| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (1/284) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 23 .06.2022 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yine çok tipik bir tartışmadır gidiyor sabahtan beri. Burası bir ihtisas komisyonu olması gereken bir kurum. Dolayısıyla da "siyah-beyaz", "evet-hayır" gibi bir biçimde bakmamız gerekmiyor konulara ama yine her zaman olduğu gibi bir "evet-hayır" ya da "siyah-beyaz" bir çerçevede gidiyoruz. Oysa, esas itibarıyla hepimiz halkın temsilcileri olarak buraya gelmişiz ve halkın ihtiyaçlarını karşılayacak doğru kararları vermeye çalışmamız gerekir ama maalesef Türkiye'de siyasetin geldiği nokta da bundan farklı değil işte, bu, bu kadar yani. Biz bir şey söylüyoruz, siz bir şey söylüyorsunuz, böyle tenis topu gibi, efendim, sonra da eller kaldırılacak, çoğunluk kimdeyse karar çıkmış gitmiş olacak. Ama değerli arkadaşlar, gerçekten de şimdi ben, bakıyorum Sayın Bakan, örneğin, özellikle enflasyon konusunda ne söylüyor diye baktım, konuşmasını da dinledim. Şöyle, "enflasyon" dediğimizde, hani, demin Yaşar arkadaşımız da "Enflasyon Amerika'da da var başka ülkelerde de var." dedi. Doğru. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışa "enflasyon" diyoruz. Dolayısıyla da her ülkede olabilir ama bunun yüzde kaç olduğu çok önemli. Yani mesela, Amerika'da enflasyon yüzde 8 oldu, millet ayağa kalktı. Türkiye'de resmî rakamlar itibarıyla yüzde 70'in üzerinde, gayriresmî olarak yüzde 100'ün de üzerinde. Dolayısıyla da aynı olaydan bahsetmiyoruz aslında bir tarafıyla bakarsak. Aynı kavramı kullanıyoruz ama bir anlamda ima ettiği gerçeklik gerçekten de çok farklı diye düşünüyorum.
Şimdi, ben, Sayın Bakanın enflasyonla ilgili açıklamalarıyla başlayayım önce. Mesela, şöyle diyor Sayın Bakan: "Küresel ölçekte artan fiyatlar bizim gibi gelişmekte olan ve enerjide dışa bağımlı ülkeleri fazlasıyla etkiliyor." Amenna, bu doğru. "Büyük ölçüde dışsal faktörlerden kaynaklanan ve çoğunlukla arz yönlü maliyet artışlarıyla ortaya çıkan bu gelişmeler fiyatlar genel seviyesindeki bozulmanın önemli fakat geçici olduğuna işaret etmektedir."
Şimdi, Sayın Bakanım, bu genel olarak doğru gibi gözüken cümle esas itibarıyla gerçekleri tam olarak anlatıyor mu diye sormamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü büyük ölçüde dışsal mı acaba hakikaten? Evet, doğrudur, emtia fiyatları, söylediğiniz sorunlar, küresel sorunlar mutlaka etkiliyor -kaçınılmaz olarak- fakat bir de Hükûmetinizin aldığı kararların bazıları yanlış yani dolayısıyla da o yanlışları da dikkate alan bir yerden konuşmamız lazım gelir diye düşünüyorum.
