| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ankara Milletvekili Lütfiye Selva Çam ve 117 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4290) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 29 .03.2022 |
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Teşekkürler.
Şimdi, biraz geneli üzerinden bahsedeceğim çünkü Genel Kurulda olduğumuz için kaçırmıştım. Bir kere KEFEK'te biz bu kanun teklifini tali olarak görüştük, ne yazık ki bu kadar kadına yönelik şiddetle ilgili konuları düzenleyen bir kanun teklifi KEFEK'te tali olarak görüşüldü. Kadın örgütlerinin, kadın haklarıyla ilişkili uzman uzmanların hiçbir görüşü alınmadı ne yazık ki bu teklif üzerine. Alındı mı, davet edildiler mi? Hayır. Ya da muhalefetin, bizim KEFEK'te önergelerimiz bile okutulmadı çünkü KEFEK'te bu kanun teklifi görüşülürken maddelerin görüşmelerine geçilmesi kabul edilmedi, sadece geneli üzerine konuşmaları yaptık. Daha da üzücüsü bizim Komisyon üyeleri olarak konuşmalarımız devam ederken Sayın Komisyon Başkanı oturuma ara vererek sözlerimizi kesti. Bu "ben yaptım oldu" anlayışını biz kabul etmiyoruz ve eleştiriyoruz, bunu bir kere söylemek istiyorum.
Teklife geçelim. Şimdi, değerli Komisyon üyeleri; bu teklifte, bir kere, haksız tahrik meselesi düzenlenmemiş, şiddetin temelindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği meselesi tanımlanmamış. Ki bu tanımlanmadan yapılan bir yasa değişikliği aslında Anayasa'nın eşitlik ilkesine de aykırı oluşuyor.
Yine, şüpheli kadın ölümlerine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmuyor. Teklifte, evet, göstermelik olarak ceza artışlarını öngörmüşsünüz ama önleyici ve koruyucu tedbirlerle bunu desteklemiyorsunuz. Üstelik bu ceza artırımlarını ceza infaz yasalarıyla birlikte değerlendirdiğimizde faillerin cezaevine hiç girmeden sokakta dolaşmasının önüne geçmeyeceği de oldukça açık.
Yine, hâkimin takdir yetkisi var, duruyor. İndirim meselesinde "pişmanlık" diye ismini değiştiriyorsunuz sadece. "İçten samimi pişmanlık" diyorsunuz. "İçten samimi pişmanlık" ne demek değerli milletvekilleri?" Yani oldukça muğlak ve soyut kalmış, gerekçede açıklamaya çalışmışsınız ama yeterli değil. Yani kusura bakmayın ama bu böyle şey gibi olmuş: "Bana mutluluğun resmini çizer misin Abidin?" gibi bir şey olmuş, bu "samimi pişmanlık" ne demek yani neyi kastediyorsunuz burada?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Peki, "samimi pişmanlık" hangi maddede?
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Tahrik indirimleriyle ilgili.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yok, "samimi pişmanlık" yok.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Töre cinayetleri yine duruyor. CEDAW'ın 2010'daki sonuç gözlemlerinde, Türkiye sonuç gözlemlerinde bu töre cinayetlerinin yanına namus kavramının da eklenmesi gerektiğine ilişkin önerileri var, bunlar yine göz ardı edilmiş.
Yine, aynı şekilde teklifte "evli kadın bekâr kadın" ayrımı duruyor yani medeni hâle göre şiddette ayrımcılık mı yapılacak? Birçok maddede, ceza artırımı dört beş maddede öngörülüyor ama bu medeni hâl ayrımcılığına sebebiyet verecek şekilde duruyor.
Yine, ısrarlı takip meselesi ne yazık ki özensizce yazılmış. Yani ısrarlı takibin düzenlenmiş olması sevindirici olmakla birlikte bir kere hukuk tekniği açısından düzenleme yanlış yerde. Hürriyete karşı işlenen suçlar açısından düzenlemişsiniz, vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçlar açısından bunun düzenlenmesi gerekirdi. Yine cezalar yetersiz, temel hâlinde altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörüyorsunuz, nitelikli hâller açısından bir yıldan üç yıla çıkarıyorsunuz cezaları ama ceza ertelemesi kapsamında bu süreler failin cezaevine bile girmeden yani ısrarlı takibe, suçu işlemeye devam etmesi sonucunu doğuracak süreler. İnfaz rejimini de göz önünde bulundurduğumuzda, değerli milletvekilleri, üst sınırdan cezalandırılan bir failin çoğu zaman bir gün bile hapiste yatmaması mümkün olabilecek. Bu da caydırıcı olmasının tam tersine, kamuoyundaki cezasızlık algısını pekiştirecek nitelikte başka bir tehlike yaratıyor. Yine, bu suçun nitelikli hâlleri açısından, hâlâ ısrarlı takibin nitelikli hâli açısından da şikâyete bağlı olmasını istiyorsunuz yani şikâyete tabi tutuluyor. Yani mesela bir çocuk ısrarlı takibe maruz kalacak ama şikâyet etmesi lazım. Bir kamu davası, suçun resen kovuşturulması olmuyor. Biz, suçun, ısrarlı takip suçunun nitelikli hâlleri açısından en azından resen kovuşturma açılabilmeli, şikâyete bağlı tutulmamalı diyoruz. Yine, diyorsunuz ki: "Israrlı takiple ilgili ciddi huzursuzluk aranıyor." Yani burada da bir takdir yetkisi var, bu ciddi huzursuzluk meselesine hâkim karar verecek, nasıl karar verecek bizim huzursuzluğumuzun ciddiyetine? Bu da önemli bir konu.
