KOMİSYON KONUŞMASI

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; evet, önümüzde gecikmiş bir yasa tasarısı var. Hatırlıyorum, pandemi başladığında sağlık çalışanlarının da vefatlarını içeren çok sayıda vefat gündeme geldiğinde Sayın Bakan Mecliste bir konuşma yapmıştı, orada bütün milletvekillerini de ayağa kaldırarak veya ayağa kalkarak sağlık çalışanlarını alkışlamıştık; hatırlayacaksınız. Ondan sonra ben Mecliste -bir çok arkadaş yaptı ama ben de onlardan biriydim- bir konuşma yaptım ve "Alkışlamak yetmez, bu fedakârlığın karşılığını da vermek lazımdır." dedik. Fakat ne yazık ki o dönemden bu yana çeşitli gerekçelerle ertelene ertelene ve nihayet geçen aylar içerisinde son şekli Meclise indirildikten sonra, biraz önce bir arkadaşın ifadeleriyle, çeşitli gerekçeler ileri sürülerek geri çekildi. Bugün önümüze geldiğini görüyoruz.

Şimdi, bu, sorunu çözer mi? Ben bu açıdan bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu, sorunu çözmez ama kısmi bir iyileşme yapacaktır. Bütün sağlık çalışanlarını kapsamıyor oluşundan zaten daha önceki gelen ve çekilen yasa tasarısındaki önemli sakıncayı hâlen devam ettirdiğini görüyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Türkiye, iktidar daha doğrusu, belki hepimiz dünyadaki gelişmeleri yeterince değerlendiremiyoruz. Artık bazı sektörlerde, değerli arkadaşlarım, ölçü ülkemiz değil, ülkemizdeki dinamikler değil, dünyadaki dinamikler. Özellikle bilişim sektöründe ve sağlık sektöründe şimdi bu noktaya geldik. Almanya, dikkat ederseniz, uzun yıllar sağlıkçı almayan Almanya bugün on binlerce sağlık çalışanını ithal ediyor ve Avrupa ülkeleri böyle. Sebep? Pandemi ve onun getirdiği sağlık probleminin çözümlenmesi için gerekli yetişmiş eleman eksikliği. Adam 500 bin euroyla yetiştireceği bir doktor yerine 4-5 bin euro aylık verecek şekilde, emekli edinceye kadar o kendi adamına -yetiştirmek için- harcayacağı paranın yüzde 40'na Türkiye'den ya da başka bir ülkeden doktoru ve nitelikli doktoru, dikkat edin, nitelikli doktoru alıyor ve çalıştırıyor; hemşireler için de geçerli bu. Dolayısıyla, artık aynı şey -dedim ya- bilişim sektöründe de geçerli, gerçekten böyle. Ama bilişim sektörünün bir şeyi var, adam buradan çalışabiliyor; mühendis, yazılımcı ülkesinden çalışabiliyor fakat doktor için böyle bir şey söz konusu değil, o ülkeye gitmek durumunda. Dolayısıyla sağlıkla ilgili yasal düzenlemeler ya da geleceğe yönelik projeksiyonlar yaparken meseleyi sadece Türkiye koşullarına göre değil, dünyadaki sağlık ve sağlık çalışanlarına bakışla birlikte düşünmüyorsak eğer, ortaya konulan çözümler geçici olmaya ve uygulamada tatmin edici olmaktan uzak olmaya adaydır. Ben bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