Şimdi, yani "yanlış" diyorum tabii ve kendi görüşlerim itibarıyla "yanlış" diyorum, başkaları başka türlü konuşabilir ama yani ben işin talep yönüne de bakmak gerektiğini düşünüyorum ve geçen birkaç yılın büyümesine bakarsanız iç talepten kaynaklanan bir büyüme olduğunu görüyoruz. Şimdi, iç talebin sağladığı, desteklediği büyümelerin sıkıntısı şudur değerli arkadaşlar, bizim Türkiye'de iktisatçılarımızın da çok fazla dikkat etmediği bir gerçekle ilgili: Türkiye halkı yoksuldur. Dolayısıyla da Türkiye halkının bütçesinde kira ve gıda payları çok yüksektir. Genel talep arttığında bu ürünler stoklanamadığı için çoklu fiyatlar artar. Dolayısıyla da doğrudan doğruya talep artışı ile büyümenin bir yoksullaşma etkisi olduğunu görmemiz lazım. Nitekim, evet, maliyetten kaynaklanan yani özellikle petrol fiyatları vesaire vesaireden kaynaklanan maliyet artışları ve bunların fiyatlara yansıması olarak enflasyonu körüklediğini söylememiz mümkün ama özellikle pandemiyle mücadelenizde öyle bir şey yaptınız ki parasal genişlemeyle bu işin içinden çıkacağınızı düşündünüz. Dolayısıyla da piyasadan kâğıtları aldınız, piyasayı fonladınız fakat piyasa sizin istediğiniz gibi davranmadı. Neden davranmadı? İşte burada esasında Türkiye ekonomisinin mikrogerçekleriyle konuşmamız lazım. Ne yaptılar bankalar? O sene benim hesabıma göre yüzde 20 reel artış elde ettiler. Borsa yüzde 29 gibi çok yüksek bir reel getiri sağladı. Yani aslında, ne oldu? Artan likidite doğrudan doğruya spekülatif alanlarda para kazanmaya başladı ve sizin istediğiniz reel kesimi desteklemek biçiminde bir etki de üretemedi. Zaten o sebeple "aktif rasyosu" diye bir şey getirdiniz ve ancak bir bakıma cezalandırmakla tehdit ederek bankaları zorlamaya çalıştınız. Yani, Halkların Demokratik Partisinin görüşü olarak da ifade edebilirim; burada, Türkiye'nin mikroorganizasyon yapısında bankaların gerçekten -zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanının da eleştirdiği gibi- bir problemi vardır. Türkiye'de finans piyasaları, yüzde 90, bankacılık üzerine oluşmuştur ve neredeyse bankacılık dışında finansman imkânları yoktur. Zaman zaman Sayın Cumhurbaşkanı -ben biliyorum yani şeylerini de okuyorum- şunları söyledi: "Özellikle son iki yıldır yaşadığımız tecrübeler bize bankacılık dışı finans yönteminin ne kadar hayati öneme sahip olduğunu gösterdi. Bu dönemde, kamu dışındaki bankacılık sistemimiz reel sektöre yeteri kadar destek sağlamadı." Ve devam ediyor: "En ihtiyaç duyulan dönemde kredi muslukları kapatılan reel sektörümüzün âdeta altı boşaltıldı." Şimdi, dolayısıyla, bu bir gerçek yani mikroiktisat çerçevesinden baktığımızda Türkiye'nin yapısal özellikleri esasında makro iktisadı da büyük ölçüde etkiliyor ve belirliyor. Nitekim, benim burada gördüğüm kadarıyla, sizin para politikasını kullanarak likidite artışıyla yapmaya çalıştığınız şey talebi artırdı ve sonuç olarak talep de -ben size söyleyeyim- az geliri olan, çalışan insanların özellikle gıda masraflarının ve konut fiyatlarının artmasına yol açtı, kiraların artmasına yol açtı. Dolayısıyla da enflasyon, Türkiye halkını çok daha derinden etkiler bir biçimde etki etti.
Şimdi, diyebilirsiniz ki: "Ya, enflasyon diyorsunuz, öyle diyorsunuz böyle diyorsunuz. Bakın, petrole -benzine, mazota- zam yapıyoruz, hiç kimse arabasını bırakmıyor. Ben İstanbul'a gidiyorum, bakıyorum, trafik hakikaten eskisinden daha kötü; insanlar arabaları kullanmaya devam ediyorlar gibi duruyor veya gidin lokantalara, lokantalar cumartesi-pazar tıklım tıklım ve üstelik de dünya kadar fiyat ödüyorsunuz artık lokantalarda." Ama değerli arkadaşlar, kabul edin ki bu sınırlı sayıda insanımızı ilgilendiren bir durum yani Türkiye'nin, 85 milyon insanın böyle yaşadığını düşünmeyin lütfen. Şunu söylemek istiyorum: Yeteri kadar bilgimiz yok, İstatistik Kurumu böyle şeyler sağlamıyor ama iddia ediyorum pandemiyle birlikte Türkiye'de gelir dağılımı çok ciddi bir şekilde bozuldu. Bu bozulmanın sonucunda zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul olduğu için gördüğümüz manzaralar belki... Özellikle Ankara, İstanbul gibi büyük, merkez şehirlerimizde arabaların kullanımının bütün bu zamlara rağmen devam ettiğini, lokantaların tıklım tıklım olduğunu görmek sizi "Yahu, işler de kötü değilmiş." diye bir sonuca getirebilir ama gerçek öyle değil diye düşünüyorum.
