini yarattığını düşünüyoruz. Bir de zaten eğer gerçekten şiddetle mücadele edilecekse iktidarın da bu anlamda bütünlüklü bir politikasının ve duruşunun olması lazım. Örneğin kadınlar, 8 Martta alanlara çıktığında, adalet talep ettiğinde, eşitlik talep ettiğinde, kadınlara yönelik hak ihlallerine karşı sesini yükselttiğinde biz kadınların sokakta şiddete maruz kaldığını, coplandığını görüyoruz. Yine, yüzlerce kadın aktivist, siyasetçi yürüttüğü kadın faaliyetlerinden kaynaklı, kadın mücadelesinden kaynaklı şu an cezaevinde. Yine OHAL gerekçe gösterilerek kadınına yönelik şiddet alanında çalışma yürüten kadın örgütleri, kadın kurumları kapatıldı, ki bu kadınlar yıllardır alanında çok ciddi bir deneyim de oluşturmuştu. Hatta şunu da söyleyeyim: Bu kurumlara başvuran kadınlar, bu kurumlar kapatıldıktan sonra ciddi anlamda savunmasız bir hâlde bırakıldı. Ve dönem dönem kadınlar şunu da bizlerle paylaştılar: Bize şiddet uygulayan erkekler ya da failler "Siz daha önce şu kuruma gidiyordunuz; A kurumuna, B kurumuna gidiyordunuz; şu an kapatıldı, hadi biz size şiddet uyguladık, bakalım nereye gideceksiniz?" Yani gerçekten erkeklerin şiddet uygulamasının böyle psikolojik olarak da önünü açan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.

Yine, yerellerde karar mekanizmalarında kadınların katılımını destekleyen, bu konuda ön açan, yerel politikanın güçlenmesinde eş başkanlık ciddi bir misyon ve görev, sorumluluk alanı aynı zamanda. Ama eş başkanlık da bir suçmuş gibi algılanıyor ve eş başkanlık yapan, bu konuda bu sorumluluğu alan arkadaşlarımız tutuklandı. Yine, eş başkanlık sanki suçmuş gibi bir yaklaşım söz konusu. En basiti "Nevroz"da ben Patnos'taydım; bizim Patnos Belediyemizde eş başkanlık sistemi var. İşte, alana gireceğiz, erkek eş başkan aranmadı ama kadın eş başkanı illaki arayacağız. Niye? Hani erkek aranmadan geçiyor, niye kadını arıyorsunuz? E, biz eş başkanlık sistemini tanımıyoruz, bu bizim için geçerli değil. Yani bakın, tepede yürütülen politikanın aslında yerellere de nasıl yani kolluğa kadar sirayet ettiğini de görmek mümkün. Dolayısıyla politik duruşu bu olan bir iktidarın, ceza artırarak şiddeti önleyeceğini düşünmek de çok hayal yani açıkçası bunun olacağına biz çok inanmıyoruz. Dolayısıyla bu duruş karşısında hiçbir erkeğin de bu cezalardan korkup "Ben yapmayayım, bundan vazgeçeyim." diyeceğini, bir caydırıcılığı olacağını da açıkçası düşünmüyorum.

Yine, kamusal alanda, mevcut iktidarın politikalarını eleştiren, karşı çıkan kadınlar şiddete maruz kalıyor. Evde de erkek egemenliğine, erkeklerin belirlediği sınırlara ve tahakküm ilişkilerine karşı çıkan kadınlar şiddete uğruyor. Dolayısıyla bu, politik olarak da birbirini besliyor, birbirini güçlendiriyor. Açıkçası bu bakış açısı değişmedikçe, bütün bu bakış açısına karşı ortak bir duruş gelişmedikçe yasaların değişmesinin bu soruna köklü bir çözüm olacağına -belki kısmi iyileşmeler yapabilir ama- bunun ciddi bir değişime yol açacağına açıkçası inanmıyorum, bu çok mümkün de görünmüyor.

Yine bu, sadece yasal düzenlemelerle ilgili bir mesele değil. Örneğin, kadın cinayetlerinde eziyet suçu aslında Ceza Yasası'nda düzenlenmiş ama uygulanmıyor. Örneğin Ağrı'da 2012'de Melek Karaaslan isminde bir kadına eşi ve eşinin ailesi tarafından işkence edildi; eziyete uğradı, hapsedildi, aç bırakıldı, hareketsiz bırakıldı ve bu uygulamalar sonucunda Melek yaşamını yitirdi. Ama fail nasıl ceza aldı biliyor musunuz? Sadece ihmalden ceza aldı. Oysa burada bir ihmal söz konusu değil, aynı zamanda bir eziyet söz konusu, aslında sistematik işkence söz konusu. Hatta bu ihmalden ceza aldığı yetmiyormuş gibi bir de indirim uygulandı faile ve cezası indirildi. Yani dolayısıyla burada anlatmak istediğim bu perspektif değişmediği müddetçe aslında biz, bu meseleleri belki bir daha bir daha konuşacağız, bir daha bir daha tartışacağız, yeni yeni tartışmaları beraberinde getirecek oysa biz bu süreci bu kadar uzatmanın... Biz bunları konuşurken, tartışırken kadınlar öldürülüyor, kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Dolayısıyla daha köklü çözümler, daha yapısal çözümler üreten, bu konuda ortak politikalar oluşturan bir duruşa ihtiyaç var. Kadınlar uzun yıllardır bunun mücadelesini veriyor, bütünlüklü bir siyasetin gerekliliğine vurgu yapıyor. O açıdan biz bu konuda hem muhalefet şerhimizde hem de buradaki konuşmalarımızda biraz eksik kalan taraflara yönelik de eleştiri ve önerilerimizi sunduk.

Teşekkür ediyorum.