KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, çok değerli bürokratlar, değerli gazeteciler; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çıkarılan yasalar, tüzükler, Anayasa millet ve devlet arasında yapılan bir sözleşmedir, bu sözleşmenin bir tarafında devlet varsa diğer tarafında da paydaşlar vardır. Çıkarılan yasalar, kanunlar, anayasalar tarafların iradeleri doğrultusunda veya tarafların iradeleri mümkün olduğu kadar bu çerçevede yer alırsa bu sözleşmeler, bu kanunlar, bu anayasalar o derecede de uzun ömürlü olur. Ama taraflarından birinin iradesi, talep ve istekleri bu kanunlarda gerektiği ölçüde yer almazsa bu sefer bu kanunlar kısa sürede ömrünü tamamlamış olur, tekrar komisyonların bir araya gelerek yeni kanunlar yapılması ihtiyacı ortaya çıkar.

Görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifine, metnine baktığımızda, taraflardan veya paydaşlardan büyük bir bölümünün çıkan bu yasadan memnun olmadığı bize gelen taleplerden, isteklerden ortaya çıkıyor. Dolayısıyla çıkarılan bu yasanın, bu yasanın paydaşlarının büyük bir bölümünü memnun etmediği için çok uzun ömürlü olamayacağı kanaatindeyiz. Keşke bu yasaya büyük emek veren, başta imza sahipleri olmak üzere, paydaşlar, taleplerinin makul ve mantıklı olanlarını bu teklif metnine yansıtsalardı bizlerin de eleştirecek bir yeri, onların da talep edecek bir noktaları kalmaz, daha uyumlu, daha uygun, daha uzun ömürlü bir yasa metni ortaya çıkardı.

Kanunun amacına baktığımızda, daha çok yalan ve aslı olmayan haberleri önleme, kişilerin kişilik haklarına yapılan saldırıyı ortadan kaldırma amacı güttüğünü görmekteyiz. Tabii ki dezenformasyon sadece Türkiye'nin bir meselesi değil, Feti ağabeyin dediği gibi dünyanın bir meselesi. İşte, bu bağlamda baktığımızda dezenformasyonun en etkili olduğu toplumlarda kutuplaşmanın çok egemen olduğunu, geleneksel medyaya güvenin olmadığını, yönetenlerin gerçekçi söylemler dışında popülist söylemler kullandığını ve bu niteliklerin egemen olduğu toplumlarda da dezenformasyonun olumsuz anlamda çok etkili olduğunu görmekteyiz. O zaman biz sinekle uğraşmak yerine bataklığı kurutma yoluna gitsek bence daha olumlu olur. O zaman ne yapmamız lazım? Kutuplaştırmayı ortadan kaldıran, Türk milletini, 85 milyonu aynı idealler, aynı ülküler, aynı sevgiler, aynı kaygılar etrafında birleştirmenin yolunu açmamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil eden, Türk milletinin de "baba" olarak nitelendirdiği ve bize göre de devletin babası olan Sayın Cumhurbaşkanının söylemleri ki ben burada şimdi o kelimeyi telaffuz etmekten ar duyuyorum, o kelimeyi sarf ederek toplumu kutuplaştırması ister istemez bu dezenformasyonu da beraberinde getirmektedir. Yani eğer biz birlik ve beraberlik içerisinde olursak, aynı kaygılar, aynı duygular, aynı ülküler, aynı idealler, aynı hedefler doğrultusunda nabzımız, kalbimiz bir atarsa zaten bu dezenformasyona, yalancı, asılsız haberlere de gerek ve ihtiyaç kalmaz.

Ee, şimdi düşünebiliyor musunuz, siyasi iradenin egemen olduğu bir televizyon, gazete doğru haber vermiyor. Bugün yapılan anketlerde Türk milletinin neredeyse yüzde 75'i, yüzde 80'i TRT'nin ve Anadolu Ajansının haberlerine güvenmiyor. Güvenmediği için de burada oluşturulan algıyı ortadan kaldırma adına da sizlerin "dezenformasyon" dediğiniz karşı grup da bununla ilgili bir mücadeleye giriyor. Yani bir yanda yazılı, sözlü ve görsel basının yüzde 99'una egemen olan bir irade ve onun karşısında da toplumun yaklaşık yüzde 60'ını, yüzde 65'ini temsil eden diğer bir grup var. Ee, bu grubun, o zaman kendine yapılan, resmî kanallarla ve büyük bir kampanyayla yapılan bu haberlere karşı kendisini korumak adına sosyal medyadan başka kullanacağı bir mecra yok ve toplum da bugün getirdiğiniz yasayla birlikte bu imkânların elinden alınacağı kaygısı ve endişesi yaşıyor; keşke bu endişe yaşanmamış olsa.

