KOMİSYON KONUŞMASI

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Başbakan Yardımcısı, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, basınımızın değerli mensupları; ben de Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, SPK'nın bütçeleri üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

AKP iktidarının söylemlerinin aksine, Türkiye ekonomisinin gerçekleri bir bir ortaya çıkmaktadır. Uzun zamandan beri söylediğimiz risk ve sıkıntılar sonucunda ekonomi önemli makro göstergeleriyle uyarı verirken Türkiye ekonomik açıdan daha zorlu bir döneme girmektedir. Enflasyonun çift haneye dayandığı, büyümenin cılızlaştığı, sanayi üretiminin düştüğü, işsizliğin arttığı ulusal konjonktüre bir de son dönemdeki siyasal ve jeopolitik riskler ile dış piyasalardaki gelişmeler eklenince tablo iyice karamsarlaşmaktadır.

Nitekim, Türkiye ekonomisi fazlasıyla sıkıntılı olduğu ve önümüzdeki dönemin ana gündemi ekonomi olacağı içindir ki 62'nci Hükûmette ekonomi yönetiminde kimlerin olacağına, Kabinede özellikle Sayın Ali Babacan'ın yer alıp almayacağına bu kadar kilitlendi piyasalar, hepimiz de bunu gördük. Eğer tespitlerim yanlışsa, eğer Türkiye ekonomisi söylendiği kadar parlaksa bir tek parti iktidarında ekonominin başındaki kimin kalacağı bu kadar ön plana neden çıkıyor?

Yine, Sayın Babacan'a gösterilen bu hassasiyet ekonomik durum hakkında fikir verirken aynı zamanda, bir başka gerçeğin de varlığını göstermektedir. Nedir o gerçek? Ekonomi yönetimindeki çatlak. Ekonomi her şeyden önce güven üzerine yürürken tek parti iktidarı olan AKP içinde büyüme ve faiz politikasına ilişkin ciddi bir görüş ayrılığı oluştuğu ve bu görüşlerin bir tarafının piyasayı tedirgin ettiği de aşikârdır. Bu çatlak ekonomimiz için önemli ve ilave bir risk unsurudur.

Peki,, Türkiye ekonomisi bu hâle nasıl gelmiştir? Tabii ki AKP'nin öngörüsüz, yanlış ve sürdürülebilir olmayan ekonomi politikasıyla. AKP Hükümetinin sözde ihracata, özde iç talebe dayalı büyüme anlayışı günü kurtarmış, başarı gibi sunulmuş; konut ve hizmetler sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşırken, ülke içi tasarruflar dip yaparken finansman, parasal genişleme sonucu ortaya çıkan dövizlerden yapılmış, cari açık böyle kapatılmıştır. Büyük bölümü sıcak para denilen portföy yatırımlarıyla karşılanan cari açık kontrolden çıkınca da iktidar büyümeden feragat etmek durumunda kalmıştır. Derken, küresel ekonomi yeni bir döneme girmiş, dünyada bol ve ucuz likidite dönemi sona ermiştir. İşte Türkiye bu konjonktüre fena yakalanmış, dış tasarrufa bağımlı bir ülke olmuştur. Yıllardır bu yöndeki tespit ve uyarılarımıza kulak vermeyen, kalıcı ve sağlıklı bir ekonomi politikası izlemeyen AKP iktidarının geldiği nokta ise yetersiz büyüme, çift haneye dayanan bir enflasyon ve yükselen işsizlik olmuştur. Üstelik, şimdi aynı AKP yöneticileri çıkıyor ve ekonominin sanayi üretimine kaymasını, lüks inşaat furyasına son vermek gerektiğini söylüyor. Allah aşkına, yıllardır ne diyoruz biz! Ama, başkasının parasıyla büyümelere imza atarken sorun yoktu. Ne zaman ki deniz bitti, dediğimize geldiniz.

