KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Teşekkür ediyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, şu anda azınlığa düşmüş durumdayız. Arkadaşlarımızın çoğu sorunu, herhâlde, diğer sorunların altında görerek kendi işlerini yapmaya gittiler. Oysa, bu bir iştir. Burada bu ciddiyeti götürmek gerekirdi inancındayım. Acil ihtiyaçları olabilir ama sonuç olarak çıktı arkadaşlarımız. Buna rağmen, bu azınlıkla konuştuğumuz konular üzerine izninizle birkaç düşüncemi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşım Orhan Bey dediler ki: "Bu tutum, yani sokağa çıkma yasakları nedeniyle ortaya çıkan ihlallerin araştırılması konusundaki bu tutum ulusalcılıkla ve yurtseverlikle bağdaşmıyor." dediler.

ORHAN MİROĞLU (Mardin) - Ama o dönem bağlamında söyledim...

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Metin Bey mi söyledi? Peki, bir dakika izin verin, sözümü... Bir dakika, lütfen...

ORHAN MİROĞLU (Mardin) - Ama yanlış anlamışsınız.

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Tamam sonra düzeltebilirsiniz, ben akışımı bozmayayım izin verirseniz.

Şimdi ben şöyle düşünüyorum: Yurtseverlik de ulusalcılık da nedir? Bir ülkenin dünya toplumu içinde hem kendi insanları içinde, kendi yurttaşları arasında hem de dünya milletleri arasında sicilinin, insan hakları sicilinin tertemiz olmasıdır. İnsan hakları sicili kirlenmiş olan ülkelerde yaşamak bizim boynumuzu eğik hâle getirir. Biz niye insan hakları mücadelesi veriyoruz? Sadece bireysel inançlarımız sebebiyle değil, aynı zamanda ulusumuzun geleceğiyle ilgili, ulusumuzun değerleriyle ilgili, ulusumuza başka ülkelerin bakışıyla ilgili olarak da ülkemizdeki insan hakları ihlallerine yönelik mücadele amacındayız.

Şimdi, buraya gelmiş bütün arkadaşlarım, İnsan Hakları Komisyonuna gelmiş olan bütün arkadaşlarım, biraz önce iddia edildiği gibi, siyasal bir amaçla ya da bir şeyi politize etmek amacıyla değil, sadece evrensel insan haklarının tanınması konusunda yansız ve tarafsız ama kimin yanında? İnsan hakları ilkelerinin, insan hakları hukukunun ki hepimiz biliyoruz, binlerce yıllık insan hakları mücadelesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmış kurallar var.

Şimdi, sokağa çıkma yasakları sırasında ortaya çıkan bazı veya çok sayıda -nasıl bakarsanız bakın- ihlalin olduğunun hepimiz bilincinde olmalıyız. Nasıl? Şimdi, bizim iç hukukumuza bakalım, uluslararası sözleşmelere bakalım ve vicdanımıza bakalım. Bir yerde, varsayalım ki çatışma ya da terör, bununla ilgili mücadele verirken uyulması gereken kurallar vardır. Bu kurallar ihlal edildiği zaman, orada bir insan hakkı ihlali ki çok sayıda yaşam hakkı ihlali gündeme gelmiştir. Biliyorsunuz 28 kadın arkadaşımız, sivil kadın arkadaşımız, yurttaşımız -öyle söyleyeyim- kadın yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bunlar herhangi bir siyasi gruptan insanlar değil. 44'e yakın çocuğumuz yaşamını yitirdi, 52 çocuğumuz yaralandı. Hem askerlerimiz hem karşı taraftan insanlar "PKK'lı" olarak nitelenen insanlar yaşamlarını yitirdiler.

Şimdi, biz, insan haklarından yana olan arkadaşlar, burada bulunan vekiller olarak önce insan haklarını korumak gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Bu sebeple, ben, rica ediyorum, buradaki konuşmalarda efendim, politik bir tutum almak, yandaşlık yapmak gibi kavramlardan uzaklaşalım, gerçeğe bakmaya çalışalım. O gerçeğe dönüp baktığımız zaman, o gerçeklik içinden yol almak üzere kararlarımızı çok daha kolay verebiliriz. Buradaki konuşmaların bütününün...

Örneğin, biliyorsunuz, şu anda, Meral Beştaş arkadaşımız -bir vekil arkadaşımızdır- ne yaptı? Anaya Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu bu sokağa çıkma yasaklarının yarattığı ihlaller nedeniyle. Anayasa Mahkemesi usuli bir nedenle reddetti, esasa girmedi bakınız. Esasa girse durum gerçekten sıkıntılıydı, ben öyle inanıyorum. Usuli reddetti, dedi ki: "Siz taraf olamazsınız." Oysa bu arkadaşımız bir vekil, Türkiye'nin bütününden sorumlu olan, Türkiye'deki bütün ihlallerden sorumlu olan bir vekil. Böyle bir karar verdi mahkeme. Mahkemenin kararıyla ilgili düşüncelerimi söylemiyorum. Şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ve tedbirli olarak İnsan Hakları Mahkemesine gidildi. Şimdi, buradan gelecek bir mahkûmiyet kararı mı bizim başımızı daha çok önümüze eğdirecek yoksa bizim Komisyon olarak evet burada böyle iddialar varsa gidiyoruz, bunu inceliyoruz, şu saptamaları yapıyoruz yansız bir biçimde, gerçeği görerek... Yani gerçekten yana olmak gibi bir sorumluluk var. İnsan hakları komisyonlarının, insan hakları savunucularının genel tavrı da bu temeldedir. Biz şeyden bakmayız meseleye, ben sağcıyım, öbürü solcu ya da ben şu partidenim, öbürü bu partiden, böyle bakmayız. Bir ihlal var mı, yok mu, oradan bakarız. Buradaki anlayışımızı bu temelden geliştirebilirsek ve yurtseverlik meselesini...

Ben, İnsan Hakları Mahkemesine çok başvurmuş bir avukatım, her seferinde yüreğim yanarak başvurdum. Neden? İç hukukumuz bunu çözemiyor, benim mahkemelerim. Burada arkadaşlarımız var, İnsan Hakları Mahkemesinden karar alarak kendi özgürlük olanlarını genişletmiş arkadaşlarımız var. Ama keşke öyle olmasaydı da biz birtakım şeyleri kendimiz yapabilseydik. Bence bu pencereden bakalım, kararları verirken de bu noktadan hareket edelim. Bunu yapmazsak burada çok zaman kaybına neden olacak bizim bu tartışmalarımız, iş üretemeyeceğiz, insan haklarına yönelik herhangi bir kazanç da sağlayamayacağız.

Ben, sadece bunu rica etmek için sözlerimi yinelemek ihtiyacı hissettim. Daha önce de Meclis kürsüsünden yinelediğim sözlerdi bunlar. Burada bir kez daha söylüyorum. Biz çok daha sorumluyuz, Komisyon olarak diğer vekillerden çok daha sorumluyuz. Birbirimizle temiz bir dille konuşmak ve temiz bir bilinçle konuşmak. O bilincin de ben insan hakları bilinci olduğu inancındayım. Bunu sadece anımsatmak istedim.

Ama şundan da üzgünüm: Bugün çocuk hakları konusunda bir komisyonu da oluşturamamış olmamızdan üzgünüm. Diğer çalışmalarımızın biraz geriye kalmış olmasından da üzgünüm. Umarım, telafi edebileceğimiz bir yöntemi geliştirebiliriz.

Teşekkür ederim Başkanım.