Uzlaşma meselesi, güzel, düzenliyorsunuz ama eksik değerli milletvekilleri. Sadece ısrarlı takip açısından getiriyorsunuz ama kadına yönelik şiddette uzlaşma hiçbir şekilde olamaz, bunun genişletilmesi gerekir. Tehditte de uzlaşma olmaz.
Baroların müdahilliği meselesi... Buna ilişkin bir somut öneri talebi vardı barolardan, kadın örgütlerinden. Buna ilişkin de teklifte bir öneri yok. Avukat isteme hakkına ilişkin bir düzenleme getiriyorsunuz, güzel ama bunun beş yıllık alt süresi devam ediyor. Buna ilişkin de bir gelişim göremiyoruz.
Şimdi, tabii, bütün bu eksiklikler bir yana, değerli milletvekilleri, kadına yönelik şiddeti önleme amacıyla getirilen bu teklif, kadınların aslında canı pahasına İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmaya karar veren tek bir kişinin iradesiyle oluşturulmuşsa eğer, teklifte kadın örgütlerinin, komisyonların, kadın hakları savunucularının, uzmanların ya da muhalefetin görüşleri yok sayılmışsa gerçekten bu teklif amacına hizmet edebilir mi? Ya da bu teklif, ülkenin en tepe noktalarındaki siyasiler bile hâlâ eril söylemleriyle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körüklerken, sokakta hakkını arayan kadınların üzerine mütemadiyen gaz sıkılmaya devam edilirken, kadınların sözlerinden giydiklerine kadar sudan sebeplerle hâlâ haksız tahrik indirimleri verilmeye devam edilirken uygulanabilir mi gerçekten? Uygulanamaz değerli arkadaşlar.
Kanun yapım tekniğinize bakalım. Yani torba yasa tekniğini yirmi yıldır âdeta bir teamül hâline getirdiniz. Yani böylelikle muhalefetin belki sesini biraz kısarız, müzakereleri azaltırız, hızlı bir şekilde yürütmeyi oluştururuz zannediyorsunuz ama bu şekilde yasa yapma sürecinin, inanın bana, yürütmeye bile en ufak bir yardımı olmuyor.
Bakın, bir şeyden daha bahsedeceğim. Sayın Erdoğan, 8 Mart Kadınlar Günü'nde, Tokat'ta eski eşini 23 yerinden bıçaklayan Samet Ağ'ın tahliyesine ilişkin şöyle diyor: "Hemen aradık, araştırdık. Hamdolsun, tekrar bu adi herifi içeri almışlar. Ey hâkim! Sen nasıl oluyor böyle birisini serbest bırakıyorsun?" Sonra devam ediyor: "Hâkim böyle bir tasarruf yapıyor, ondan sonra yargıya hakaret. Ben bu ülkede Cumhurbaşkanıysam sen de böyle bir adamı serbest bırakıyorsan bununla ilgili söylenmesi gereken neyse ben sana bunu söylerim. Sonuna kadar da takip edeceğiz. Daha bitmedi işimiz." diyor. Sonra davada tahliye talep eden savcı ve karar veren hâkim sürüldüler. Sonrasında yine Cumhurbaşkanının mağdureye ifadesi şöyle: "Bu saatten sonra yalnız değilsin." diyor. Şimdi diyeceksiniz ki "Burada mesele nedir?" Değerli milletvekilleri, şimdi bir dakikalığına olsun bu olaya ilişkin siyasi değil de bir hukukçu gözüyle bakın. Şimdi, ortada bir mağdur var, yüzlerce mağdur kadından biri. Ancak bu mağdur biraz şanslı çünkü Cumhurbaşkanına ulaşabilmiş. O yüzden de Cumhurbaşkanına ulaşabildiği andan itibaren yalnız değil. Peki, ulaşamayan yüzlerce kadın neden yalnız? Burası bir hukuk devleti değil mi değerli milletvekilleri? Bir hukukçu olarak, şiddet mağduru bir kadının nereye ulaşmasını tavsiye ediyorsunuz merak ediyorum. Polise mi, savcıya mı? Bilemediniz. Cumhurbaşkanına mı? Devam edeyim, burada Mecliste değil, yargıda bir hâkim olduğunuzu varsayın. Önünüzde bir kanun var, beğenin beğenmeyin ama uyguluyorsunuz. "Uygulama doğru mu?" diye kime sorarsınız? Üst mahkemeye, Yargıtaya değil mi? Ama bilemediniz, bu ülkede Cumhurbaşkanına. Çünkü Cumhurbaşkanı uygulamanızı beğenmezse sürülürsünüz, nokta. Şimdi, bahsettiğimiz hukuk devletinde yargı kime karşı sorumlu? Kanuna karşı mı, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna karşı mı, Bakanlığa karşı mı? Hiçbirine. Bulunduğumuz noktada yargı fiilen Cumhurbaşkanına karşı sorumlu hâle geldi değerli milletvekilleri. Peki, bu tek kişi, Sayın Cumhurbaşkanı her şeyin başındaysa, kanunların yapılması, değiştirilmesi, ilgası ve uygulanması tek bir Cumhurbaşkanının iradesindeyse eğer, sizin gerçekten burada alelacele geçirmeye çalıştığınız kanunların da bir anlamı var mı, bunu sormak istiyorum.
