KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli Bakan Yardımcıları, saygıdeğer bürokratlar ve basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, otuz sayfalık bir sunumda bulundunuz. Sunumunuzun hiçbir yerinde şu anda görüşmekte olduğumuz ek bütçeye neden ihtiyaç duyulduğu, hangi ekonomik nedenlerin bizi bu noktaya getirdiği konusunda tek cümle etmediniz, herhangi bir açıklama yapmadınız. Fakat sizi bir konuda takdir ediyorum ve sizi tebrik ediyorum. Gerçekten siz zengin sevicisiniz, zengini çok seviyorsunuz, bu konuda da samimi olduğunuza kesinlikle inanıyorum. Garo Bey biraz önce bir konuşmanızdan belge gösterdi ama onu inkâr ettiniz, dediniz ki: "Bizim programımızdan dar gelirliler değil, zenginler yararlanıyor."

HAZİNE VE MALİYE BAKANI NUREDDİN NEBATİ - İnkâr etmedim...

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Onun dışında, zenginlere döndünüz, dediniz ki: "Daha ne istiyorsunuz? Enflasyonun altında bir orandan size kredi veriyoruz, mutlu olmalısınız." ve şu sunumunuzda da yine, aynı şekilde "Kamuya iş yapan yüklenicilere vergi borçlarıyla, kamudan alacaklarına mahsuplaşma imkânı getirdik. Böylece firmalar gecikme kaynaklı faiz yükünden kurtulmuş, vergi borcu nedeniyle katılamadıkları ihalelere verginin ödenmesiyle katılabilir duruma gelmişlerdir." Yani İstanbul'daki havaalanını yapan şirketlerin borçlarının uzun müddet ertelenmesi; herhâlde bütün bunlar bunun içerisinde. Sizi bu konuda gerçekten tebrik ediyorum ve samimiyetinizin doğru olduğuna inanıyorum.

Eğer bu kitapçıkta sunduğunuz, özellikle konjonktürle ilgili olarak sunduğunuz ve bize verdiğiniz ve bizimle paylaştığınız bilgiler gerçekse ekonomimizin herhangi bir sorunu yok. Buna rağmen biz niye bir ek bütçe getirdik? Bunun anlamı nedir? Eğer gerçekten buradaki yaptığınız konjonktür analizi doğru ise bizim ekonomimizin herhangi bir sorunu yok. Buna rağmen biz niye bir ek bütçe getiriyoruz ve ilk yaptığımız 2022 bütçesinin büyüklüğüne yakın bir bütçeyi tekrar kamuoyunun gündemine sunuyoruz. Yani bunun, ihtiyacın nereden doğduğunun açık ve net olarak ortaya konulması lazım. Siz maalesef bu konuda herhangi bir şey yapmadınız.

Biz şunu biliyoruz zaten: 2021 yılı sonlarında 2022 yılı bütçesi görüşülürken o dönemde yaşanan kur hareketleri nedeniyle bütçenin daha uygulamaya konulmadan güncelliğini yitirdiğini, muhalefet tarafından gündeme getirildiğini siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz. Ancak bizim bu önerilerimiz, bu bütçenin güncelliğini yitirmesi konusu, tarafınızdan, iktidar tarafından şiddetle reddedildi ve inkâr edildi. Ek bütçe ihtiyacı bence daha o günlerde ortaya çıktı ve net olarak da bu ek bütçenin mutlaka bir noktada devam eden zaman içerisinde geleceği kesindi. Dolayısıyla görüşmekte olduğumuz ek bütçe yasa teklifinin hiçbir sürpriz tarafı yok bana göre. Sürpriz olan yılın üçüncü çeyreğinde beklenilen ek bütçe teklifinin yılın ilk yarısında, hatta 5'inci ayın sonunda gelmiş olması. Bence bu bir sürpriz. Demek ki altı ay bile gitmedi bu bütçe.

"Ben ekonomistim." dedikten sonra ülkenin 128 milyar dolarını arka kapı politikasıyla satıp ezersen, bu da yetmezmiş gibi 84 milyonun alın terini bir avuç zengine "Dolar almasınlar." diye aktarırsan, bu da yetmiyor, geçen süre zarfında üstüne bir 60 milyar dolar daha satarsan bütçe elbette yetmez ve ek ödenek ihtiyacı ortaya çıkar. Bu, eşyanın tabiatı gereğidir.

Evet, yüzde 73 TÜFE, yüzde 132 ÜFE enflasyonu olduğu bir ülkede yapılan bütçenin nefesi beş ayda kesilir ve tükenir ve beş ayda kesildi ve tükendi.

Evet, millî paranın değerinin dört beş ayda akla zarar teorilerle yarıya düştüğü ülkede bütçe dikiş tutmaz, çuval yırtılır. Evet, bütçe dikiş tutmadığı gibi, ülkenin önce para politikası iflas ettirilir, sonra da şimdi olduğu gibi gözler maliye politikasına dikilir. Şu anda siz söylediniz: "Artık maliye politikasının ve politika faizinin hiçbir önemi kalmadı." dediniz.

Ek bütçe uygulamaları konusunda ülkemizin maalesef engin ve zengin bir tecrübesi var. 1970'li yılların sonlarında, en son 2004 yılındaki ek bütçeye kadar ülkemizde çok sık ek bütçe yapıldığını hepimiz biliyoruz. Çok sık ek bütçe yapılmasının temel motivasyonu o dönemde Merkez Bankası kaynağına erişim olanağı veren kısa vadeli avanstı. O uygulama iyiydi. Yürütmenin yaptığı ek bütçe ödeneğinin -bildiğiniz gibi- toplam ödeneğin yüzde 15'i kadar Merkez Bankasına nakit avans çekme imkânı vardı ve dolayısıyla da sıkıştığı noktada ek bütçe getirip yüzde 15 nakit avansı çekip işlerini yürütmeye çalışıyordu. Bu olanak bugün yok. Ama yürütme, Merkez Bankası yedek akçesine bir gecede yapılan muhasebe uygulaması değişiklikleriyle zarar gösteren değerleme hesabını kâra geçirmeyi becererek Merkez Bankası kaynağına el atmayı hiç tereddüt etmeden yerine getirdi. Hâlâ bu zihniyet, Merkez Bankası kaynağına ulaşma zihniyeti zihinlerden silinmiş değil ve siz yasaları bir noktada dolanarak veya doğrudan doğruya yasa geçirerek bu kaynaklara maalesef el attınız, geçmişin o hastalıklı durumunu uygulamaya tekrar getirdiniz.

Bugün global ekonomi ve finans piyasalarında esen ve esmeye başlayan kusursuz bir fırtına olduğunu hepimiz görüyoruz ve bu fırtına giderek yaklaşıyor ve bu konjonktür, işleri daha da sıkıntıya sokacak gibi görünüyor. Dolayısıyla sürekli rezerv satarak -politika üreterek- ülkenin büyük bir maceraya sürüklenmesinden ben şahsen korkuyorum. Böyle bir ortamda korkum odur ki sıkıştığınız bir noktada yine eskiye dönüp kısa vadeli avans uygulamasını tekrar devreye alma gibi bir durumunuzun olabileceği. İnşallah, ben yanlış çıkarım ve siz böyle bir şeye tevessül etmezsiniz.

Geçmişte, Sayın Numan Kurtulmuş "Eskiden Türk lirası çok değerliydi, yüksek miktarda ithalat yapılıyordu. Son yıllarda Türkiye yavaş yavaş çok şükür bundan uzaklaştı." dedi. Acaba öyle mi? Gerçekten böyle mi? Sayın Bakan, "ihracat", "yatırım", "üretim", "ve benzeri şeyler" derken ülkenin parasını pul etmek diye bir politika yok. Siz bu politikayla ülke parasını pula çevirdiniz ve vatandaş kendisini korumak için tedbirler aldı ve şu anda yaptığınız, uyguladığınız ekonomi politikaları bir tedbir değil; baştan yanlış yaptığınız politikaların sonucunda vatandaşın uğradığı zararı korumak için aldığınız bir önlem. Siz şu anda sebeple değil sonuçla uğraşıyorsunuz.

