| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Denizli Milletvekili Nilgün Ök ve 45 Milletvekilinin; Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 655 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4389) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 15 .04.2022 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
O kadar da konuşmam herhâlde ya.
Efendim, bu Kanun Teklifi'nin birkaç önemli maddesi var. Bunlardan bir tanesi TMSF tabii ki. Diğeri, kur korumalı mevduatla ilgili bir kısmı var. Bir de tabii, Türkiye Varlık Fonu üzerinde yani onunla ilgili konular var.
Şimdi, doğrusunu isterseniz benim gördüğüm kadarıyla, tam da anlaşılması çok mümkün olmadı benim açımdan en azından çünkü bu etki analizi, doğrusu birtakım tablolar da var gibi yazılmış ama tablo görmüyoruz.
NİLGÜN ÖK (Denizli) - İlk gönderdiğim tablo.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tabloları önceden bir dağıtmıştık, o bir iki tablo vardı ya. Öğleden önce dağıtılmıştı, masanızda olması lazım.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şu mu?
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Evet, o 1'inci maddeyle ilişkilendiriliyor, madde madde ya.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Diğer maddeler yok orada, 1 madde var Bankacılık Kanunu...
NİLGÜN ÖK (Denizli) - 1'inci maddeyle ilgili tablo var yani.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Evet, dağıtılmış bir şey yok yani.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Şimdi, bu özellikle 1'inci maddeyle ilgili olarak diyorsunuz ki "Bu Avrupa Birliği uyum süreciyle ilgili bir madde dolayısıyla..."
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Avrupa Birliği değil, uluslararası dünya standartları yani Avrupa Birliği de var ama onu söyledim.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, dün "Avrupa Birliği" demiştiniz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Nilgün Hanım, toplu cevap verelim.
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Ama ben açıklamamda...
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Tamam tamam, bir sıkıntı yok.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Avrupa Birliği artı uluslararası standartlar.
NİLGÜN ÖK (Denizli) - Ama önce uluslararası standartlar artı Avrupa Birliği.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Öyle mi? Peki.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Her neyse, önemli değil yani ikisi de bu maddeyi meşrulaştıran, meşrulaşması için söylenmiş cümleler diye düşünüyorum ama gerçekten buradan ne bekliyoruz biz? Yani 200 bin TL civarında mevduatı olan, ticari mevduatı olan insanların da sigorta kapsamına alınmış olmasıyla devletin nasıl bir gelire sahip olacağını varsayıyorsunuz? Yani bu sadece ve sadece 200 bin lirası olan ya da 200 bin lirasını kaybetme ihtimali olan küçük teşebbüslerin böyle bir durumda korunması amacıyla mı getirilmiş? Öyle duruyor doğrusunu isterseniz, öyle gözüküyor ama bu mudur yani, onu anlamak istiyorum sahiden. Çünkü böyle aceleyle gelen bir kanun teklifinin 1'inci maddesinin böyle olması bana tuhaf geldi doğrusunu isterseniz, onun için de bunu söyleme ihtiyacı hissettim.
Onun dışında, benim özellikle ilgimi çeken ve üzerinde durmak istediğim konulardan bir tanesi şu: Kur korumalı mevduat sistemiyle ilgili olarak söylenenler ve sonuçları itibarıyla şimdilik en azından kurların istikrara kavuşmasına sağlayan bir etki yarattı; bunu kabul ediyoruz. Bunun karşılığında bunun bir maliyeti vardı, Hazine ve Merkez Bankası tarafından bir şekilde ödenecek bu. Şimdi bunu uzatıyoruz, daha genişletmek istiyoruz zaman olarak fakat değerli arkadaşlar, piyasalara bu kadar fazla müdahale etmek, özellikle finans piyasalarına bu kadar yukarıdan müdahale etmenin faturası daima sonradan çıkar. Dolayısıyla da ben sadece uyarı niteliğinde bir cümle söylemiş olacağım çünkü biliyorum ki siz buna çok önem veriyorsunuz fakat kurun 14,60 civarında sanki sabitlenmiş gibi olması, doğrusunu isterseniz, ilanihaye sürecek bir mesele değil bence. Türkiye sonuç olarak, sadece kendi dünyasında yaşayan bir ülke değil, dünya konjonktürü diye bir şey var ve dünya konjonktürü şu veya bu şekilde etkileyecektir ve dolayısıyla da tutmak zor olacaktır diye düşünüyorum, elimizden kaçacaktır diye düşünüyorum.