Şimdi, bakın, değerli milletvekilleri, burada, bu Mecliste bir uluslararası anlaşmanın, İstanbul Sözleşmesi'nin onaylanmasına oy birliğiyle karar verildi.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Aysu Hanım, onu çok konuştuk, İstanbul Sözleşmesi'ni; gündüz de çok değerlendirdik.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Toparlıyorum.
Meclisin sözünün bir hükmü olsaydı gerçekten, yürütmenin ve onun başındaki kişinin Meclise, onun çalışma usulüne saygısı olsaydı, bir gecede tek başına İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmazdı, çıkamazdı. Sizin sözünüzle onaylanan bir sözleşmeden yine sizin sözünüzle çıkılması gerekmez miydi, gerçekten vicdanlarınıza bir kez daha sormak istiyorum.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Biz onaylamadık, biz onaylanmasını uygun gördük; onaylayan Cumhurbaşkanı.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Biz onayladık.
İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin bir kararın yeri, değerli milletvekilleri, ona "evet" diyerek can veren bu Meclis çatısıdır çünkü yasanın hukuk bilgisiyle değil, siyasetin günlük ihtiyaçlarına göre yapılmasıyla ilgili bir söz vardır: "Yok kanun, yap kanun." Ama bu anlayış hukuka uygunluk için sadece ayrıntıdan ibaret yani bu anlayışla, isteğinize göre bir kanun yoksa yaparsınız, kanun hoşunuza gitmezse değiştirirsiniz. Hâlbuki, özgün bir metinle yasa yapmak âdeta bir sanattır yani. Tabii, bu sizin torba kanunlarla yaptığınız yürütmenin güdümündeki özensiz metinler için geçerli değil. O yüzden, sizin metinler de defalarca ve defalarca değişiyor ve bu şekilde de yürütmenin hızlandığı filan yok değerli milletvekilleri. Torba yasalar gibi, ne yazık ki yasa yapım anlayışını küçümseyen bu anlayış nedeniyle vatandaşımızın da yargıya ve adalete olan güveni sarsılıyor, ne yazık ki hukuki öngörülebilirlik ortadan kalkıyor ve yargılama sürerken yani derdest davalar varken kuralların değişmesi sadece tarafların değil, aslında yargıdaki uygulamacıların da uygulayıcıların da işini zorlaştırıyor çünkü sonuç olarak, ülke adım adım hukuk devleti olmaktan uzaklaşıyor değerli milletvekilleri. Bunu da not etmem lazım.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet, toparlayalım.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Son olarak, az önce söyledim, kim hazırladı bu taslağı? Seçilmiş yasama erki mi hazırladı gerçekten, yoksa atanmış yürütme mi hazırladı? Ne yazık ki yürütme hazırladı.
Yapılan değişikliklerin birçoğu, evet, kadına yönelik şiddetle ilgili ama bununla ilgili en yetkili, en ilgili organ olan, komisyon olan KEFEK tali komisyon, ikinci komisyon, neredeyse dış kapının dış mandalı hâline geldi ve bu da aslında bize bir zihniyet resmi verir değerli milletvekilleri. KEFEK'in kurulduğundan beri hiçbir kanunu esas komisyon olarak görüşmemiş olması da resimdeki eril zihniyetin ayrıntısıdır. Kadına yönelik bir yasa tartışmasında bile, biz, kadının komisyonunu tali gören erkek egemen zihniyetin kadına yönelik şiddeti de önlemesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz.
Teşekkür ediyorum.