| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 15 .06.2022 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
29'uncu madde konusunda, özellikle, öncelikle belirtilmesi gereken husus şu: Bu maddenin Anayasa'nın 25, 26 ve 28'inci maddeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğine göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10'uncu maddesi çerçevesinde ve orada öngörülen ölçütler ışığında değerlendirilmesi gerektiğine göre, önce bu maddelerde öngörülen yöneticilere ilişkin ölçütler ile yurttaşlara ilişkin ölçütler ayrımına bir bakmak gerekir. Görev ve sorumluluklar. "İfade özgürlüğü görev ve sorumluluklar da içerir." kuralı Sözleşme madde 10; esasen, sözleri ve açıklamaları toplum bakımından, toplumsal düzen bakımından, toplumsal yaşayış bakımından etki edecek kişiler için öngörülmüş bir kuraldır yani örneğin, çok üst düzeyde bulunan bakanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları, parti başkanları gibi. Buna karşılık, yurttaşlar açısından ise özgürlük alanı elden geldiğince geniştir, bu şekilde görev ve sorumluluklar öngörülmemektedir; hatta yöneticilere yönelik olarak kullandıkları ifade özgürlükleri rahatsız edici de olsa, incitici de olsa yöneticilerin katlanması gereken ifadeler olarak addolunur çünkü ülkeyi yöneten kişiler, siyasetçiler yurttaşların kamusal yaşama dair, siyasete dair görüşlerine rahatsız edici de olsa katlanmak durumundadırlar.
Şimdi, bu ayrıma göre; bizim Anayasa'mıza ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre, yöneticilerin ifade özgürlüğü dar, yurttaşların ifade özgürlüğü ise geniştir. Ancak son yıllarda tanık olduğumuz süreç tersine dönmüş bulunuyor; yöneticilerin ifade özgürlüğü her gün yurttaşlara veya yurttaşların bazı kesimlerine hakaret edecek eşiğe ulaşmakta fakat yurttaşların en mütevazı görüşlerini, en demokratik eleştirel görüşlerini dile getirmeleri bile yaptırıma tabi tutulabilmektedir. Böyle bir ters orantı var. Bunu bir olgu olarak kabul etmek gerekir. Benden önceki konuşmacılar da zaten bunları somutlaştırdılar, özellikle Özgür Özel çok somut örneklerle bunları betimledi.
Şimdi, böyle bir durum karşısında iken acaba bu düzenleme, bu madde; Anayasa madde 26 karşısında, 28 karşısında ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10 karşısında ne ifade ediyor? Birinci konu; burada yer alan kavramlar 26'ncı maddede yer almıyor, 28'inci maddede yer almıyor, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yer almıyor. Örneğin, "Sırf halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle..." Bu kavramlar demek ki hem Sözleşme'ye yabancıdır hem de Anayasa'mıza yabancıdır. Peki, bu yabancı kavramlar anayasal metne yabancı olduğuna göre, o zaman bu, Anayasa'ya aykırı değil midir? Bu konunun yanıtını, bu yasa teklifinin eş önericilerinden Sayın Feti Yıldız geçen hafta açıklamaya çalıştı ve aynen şöyle dedi: "Ülkemizde yalan haber yaymaya yönelik Ceza Kanunu'muzda sadece bir madde bulunmaktadır. Bu madde de savaş durumlarını kapsamaktadır yani bildiğimiz bu suç Türk Ceza Kanunu'nun 323'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Savaş sırasında kamunun endişe ve heyecan duymasına neden olacak veya halkın maneviyatını sarsacak veya düşman karşısında ülkenin direncini azaltacak şekilde asılsız veya abartılmış veya özel maksada dayalı havadis veya haber yayan veya nakleden veya temel millî yararlara zarar verebilecek herhangi bir faaliyette bulunan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. Eğer bu fiil propagandayla ya da askerlere yönelik olarak yapılırsa bu ceza bir misli olarak artırılır." diyor ve birkaç cümle daha... Fiilin savaş sırasında