Bugün yapılan anketlerde AK PARTİ'ye, Milliyetçi Hareket Partisine oy veren vatandaşlarımızın çocukları bile, yüzde 73'e yakın bir oran, yüzde 75'e yakın bir oran...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Dezenformasyonu siz yapıyorsunuz, "65'e 35" diyorsunuz bakın.

AYHAN EREL (Aksaray) - Siz 65 olun da, efendim, biz 35 olalım; sıkıntı yok.

HASAN SUBAŞI (Antalya) - "Rahat ceza alabilir." diyorsunuz yani.

AYHAN EREL (Aksaray) - Yani bizim ve sizin çocukların, çocuklarımızın yüzde 73'ü fikirlerini, düşüncelerini sosyal medya yoluyla açıklamayı bir tarafa bırakın, yanındaki arkadaşına açıklamaktan korktuğunu beyan ediyor. Ya, böyle bir korku atmosferinin olduğu bir ortamda siz çocukların, gençlerin düşünce ve fikirlerini en çok kullandığı bir mecraya sınırlama getirirseniz bunun faturasını siyasi anlamda gerçekten bu mevcut düzenlemeyi yapan irade çok fazlasıyla öder.

Ya, ben gençlerle çok baş başayım, AK PARTİ'li arkadaşlarımızın çocuklarıyla da konuşuyorum, diyorlar ki: "Biz babamızın oy verdiği partiye oy vermeyeceğiz." "Niye?" diyorum, "Ya, özgürlüğümüze çok müdahale ediyorlar; bizi zorla falan okula gönderiyorlar; şunu böyle yapıyorlar; bunu böyle yapıyorlar."

GÜLAY SAMANCI (Konya) - Her çocuk öyle olabilir mi? Olamaz.

AYHAN EREL (Aksaray) - Ben samimi olarak, Feti ağabey, uyarıyorum.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ya, yasayla ilgili konuş ya.

AYHAN EREL (Aksaray) - Geleceğim, oraya geleceğim. Özgürlüklerini kısıtlıyorsunuz.

GÜLAY SAMANCI (Konya) - Ama şimdi zan altına almış...

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Ayhan Bey, lütfen, Komisyona hitaben...

AYHAN EREL (Aksaray) - Feti ağabeyimi çok seviyorum, muhabbetine doyamadım.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Eyvallah, eyvallah.

AYHAN EREL (Aksaray) - Yani bu özgürlüğü ortadan kaldırmamak adına böyle kaygıları olan gençlerimizin -o zaman siz yapacağınız tatmin edici, doyurucu açıklamalarla- bu kaygılarını ortadan kaldırın. Yani bizim de taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesi, herkes ifade özgürlüğüne sahiptir, bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin kanaat özgürlüğünü ve haber, görüş alma ve de verme özgürlüğünü kapsıyor. 10'uncu madde, bu hakkın belirli koşullar altında sınırlandırılabileceğinden bahsediyor. Ancak buradaki en önemli husus, getirilecek kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olmasının tespit edilmesi.

Yine, benzer şekilde Anayasa'mızın 26'ncı maddesi ifade özgürlüğünü, özellikle haber alma, verme özgürlüğünü güvence altına alıyor. Anayasa'nın 13'üncü maddesi temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması gerektiğini ifade ediyor.

Şimdi, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hem de Anayasa'mızın getirilecek kısıtlamalar için zorunlu tuttuğu "demokratik toplum düzeninde gerekli olma" kavramından ne anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında da ortaya çıkmış. Buna göre, temel hak ve özgürlüğe getirilecek sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olması, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak gösterilmesi gerekmektedir. Yani şimdi bu yasa teklifi Anayasa'da belirtilen son çare midir yani tünelden sonraki veya otobana girmeden önceki son benzin istasyonu mudur; bu tartışılıyor.

