| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 09 .06.2022 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Kolay gelsin diyorum bütün arkadaşlara.
Anayasa'nın 81'inci maddesindeki yeminimizin son kısmını hatırlatarak konuşmamı yapmak istiyorum: "...Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim." Bu, bizim yeminimizin son kısmı. Oldukça da güzel tabii, sadakatten de ayrılmayalım.
Ama şimdi elimdeki notlarda -tabii ki hukukçu olarak herkesin müellif olarak bakış açısı farklı olabilir- baktığım yerden, Anayasa'nın başlangıç hükümleri, 2, 5, 7, 10, 13, 20, 22, 25, 26, 27, 28, 36, 38, 48, 60, 90, 123, 125, 153'üncü maddeleri ve 90 göndermesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 7, 10 ve benzeri maddelerini bertaraf eden bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. "Nasıl becerdiniz bunu?" diye soracağım, "Elinize sağlık." demem kusura bakmayın ama elinize sağlık her zaman, o ayrı bir konu. Bir emek getirildiği zaman ona "sağlık" demek lazım ama fikirlerimizi de netçe burada ortaya koymamız gerekiyor.
Buradan yola çıkarak şunu soracağım: Bir gazeteci arkadaşımız -başkaları da bunu söylemişti, parlamenterler de var haklarında fezleke gelen bu konuyla alakalı- "Dolar 10 TL olacak." dedi diye yargılanıyor, biliyorsunuz değil mi, yargılanmaya çağırıldı. Bizim parlamenter arkadaşlarımızla alakalı da fezlekeler var, bu konuyla alakalı. Yalan konuşmuş, doğru, dolar 17,5 TL oldu. Yasaları yaptığınızda eğer ifadeler muallaksa, her önüne gelenin kendisinin bildiği şekilde yorumlayacağı şekilde yasa yapıyorsanız, yasa objektif değilse, soyut değilse, tipik anlamda doğru tarif edilebilir değilse, her tutanın elinde kalacak yasa metni yaparsanız "Dolar 10 lira olacak." diyen gazeteciyi çağırırlar, hakkında soruşturma ve kovuşturma yaparlar, ilk ifadesini almadan da dolar 16 lira olur. Hatırladığım kadarıyla 16 lira olmuştu.
Bu, biz hukukçuların ayıbı, uygulayıcıların ayıbı; eşleşsin-eşleşmesin anlamında söylemiyorum. Yasama organı, işini dikkatli yapmak zorunda, yasaları gerçekten toplumun ihtiyaçlarına göre ve kamu yararına uygun olarak yapmak zorunda; uygulayıcıyı da Anayasa'nın 138'inci maddesindeki vicdanıyla baş başa bırakmak zorunda, işin aslı bu. O uygulayıcı nereden faydalanacak? Bizim bugün buradaki tartışmalarımızdan faydalanacak, yasanın gerekçesinden faydalanacak, yasanın dibacesini oluşturan her türlü görüşlerimizden faydalanacak; o yüzden bugün burada görüşlerimizi buraya şerh etme yükümlülüğümüz var bizim. Çünkü biz bu kanun maddeleriyle ilgili tartışmayı açtığımız zaman kanun teklifini getiren arkadaşlarımız ve destekleyen arkadaşlarımız da kanun teklifinin amacını tariflemeye çalışıyorlar. Birbirimize aslında ileride uygulamayla ilgili de yardımcı oluyoruz. O yüzden, buradaki tartışmalara karşılıklı emek vermemiz gerekiyor, saygı duymamız gerekiyor. Yasa böyle de geçse, değişerek de geçse bu yasayla murat edilenin ne olduğunun doğru anlaşılması gerekiyor.