Peki, yıllarca izlenen bu yanlış politikalara değdi mi? Yani tasarruflar dip yaparken, hane halkı borcu katlanırken, ithalat rekor kırarken karşılığı ne oldu? Ortalama yüzde 5 büyüme, yüzde 10 işsizlik, vasat bir büyüme ortalaması, artan işsizlik, aynı ithal bağımlılığı, aynı teknolojik yoksulluk, aynı sınırlı katma değer üretimi. Yani bari attığınız taşlar ürküttüğünüz kurbağaya değseydi, biz de ekonomi yanlış modelle yönetildi ama ülkede bazı sorunlar da aşıldı diyebilseydik.

Özetle, 2003-2013 arası dönemde AKP iktidarı yetersiz bir ekonomik performans göstermiş, özellikle 2007 sonrası Türkiye gibi ülkelerin lehine gelişen likiditesi bol uluslararası konjonktürü yeterince değerlendirememiştir.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, kamu borcunda ve bütçe dengesinde belirgin bir iyileşme sağlanmıştır. Ama madalyonun öteki yüzünü yani dış borç alanında geçmişte devlet borçluyken bugün özel sektörün borçlu olduğunu unutmayalım. Bakınız, bugün dış borcun yüzde 70'i özel sektörün. Özel sektörün döviz borcu 278 milyar dolar ve daha da önemlisi döviz açığı 178 milyar dolar. Üstelik toplam borcun 110 milyar dolarlık bölümü kısa vadeli. Ülkenin toplam kısa vadeli dış borcunun tamamına yakınını özel sektör taşıyor. Kur riski özel sektörün başında Demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor. Bütçe dengesindeki iyileşmenin sebebinin ise özelleştirme gibi vergi dışı gelirler ile yüksek harcama vergileri olduğunu da bilelim. Ayrıca, Türkiye gibi kalkınma yolunda bunca yatırıma muhtaç bir ülkede kamu borcunun milli gelire oranını yüzde 30'lar düzeyine getirme ısrarının da tartışılabileceğine bir parantez açmak isterim.

Evet, Türkiye ekonomisi zor bir döneme girmiştir. Amerikan ekonomisindeki toparlanma eğilimi sonucu sonlandırılan parasal genişlemenin yarattığı yeni ekonomik dönemde gelişmekte olan ülkelerin işi hayli zor olacak ve maalesef bu ülkeler içerisinde dış kaynağa en çok muhtaç olan Türkiye, en çok etkilenecek ülke konumundadır. Tablo böyle olunca da Türkiye sürekli en kırılgan ülkeler listesinin başında yazılmakta, önümüzdeki on yılın geçmiş on yıldan daha zor geçeceği ve büyüme oranlarının daha düşük olacağı başta Sayın Babacan olmak üzere bizzat AKP kurmaylarınca dile getirilmektedir. Üstelik AKP, bu yanlış ekonomi politikasına Merkez Bankasını da mecbur etmiş, bağımsızlığını hiçe sayarak, nihayet onu da emrindeki sıradan bir kuruma dönüştürmüştür. İnandırıcılığını ana hedefi olan fiyat istikrarı konusundaki enflasyon tahminleri ile bitiren banka, nihayet AKP iktidarına biat suretiyle de bağımsızlığını da kaybetmiştir. Küresel ekonominin Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin aleyhine döndüğü bir konjonktürde Hükûmetten izin alamadığı için faiz taassubu içinde gerekli adımları atamayan, enflasyon hedeflemesine geçildiği günden bugüne enflasyon hedefleri tutmayan bir Merkez Bankasına başka ne denebilir?

Geçtim önceki yıllardan, bakınız, bu yıl için enflasyon hedefi yüzde 5,3 idi. Peki yıl sonu enflasyon ne olacak diyor Hükûmet? 9,4. Biri daha 2014'ün ilk ayında olmak üzere 3 kez revize ettiği enflasyonu tutturamayan bir Merkez Bankamız var. Ne yazık ki bugün piyasaları belirleyici bir Merkez Bankası yerine ortaya çıkan gelişmeleri takip eden, piyasaları izleyici bir Merkez Bankamız var. Nitekim Merkez Bankasına faiz üzerinden bu kadar yüklenilmesinin altındaki sebeplerden biri bankanın ağırlığını kaybetmesidir. Gerçi öngörü yoksunluğu Merkez Bankası ile sınırlı değil. Sayın Babacan da Eylül başında enflasyon yüzde 7'nin biraz üzerinde olacak gibi derken ekim ayında yıl sonu enflasyon beklentisinin yüzde 9,4 olduğunu açıklayan kişiydi aynı zamanda.

Tekrar Merkez Bankasına dönecek olursak, her ne kadar isabet ve öngörü yoksunu olsa da, son dönemdeki ölçülü kararlarıyla piyasa ile Hükümetin arasını bulmaya oynuyor görüntüsü verse de, Merkez Bankası bağımsızlığından ödün verilmemelidir. Gelişmiş ülkeler örneklerine baktığımızda başarılı bir para politikasının olmazsa olmazının bağımsız bir Merkez Bankası olduğunu görmekteyiz. Elbette ki bağımsızlık başına buyrukluk değildir. Hükûmetle uyumlu biçimde ancak kendi kararını kendisi alarak çalışmasıdır. Türkiye ekonomisinin geçmişinin öğrettiği bir doğru olan Merkez Bankası bağımsızlığının kıymetini herkes iyi bilmeli, korumalıdır. Aksi hâlde bunun faturasını ülke ekonomisi ödeyecektir. Merkez Bankasının politikalarını tartışabiliriz, eleştirebiliriz ki banka son dönemlerde bunu fazlasıyla hak ediyor ancak Merkez Bankasının bağımsızlığı tartışma konusu olmamalıdır ama ne yazık ki Merkez Bankasının Başkanı ve yönetimi, bizzat kendi Merkez Bankasının bağımsızlığını korumakta gerektiği özeni göstermemektedir.

Öte yandan, bu faiz tartışmaları da ekonominin gerçekleri karşısında anlamsız kalmaktadır. Zira yüksek faizin komplikasyonlarını aşmanın yolu suni faiz indirimleri değildir. Türkiye ekonomisinde kapsamlı ve kalıcı reformları yaparak, ekonomiyi sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde yöneterek risk algısını minimum düzeye çekmektir. Yani nereye geliyoruz yine? Yapısal reformlara. Hani yıllardır bizim "Artık hayata geçirilsin." diye çağrıda bulunduğumuz ama on iki yıllık bir tek parti iktidarı olan AKP Hükûmeti tarafından hep ötelenen düzenlemelere.

Bakınız, Sayın Babacan, yapısal reformların ertelenemeyeceği noktaya gelindiğini, bunlar yapılmadığı takdirde ülkenin kaybetmeye başladığını söyledi geçenlerde. Yine, bugün Sayın Başbakan pek çok bakanla cumhuriyet tarihinin en önemli yapısal dönüşüm hamlelerinden birini başlatıyor olduklarını açıkladı. On iki yıldır iktidar olan Hükûmet belki de otuz yıllık sorunlara el atmaya karar vermiş nihayet. İçeriği, zamanlaması tartışmaya açık olsa da buna da şükür mü diyelim, günaydın mı diyelim, bilmiyorum doğrusu. 2015'deki seçim nedeniyle büyük ihtimalle yine başka bahara kalacağı aşikâr olan yapısal reformlar bugüne kadar neden yapılmadı? Çünkü bugüne kadar hep günü kurtarmayı seçtiniz ve eğer küresel likidite bolluğu devam etseydi aynı yanlışlara siz devam edecektiniz.

