KOMİSYON KONUŞMASI

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Öncelikle, ben perşembe günü tali komisyon olarak çalışmalarını yapan ve raporunu bize ileten

Çevre Komisyonunun değerli üyelerine teşekkür ediyorum. Yine, teşekkürlerin büyüğü de aralıksız

olarak, Meclisin tatilde olduğu dönemde bile, Marmara Denizi'ni etkileyen müsilaj problemi karşısında

uzun soluklu aralıksız bir çalışma yapan Müsilaj Komisyonunun bütün üyelerine; Komisyonumuz

adına ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz adına teşekkür ediyorum.

Bu bir torba teklif. Bu torba teklifin içinde tabii, Tarım Bakanlığını ilgilendiren maddeler var,

Maliye Bakanlığını ilgilendiren hükümler var, Ticaret Bakanlığını ilgilendiren hükümler var ama

ağırlıklı olarak da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının getirdiği teklifler var.

Şimdi, konu tabii, Çevre Şehircilik Bakanlığı olduğunda gündeme ilişkin ve güncele ilişkin bazı

açıklamalar yapmak ihtiyacı hasıl oluyor. Bunlardan bir tanesi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği

Bakanlığı ısrarla ve inatla, Ziraat Bankasının kendisine 750 milyon dolara bir medya el değiştirmesi

için teminat olarak verilen, İstanbul'un Eyüpsultan ilçesindeki, Kemerburgaz'daki yeşil alanlara ve

spor alanlarına imar planı yapmayı âdeta görev kabul etmiş durumda. Gecekondu önleme bölgeleri,

riskli alanlar, İstanbul'da, Türkiye'de Mersin'den Sinop'a, Ardahan'dan Edirne'ye kadar yüzlerce il ve

ilçe Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığından imar planlarının yapılmasını talep ederken,

bunlar için "Bu yıl olmaz gelecek yıl." "O yıl olmadı bir sonraki yıl." diye takvimler verilirken, ranta

hizmet etmek için, kamunun parasını alıp ödemeyen şirketin borçlarının karşılığında önce teminat

olarak gösterilen 350 bin metrekarelik bir araziye öylesine bir hızla imar planı yapıyorsunuz ki idare

mahkemesinin pazartesi günü iptal ettiği planları kurum görüşlerini tazeleyerek, bütün görüşleri

tamamlayarak, imar planını değiştirerek perşembe günü askıya çıkaracak kadar bir hıza ulaştınız.

Bizim açımızdan, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Kemerburgaz'daki imar

uygulamalarında, son zamanlarda da kamunun eline geçmiş olan, Esat Edin tarafından 10 milyon

dolara satılan bir arazinin Ziraat Bankasının Demirören Holdingden, Kemer Yapı Şirketinden 316

milyon dolar karşılığı kamulaştırılmasının hesabını sormaya devam edeceğiz. 2010 yılında 10 milyon

doların altındaki bir rakamla el değiştiren bir yeşil alan ve spor alanının Ziraat Bankası tarafından 750

milyon dolarlık bir krediye teminat olarak kabul edilmesinin, borçların ödenmemesi durumunda da 316

milyon dolar karşılığında kamulaştırılmasının hesabını elbette soracağız.

İkincisi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, sizin vazifeniz midir ki özel bir parsele

yeşil alan ve spor alanı olarak terk edilmesi gerekirken hileli bir biçimiyle, kamuya terk edilmesi gereken,

DOP içinde kalan bir alana imar planı yapıyorsunuz ve bunu da bütün yetkilerinizi, bütün gücünüzü

kullanarak aralıksız bir hızla yapıyorsunuz? Bakanlık âdeta özel şirketin imar çalışma bürosuna

dönüşmüş durumda. Şimdi ise Ziraat Bankasının eline geçmiş olan bu kamu zararını ortadan kaldırmak için 4 Nisan tarihinde yeni bir imar planını askıya çıkarıyorsunuz ve bu plan da askıdan indi. Niye bunu

söylüyorum? İmar barışıyla vatandaştan parasını aldığınız geri görünüm etkilenme bölgesindeki hazine

parsellerinin hâlâ imar planlarını yapmadınız, hâlâ mülkiyetleri vatandaşlara vermediniz, bunlarla

ilgili hiçbir kolaylaştırıcı çözüm önerisi getirmediğiniz gibi geri görünüm etkilenme bölgelerinde imar

barışından yararlanan ruhsatlı binaların imara aykırı yapılmış kısımlarıyla ilgili 2863 sayılı Yasa'yı

gerekçe göstererek de işlem yapmıyorsunuz. Yani zengine gelince gecesini gündüzüne katan bir

Bakanlığa, yoksula gelince, sıradan yurttaşlara geldiğinde kapı duvar bir Bakanlığa dönüşüyorsunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, teklifin 1'inci maddesi önemli. Türk tarımı sürdürülebilir tarım, güvenli

tarım ve insanımıza yeterli tarım üretme açısından ciddi bir sıkıntı içinde. İktidarınız döneminde 22

milyon hektarlık tarım toprağımız 17 milyon hektara düşmüş durumda, 5 milyon hektar tarım toprağını

kaybettik; 300'den fazla göletimizde, gölümüzde, su birikintimizde ciddi bir azalma var. Şimdi,

artık yolun sonuna gelindi, buralarla ilgili olarak siz, Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu barajlardaki

su kullanmayla ilgili yetkiyi Cumhurbaşkanına alacaksınız ve bu göllerin ve göletlerin tümüyle