Özellikle, kur korumalı mevduatın, cari açığın kapatılmasıyla ilgili olarak ortaya atılmış olan bir modelin hâlen başarılı bir performansını görmüyoruz benim bildiğim kadarıyla. Yani cari açıkta umulan oydu, cari açık kapanacak veya fazla verecek ve dolayısıyla da döviz problemi kendiliğinden çözülmüş olacak diye düşünüyordunuz. Bunun bence bir tek koşulu vardı, o da -doğrusunu isterseniz ben bilmiyorum, bilenler varsa söylesin- ithal ikamesi anlamına gelebilecek olan yani fiyatları yükselmiş olan ithal ürünlerin içeride üretilmesini sağlayacak bir imkân sağlanması ve bu gerçekten de böyle altı ay, yedi ay civarında bir sürede gerçekleşebilecek ise söylenecek çok fazla bir şey yok, ben de bu anlayışı, bu yaklaşımı destekleyebilirim. Çünkü sonuç olarak biz de bu ülkenin ekonomisinin tabii ki ithalata bağımlı olmasını tercih etmiyoruz, istemiyoruz. Dolayısıyla da bunun giderilmesi için bir çabanın faydası olacak ise eğer bu kabul edilebilir bir şey ama benim gördüğüm kadarıyla cari açık daha fazla açılıyor ve biz kurları zorla tutuyoruz; evet, cari açık açılıyor. Dolayısıyla burada bunu da bir uyarı olarak düşünmenizi isterim.
Diğer bir konu: Türkiye Varlık Fonuyla ilgili olarak bir meselemiz var bence, galiba kanun teklifinin en önemli kısmı da buraya tekabül ediyor. Benim de dikkatimi çeken şu: Türkiye Varlık Fonunda veya Anonim Şirketinde, hissesi yüzde 50'den fazla olan ve bu anlamıyla bir tür KİT hâline gelmiş olduğu kabul edilebilecek olan şirketlerle ilgili istisnaların önerilmiş olması ve bu istisnalar öyle ki mesela, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimine dahi tabi olmayacağını yazmışsınız buraya benim gördüğüm kadarıyla. Yanlış mı bu?
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Varlık Fonu denetime tabi zaten.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - KİT Komisyonuna gitmiyor sadece.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Öyle mi? O zaman, ifadesi doğru değil.
