KOMİSYON KONUŞMASI

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli hazırun; ben de tüm arkadaşları, bürokratları ve salonda bulunan tüm çalışma arkadaşlarımın hepsini saygıyla selamlıyorum.

Tabii, kanun, endüstri bölgelerinde değişiklik yapılmasına dair bir kanun. Şüphesiz ki ekonominin iyileştirilmesi, sanayi üretiminin, teknoloji üretiminin, bir bütün olarak üretimin artırılması bu ülkede yaşayan yurttaşlar olarak her birimizin arzu ettiği husustur. Tabii, getirilen kanunun kendi içerisinde tartışacağımız hususları vardır ama genel olarak baktığımızda, bir bütün olarak yaşamış olduğumuz ekonomik sorunların çözümüne yönelik birtakım düzenlemeler getirilmesini umut ederiz, bekleriz. Dolayısıyla halkımızın, toplumumuzun bizden beklediğinin öncelikle ülkede yaşanılan derin ekonomik sıkıntıların giderilmesine yönelik birtakım kanunlar, birtakım çalışmalar yapmak olduğunu belirtmek isteriz, bu kanunun bu anlamıyla bunu kapsamadığını ifade edeyim. Tabii ki kanuna ihtiyaç duyulmuştur, çeşitli konularda düzenlemeler vardır. Bir defa, üreticilerin yaşadığı sıkıntıları mayıs sonu TÜİK raporlarına baktığınız zaman, ki hani biz TÜİK'ten bahsederken yine -tırnak içerisinde- kaygılarımızı, endişelerimizi ve TÜİK'e olan güvensizliğimizi ve bir bütün olarak toplumun da TÜİK'e olan güvensizliğini ortaya koyarak ifade etmek isterim. Mayıs sonu tüketici enflasyonu yüzde 73,5 açıklanırken üreticide fiyat enflasyonu yüzde 132 olarak açıklandı. Yani şu anda 2 katı bir fark var üreticideki fiyat artışı ile tüketime yansıyan fiyat artışı konusunda. Bunun da ileride yani üretimin maliyetinin artışının, üretimdeki bu maliyet yüksekliğinin, bu enflasyonun hem üreticiler açısından sıkıntı olduğunu hem de bunların bir bütün olarak tüketim rakamlarına önümüzdeki aylarda yansıyacağını bilmemiz gerekiyor. Ya TÜİK tüketici enflasyonunu bir yerlerde sabitleyip kendince yine manipülasyonlarla bunu burada tutacak ya da üretici enflasyonundaki bu artışları yansıtmak durumunda kalacak. Artık nereye kadar gizleyecek bilemiyoruz ama tabii, bir bütün olarak ekonomi TÜİK'in rakamlarından ibaret değil, çarşıda, pazarda durumun ne olduğunu çok daha açık bir şekilde görebiliyoruz.

Burada, tabii, kanunun içerisine baktığımız zaman bizim özellikle açıklanmasına... Bir kez daha dün bilgilendirme toplantısına katıldım ben, bu ÇED süreci meselesinin biraz daha netleştirilmesi gerekiyor. Burada arkadaşlar da şimdi itiraz etti bu mevzunun yani bu kanundaki düzenlemenin ÇED sürecini ortadan kaldırmadığına yönelik beyanda bulundular, bu konunun biraz daha netleştirilmesi ve ilgililer tarafından hangi esaslar nedeniyle, hangi dayanaklar nedeniyle bunun böyle olduğunu izaha ihtiyaç var, bunu herhâlde sunumlardan sonra ilgili kurum temsilcileri biraz daha izah edeceklerdir. Anladığımız kadarıyla toplumun da -bizim de- bunu bir kez daha duymaya ya da hangi yasadan kaynaklı olarak bunun kalkmayacağına ilişkin somut verileri görmeye ihtiyacı var. Çünkü şöyle bir kaygımız var, burada da dile getirildi; endüstrileşme, bu sanayileşme mevzusu tümüyle doğamızı ve canlıların yaşam alanlarını tahrip eden bir yerden ilerledi. Maalesef, bugün, şöyle düşünün arkadaşlar: Hangi canlının ne kadar yaşayacağına, kaç tane olacağına artık insanlar karar veriyor, bu hâle geldik. "Koruma altına alınmış şu kadar canlıdan 100 tane kaldı, tamam, bu 100 tane yaşamaya devam etsin." Böyle bir noktadayız yani insanlar olarak, bir bütün olarak, bu sanayileşmenin, bu bahsetmiş olduğumuz küresel ekonominin getirdiği sonuçlar. Yani hangi canlının yaşayacağına ve tüm dünya üzerinde kaç tane olacağına insanlar karar veriyor, artık bu noktaya gelmiş durumdayız yani insanların geldiği yer böyle bir şey. Dolayısıyla bu vahimdir yani doğanın dengesi açısından, inançsal açıdan da buna bakabilirsiniz, birçok açıdan baktığınız zaman bu vahim bir meseledir. Dolayısıyla bu sanayileşme meselesinin bir bütün olarak doğanın dengesinden canlıların kendi döngüsünden koparılmasını engelleyecek şekilde olmaması gerekir, bunun önüne ne kadar set çekebiliyorsak o kadar set çekmeliyiz. Yani ÇED mevzusu, bu kanundan çıkartılmamasının bir sakıncası yoksa bırakın bu kanunda kalsın yani üstünü, altını bir kez daha çizelim bunun. Hani başka kanunlara atıfta bulunulabilir, bunu sadece şunun için söylüyorum: Yani bizim sanayileşme yaşarken doğanın, çevrenin, bir bütün olarak canlıların korunmasına ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu, buna ne kadar önem vermemiz gerektiğini ifade etmek için söylüyorum.