Şimdi, sosyal medyayla ilgili ve diğer, basınla alakalı düzenlemelerin ihtiyaç olduğunu herkes söylüyor; basın kuruluşları da söylüyor, meslek kuruluşları da söylüyor, siyasi partiler de söylüyor, sokaktaki vatandaş da söylüyor ama bu düzenleme böyle tek top oynayarak yapılmaz ki. Bakın, burada arkadaşlarımız söylediler, çok üstüne gidip böyle hani köpürtmek istemiyorum ama bir dünya basın meslek kuruluşu var yani Gazeteciler Cemiyeti var, sendikalar var, farklı konfederasyonlar var, çeşitli meslek örgütleri var. Bu arkadaşlarımızın talepleri buradaki yasaya göre çok farklı. Eğer onların talepleriyle uyuşmayan bir yasa yapıyor isek ve onlarla da bir istişare sürecini doğru götürememiş isek o birinci ayak sıkıntılı oluyor işte, burada sürekli emek vermek zorunda kalıyoruz fazladan. Umarım onların da istekleri burada tatmin olur çünkü onları ilgilendiriyor bu yasa, onları da tatmin etmesi gerekir. Hatta dünyanın her tarafında meslek kuruluşları kendi çürükleriyle kendileri hesaplaşırlar yani basına ilişkin platformlar kendi içlerinde kendi hukuksuzluklarını, kendi meslek ilkelerine aykırılığı, etik ihlalleri kendileri hallederler. Hatta arkadaşlarımız burada örnek verdi -Ahmet Bey olsaydı iyi olurdu ama sanıyorum bir işi var- Avrupa'dan da bu yasaların düzenlendiği yönünde örnekler verdiler. Evet, var, Almanya'da da var, Fransa'da da var, İngiltere'de var. İngiltere'de Brexit döneminde, ABD'de özellikle Rusya'nın ABD seçimlerinde etkili olduğu yönü ortaya çıkınca -İngiltere kendisini garantiye alma anlamında da- düzenlemeler yaptılar ama İngiltere'de yapılan düzenleme, sosyal medya okuryazarlığını geliştirmek yönünde bir düzenleme, önüne gelene ceza vermekle alakalı değil. Fransa'da yapılan düzenlemeyi hocam anlattı, tekrarlamak istemiyorum ben, kendisi anlattı. Almanya'da nefret suçu esas alınarak yapılan bir düzenleme var ve Almanya'da hukuk ihlali olduğunda sosyal medya platformunun kendisinin o ihlalden kaynaklı işlem yapması süreci başlıyor; çekebiliyor, yargı yoluyla daha sonra tekrar içerik oraya konulabiliyor, ondan sonra gerekirse cezaya muhatap oluyor. Avrupa ülkelerinde esas alınan para cezaları. Ha, başka ülkelerde para cezası dışında cezalar var mı? Var; Bangladeş'te var, Kamboçya'da var, örnek alırsanız Türkmenistan'da var. Biz "İlla Avrupa'ya bakalım, aynısını yapalım." demiyoruz ama özgürlükler ile tedbirler arasında bir dengeyi ortaya koyabilirsek milletimizin menfaatinedir, insanlarımızın menfaatinedir ve gerçekten yürüyeceğimiz yolun menfaatinedir. Dünya sadece hukuka bakıp işte, "Bu, kuru kuruya bir hukuk kuralı." demiyor; yatırımlar böyle yapılıyor, insan ilişkileri böyle kuruluyor, devletlerin itibarı böyle oluşuyor, yurt dışındaki kredibiliteniz de bunların üzerinden oluşuyor. Ne kadar insan haklarını teminat altına alabiliyor iseniz, ne kadar huzurlu ve refah toplumu yaratabiliyor iseniz kredibiliteniz de o kadar yüksek oluyor ve başkalarının yarımla aldığı krediyi 8,5'la almıyorsunuz, 9'la almıyorsunuz. Bunlar önemli şeyler, o yüzden burada yapacağımız düzenlemelerde bu dengeyi tutturmak zorundayız. Toplumun gerçekten barış içinde yaşayabileceği bir süreci yasalarla kotarabiliriz ama aynı zamanda toplumun hukuksal güvence altına alındığı, özgürlüklerin de bir şekilde güvenlik için yok edilmediği bir süreci güvence altına almamız gerekiyor. O yüzden Avrupa ülkelerini örnek verdim.