Ama ben size şunu söyleyeyim: Bakın, benim gördüğüm kadarıyla TÜRK TELEKOM olayı var, TÜRK TELEKOM'da Türkiye Varlık Fonunun payı yüzde 50'yi aşmış vaziyette ve bu TÜRK Telekom, Türkiye'de GSM operatörleri içinde en büyük, en güçlü olanlarından bir tanesi -zaten 2-3 tane var- dolayısıyla da burada bu şirketin sadece ve sadece dış denetime tabi olmuş olması kuralının doğru olmadığı kanaatindeyim. Çünkü hepimiz biliyoruz, burada yaşıyoruz, bu dış denetimlerin ne menem şeyler olduğunu hepimiz biliyoruz yani "dış denetim" dediğiniz şeyde şirketlerin bir kısmı yabancı kökenli olabilir ama benim anladığım kadarıyla asla güvenilebilecek kurumlar değillerdir. Dolayısıyla da ben onların bize vereceği, "Şunlar şunlar yapılmıştır, şirkette herhangi bir sorun yoktur." gibi sonucunu kabul etmek istemiyorum ya da en azından sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Bir diğer konu da -dün toplantıda konuşuyorduk, arkadaşımız da beni uyardı- Türkiye Sigorta şirketiyle ilgili. Biliyorsunuz, Türkiye Sigorta şirketi -benim anladığım kadarıyla- Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbankın sigorta şirketlerinin birleştirilmesiyle oluşmuş ama sektörün lideri durumunda olan... Bakın, ben rakamı çıkardım, mesela tarım sigortaları konusunda yüzde 57, tekel yani. Var mı, yüzde 57 payı olanın karşısında durabilir mi herhangi başka bir piyasa aktörü? Zarar sigortası da yüzde 37. Bu rakamlar ne kadar eski bilmiyorum ama sizin verdiğiniz rakamlar. Efendim, kaza sigortası da yüzde 24; dörtte 1'i yani pazarın. Yangında 16,4 vesaire. Ve Türkiye Varlık Fonu da -benim gördüğüm kadarıyla- Türkiye Sigorta şirketinin yüzde 80'inden fazlasına sahip.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ben şunu kabul etmiyorum vicdanı olan bir vatandaş olarak: Bu Türkiye Sigorta şirketinin niçin kurulduğunu tahmin edebiliyorum. Çünkü bu sigorta hikâyesi, Türkiye'de yabancıların içinde eli olduğu ve çok büyük paraların döndüğü şirketler bunlar ya da sektör diyelim isterseniz. Bu sektörde bir devlet tekelinin varlığı ve bu devlet tekelinin sadece dış denetime tabi olacağı gibi bir argümanı kabul etmek istemiyorum. Neden istemiyorum? Şundan dolayı istemiyorum: Değerli arkadaşlar, bir kere şunu görmek lazım, dünya değişiyor yani sizlerin iktidara geldiği zaman piyasa ekonomisi çok revaçtaydı, efendim, bütün eleştiriler kamuya ait olmak üzere, kamu şirketlerine yönelik olmak üzere yapılmaktaydı ve işte, onların ne kadar "inefficient" olduklarını vesaire anlattılar uzun yıllar. Peki, bunların bir kısmı doğruydu da doğrusu fakat bizim Türkiye olarak yaptığımız bütün özelleştirmeler sorunlu özelleştirmeler olmuştur. Çünkü, bize "Özelleştirin." dediler ama nasıl özelleştireceğimizi bize söylemediler, biz doğru dürüst özelleştirmeler de yapabilirdik. Mesela daha katılımcı perspektiflerden yapabilirdik. Bunları yapmadık, ne yaptık? Ben hatırlıyorum, bilenleriniz biliyordur, 1991 yılında ben Erdal İnönü'yle çalışırken hiç unutmadığım bir anekdot Özelleştirme İdaresi Başkanıyla oldu. Bir yörede çimento şirketi özelleştirilecek ve ben itiraz ediyorum, itirazım da şu: Almak isteyen şirketin zaten orada 2 çimento fabrikası daha var yani çimento üretiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, toparlarsanız lütfen.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bitiriyorum.
Dolayısıyla, biz bunu başka rakibe verelim ki orada rekabet oluşsun. Bana dediği şu oldu: "Ya Hocam, zaten adamın bir sürü şirketi var, bunu da versek ne olur?" Yani şimdi, bunu söyleyen o zamanın Özelleştirme İdaresi Başkanıydı.
Özetle, uzatmayayım, yani ufak tefek buradan bütçeye bir kaynak perspektifiniz olduğunu düşünüyorum doğrusu ama dediğim gibi, onu kanıtlayacak durumda değilim. Ayrıca olmasında da bir zarar yok doğrusu da ama çok fazla piyasa mekanizmalarını zorluyorsunuz ve piyasa mekanizmalarının zorlanmış olması iyi bir şey değildir, sağlıklı değildir, yarın döner Türk ekonomisini ve 85 milyon insanı vurur diye düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum.