KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanlar, değerli milletvekilleri...

BAŞKAN - Sayın Beyazıt, siz de eksik konuşmayın lütfen bir daha efendim, tamamlayın yani!

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Süre vermediniz ki!

BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Bunda doğruyu söylediniz vallahi.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Yani, tamamlanır nasılsa eksik kaldığında. Eksik kalmaz, kalamaz.

BAŞKAN - Buyurun.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Öncelikle, dün verdiğimiz 4 şehidimize Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.

Değerli arkadaşlar, her gün şehit haberlerine, terör eylemlerine, çatışmalara, ölümlere, göçlere uyanan ülkemizde bizim hâlâ oturup da bu bütçeyi tartışıyor olabilmemizi ben bir türlü hazmedemiyorum, bunu ikinci defa söylüyorum. Bu bana gerçekten zül geliyor. Burada vereceğiniz 4 milyar liralık ödenek o 4 şehidin neyiyle kıyaslanabilir ki? Ne yapılabilir ki bunlarla ilgili olarak? Bu konuları kesinlikle ve kesinlikle arada sırada söylenecek bir olgu olarak görmekten çıkarmamız gerekiyor büyük bir hızla. Ama, sonuç olarak bir görevdir, bir yasa yapma zorunluluğudur, o nedenle de zorunlu olarak bu çalışmalara devam edeceğiz içimize sinse de sinmese de.

Değerli arkadaşlar, önce bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bizim bugün Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu diye 4 tane kurumu altında toplayan bir üst kurum kurmamızla ilgili olgu, darbe anayasasıyla ortaya çıkmış ve bu kurumların kuruluşuyla uzaktan yakından ilgili olmayan amaçları, vesaireleri birleştirilmiş bir kurum hâline getirilmiş. Bunlar kurulduğu zaman dernek olarak kurulmuş zaten. Bunlardan bir tanesi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti 1936 yılında kuruluyor, diğeri de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti. Bunlar cemiyet, daha sonra kurum adını alıyor ama sonuç olarak gelirleri olan, bu konuda bağımsız olarak araştırma yapmak üzere kurulmuş olan kuruluşlar. Elbette ki dernekler, cemiyetler kurulduğu zaman üstlerindeki baskı giderilmez ama sonuç olarak, bağımsız olarak kurulan ve bilimsel araştırma yapmak üzere, inceleme yapmak üzere kurulan bu kuruluşlar bizim 1982 Anayasası'na, Cumhurbaşkanının gözetimi ve desteğinde Cumhurbaşkanlığına bağlı olmak üzere devlet kurumu hâline getiriliyor. Bu olmaz. Bilim dediğiniz yerde, bilimsellik dediğiniz yerde bağlılık olmaz, bağımsızlık olacak. Eğer bağımsızlık yoksa orada bilimden bahsetmeyin. Yöneticiler, yönetenler istedikleri kadar özverili olsunlar, olmuyor değerli arkadaşlar. Yarın TÜBİTAK'ın konuşulması sırasında da yeniden gündeme getirip konuşacağız büyük bir olasılıkla. Bilim ve bilimselliğin olduğu yerde bağlılık olmaz. O nedenle de bu kurumları, inşallah, bu yeni Anayasa süreci içerisinde ve uyum komisyonlarında yeniden bağımsız bir kurum hâline getirerek Türkiye'nin kurucusunun vesayetine uygun bir şekilde yeniden yönetilmesine olanak tanırız. Böyle bir olay olmaz. Bu olayı uzun süre sırtında taşıyamaz Türkiye Cumhuriyeti. Kurucusunun vesayetine uymak zorundadır, kaynaklarını yeniden onlara vermek zorundadır ve bilimsel araştırmalarının önünü açmak zorundadır. Neyini tartışacaksınız aksi takdirde, zaten bütçesinin büyüklüğüne bakıyorsunuz... Bunun için ayrılan... Hele bir Başbakan yardımcısının sadece bunlarla uğraşıyor gibi bu işlerle uğraşmasına bile değmeyecek işler yapıyor. "4 öğrenciye burs vermişiz, 1 doktora öğrencisine burs vermişiz." Bu mudur? Yani, koskoca anayasal bir kurumda -anayasal kurum demişiz üstelik de- tartıştığımız konu, değerlendirdiğimiz konu bundan ibaret. Bu konuyu göz önünde bulundurun, bu konuyu unutmayın. Bu kurumlar özel hukuk tüzel kişiliği olarak kurulmuş, bilimsel araştırma yapmak üzere kurulmuş. Bazen yaptıkları araştırmalarda elbette ki sapmalar olmuş, tüm bilimsel araştırmalarda olduğu gibi. Daha sonradan yaptıklarıyla durumu düzeltmeye çalışmışlar, düzeltmişler ama bundan sonra gitmesi gereken de bu. Bu hususu kesinlikle ve kesinlikle göz ardı etmemek gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bir diğer konu da vakıflarla ilgili konu. Ben yerel yönetimde çalışan -bütün insanlarda olduğu gibi- dört buçuk yıl İstanbul Defterdarlığı yapmış bir insan olarak vakıflarla sürekli iç içe yaşadım. Bir kere, "vakıf" kavramı... Şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğü sadece vakıflara ait mülklerin yönetimiyle ilgili olarak görevlendirilmiş bir kurum değildir, "Nasıl kiraya veririm, nasıl onarırım." falan olayı değildir. "Türkiye'de kurulan vakıfların kuruluş amaçlarına uygun bir şekilde çalışıp çalışmadıklarını, çalışmadıkları takdirde vakıf özelliklerinin ellerinden alınmasını ve bütün kurumların hepsini mademki bu amaçla bu kaynağa vakfettiniz -toplumun bir kaynağıdır bu- o zaman bu amaçlara uyacaksınız kardeşim." diye zorlamak zorunda olduğu bir alandır. Yoksa, sadece yok şurayı onardım, burayı onardım... Zaten onarımlar, şunlar, bunlar da dünyanın eleştirisini alıyor, bir işe yaramıyor. Oturup da tarihî camilerin koridorlarına pisuvarlar yapma gibi birtakım şeyler sergileniyor. Sonra onlar yeniden sökülüyor, yok yeniden düzeltiliyor, bunlar ayrı bir olaydır. Bununla ilgili olarak, bu kültür varlıklarının korunmasına dönük olarak kuracakları yine bağımsız olacak olan kuruluşlarla bunları sağlayabilir, sağlamak zorundadır. Vakıf mallarının vakfedildikten sonra da amacına uygun olarak sürdürülmesini sağlayacaktır, başka çaresi yok zaten, bunu yapacaktır.

Benim daha önceki kamu görevlerinde karşı olduğum 3 tane olay vardır değerli arkadaşlar: Ziraat Bankasının, Halk Bankasının ve Vakıflar Bankasının kuruluş amaçlarına uygun olarak kullanılması asla özelleştirme veya ticari kavramların içerisinde değerlendirilmemesidir. Dolayısıyla, bu kurumların bu tür kurumlara ihtiyaçları varsa onlar da sağlanacak, onlar da sağlıklı bir şekilde korunacak.

Şimdi, bu şekilde konuşmayı sevmediğimi biliyorsunuz, yine peş peşe sıralamaya başlayınca zaten süre de bitiyor. Yalnız, şu konuyu dile getirmeden geçmek istemiyorum: Özellikle bizim yurt dışı ilişkilerimiz ve yurt dışıyla ilgili ilişkilerimizi kurmak üzere oluşturulmuş olan kurumlar, Türkiye Cumhuriyeti'nde geç kalmış, gerçekten gecikilmiş ama daha sonradan da işlevleri nedeniyle eleştirilmeye başlamış kurumlar. İhtiyacımız var fakat değerli arkadaşlar, bu kurumlar tamamen bütçe dışarısında ve bütçe ilkelerine uymadan istedikleri gibi para harcayacak kurumlar olarak kurulamazlar, kurulmaları mümkün değildir. Siz burada bütçe yapıyorsunuz, bütçeye ödenek veriyorsunuz. Örneğin, AFAD. AFAD'a geçen yıl verdiğiniz ödenek 993 milyon lira, yıl sonu ödeneği yani yıl sonu harcaması daha doğrusu, 3 milyar 111 milyon lira. Peki, sizin Komisyonunuza ek ödenek tasarısı geldi mi? Gelmedi. Peki, bu kadar harcama, bu kadar ödenek... Ha, bu tür olaylarda AFAD'da veya diğer sosyal kuruluşlarda belanın ne zaman geleceğini bilemezsiniz. Allah korusun, gelir ama onun üzerine bu harcamaları yaptığınız andan itibaren daha sıcaklığı gitmeden, dumanı tüterken gerekirse getirip "Bakın, bu konuda şu kadar daha ihtiyacım çıktı. Meclis bana bu hakkı versin." demek zorundasınız. Hele bu ülkelerle ilgili olarak da bütçeye ödenek koyarken ayrıca özel hesaplar yaratmamanız gerekir. Özel hesaplarınız, başka konularda ağzını açmamış olan Sayıştay tarafından bile net bir şekilde eleştirilmektedir. Kullanamazsınız bu özel hesapları. Yani, Türkiye Cumhuriyeti'nin istediğiniz kurumlarının istediğiniz harcamalarının tamamını aynen örtülü ödenek gibi "Oradan da yaparım, buradan da yaparım, hepsi örtülü ödenektir, hesabını da vermem." diyemezsiniz. Diyorsanız burada bir terslik vardır, burada görüşülmesinin de bir anlamı yoktur, bunu ortadan kaldırır. "Ne derseniz deyin, ne söylerseniz söyleyin, bizim yöntemimiz budur." değildir. Bu, burada uyguladığınız ilkelere kesinlikle ve kesinlikle karşıdır değerli arkadaşlar.

