| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir, İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ve 61 Milletvekilinin; İstanbul Finans Merkezi Kanunu Teklifi (2/4478) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .06.2022 |
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli vekiller, basın mensupları ve bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın İbrahim Aydemir'in hazırladığı kanun teklifi hakkında da bir değerlendirme yapacağım. Zaten geneli üzerine arkadaşların çoğu söylemleri dile getirdiler.
Evet, İstanbul Finans Merkeziyle ilgili uzun süredir tartışılıyordu, konuşuluyordu, yapılması planlanıyordu. Hatta, en başta dile getirilen, işte, büyük binalar, AVM merkezleri, oteller, birçok kişinin geleceği, yabancıların yerleşeceği bir alan ve beraberinde, Merkez Bankasıyla beraber birçok sektörün oraya gitmesi, dünyada finansın artık rekabet edebileceği bir alan. Böyle düşünülüyordu ve bu düşünceyle beraber aslında birçok çalışma da yürütülüyordu ekonomik verilerle beraber, ekonominin kalkınmasına ilişkin düzenlemede.
Arkadaşlarımız da dile getirdi, aslında dünyada finans gideceği yerde, evet, parayı kazanma ölçütlerine baktığı kadar çeşitli verilere de bakıyor ve bu verilerin başında da istikrar geliyor. Ama biz Türkiye'ye baktığımızda, Ekim 2021'de tekrar Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin hazırladığı ve Cumhurbaşkanının hazırladığı bir tablo da şuydu: "Düşük faiz, yüksek kur politikalarıyla enflasyonu düşüreceğiz ve memlekette Haziran 2022'de hiçbir ekonomik problemimiz kalmayacak." Haziran 2022'deyiz, bugün altın 1.000 lirayı geçti, dolar 17 lirayı geçti. Şimdi, bir taraftan altı ay içerisinde istikrar sağlayamayan bir yerde nasıl siz finans merkezine birçok yeri çekmeye çalışacaksınız, rekabet edeceksiniz? Ülkenin içindeki eşitsizliklere baktığımızda, ülkenin içindeki eşitsizlikler giderek artmakta ve artık insanlar açlıkla baş başa kalmaktadır. Peki, dünyada sadece yüksek binalara mı bakılıyor, otellere mi bakılıyor, vergi istisnalarına mı bakılıyor? Buna bakanlar vardır ama bakmadan önce de önce güvene bakıyorlar.
Dün Avrupa Parlamentosu bir rapor açıkladı, bilmiyorum okuyabildiniz mi okuyamadınız mı. Avrupa Parlamentosu 2021 Türkiye Raporu'nu onayladı. 67 ret, 107 çekimser, 448 parlamenter oyuyla kabul edildi. Ne diyor burada? İnsan hakları alanında, demokrasi alanında, hukukun üstünlüğü anlamında, birçok anlamda Türkiye'nin güven vermediğini, giderek istikrarsız politikaların sürdürüldüğü bir merkeze dönüştüğünü dile getiriyor. Bir diğeri ne? Avrupa Birliğine verilen vaatlerin yerine getirilmediği, giderek kapanmaya çalışıldığı. Böyle bir süreçte, Avrupa Birliğinde 448 parlamenterin ret verdiği bir süreçte, nasıl finans kurumları buraya gelip yatırım yapacak? Türkiye'de, aslında, bu süreçte, madde 7'de belirtilen süreçte de belli; kendi kendine, gelen şirketlere "Siz 3 ülkede örgütlüyseniz kendi belirlediğiniz hukukun da geçerli olduğunu söylüyorsunuz." diyor. Yani, bu, aslında, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi yasalarına, gelecek şirketlerin güvenmediğinin bir nevi itirafı oluyor. Yani, siz güvenirseniz, finans buraya gelirse, hukukun üstünlüğü varsa zaten dersiniz ki gelin, bizim hukukumuza uyun. Ama burada şey düşünülmüş, düşünülen ne? Gelecek şirketler "Ben gelirsem oraya, Türkiye'deki hukukta her an başıma bir bela gelecekse siz vergi istisnası dışında benim merkezimin bulunduğu şirketin hukuk şartlarını kabul ediyor musunuz?" Ve kabul ediliyor. Nitekim, şehir hastanelerinde, havaalanlarında, tünellerde, birçok yerde garantili geçişlerde buna benzer işlemler yapıldı. Türkiye artık kendi hukukunu değil, başka merkezleri, başka hukukları savunur bir duruma geldi. Bu, işte, hukukun üstünlüğünün olmadığı, istikrarın olmadığı anlamına geliyor.
Fakat burada hep anlatılan, işte, binalarla beraber, bu finansla beraber bu para gelirken, bu düzenlemeler yapılırken Türkiye'de yaşayanlar nasıl yararlanacak? Ya, Türkiye'deki dolaylı, dolaysız vergiye baktığımızda, bu vergilerle ilgili istisnalar gelirken, bu vergilerle ilgili düzenlemeler yapılırken, beş yıl, on yıl alınmazken gerek orada çalışanlarla ilgili, gelir vergisiyle ilgili düzenlemeler yapılırken her gün motorin alan çiftçiden, yakıt alan yolcudan, uçağa binenden, otobüse binenden, okula gidenden markete gidip gıda alandan, doğumundan ipliğine kadar alışveriş yapan herkesi etkilemekte vergisini vererek. Bir nevi, sizin bu "vergi ve istisnası" dediğiniz süreç aslında bu insanların vergisini alıp sermayeye aktarmak anlamına geliyor. Türkiye'de vergiyi düşürmek, asgari ücretli dâhil birçok kesime; kadınlara, emeklilere, gençlere, öğrencilere birçok düzenleme yapılması gerekirken her seferinde biz Plan ve Bütçe Komisyonunda ya gelir vergisiyle ilgili, vergi aflarıyla ilgili, işte, damga vergisiyle ilgili, istisnalarla ilgili düzenlemeler yapıyoruz ve kime yapıyoruz? Sermayeye yapıyoruz. Yoksul daha yoksullaşıyor, açlıkla karşı karşıya geliyor; zengin vergi vermediği için her türlü ortamı... Daha biz iki üç hafta önce burada kur korumalı mevduatla ilgili şirketlere tekrar aynı istisnaları getirdik. Türkiye'de vergi vermesi gerekenler vermiyor; emekle, emeğiyle çalışanlar en çok vergiyi veriyor ve bu vergiyi verenlerin de giderek istisnalarla beraber geleceklerini de ipotek altına almış oluyoruz. Bu şekilde yapılan düzenlemeler aslında ülkedeki dengeleri de tümüyle etkilemektedir.