işlenmesi lazım. Bu, 323'üncü madde barış zamanında işlenmez. Birinci koşul bu. Bu fiil asılsız olacak, abartılmış olacak, özel maksada dayalı havadis ve haber yaymak ve bunları abartmak şeklinde olacak. Bu suç bir tehlike suçudur. Şimdi görüşmekte olduğumuz kanun teklifinde de 29'uncu madde benzerdir ama barış zamanındadır. Şimdi, buradaki sorun, Sayın Yıldız'ın açıkladığı konu, aslında savaş zamanında işlenen bir suçun, barış ortamında yürürlükte olan hukuk düzenine aktarılmasıdır. Peki, bunun farkı nedir? Bunun farkı şudur: Şu anda, bizim anayasal düzenimize göre, hak ve özgürlük ölçütleri açısından 15'inci madde yürürlükte değildir çünkü 15'inci madde, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulmasına ilişkin; yalnızca OHAL'de, seferberlik hâlinde ve savaş hâlinde yürürlüğe konulan bir maddedir. Şimdi, burada bile -birinci fıkrasında- ölçülüdür, durumun gerektirdiği ölçüde ancak sınırlanabilir veya askıya alınabilir ancak ikinci fıkrada yer alan güvencelere, "insan haklarının sert çekirdeği" adını verdiğimiz güvencelere kesinlikle ve hiçbir zaman savaş ortamında bile dokunulamaz. Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, Sayın Yıldız'ın son cümle olarak söylediği... Ben tabii atladım, tutanaklardan okuyorum bunları. Şimdi, 29'uncu maddede en çok tartışılan madde; sırf, halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı olduğunu bildiği bir bilgiyi kamu barışını bozacak şekilde alenen yaymak suç olarak düzenlenmiştir. Şimdi, bu, aslında savaş ortamı için öngörülen formüldür. Bana göre, o da Anayasa'ya aykırıdır ama tabii ki ona girmiyoruz fakat bu savaş durumu için düzenlenen bir maddenin olağan anayasal düzen yürürlükte iken düzenlenmiş olmasının aslında üzerinde ciddi olarak tartışılması gerekir. Sayın üyelerin dile getirdikleri gibi, bunun derhâl geri çekilmesi gerekiyor çünkü zaten, Anayasa madde 26 fıkra ikide yer alan ölçütler, AİHS madde 10 fıkra ikide yer alan sınırlama ölçütleri yeterlidir, bunlar bile çok geniştir, öznel değerlendirmelere neden olmaktadır.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Hocam, toparlayalım.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, toparlıyorum zaten.
Bu bakımdan, bunları belirttikten sonra, bu madde ayrıca teknik olarak, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa Mahkemesinin yasanın niteliğini tanıdığı, tanımladığı kararlarına da tamamen aykırıdır çünkü bu özellikle pilot kararlarında vurguladığı gibi, öngörülmez bir maddedir, sonuçları öngörülmezdir. Dolayısıyla, kişi, özgürlüğünü kullanırken, kişinin saikinin araştırılması hemen her iki tarafa da takılacaktır; Anayasa Mahkemesi de "Bu öngörülemezdir." diyecek, Avrupa Mahkemesi de böyle diyecektir. Bu, daha baştan iptal edilmesi gereken bir yasal düzenlemedir. Uzağa gitmeye gerek yok, diğer yasal düzenlemeler konusundaki kararlarına gitmeye gerek yok; geçen hafta zikrettiğimiz üzere, Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı Yasa'nın 9'uncu maddesini pilot kararıyla Anayasa'ya aykırı bulurken teker teker nasıl düzenlenmesi gerektiğini sıralamış bulunuyor somut bir biçimde. Hele hele böyle bir karar varken, Anayasa madde 153'ün son fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıyken, Anayasa madde 11 hepimizi bağlıyor iken, Anayasa madde 2 hukuk devletini öngörüyor iken doğrusu bu maddeyi hâlâ bizim tartışıyor olmamız son derece esef vericidir.
Ben inanıyorum ki kimseyi incitmeden, bu madde tümüyle geri çekilecektir. Zira bu madde olmasa da zaten Anayasa'da yer alan ölçütler, bu maddeyle amaçlanan ve gerekçesinde açıklanan hususların gerçekleşmesi için yeterli olacaktır.
Teşekkür ederim.