İkinci bir nokta, burada madde madde bir iki şey söyleyeceğim ama yine bir genel değerlendirme içerisinde söylemek istediğim bir şey var. Maalesef, iktidarın uzunca bir süredir sağlıkta ve eğitimde nitelikten çok niceliği önceleyen bir anlayış içerisinde olduğunu görüyoruz. Uygulamalarda hep böyle, üniversitelerde. Seçkin üniversite istemiyor iktidar, standardize olmuş, belli bir seviyede eşitlenmiş bir üniversite istiyor. Benzer şekilde sağlıkta da nitelik itibarıyla -üniversitelerde olduğu gibi- bir seviyede eşitlenmiş bir anlayış. Bunu nereden biliyoruz? tam gün yasasıyla beraber başlayan bir süreç var. Burada ne oldu? Üniversitelerde döner sermayenin büyük bir bölümünü sağlayan ve oradan devlete fazla yük olmadan profesörlerin, doçentlerin, öğretim üyelerinin seçkin kategorideki insanların emeklerinin karşılığında aldıkları bir pay vardı fakat işte tam gün yasası dışarıdaki muayenehanelerin yasaklanması ve ardından gelen "Kardeşim, şu maaşla çalışmak istiyorsanız buyurun, üniversitelerde kalırsınız." gibi bir anlayış üniversiteleri bugün bir çöküş noktasına getirmiştir. "Üniversiteler" derken tabii tıp fakültelerinin bulunduğu üniversitelerden bahsediyorum ve bugün itibarıyla, arkadaşlar, bütün tıp fakülteleri büyük borç içerisindedir. Sağlık Bakanlığı bazı üniversitelerin borçlarını yüklenmiştir, karşılığında da yönetimine el koymuştur.

Şimdi, nasıl seçkin üniversiteler olmazsa eğitimi yükseltemezseniz, tıp fakültelerinde de seçkin öğretim üyeleri olmadıkça tıpta ilerleme sağlayamazsınız arkadaşlar. Bugün geldiğimiz noktada üniversitelerde ve tıp fakültelerindeki -uzmanlık eğitimi de dâhil olmak üzere- eğitimin kalitesi büyük ölçüde düşmüştür ve artık ağır branşlara hiç kimse aday olmamaktadır. Şimdi, siz böyle bir ortamdan nasıl nitelikli bir üstyapı çıkarabileceksiniz? Yani bir diğer deyişle, arkadaşlar, tıpta bir yarışmaya izin vermek zorundasınız; tıpta, nitelikli hocaların, nitelikli uzmanların ortaya çıkabilmesi için bir yarışa izin vermeniz lazım. Bu yarış yoksa yani -tırnak içi söylüyorum- sabah sekiz, akşam beş anlayışıyla -hani öyle denir ya- memur anlayışıyla baktığınız zaman şu ortaya çıkar: Bir süre sonra kendini yenileme ihtiyacı duymayan... Bu yenileme, yurt dışına gidecek, bu işte uzmanlaşmış çeşitli yerlerde eğitim alacak; benim dönemimde insanlar bazen buna cebinden para vererek giderdi. Niyeydi? Diğerlerinden ayrışabilmek içindi. Bugün artık Türk üniversitelerinde, tıp fakültelerinde bu olay bitmiştir. Şimdi, bunun bittiğini bir de nereden görüyoruz? Biraz önce Murat kardeşim söyledi, madde 8'de "Tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitimi, ilgili dalda tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan profesör, doçent, doktor öğretim üyesi, eğitim görevlisi..." Yani ne demek bu? "Başasistan..." Ne demek bu? Yani başasistan dediğiniz adam, bugün, uzman olmuş bir insandır. Uzman, uzman yetiştiremez arkadaşlar, yetiştiremez. Sayın Cumhurbaşkanı bir gün bir gece yattı, ertesi gün çıktı. "Yardım doçentlik de neymiş!" dedi. Bunun adını "doktor öğretim üyesi"yle değiştirdik. Kalitede ne fark etti onu bilmiyorum ama, gerekçesi de neydi bilmiyorum ama bu tip şeylerle düzeltmek mümkün değildir. Buradan da görülüyor ki artık nitelik arka plandadır, nicelik ön plandadır.