Yine, dediğim gibi, Meclise sunulan esasında haber alma, verme özgürlüğüne müdahale niteliğinde olan; yalan habere özgürlüğü bağlayıcı ceza öngören yasa teklifi gerçekten dezenformasyonla mücadele için son çare midir? Bunu bir tartışmak lazım. Daha önce de söylediğim gibi, şayet iktidarın amacı gerçekten dezenformasyonla mücadele ise öncelikle kutuplaştırıcı ve popülist söylemlerden uzaklaşmalı, ardından geleneksel medya üzerindeki tahakkümü sonlandırmalı ve halkın medyaya olan güvenini tekrar tesis etmelidir. Dediğim gibi, böylece bataklığı ortadan kaldırmış oluruz ve önlemlere başvurmaksızın ifade özgürlüğüne müdahale niteliğinde olan bu yasa teklifini kanunlaştırmak bizce gerekmez diye düşünüyorum.

Yine, kanunları yapıyoruz. Tabii ki Cumhur İttifakı'nın veya AK PARTİ'nin sayısal çoğunluğu var; sayısal çoğunluğa dayanarak her türlü kanunu çıkarabilirsiniz. Bunda usul ve şekil yönünden, esas yönünden bir engel yok. Ama çıkardığımız kanunlar hukuki midir; onlar tartışılır. Şimdi Abdullah Bey'in çok sabrını zorlamadan onu Genel Kurula bırakarak sözlerime devam ediyorum.

Bize göre mevcut kanunlarda, bununla ilgili kanunlarda da herhangi bir sıkıntı yok; kanunları uygulayanlarda sıkıntı var. Şimdi, kanunlar, gerçekten bize göre objektif toplumun ihtiyaçlarına ve Avrupa standartlarına uygun. Ama defalarca ifade ettiğimiz gibi, hâkimlerimiz tarafsız, korkusuz ve bağımsız karar veremedikleri için dolayısıyla yargıya olan güven bugün yüzde 24'lerde, 23'lerde Feti ağabey, bir düşünmek lazım, acaba niye? O zaman, sizler bu işin mimarlarısınız, hâkimlerimize coğrafi teminatı bir an önce getirerek kendi istekleri dışında verdikleri kararlardan dolayı, verdikleri hükümlerden dolayı herhangi bir tayine, yaptırıma maruz kalmamaları sağlanırsa daha güzel, daha tarafsız, korkusuz ve herkesin "Tamam, Ankara'da da hâkimler var." düşüncesiyle vicdanı, içi rahat olur diye düşünüyoruz.

27'nci madde... Tabii, siz bir hukukçusunuz, ceza hukukçususunuz; sizin yanınızda haddimizi aşarsak lütfen kusura bakmayın.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Estağfurullah.

AYHAN EREL (Aksaray) - Ama buna baktığımızda "sırf halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle..." Ya, şimdi, bu "saik" kavramı çok tartışmalı yani vicdan gibi, kanaat gibi, samimiyet gibi. Günümüzde şeker ölçen alet var, tansiyon ölçen alet var, ne bileyim, nabız ölçen alet var da bunu ölçen bir alet yok; bunu ölçecek olanlar hâkimler. Hâkimlerin de demin söylediğim gibi korkusuz, tarafsız, bağımsız karar verme yetkisi yok. Yani size çok basit bir örnek söyleyeyim: Bir vatandaş birine bir sıfatla hakaret ediyor ve şüpheli hakkında savcılık "Kovuşturmaya yer yok." diye karar veriyor. Aynı kelime, aynı sıfat bir başkasına sarf ediliyor; aynı savcı bu sefer soruşturma açıyor. Yani bu dediğim şekliyle bunu ölçen bir şey olmadığı için, tamamen hâkimin inisiyatifinde olduğu için ve hâkim de hür iradesiyle bir karar veremediği için toplumda böyle bir algı oluşmuş.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Algı.

AYHAN EREL (Aksaray) - Siz ne yaparsanız yapın, ne kadar güzel kanunlar getirirseniz getirin bu olacaktır. Ben bunu her zaman söylüyorum. Şimdi, avukatlık yaptık, şartlar uydu, ben avukatlıktan hâkimliğe geçtim Feti ağabey, sizin de bir dosyanız geldi bana. Ben dosyanın kapağına bakmadan, muhtevasına, kapsamına, içeriğine baktım ve sizin bu konuda haklı olduğunuza karar verdim, kararı açıkladım. E, Abdullah Bey ne diyecek? "Ya, zaten Ayhan Erel'i hâkim atayan Feti Yıldız, benim hakkımı yediler." Siz bunun önüne geçebilir misiniz? Bu, Türkiye'nin gerçekleri. Defalarca söyledik Komisyonda. Ya, tabii ki insanların çalışma hak ve hürriyeti var ama bu sadece AK PARTİ, MHP için değil; bir dönem de CHP yaptı.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Sayın Erel, tamamlıyoruz herhâlde, örneklere girdiğimize göre.