Sivil toplumla alakalı burada istişare süreci tam işletilmemiş anladığım kadarıyla, bu yasanın orası burası falan diye arkadaşlarımızın söylediklerini tekrar söylemek istemiyorum ama bu teklifi baştan sona değerlendirdiğimizde şöyle bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: Çoğu zaman yargının, bazen diğer erklerin kullanacağı yetkiler, yürütme içerisinde, üstelik çok sıkıntılı kurum ve kurullara verilmiş vaziyette. Bakınız, BTK'den bahsediyoruz, bizim Genel Başkan Yardımcımız Onursal Adıgüzel daha dün açıkladı; BTK'nin, internet sağlayıcı firmalardan milyonlarca vatandaşla ilgili bilgileri izinsiz olarak aldığı ve kullandığını açıkladı. Bu, BTK'nin kendi davasında vermiş olduğu cevaplardan ortaya çıkıyor. BTK'ye karşı şirketler dava açıyorlar, BTK savunmasını yaparken bu bilgileri aldığını söylüyor. Şimdi, bu kurumların tamamı bize lazım, biz hiçbir demokratik kurumu karalamak istemeyiz ama bu kurumların içlerindekiler kişisel verilerle alakalı izinsiz kullanarak suç işliyorlar. Eğer siz tasarrufu kişilerin eline bırakırsanız kişiler bu suçları işlerler, bundan daha fazla yetkiyi denetimsiz bir biçimde kişilerin ellerine verirseniz yarın başka suçları da işlerler. Şimdi biz burada diyoruz ki: "BTK Başkanı suç şüphesi gördüğü yerde 'içerikten çıkarma' 'erişimin engellenmesi' gibi yetkileri kullansın." Aha BTK Başkanlığı yaptı, Sayın Onursal Adıgüzel bunu açıklıyor. Arkadaşlar, idarenin bütün eylem ve işleminin sıkı sıkıya yargı denetimi altında tutulamadığı bir ülkede hiçbirimizin hiçbir anayasal hakkı güvence altında değildir, sıkıntıdır bu. Bu BTK Başkanı hâlâ orada oturuyor ise, bu kişisel verilerle ilgili ihlali yapmasına rağmen Sayın Cumhurbaşkanı -ki tek yetkili odur bunların atanmasıyla ilgili, alınmasıyla alakalı- hâlâ onu orada tutuyor ise, tedbiren bile onu görevden almamışsa burada yapılan işlemlerin selameti açısından -ki kendi elleriyle bu cevapları verdiler yani- e o zaman bizde bir sorun var, bizde bir gariplik var, bu BTK'ye biz suç şüphesini takdir yetkisi veriyoruz. Suç şüphesini takdir yetkisi idarenin eline verilir mi, olabilir mi böyle bir şey? Dünyada bunun örnekleri var. Burada Grup Başkan Vekilimiz söyledi, iyi niyetle söylüyoruz, ne olursunuz iyi niyetimize inanın, gerçekten inanın; biraz bekletin bu yasayı, çalışalım üzerine, gerçekten ülkemizin ihtiyacı olan yasayı getirelim, biz de emek verelim; dünyada bunun örnekleri var, ülkemize onları uyarlayabiliriz ama bu yaptığımız doğru değil. Bakın, bir idari kurumun eline bir yargısal tasarrufu veriyoruz; suç şüphesi, durdurdum, hop böyle, hop böyle. Böyle bir tanımla beraber yol yürümenin doğru olmadığını düşünüyoruz biz.
Aynı şekilde, basın kartıyla alakalı ve basın kartı alabilecek kişilerin tanımlanmasıyla alakalı hükümler içerisinde de yine bu sıkıntılar var hatta basın çalışanlarının haklarıyla alakalı da var. Daha önce Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bir karar var. Basın çalışanı -basın kartı ilişkisiyle alakalı orada Anayasa Mahkemesi kararının etkililiğini azaltarak, yeniden ilişki kurarak bir düzenleme yapmaya çalışıyorsunuz. Basın çalışanının oradaki tazminatı, şuyu buyu, ilişkili olduğu, emeğiyle alakalı konuları basın kartına tabi tutmak Anayasa'daki çalışma hakkıyla çelişen bir şeydir, bunları düzeltmemiz gerekir bu kanunda.