Bir de son dönemde başarı gibi gösterilen bir hususa değinmek istiyorum: Cari açıktaki düşüş. Evet, Ocak-Ağustos 2014 dönemi cari açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 35 düştü. Hükûmet, cari açığı tedricen düşürmüştür. Cari açıktaki bu iyileşmede kuşkusuz yavaşlayan ekonomide ithalatın azalmasının payı var. Artık döviz kuru ile ithalatın pahalılaşmasını da unutmayalım. Ancak burada asıl soru şu olması gerekir: Cari açığın bu düzeye gelmesi için ne bedel ödendi, nelerden vazgeçildi? Yanıtını vereyim: Büyümeden, istihdamdan, üretimden vazgeçildi, bunlardan feragat edildi. Nitekim AKP'nin ilk on yılında yüzde 5,1 ortalama büyümeye yüzde 5,2 cari açık verilirken cari açığın tavan yaparak millî gelirin yüzde 10'una ulaştığı 2011 sonrası son iki yılda ise ortalama yüzde 7 cari açığa inebilmek için yüzde 3,4'lük ortalama büyümeye razı olunmuştur yani cari açıktaki düşüşten daha fazla büyüme kaybı yaşanmıştır, işte AKP Hükûmetinin marifeti budur.

SPK ile BDDK'nın bütçesine de değinmek istiyordum ancak zamanım çok dar. Ancak SPK'yla ilgili çok uf

ak bir açıklama yapmak istiyorum. SPK Başkanına ve özellikle de bu konuda duyarlı davranan Sayın Babacan'a bir konuda teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Halka açık şirketlerde yüzde 5'lik olan bölümdeki küçük yatırımcılarla ilgili durumlarda bizim birtakım uyarılarımız oldu Meclis Genel Kurulunda, bu konuda SPK Başkanı ve Sayın Babacan duyarlı davrandı, bizim o görüşlerimizi dikkate aldı hem tebliğini hazırlayıp Resmî Gazete'ye gönderdi hem de bu konuda yasal bir düzenleme yapmak istedi. Bu konuda kendilerine teşekkür ediyorum.

Bir başka konu, biraz evvel arkadaşlarımız da değindi. Piyasada ve basın yayın organlarında bir faizsiz bankanın batacağı konusunda yoğun bir kulis faaliyeti yürütülmektedir. Şimdi, ben bir vatandaş olarak söylüyorum: Gerçekten öyle bir banka var mı? Eğer böyle bir banka varsa bu bankayı neden hemen TMSF bünyesine almıyorsunuz ve bu bankadan eğer daha fazla kötü durumda olan bankalar varsa neden o bankalarla ilgili herhangi bir şey söylenilmiyor, sadece özellikle bir bankaya işaret ediliyor. Eğer böyle bir şey yok ise -BDDK Başkan Vekili burada- eğer Türkiye'de faaliyet gösteren bankalar arasında mali yapısı bozulmuş bir banka yoksa bu gerçek dışı beyanları ortaya koyanlar hakkında neden herhangi bir işlem yapılmıyor. Çünkü, bu Türkiye ekonomisini son derece yakından ilgilendiren bir durumdur. Bir bankanın gerçekten mali bünyesinde ciddi bir bozulma varsa ve dikkate alınması gereken bir konu varsa BDDK'nın bu konuda önlem alması lazım, eğer yoksa o banka hakkında onun şöhretini, onun faaliyetlerini küçük düşürecek, kamuoyunda mevduat çıkışını hızlandıracak işlemler oluyorsa ve buna seyirci kalıyorsa o BDDK'ın orada durmaması lazımdır. Banka kötü ise el koyun, yok banka kötü değilse bu iddiaları ve bu söylentileri ortaya atanları cezalandırmak için düğmeye basın. Eğer susarak bu işi çözmeye çalışıyorsa sizin kafanızın arkasında bir "B" planınız vardır. O "B" planınızı bize söyleyin, biz de bilelim. Bankalar kötüyse söyleyin, "Şu banka kötü." Hiç olmazsa biz de gidip oraya mevduat yatırmayalım, vatandaş mevduat yatırmasın. Eğer öyle bir şey yoksa o zaman o bankaya yazık değil midir?

Teşekkür ediyorum.