TİKA, Türkiye'nin özellikle de Türki cumhuriyetlerle ilişkilerinin başladığı dönemden beri gerçekten övünebileceğimiz ilişkiler yapmış, ilişkiler kurmuş kuruluştur. Ancak, TİKA'nın özellikle özel fon hesabı uygulamaya başlamasından sonra birdenbire daha önceden tartışılmayan konular tartışılmaya başladı, kamuoyunun gündemine gelmeye başladı. Bu kadar sağlıklı olarak kurduğumuz, övündüğümüz kurum birdenbire niye tartışılır hâle gelsin ki? Biz yurt dışına herhangi bir hizmet götürüyorsak ya da oradaki insanların belirli gereksinimlerini karşılıyorsak ya da oradaki insanların Türkçe öğrenmesini, buralarda ilişki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - ...kurmasını sağlamak üzere çabalar gösteriyorsak bununla iftihar ederiz, övünmemiz lazım. Niye eleştirilir hâle geldik? Bunların eleştirilir hâlden çıkartılması bizler için inanılmaz önemli olaylardır. Onlara bakmayın. Birdenbire bazı şeyleri değerlendirdiğimiz AFAD'ın kuruluşunu da geç kalmış bir olay olarak görmüşümdür, hep söylerim. Biz daha önceden gençliğimizde dağcılar birliğiydik, Anadolu Dağcılar Birliği, dolayısıyla "Bu tür olaylarda niye toplumsal bir organizasyon içerisinde bu işler yapılmıyor?" diye o olanaklarımızın sınırı ölçüsünde bir oraya koşardık, bir buraya koşardık, bir şeyler yapıyoruz diye. O zamanlardan beri hayal ettiğimiz bir olaydır ancak biz daha ayağına dağ botunu giymemiş ya da sırt çantasını sırtına almamış insanları asla kurtarmaya götürmezdik, götüremezsiniz zaten. Peki, değerli arkadaşlar, AFAD'daki böyle birdenbire 7 bin personel bir sene içerisinde nereden geldi, nasıl eğitildi ve nasıl alındı bu kurumun içerisine? 7 bin. Daha önceki yıllardaki sayısını biliyorsunuz, daha önceki yıllarda personel sayısı inanılmaz derecede sınırlı. Dolayısıyla, bu tür kuşkular yaratmayacak kurumlardır bunların hepsi. Başka ülkelerde kurtarmaya gönderdiğimiz insanları gördüğümüz zaman iftihar etmedik mi, ediyoruz da, şimdi de etmeye devam etmeliyiz. Ancak, eğer bu tür kuruluşlar bir sene içerisinde 7 bin tane kadro alıp da "Bunlar bizim kadrolarımız." dediyse bunlar gerçekten nerelerde kullanıldı, nasıl eğitildi, ne yapıldı, bunların da yanıtının kesinlikle ve kesinlikle verilmesi gerekiyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, burada sadece Vakıflar Genel Müdürlüğünün bir gün boyunca gerçekten tartışılması lazım. Vakıflar vakıf mallarını gerçekten koruyorlar mı? Korumak zorundalar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Peki, daha önceden kiralamış olduklarının veya belirli amaçlara tahsis ettiklerinin tahsis edilen amaç çerçevesinde kullanılıp kullanılmadığını denetliyorlar mı? Ben biliyorum, daha önceki dönemlerde düzenli olarak denetimler olurdu, bunlar denetlenirdi.

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bizim vakıflarımızın yüzde 90'ına yakın bir kısmı İstanbul'dadır, kadrolarınızın da büyük bir ihtimalle yüzde 90'ına yakın bir kısmı İstanbul'dadır. Peki, İstanbul örgütünüzü yaptığı işler nedeniyle kaç yıldır denetlemiyorsunuz?

Denetim, saydamlığın, bütçe ilkelerinin gereğidir. Bu ilkelerden ne kadar kaçınırsanız gelecekte karşı karşıya kalacağınız sorunlar o kadar büyük olur. Denetimden çekinmeyin, hata da yapılabilir. Ben Sütlüce'de otoyolun altında kalan askeriyeden devredilmiş olan, daha doğrusu otoyol nedeniyle boşaltılmış olan yerlerin onarımıyla ilgili projeleri onaylatmak için tam iki buçuk yıl uğraştım "Şu hata.", "Hay hay, onu düzeltelim.", "Şu hata.", "Hay hay, onu da düzeltelim, şunu da düzeltelim." diye. Bütün hepsini yaptık, sonra da oturduk, Adalet Bakanlığına teslim ettik. Yaparsınız, edersiniz, denetlendiğiniz sürece iyi yaparsınız, denetlenmediğiniz sürece buralarda keyfîlik olur. Buralarda, bu kurumlarda keyfîliğin olmayacağı, ilkelere ve kurallara uygun olarak düzenlemeler yapılabileceği, herkesin görevlerine sadık kalacağı bir bütçe uygulaması diliyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.