Performans kriterinin de uygulanması bir diğer anlayıştır. Adam, doktor hastayı tedavi ediyor mu, gerçekten onu dinliyor mu, gerçekten onun anamnezini alıp gerekiyorsa yarım saat veya bir saat uğraşabiliyor mu; bu düşünülmüyor. Nedir? Kaç kişiyi görüyor; bu niceliktir, nitelik değil. Tabii, zihniyet "Yetişkin, seçkin olanlar istiyorlarsa gitsinler, biz yeni mezun asistanlarla idare ederiz." olunca bu söylediklerimizin hepsi havada, askıda kalıyor. Bu, nitelik meselesi çok önemlidir arkadaşlar, bunu unutmayalım. Pandemi döneminde de... Yani biraz önce Bakan Yardımcısı arkadaşım pandemide çok üstün bir performans gösterildiğini söyledi. Ben şimdi burada siyasi bir değerlendirme yapmak istemiyorum ama bu görüşüne katılmıyorum kesinlikle çünkü pandemi döneminde maalesef, Türkiye bu konuda benim bakış açımla sınıfta kalmıştır; bunu Sağlık Bakanlığı bütçesi konuşulurken gündeme getirmiştim, bu sene de muhtemelen bunu tartışacağız.

Şimdi, eğer sağlığa biraz önce söylediğim gibi uluslararası platform ekseninde bakmıyorsanız, yurt dışı hekim göçü, yurt dışı hemşire göçü, yurt dışı nitelikli sağlıkçı göçü önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir. Türkiye bunu kaldıramaz. Kaldırır. Ne olur? Sayın Cumhurbaşkanının dediği gibi yani diploması olmakla beraber, niteliksiz insanları oraya doldurursunuz "mış" gibi muayeneler yapılır, büyük ameliyatlar yapılamaz, "mış" gibi küçük ameliyatlar yapılır ve hayat devam eder gider; vatandaş sağlık hizmeti aldığını zanneder ama gerçekte bir sağlık hizmeti almamaktadır.

Şimdi, özetle bunları söyledikten sonra, değerli arkadaşlar, birkaç şeye burada değinmek istiyorum, o da şudur -birisini söyledim- tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık. Yani "eğitim görevlisi" ben bu lafı anlamadım, ne demek eğitim görevlisi? Yani tıpta eğitim görevlisi, bir uzmanı nasıl yetiştirecek bunu anlamadım doğrusu. Hadi başasistanı anladık, zaten başasistanlık müessesesi hâlen var mı da bir soru işareti çünkü "uzmanlık öğrencisi" deniliyor vesaire deniliyor.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Bir ara onlara "eğitim görevlisi" dediler bildiğim kadarıyla, şimdi bir yıl alanda çalışan birisi uzman doktor hemen eğitim görevlisi olup çıkacak gidecek.

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Yani inanılmaz bir şey.

Yine, iktidarın veya yasayı hazırlayanların meseleyi tek yönlü gördüklerini gösteren bir başka şey de şu: Galiba 6'ncı madde, diyor ki: Gelir getiren branşlarda profesörlere yüzde 950, araştırma görevlilerine yüzde 650 -tıp fakültelerinde- gelir getirmeyen profesörlere yüzde 750... Yahu, tıp fakültesi değerlendirilirken sadece gelirle mi değerlendirilir Allah aşkına arkadaşlar? Ya, böyle bir şey var mı? Yani gelir getirmiyor... Adam orada öğrenci yetiştiriyor, senin bugün ihtiyacın olan, yurt dışına kaçırdığın adamları yetiştiriyor ya.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Kadınları da.

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Dil alışkanlığından söylüyorum.

Yani sen diyorsun ki: "Gelir getirmiyor bu adam, öyleyse nitelikli değil -böyle bir şey olabilir mi, böyle bir anlayış olabilir mi- ona 750 verelim yani gelir getiren branştaki araştırma görevlisi kadar verelim." Yani kimse kusura bakmasın, hani meşhur bir şairimizin ifadesi var, böyle bir paylaşmayı kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Yani ben bu anlayışa -kusura bakmasın kimse- olumlu bakamıyorum ve bu şekildeki bir anlayışla da sorunu çözmek mümkün değil ve yani bu konuda bir düzenleme yapılması lazım.