Reel olarak Türk lirası tarihî dip seviyelere gerilerken dış ticaret açığı 100 milyar dolara koşuyor. Şimdi, siz sunumunuzda detaylı bir şekilde ihracattan nasıl harikalar yarattığımızı paylaştınız, çok fazla da bilgi verdiniz fakat ithalat konusuna hiç değinmediniz. İthalat bu memlekette kimin sorumluluğunda? Herkes ihracattan söz ediyor ama kimse ithalattan söz etmiyor. İhracat yapabilmek için ithalat yapılmasının zorunlu olduğu bir ortamda ne Ticaret Bakanı ne siz ne de herhangi bir Hükûmet yetkilisi ihracattan söz ederken karşılığında hiç ithalattan söz etmiyor ve söz etmiyorsunuz. Dış ticaret haddi nedir bugün Sayın Bakanım? Bu dış ticaret haddi bizim lehimize mi, aleyhimize mi? Sözünü ettiğiniz, o "Harikalar yarattı." dediğiniz rakamlarla biz gerçekten ihracat üzerinden zenginleşiyor muyuz, yoksa bu ihracat bizi fakirleştiriyor mu? Lütfen buna bir cevap verin ve bunu kamuoyuyla da paylaşın ve konuşmalarınızı yaparken "ihracat" dediğiniz her noktada mutlaka "ithalat" sözcüğünü de kullanın ve ihracatın da nereye gittiğini kamuoyuyla paylaşın.

Eğer paranın değerini düşürmek iyi bir şeyse Sayın Bakanım, kur korumalı mevduatla milletin 170 milyar TL'sini niye yakıyorsunuz, niye yaktınız? Siz şu anda bu rakamla mutabık değilsiniz biliyorum ama bu hesabı kitabı doğru yapanlar bunun zaman içerisinde bu rakama ulaşacağını, belki bunu da geçeceğini öngörüyor.

Sayın Bakan, dediniz ki: "Biz enflasyonla mücadele yerine büyümeyi tercih ettik." Bu bir ekonomik tercihtir, burada bir sıkıntı yok, siyasi iktidar tercihlerini ortaya koyabilir. Ama şunu bilin ki gerek yazımda gerekse fiilî olarak gördüğümüz ekonomik yazılımda yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki enflasyonla büyüme, bir arada büyüme bir safsatadır. Bizim kendi tarihimiz gösteriyor ki enflasyonla büyüme çok kısa vadeli bir şey. Sonuçta, enflasyonu ortaya koyduğunuz zaman ne fiyat istikrarını sağlayabiliyorsunuz ne de büyümeyi sürdürülebilir hâle getiriyorsunuz ve milleti, vatandaşı, ülkeyi zenginleştirebiliyorsunuz. Enflasyon ekonomiyi değil, maalesef zengini büyütüyor; fakiri, garibanı eziyor. Biz bunu şu anda an itibarıyla yaşayarak tecrübe ediyoruz.

Sayın Bakanım, verdiğiniz bir demeçte dediniz ki: "Kur korumalı mevduatın bütçeye etkisi sınırlı kalmıştır." Siz de biliyorsunuz ki kur korumalı mevduatın kur farkını yalnız hazine değil, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da ödüyor. Eğer Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası şeffaf olup kur farkını açıklıyor olsaydı oradaki maliyetin de ne olduğunu bilecektik ama bunun ekonomik anlamı ve teknik anlamı şudur: Merkez Bankası, şu anda, yıl sonunda elde edeceği gelirden hazineye yapması gereken transferi öne çekiyor; onu, hazineye transfer etmek yerine kur korumalı mevduat sahiplerine ödüyor; dolayısıyla, dönem sonunda hazineye alacağınız kâr bugünden azaltılıyor ve başka yerlere transfer ediliyor.