Sayın Bakan, "Önemli." diyorsunuz, evet, önemli olduğunu kabul etmeniz sevindirici ve diyorsunuz ki: "Geçici." Peki, tabii ki geçici olmasını biz de arzu ederiz fakat ben sizin konuşma metninize de baktım. "Ne yapıyorsunuz?" diye baktığımda, yaptığınız şeylerin esasında enflasyonla ilgili... Tabii ki ilgisi var; mesela "KDV indirimi yaptık." diyorsunuz fakat, ben öte yandan getirdiğiniz ek bütçeye baktım, dâhilde KDV artışı yüzde 10, rakamlar bunu söylüyor. Efendim, kurumlar vergisini yüzde 182 artırmışsınız, buna amenna -bence de öyle olması lazım çünkü çok para kazandı şirketler dünyası, onun için de vergilendirmenizi anlıyorum- ama bu bütçenizle birlikte ÖTV yüzde 72 artmış oluyor, ithalatta alınan vergi de, KDV de yüzde 97 artmış oluyor. Yani, özetle, yaptığınız şeyler -sübvansiyon vesaire gibi şeyler yapıyorsunuz ama bunlar- enflasyonu dizginlemek, kontrol altına almak için yeterli değil. Ha, bir de kiraya yüzde 25 sınır getirdiniz, ona da amenna diyelim.
Fakat mesela "Dış ticarette tedbirler aldık." diyorsunuz, ben bunu tam ne anlama getirdiğinizi anlayamadım çünkü benim baktığım rakamlara göre ocak-mayıs ithalat rakamı yüzde 40, ihracat rakamı yüzde 20 yani 2 kat fazla ithalatımız var ve konuşmanızda da zaten ithalatı çok fazla dikkate alan bir şey söylemediniz diye düşünüyorum. "241 milyar vergi almadık." diyorsunuz vesaire fakat Sayın Bakan ben şöyle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Toparlarsanız sevinirim
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - A, bitiyor mu? Hay Allah, peki.
"Termik model" dediğiniz, "yeni ekonomik model" dediğiniz modelin en önemli ayağı -sizinle de daha önce konuşmuştuk- ithalat ayağıydı. Yani şöyle bir resim olabilirdi: TL'yi düşük hâle getirmek, böylelikle ithalatı ikame edecek üretimlere destek vermek, böylelikle cari açığı pozitif etkileyerek, cari açıktan giderek enflasyonu dizginlemek gibi bir yöntem de işe yarayabilir bir yöntem olabilirdi ama ben size o zamanlar da söylemiştim; bunu altı ayda, bir senede yapmanız mümkün değil ve nitekim... Üstelik, bu konuşmamızın üzerine bir de Ukrayna krizi girdi, o da tabii ki sizin elinizi kolunuzu bağladı, onu da anlıyorum ama sonuç olarak baktığımızda, cari açığın da artmakta olduğunu ve dolayısıyla da arzu ettiğiniz sonuçları almakta zorlandığınızı da görmek mümkün.
Ha, bir şey daha var, bu GES meselesi de esasında ne kadar düşünülmüş bir projedir bilmiyorum ama...
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - GES battı.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - GES aynı zamanda likiditeyi azaltan ve faizler üzerinde yükselten bir etki yaratacaktır diye düşünüyorum. Şöyle bir şey var, yanılmıyorsam Sayın Cumhurbaşkanı bir konuşmasında şöyle bir şey dedi: "Biz politika faizini yüzde 14'e indirdik, bankalar yüzde 24, yüzde 26 civarında faizle para veriyorlar." Evet, böyle yapıyorlar ve böyle yapmaya da devam edecekler ve siz bu şekilde giderseniz bunu kontrol altına alma imkânınız da yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hocam, teşekkür ediyorum.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Bir cümle daha söyleyeceğim, bu da çok önemli, yine bağlantılı bir şey.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan; fahiş fiyat meselesi var. "Fahiş fiyat" dediğimiz şey şudur: Herhangi bir malın fiyatı 10 liraysa ve biri bunu 90 liraya satıyorsa bu fahiş fiyattır. Peki ama 90 liraya nasıl satıyor ki? Yani, esasında, fahiş fiyat, pazar gücü, piyasa gücü, tekel gücü olan firmaların ortaya koyduğu fiyatlardır. Dolayısıyla da Türkiye sanayisine baktığınız zaman, Türkiye'deki ekonomiye baktığınız zaman inanılmaz yüksek derecede tekelleşmenin olduğunu görürsünüz. Eğer hükûmet olarak bu firmalarla özel bir anlaşma yapamazsanız onlar fiyatları artırmaya devam edeceklerdir, fiyatları artırma imkânı her zaman ellerinde vardır, fiyat denetimiyle de bu işler olmaz, onu da söyleyeyim size.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.