Bir diğeri, şeffaflık. Şeffaflığın olacağı da meçhul yani burada, baktığımızda, zaten bütün Varlık Fonuna bağlı şeyler denetlemelerden yoksun ve bu kurumlar oraya gittikten sonra da gerek yönetim tarzında gerek onların örgütlenme tarzında şeffaflıktan yoksun hâle gelecekler.
Bir diğeri de parayla ilgili konularda nedense çok dillilik çok tercih ediliyor. Sayın Aydemir, yani siz de Erzurum'da biliyorsunuz, daha önce de konuştuk birçok yerde, biliyoruz, evet, dünya artık birçok dil açısından denetlenmeye uygundur, gezmeye uygundur. Burada "İstediği şekilde defter tutacak, istediği şekilde hesap tutacak, bunlar denetlenecek." deniyor ama biz, burada, mesela, özellikle Kürtçeyle ilgili bir söylem geliştirdiğimizde hemen direkt bölücü hamasete geçiliyor. Yani bu yapılsın, başka konularda da yapılsın. Niçin yapılsın? Eğer bir dil tanınıyorsa, bir ülkede de belli bir çoğunluğun kullandığı dillerle ilgili hâlâ tiyatrolarda, hâlâ festivallerde, hâlâ müzik şölenlerinde gerek yerel yönetimler gerek kamu yöneticileri bir itiraz yapıyorsa, önlüyorsa, buna ses çıkartılmıyorsa demek ki parası olana, sermayesi olana, yabancı gelene sen hoşgörüyü gösteriyorsun, bu ülkede yaşayanları hor görüyorsun. Bunu böyle yaptığınız zaman işte eşitlikçi bir anlayış olmuyor. Bu ne anlamına geliyor? Parası olanlara, para geldiği zaman ben her şeyi hoş görebilirim, istediğim kolaylığı sağlayabilirim, hukukta, dilde, üstünlükte kendi yerinde her türlü olanağı sağlayabilirim. Ama bu olay parayla ölçülebilecek değil. Normalde Türkiye'de yaşayan her yurttaşın eşit ve özgür, şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerekir. İnsanlarımız giderek bu vergi sistemiyle beraber sıkıntı yaşarken Türkiye'yi şuna getirdik: Ucuz, güvencesiz bir alana getirdik. Yani şimdi 100 bin istidamdan söz ediliyor, onların bir yemek parasıyla insanlar asgari ücret alacaklar o merkezde. O istihdamdan belli bir kesim yararlanacak ve o insanların çoğunluğu da yurt dışından gelecek ve zaten burada da onlarla ilgili düzenleme yapılmış, yüzde 75, yüzde 100 kaldığı sürece kolaylıklar sağlanmış. Bu ülkenin birçok kesimi yurt dışına göç etmek zorunda kalıyor. Üniversitelilerin birçoğu yurt dışında bitirip yurt dışına gitmek istiyor. Bunlarla ilgili düzenlemeler değil de buna olanaklar, koşullar yaratılmazken diğer kesimlere kolaylık sağlandığında giderek ülkede mutsuzluk artar, yoksulluk artar, açlık artar, istikrar olmaz ve sürdürülebilir bir politika gelişmez. Finans merkeziyle beraber aslında Türkiye'de ciddi anlamda bir ekonomik kalkınmanın yapılması lazım, eşit bir şekilde yapılması lazım. Hâlâ dar gelirlileri, yoksulları, açları, açlıkla karşı karşıya olanları dikkate almayıp sadece sermayeyi göz önüne aldığımızda bu ülke ne barışa ne kalkınmaya ne de büyümeye gitmez.
Maddelerle ilgili arkadaşlarımız geldiğinde de detaylı bir sunuma dönüştüreceğiz ama burada asıl söylememiz gereken, Türkiye'de gerçekten İstanbul Finans Merkeziyle beraber birçok problemin eşitlikçi bir şekilde ele alınması lazım. Bu yapılmadığı sürece yapılacak finans merkezleri, binalar, oteller, büyük büyük devasa şeyler bizim geleceğimizle ilgili daha büyük sıkıntılara neden olmuş olacak. Pandemiyle beraber şu ortaya çıktı: İnsanlar artık "home office" çalışıyor. Birçok büyük kurum kendi evinde çalışanlarını çalıştırıyor ve o devasa binaların şimdi kiraya verilmesi için, satılması için bir kolaylık sağlanmaya çalışılıyor. O paralar gelse bile hiçbir şeye çözüm olmayacaktır. Asıl yapılması gereken, ülkede sürdürülebilir bir politikanın gelişmesi için hukukun üstünlüğü, güven ortamının yaratılması, şeffaf bir rejimin oturmasıdır.
Teşekkürler.