Bütçede 40 milyar TL'lik bir ödenek öngörüyorsunuz. Sayın Bakanım, kamuoyu burada sizden kesinlikle bir cevap bekliyor, bir duruş bekliyor. Böyle bir politika seçeneğinin içerisine girdiniz, buradan çıkış stratejiniz nedir, böyle bir çıkış stratejisi var mı? Bu kur korumalı mevduat uygulaması ne kadar devam edecek? Altı ay, bir yıl, iki yıl, beş yıl veyahut da ilelebet devam edecek mi? Ne zaman bu işin içerisinden çıkacağız, Türk lirası itibar kazanacak ve bizim yurttaşımız yabancının eurosunu, üretmediğimiz altını cebinde taşımayacak, itibarlı Türk lirasını taşıyacak? Böyle bir çıkış stratejiniz var mı? Tekrar ediyorum: Ne kadar süre devam edecek?

Siz, yine, sunumunuzun bir yerinde dediniz ki: "Ters dolarizasyon oldu." Sayın Bakanım, birbirimizi kandırmayalım. Bu terminolojiyi siz kullanabilirsiniz ve kamuoyuna da satmaya kalkabilirsiniz. Siz şu anda uygulamakta olduğunuz politikayla aslında dövize bulaşmamış, Türk lirasında kalan ama zarar eden tasarrufları bile dolarize ettiniz; dolayısıyla, yüzde 60'lı seviyelerde dolaşan dolarizasyon oranını siz şu anda yüzde 70'lere, 75'lere çıkardınız. Dolayısıyla, bu, ters dolarizasyon değil. Dolara bulaşmamış, kendi hâlinde kalan ve Türk lirasına hâlâ güveni olan vatandaşı ve tasarrufları bile dolarize ettiniz. Üç ayın sonunda elinde Türk lirası olan vatandaş ilave 1 Türk lirası alacak, onun Türk lirası portföyü daha da büyüyecek. Üç ay uzattınız, altı ay uzattınız, yedi ay uzattınız, on ay uzattınız, iki sene uzattınız; günün birinde, sonuçta mutlaka bu, Türk lirasına geri dönecek. Dolayısıyla, enflasyonu kontrol altına almadığınız, Türk lirasına güveni tesis etmediğiniz sürece o dövize talep artacak veyahut dövize artan o talebin arkasında döviz almak için daha fazla Türk lirası olacak; bununla nasıl baş edeceksiniz, bununla ilgili bir çıkış stratejiniz var mı? Kamuoyuna ne diyebilirsiniz?