Bir başka konuda yine ödemelerle ilgili, döner sermaye ödemeleriyle ilgili. Dikkat ediyorum, hep tavan belirtiliyor, tavan belirtilince özellikle üniversitelerde nasıl bir şey ortaya çıktı biliyor musunuz, muhtemelen devlet hastanelerinde de? Rektör, canının istediğine istediği kadar tavandan veriyor, dolduruluyor -çünkü evrak dolduruyorsun sonuçta, kimsenin onu ne kontrol ettiği var, ne bilmem ne var- istemediğine, canının istemediğine de taban yok, rektör belirliyor bunu. Devlet hastanelerinde de belki başhekim yapıyor bunu, devlet hastanelerini bilmiyorum. Şimdi, ben bunları yaşamış bir insan olarak konuşuyorum, kimse bana çıkıp "Yok, böyle değil." demesin.

MURAT EMİR (Ankara) - Döner sermayesi kesilmiş bir adamım ben.

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Şimdi, buradan söylemek istediğim şey şu: Bu yasaya şunu eklememiz lazım, bir taban belirlememiz lazım, makul bir taban. "950 tavan, bunu geçemez." diyorsak "Taban da 500'ün altında olmaz." diyebilmeliyiz. Bunu dediğimiz zaman olay bireyselleşmekten çıkar, olay bir şahsın veya bir yöneticinin kişisel değerlendirmesi olmaktan çıkar ve düzgün, adaletli, en azından yarı adaletli de olsa bir gerçek ortaya çıkar. Dolayısıyla, bu değişikliğin yapılması gerektiğini düşünüyorum ve bunu teklif ediyorum, bunu da ifade etmiş olayım.

Burada not olarak biraz önce Murat'ın... Murat diyorum, benim kardeşim olduğu için.

MURAT EMİR (Ankara) - De Hocam ne demek, hocamızsın.

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Evet, Murat'ın gündeme getirdiği inceleme heyeti meselesi, benim de kafama takılmıştı burada, altını da çizmişim, not almışım. Yani ne olduğu belli olmayan bir heyetin uygulama yapıyor olması... Ben Danıştay boyutunu bilmiyordum da inceleme heyeti olayını o açıdan, kimlerden oluşacağı, nasıl oluşacağı, neye göre karar vereceği belli olmayan bir heyetin şeyi olarak görmüştüm, onu da söylemiş oluyorum.

Tabii, kötü düşünmek istemiyorum da ücret ve paraların ödenmesi meselesi yani 5 bin liralarının ödenmesi meselesinde, orada bir kelime var, ben anlayamadım o kelimeyi ve orada şöyle diyor: "Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık tesislerince; sağlık hizmeti verildiği dönemde herhangi bir sebeple ilgili mevzuatı kapsamında sağlık sigortasından yararlanamayan gerçek kişilere sunulan..." Yani gerçek kişilerden ne kastedildiğini biliyorum; tüzel kişiler değil, gerçek kişiler, şahıslar ama vatandaş olarak mı algılayacağız bunu yoksa sığınmacılar da dâhil olmak üzere Türkiye'de bugün var olan milyonlarca insanın da buna dâhil edilebileceği bir altyapı mıdır bu?

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Vatandaş.

ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Biraz kuşkuluyum, kusura bakmayın ama geçmişte öylesine şeylerle karşılaştık ki bu tip sözlerin sonra böylesi olaylara evrildiğini gördük. Onun için bu "gerçek kişiler" lafının yerine herhâlde "vatandaşlar" ifadesini koymak daha doğru olabilir diye düşünüyorum Sayın Başkan.

Beni sabırla dinlediniz, teşekkür ediyorum.