AYHAN EREL (Aksaray) - Bir siyasi partinin üst düzeyinde milletvekilliği yapmış, aday olmuş, belediye meclis başkanı, belediye meclis üyeliği yapmış; ya, bunları kim olursa olsun hâkim, savcı atamayınız. Atadığınızda yargıya olan güven ortadan kalkıyor.

Neyse, hukukun evrensel ilke esasları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 38'inci madde ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2'nci maddesinde yer alan suçta kanunilik ilkesi gereğince, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların belli olması gerekmektedir. Belirlilik ilkesi, eylemin kanuna aykırılığı değerlendirmesinde suç tipine uygunluk bakımından getirilen kriterlerin yani maddi suçun unsurunun belirliliğine ilişkindir. Zira, özel kasıt gerektiren istisnalar dışında, suçun manevi yani genel unsuru da kasıttır. Kastın varlığının kabulü için suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların bilerek ve istenilerek gerçekleştirilmesi zorunludur.

Kasıt, kişi ile işlediği suçun maddi unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade etmektedir. Bu ise tamamen kişiye bağlı ve tespiti güç; üstelik zamana, yere ve şahsa göre farklılık gösterebilir. Suç kastının belirlenmesinde kişinin iç dünyasındaki düşüncesinin yani saikin eyleme dökülerek dış dünyaya doğurduğu neticeye göre değerlendirme yapılmaktadır. Örneğin, şayet eyleme dönüşmezse suç işlemeyi düşünmek, kastetmek dış dünyada bir sonuç ortaya çıkmadığında sonuca bağlı kanuna aykırılıktan ve cezalandırılmadan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Yahut, dış dünyada ortaya çıkan sonuç, failin kastettiğinden farklı olduğu takdirde kişinin kastı da dikkate alınarak değerlendirme yapılacaktır. Yani kısaca, fail amacına uygun veya amaçladığından farklı bir neticeyi elde ettiğinde ortaya çıkan sonuç failin kastına göre değerlendirilecektir ama -demin de söylediğim gibi- bu kastı objektif olarak değerlendirecek makam ve mevkiler tartışma konusu olduğundan böyle bir problem ortaya çıkıyor.

Yine, bu açıklamalardan hareketle saik kastı belirlediğinden ve kasıt tamamen kişinin iç dünyasıyla ilgili olup kişi ile işlediği suçun maddi unsurları arasındaki psikolojik bağı ifade ettiğinden, maddede yer alan halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle hareket edildiğinin tespitindeki güçlük, hükmün konuluş amacına uygun değildir. Kişinin, düzenlemedeki suçun maddi unsurlarını bilerek ve isteyerek eylemi gerçekleştirmesi, gerçekleştirilmiş olması suç kastının varlığını kabul etmek için gerekli ve yeterlidir. Maddede, halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak unsur olarak değil, sonuç olarak düzenlenmiş olsaydı yani halk arasında endişe, korku veya panik yaratacak yanıltıcı bilgiyi yayanın cezalandırılması bu düzenlemenin amacına daha uygun olurdu. Zira, saikin belirlenmesindeki güçlüğe karşılık yanıltıcı bilginin ortalama olarak endişe, korku veya panik yaratacak olup olmadığının tespiti daha kolaydır. Üstelik, böylece, madde gerekçesinde her ne kadar "halk arasında endişeye, korku veya panik yaratmak saikiyle" şeklindeki düzenlemeye getirilen ilave unsurun bireysel kanaat açıklama ve haber verme hakkıyla karıştırılmaması için getirildiği belirtilmekte ise de bireysel kanaat açıklamak ve haber vermek için dahi olsa yanıltıcı bilgi şayet endişe, korku veya panik yaratacak mahiyette ise cezalandırılmak bakımından yeterli olmalıdır. Aksi hâlde, bireysel kanaat açıklamalarının veya haber verme hakkı korumasının kötüye kullanılmasıyla suçun cezalandırılmasının önüne geçilmiş olacaktır diyorum.

Yine 2 numarada yapılan açıklamada nazaran belirlenmesi güç ve tek başına olan saiki "sırf" kelimesi kastedilerek iyice daraltmak düzenlemenin amacına uygun olmadı.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sadece sırf.

AYHAN EREL (Aksaray) - Sırf, salt.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sırf.

AYHAN EREL (Aksaray) - Sırf.

Peki, teşekkür ediyorum.