Bunu şu anda, gerçekten, laf olsun diye söylemiyorum, inanarak söylüyorum ve bütün yurttaşlarımız da bunu böyle görmeli: Siz bu yöntemle, bu politikayla ekonominin temeline, özellikle de kamu maliyesinin temeline bir bomba koydunuz, bir dinamit koydunuz; ne zaman patlayacağını hep birlikte göreceğiz. İnşallah patlamaz ama bu gidişle bunun patlamaması mümkün değil. Dolayısıyla, yapılması gereken şey, bir makroçerçeve ortaya koyup, şu anda karşı karşıya olduğumuz sorunların kök nedenlerine inip o kök nedenlerin nasıl çözüleceği konusunda çözüm önerileri üretmek. Şu anda yaptığınız bütün iş: Aldığınız yanlış kararların sonuçlarıyla uğraşıyorsunuz, sebepleriyle uğraşmıyorsunuz; bu, böyle olmadığı sürece de zaman kazanıyorsunuz ama her defasında kazandığınız zamanı düzgün kullanmıyorsunuz ve sonuçta da hüsrana uğruyorsunuz. Onun için, böyle giderse bu iktidar, benim kanaatimce, elini Merkez Bankasından çekmeyecek. Çok keyfî yani "karakuşi" diyebileceğim talimatlarla piyasanın ensesinde baskıdan vazgeçmeyecek, piyasaya sürekli baskı yapacak. Yani şu ana kadar aldığınız kararlarla, tedbirlerle; efendim, ihracatçıya "Önce dövizinin yüzde 25'ini sat, sonra yüzde 40'ını sat; o da yetmedi, eğer satmazsan Eximbank kredilerine ulaşamazsın." veya efendim, Merkez Bankası Başkanına, şirketlere telefon edip "Başkanımızın selamı var, döviz satmanızı rica ediyor." gibi cümlelerle, uygulamalarla bu işin içerisinden çıkılmaz, çıkılamaz. Efendim, yabancı para, yükümlülükler karşısında daha önce iştahla yaptığınız ve enflasyona endeksli tahvil ihracından ortaya çıkan yükün hafifletilmesi için döviz endeksli döviz yükümlülüklerinin karşılığında beş yıl ve daha uzun vadeli tahvilleri koydurmanız vesaireler, bunlar sonuç değil. Siz, daha Daha önce ektiğiniz tohumların neticesi sizi buraya getirdi ve siz bunlara tedbir alıyorsunuz. Bu, sizleri kurtarmaz; bu, ülkeyi de kurtarmaz. Serbest piyasaya ekonomik bir müdahalenin boş ve yanlış olduğunu kabul etmeyeceksiniz. Şu ana kadar ağzınızdan çıkan söylemleriniz, bütün iktidar olarak serbest piyasanın dışında bir şey yapmayacağınız, serbest piyasaya uygun hareket ettiğiniz ama maalesef yaptığınız uygulamaların hiçbiri serbest piyasa mantığıyla örtüşmüyor. Buna, sayın iktidar milletvekili arkadaşlarım kızabilirler, öfkelenebilirler ama lütfen bunu kabul edin.

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Etmeyeceğiz.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - En önemlisi, maalesef bunun arkasında, bunu yöneten bir kibir var. Bunu lütfen kabul edin ve tekebbürden ibaret bir kibir var. Pişmanlık duyup vazgeçip bunun böyle olmayacağını milletle paylaşmadığınız sürece bu çark kendi kendini yenileyecek ve biz bir adım ileri gidemeyiz. Buna kızacağınızı biliyorum ama yine de ben söylemiş olayım. Siz, varsa bir itirazınız bana söyleyin.

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Şöyle: Yani büyüksünüz bizden, o sizin kendi kibirli bakışınız diyorum ben.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum, sağ olun. Kibrin ne olduğunu -üç aşağı değil- biliyorum ben. Şu anda yapılanları görüyoruz.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Bu kadar mütevazi bir adama "kibirli" denir mi?

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bu kibir yanlış politikalarda ısrarınızı gerektiriyor. O kibirden kurtulamadığınız sürece bu işlerin çözülmesi mümkün değil.

Toparlayacak olursam şunu söylüyorum: Şu anda uygulamakta olduğunuz politika Sayın Bakanım, kök sebeplere yönelik değil, daha önce aldığınız ve hâlen almakta olduğunuz yanlış kararlarla ektiğiniz tohumların sonucu olarak ortaya çıkan ekonomideki bozulmaları düzeltmeye yönelik ve bir makro perspektifiniz yok, makro çerçeveniz yok. ... "On the spot" günübirlik, elinize gelen, önünüze gelen herhangi bir ekonomik meseleye tepki veriyorsunuz. O tepkinin diğer değişkenlere nasıl, ne ortamda, ne kadar sürede, nasıl etki yapacağı konusunda hiçbir hesabınız, kitabınız yok. Günü geldiğinde diğer etkilenenler ortaya çıktığında da ona bir başka tedbir veriyorsunuz ve ekonomiyi böylece götürmeye çalışıyorsunuz.

Bunun sonucu fakirleşme, bunun sonucu yoksullaşma, bunun sonucu açlık ve yokluk.

Teşekkür ediyorum.