Diğer husus, mülkiyet meselesi; mülkiyetin devri, satışı konusu. Hani, kırk dokuz yıllığına uzatma hakkı var, endüstri bölgelerindeki işletmeleri yapan kişiler için arazileri kırk dokuz yıllığına uzatma hakkı var. Bu kırk dokuz yılı, bir kırk dokuz yıl daha uzatma hakkı da var, yani ortalama, nereden baksanız yüz yıla tekabül eden bir uzatma söz konusu. Bu yetmiyor, buna rağmen bir de arazinin isterlerse eğer kendilerine satılmasını koyuyoruz bu yasayla birlikte biz. Buna ihtiyaç yok, bu gerekçede de ifade edildiğine göre talep edilmiş de o yüzden yapılmış. Yani zaten biz artık şuna alıştık arkadaşlar bu Parlamentoda, bu komisyonlarda çalışırken, dört yıldır buradayız, şuna alıştık: Kanunlar zaten belirli sermaye grupları tarafından, belirli işletmeler tarafından talep ediliyor ve o talepler doğrultusunda kanunlar hazırlanıyor. Buna alıştık, -yani alıştığı tırnak içerisinde söylüyorum- yani kanunun bu şekilde bize getirilmesi artık bir rutin hâline dönüştürüldü, bizim buna itirazlarımız devam ediyor tabii, yani bizim bir alışkanlığımız değil bu. Dolayısıyla burada talep üzerine bu devrin buraya konduğu ya da satış maddesinin buraya konduğu da kanun gerekçesinde ifade ediliyor. Yani yüz yıl yetmiyor, yüz yıllık kullanım hakkı yetmiyor. Muhtemelen o yüz yılı kullanana, yüz yıl sonra "Çek git." denilecek hâli de yok, istediği kadar süreyle onu uzatma hakkı da elinde olacak ama bununla yetinmiyor, tapuyu istiyor. Tapuyu istemesi tabii, hepimizin aklında çeşitli örneklerden kaynaklı olarak soru işareti oluşturuyor. Yani bu tapuyu niye istiyor? Demek ki başka bir amacı var. Amacı endüstri bölgesindeki bu arazileri, ne bileyim, işte çeşitli yerlerde belki... Şu anda bildiğim için söylemiyorum, örneklerine rastladık, bazen şehrin göbeğinde bu tür araziler kalıyor ve buraya başka türlü şeyler yapıyorlar. İşte dün de tartıştık, otel yapma ihtiyacı hissediyor, bakıyor ki daha kıymetli, daha değerli, bırakıyor üretimi, otel dikiyor oraya. Şimdi, arkadaşlar, dediler ki: "Ya, buna imkân yok, burası endüstri bölgesi." filan. Ya, Türkiye'de imkânsız diye bir şey yok yani. Bir yönetmelik değişikliğiyle, bir kanun hükmünde kararnameyle, bir imar değişikliğiyle Türkiye'de her şeyin mümkün olabildiğini, "Bu da olmaz, bu mümkün değil." denilebilecek her şeyin olabildiğini özellikle bu iktidar döneminde biz gördük. O nedenle yüz yıllık bir kullanım hakkını yeterli görmeyen işletmeci sizden bu maddeyi niye istedi? Bu çok açık bir şekilde bizim açımızdan tereddüttür, kuşkudur ve hakikaten akla, mantığa, bilime uygun bir durum değildir. Onu ifade etmek isterim. O nedenle bunu doğru bulmuyoruz.

Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, bu endüstri bölgelerindeki yer seçimlerinin, Bakanlığın ve merkezî yönetimin yetkisinde olmasını da doğru bulmuyoruz. Yani şüphesiz öneri olabilir, şüphesiz genel bir Türkiye planlaması içerisinde, Türkiye coğrafyasının yerleşim yerlerine göre planlaması içerisinde bu kararlar veriliyor olabilir ama bir bütün olarak artık iktidarın çok ciddi bir şekilde merkezîleştiği, yerel yönetimlerin ve yereldekilerin, yereldeki idarecilerin, yöneticilerin tümüyle inisiyatiflerinin elinden alındığı bir süreci de yaşıyoruz bizim "tek adam rejimi" diye ifade etmiş olduğumuz bu rejim süreciyle birlikte ama biz yerel yönetimlerin kendi toprakları, kendi yaşam alanları üzerinde söz sahibi olması gerektiğini savunuyoruz. Yani orada bir işletme yapılacaksa, bir endüstri bölgesi kurulacaksa herhangi bir ilde, işte hangi ilde kuruluyorsa, oranın yerel yönetiminin, belediyesinin, belediye meclisinin, oradaki inisiyatiflerin hiçbir söz hakkı olmadan merkezî bir kararla bu işlerin yapılmasının doğru olmadığını savunmaya devam edeceğiz.

Dün, örnekleriyle Sayın Zonguldak Vekilimiz izah etti, bugün de muhtemelen konu hakkında detaylı bilgi verecektir. Zonguldak Filyos'taki örnek olduğu gibi kimi zaman AK PARTİ yöneticilerinin de kendi yerellerinde itiraz etmek durumunda kaldıkları, daha doğrusu itiraz ettikleri süreçler yaşanıyor. Yani yereldeki AK PARTİ yöneticisi buna itiraz ediyor, diyor ki: "Bu yanlıştır, bizim doğamıza, çevremize zarar vermektedir." Ama merkezî iktidar bunların hiçbirini tanımıyor çünkü merkezî iktidar planlamalarını merkezî yapıyor. Yerelde ne olmuş, kimin başı ağrımış, kimin dişi ağrımış, kimin ineğine, danasına, koyununa, kuzusuna zarar veriyor, kimin suyuna engel oluyor? Bunlar derdinde değil merkezî iktidarın, bunları düşünmüyor. Yerellerin yaşadıkları sorunları yereldekiler biliyor. Bütün siyasi partiler dâhil olmak üzere buna, yani iktidarın yereldeki yöneticileri de birçok noktada merkezî iktidarın politikalarından bu anlamıyla rahatsızlar, yerellerinde kendilerinin söz sahibi olmalarını istiyorlar çünkü onlar orada yaşıyorlar. Bütün o uygulamanın sonucundan onlar etkileniyorlar ve buradan kaynaklı olarak da bütün bu yetkilerin merkezde toplanması, birtakım kararların, endüstri bölgelerinin büyütülmesi, çoğaltılması gibi bu tür kararların merkezî iktidar tarafından verilmesini tek başına doğru bulmuyoruz. Merkezî iktidar planlayabilir, öngörebilir ama bunun mutlaka yereldeki belediye meclisleri tarafından tartışılması, yereller tarafından tartışılması ve orada onaylanması gerektiğini savunuyoruz. Bütün bunlar ciddi açıda sıkıntı yaratacak konulardır.

Tabii, diğer taraftan şunu da söyleyerek tekrar dönmüş olayım ama bu kamu arazilerinin satışı meselesinde dün de bilgilendirmede tartışıldı, rayiç değer tartışması yürütülüyor. Arkadaşlar, bu rayiç değeri de bir soru olarak da ifade etmiş olayım buradan, bu rayiç değerin açıklamasını bilmek isteriz. Yani bahsetmiş olduğunuz belediye rayiç değeri midir, piyasa rayiç değeri midir? Bütün bunlar farklı sonuçlara evriliyor çünkü. Piyasa rayiç değeri ile emlak rayiç değerlerinin aynı şeyler olmadığını, kat kat aralarında farklar olduğunu da biliyoruz. Bu bizim açımızdan zaten kabul etmediğimiz, doğru bulmadığımız bir uygulama ama bütün bunlara rağmen, buradaki rayiç değer meselesinin de ne olduğunu bilmek isteriz.

Kanunun itiraz ettiğimiz noktaları bunlardır, maddeler bazında da görüşlerimizi ve önergelerimizi sunacağız arkadaşlarımıza ve herkese.

Teşekkür ediyorum, saygılar.