Kartın nasıl verileceği meselesi var. Arkadaşlar, bir kamu görevlisi düşünün -ben İletişim Başkanının şahsiyetinden öte alıyorum, ismini anarak söylemeyeceğim; dedim ya, kimseyi burada yıpratma gibi bir derdim yok- bir devlet memuru düşünün, bir kamu görevlisi düşünün; sürekli bir siyasi partinin genel başkanına çatıyor, bir siyaset organı gibi... Bürokrat, sarayda bürokrat, ben onu küçümsemiyorum, öyle değil, ciddi bir yerde bürokrat ama kardeşim, sen her gün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına buradaki siyasilerin bile ağzına almadığı, saygı gösterdiği, ölçülü durduğu konumda ölçünü kaybederek geliyor isen sana verilecek yetkilerde ölçülü olacağını düşünebilir miyiz biz? Ama bu şahsa bağlı da bir şey değil ki. Biz diyoruz ki: Bir demokratik ülkede olması gereken demokratik refleksleri verelim bu yasayla beraber. İletişim Daire Başkanı sarayda bir memur. Burada Grup Başkan Vekilimiz söyledi, yarın değişir biz oraya bir adam getirirsek, aynı yöntemleri biz uygularsak olur mu? O kurul burada sayıldı, içindekiler sayıldı, ya benim yüzüm kızardı ya; insan ayıp olmasın diye içine böyle biraz muhalif bir kimlik koyar ya, "Oy hakkı olsun ama çoğunlukta olmasın." diyebilir ya, biraz daha uyutabilir bizi. Böyle kurulların içerisinden bütün gazetecilere ilişkin basın kartı uygulamasında objektif bir sonuç bekleyeceğiz! Zaten yapmıyorlar ki, ben biliyorum, yüzlerce insan bu mesleği yaptığı hâlde İletişim Başkanlığının şu anda vetosunu yemiş vaziyette; hiçbir yere çağrılmıyorlar, basın kartları verilmiyor, kendileri aforoz edilmiş bir şekilde yaşıyorlar. Şimdi, bu tablonun içerisinde biz hâlâ "İdarenin içerisinde böyle bir organa bütün yetkileri verelim." diyemeyiz, bunu bizden beklemeyin. Geçirebilirsiniz, çıkarabilirsiniz. Ben size söyleyeyim, biz gelirsek yetkiler bizde olduğu zaman biz yine bunu değiştireceğiz. İstemiyoruz böyle bir yetkiyi ya, istemiyoruz, demokrasinin özüne uygun olarak işler olsun. Oradaki basın kuruluşları, farklı kesimlerden gelen insanların oluşturabileceği komisyonda, meslek kuruluşlarının etkili olacağı yerlerde bu arkadaşlarımızın kartları verilebilir. Derseniz ki illa... Burada sendika sözü edildi, Sayın Yıldız "Sendikaya ama hangi sendikaya?" diye soru sordu. Müphem kalıyorsa bu nokta oturur onları da konuşuruz. Tek bir sendika olmaz, başka temsilcilerin içerisinde olduğu, gerçekten bu dünyayı kapsayan bir kurul olur burada, buna hiçbirimiz bir şey demeyiz yani objektifliği olacak olduktan sonra buna hiçbirimiz hiçbir şey söylemeyiz. Bunun gibi başka şeyler yapıldı burada. Mesela, arkadaşlarımız gerekçede cumhuriyet savcılıklarında evrakların çok biriktiğini ve iş hacminin çok olduğunu söyledi. Önce, sadece İstanbul Cumhuriyet Savcılığına olayı bağladılar. Sanıyorum öyle bir düzeltme olacak değil mi Sayın Yıldız? Böyle bir beyan oldu burada, bilemiyorum ama oraya haksızlık etmek istemiyorum bütün savcılıklar yetkili olacak.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Evet.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Doğrusu ceza mahkemesi açısından... Ha, savcılıklar var mı bilmiyorum ama ceza mahkemesi açısından bütün ceza mahkemeleri olacak. Savcılık, tek bir savcılığa topladınız...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - "İstanbul"u kaldırdık, evet.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - İstanbul... Yani onunla alakalı şöyle: Cumhuriyet savcılıklarında evrak çok birikiyor, Türkiye'nin her tarafında cumhuriyet savcılıklarına beyanname verirken -süreli yayınlar- gelsin, Basın İlan Kurumuna versin. Ya, böyle bir şey olur mu ya? Böyle bir şey olur mu? Bu işlemlerin tamamı bizim Avrupa uyumumuzun üzerinde oturttuğumuz işlemler yani cumhuriyet savcılığı yargının bir parçası; orada idarenin bir parçasını alacağız, bütün evrakları vereceğiz, o bütün evrakları kontrol altında tutacak, sonra kendi delegasyonunu oralardan oluşturacak, üstüne RTÜK'ten de 2 kişi, 4 kişi gelecek, Basın İlan Kurumunun Genel Kurulu 42 kişiye çıkacak; anlaşılabilir bir yanı yok ya, daha fazla bunu anlatmak istemiyorum yani hakikaten anlaşılabilir bir yanı yok. Basın İlan Kurumu...
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Peki, toparlıyoruz.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Hayır, hayır bu konuyu değil, daha bitmedi, bir dakika, bir dakika. Sen beni göndermek istiyorsun da Basın İlan Kurumuyla...
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Yok, daha sırada çok var.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Tamam uzatmayacağım, uzatmayacağım.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Onlara da nezaketen hak verelim yani.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Allah'tan anlatılır yanı yok.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Şimdi, Basın İlan Kurumunun işi bu değil. Basın İlan Kurumunun işini doğru yapmasını istiyor isek burada, internet ortamında yayın yapanlara da verilecek ilanlar var; önergemiz var o konuyla alakalı, versin, işi odur, o ilanları versin ama sitesinde de ilan etsin, şeffafça görelim Basın İlan Kurumu kimlere ne veriyor, toplumun denetimine açık olsun sonuç itibarıyla.
Basın mesleğiyle ilgili tanımlar var. Gazeteci ve basın mesleği, basın kartı tanımı yapılırken "enformasyon görevlisi" olarak işlenmiş bir yerde, "sendika ve vakıflarda çalışanlar" diye işlenmiş. Bizim bildiğimiz, bizim bugüne kadar tanım olarak algıladığımız ve bu meslekten bize gelen tanım, münhasıran bu işi yapan kişilerdir. İstirham ediyoruz, bunu bozmayın. Bunu bozarsanız bu mesleğin içerisine garip garip insanlar girer ve bu mesleğin rengi bulanıklaşır. Ayrıca, yine meslek tanımı içerisinde daha önce ticaretle iştigal vesaire meselesi tanımı vardı, şimdi öyle bir tanım hâline geldi ki sınai ve zirai işlerle uğraşanlar da herhâlde bu meslekten sayılabilecek buradaki tanıma göre onun da sınırlandırılması gerekiyor. Doğrusu, gazeteci gazetecidir; bakın, yıllardır böyledir benim hatırladığım. Feyyaz Uçar'dan örnek vereceğim, teknik direktörlük yapmıyordu, "Benim münhasıran gazeteci sayılabilmem için yapmam gereken iş sadece gazeteciliktir." diye gerçekten gazetecilik ahlakına uygun çalışıyordu. Gazeteciler kendi meslekleri dışında başka işlerle iştigal eder hâle geldiği zaman bu mesleğin özgünlüğünü koruyamaz hâle geliriz.
Temel itibarıyla, buraya baktığımız zaman, Anayasa'daki haberleşme özgürlüğü, basın özgürlüğü, hukuk devleti, temel hakların sınırlandırılmasındaki ölçülülük ilkesi, kanunilik ilkesi vesair gibi birçok alana aykırılık taşıyan bir teklifi burada konuşuyoruz.
Ben arkadaşlarıma alan kalsın diye sözümü bitireceğim, maddelerde yine devam ederiz, yoksa söyleyeceklerimiz çok fazla. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.