kurumasına engel olmaya çalışacaksınız. Türkiye, tarımda hâlâ modern sulama tekniklerine geçebilmiş

değil, hâlâ Türkiye tarımının neredeyse tamamına yakını vahşi sulama tekniklerini kullanıyor. "Küresel

iklim değişikliği"ni adının önüne getirmiş bir Bakanlığın şimdiye kadar Tarım Bakanlığıyla birlikte

bu iklim değişikliğinden kaynaklanan susuzluk problemi karşısında teşviklerle, hibelerle, yardımlarla,

projelerle Türkiye'de tarımın ihtiyacı olan sulamadaki modern yöntemlere, doğru ve çağdaş sulama

tekniklerine geçmesi gerekirdi; bunu yapmak yerine, kullanılacak olan suyun maksadını belirleme

yetkisini Cumhurbaşkanlığı makamına alıyorsunuz. Yani artık tarımı değil, kurumaya yüz tutmuş olan

gölleri ya da göletleri koruyacaksınız.

Burada, tabii, Devlet Su İşleri önemli bir biçimiyle zafiyete uğramıştır değerli arkadaşlar. Devlet Su

İşleri, İSKİ'den gelen kadrolar tarafından yönetilmeye başlandığından beri... Önemli bir üniversitedir

Devlet Su İşleri, bir ODTÜ gibidir, bir teknik üniversite kadar değerli, nitelikli, yetişmiş insan gücüne

sahip olan bu kurum, İSKİ'den gelen kadrolarla ciddi biçimiyle zaafa uğramış, yanlış projeler üretmiş,

yanlış seçimler yapmış; özellikle de Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu döneminde -kendisi burada

yok ama eleştirmeye devam edeceğim- pek çok konuda tek başına karar vermiş ve ülkenin milyarlarca

liralık kaynağını heba etmiştir; bunlardan bir tanesi de Melen Barajı'dır. Sadece İSKİ'nin 315 milyon

dolardan fazla parası çöp olmuş bir baraja gitmiştir. Onun ötesinde de Devlet Su İşleri, Türkiye'deki

tarımın ihtiyacı olan, Türkiye'deki enerji için sanayinin ihtiyacı olan doğru yatırımları yapmaktan

uzaklaşmış, tercih yanlışlarıyla da kamusal alanda ciddi zararlara uğramıştır.

Yine, burada bulanan Kayseri Milletvekilimiz Sayın Çetin Arık'ın ve burada bulunmayan

Afyon Milletvekilimiz Burcu Köksal'ın dönem dönem ifade ettiği, Türkiye Büyük Millet Meclisinde

gündeme getirdiği, yerele ilişkin Kayseri ve Afyon'umuzu yakından ilgilendiren 2 düzenleme geliyor,

bundan memnuniyet duyuyoruz. Ancak Kayseri ve Afyon için gelen düzenlemenin, Türkiye'nin

başka bölgelerinde yaşayan kooperatif üyeleri ya da tarımsal toprak kullananlar açısından neden

genişletilmediğinin mutlaka sorgulanması gerekiyor. Zaten önergelerimizde de biz bunun genele

yayılması konusunda bir düzenlemeyi sizlerden talep ettik.

Bunun ötesinde, Müsilaj Komisyonunun yapmış olduğu geniş ve verimli çalışmalar sonrasında,

özellikle Marmara ve boğazlarla ilgili yeni düzenlemeler getiriliyor, bu konularla ilgili yerel yönetimlere

kanuni sorumluluklar getiriliyor; -yerel yönetimlerin gelir elde edeceği, biraz önce tartıştığımız

29'uncu maddeyle ilgili hükümlerde, onları göz ardı eden iktidarın- burada yerel yönetimlere bir süre tanımı getirildiği, bu dönem içinde de görevini yapmayan, ilgili projeleri kurullarda onaylatmayan

belediyelerin yerine bunları Bakanlığın kendisinin ya da yap-işlet-devret ya da KÖİ modeli projelerle

yapmayı önümüze getirdiğini görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, bugün domatesi 20 liraya yiyorsak, bugün insanımız, Türkiye'deki nüfusun

yarısı hâlâ gıdaya, sağlıklı gıdaya erişemiyorsa, insanlar için ete ulaşmak artık neredeyse sadece

bayramlarda dağıtılan bir ikramiye hâline dönüşmüşse bunun temel sebeplerinden bir tanesi yanlış

uygulanan yatırım politikalarıdır. KÖİ projeleriyle hazinenin üzerine yüklenmiş olan yüksek maliyet,

karşımıza artık enflasyon olarak çıkmaktadır. "Devletin cebinden 5 kuruş çıkmayacak." diye başlanılan

projelerin maliyeti; şimdi, artık, kur korumalı mevduat için mart, nisan, mayıs aylarında 55 milyar, altı

ayın sonunda neredeyse 90 milyarlık bir ek yük getirecektir. O nedenle, bu millet zaten KÖİ projeleriyle

üzerine yüklenmiş olan yükün farkındayken şimdi arıtma tesisleriyle ilgili de benzer bir projenin yasa

teklifiyle önümüze geliyor olmasını anlamak gerçekten mümkün değildir.

Tabii, burada teşekkür etmemiz gereken bir konuda var. Marmara'yla ilgili müsilaj raporları ortaya

çıktığında görüldü ki Marmara'yı kirleten unsurlardan bir tanesi insana dönük atıklar iken diğer taraftan

tarım topraklarında kullanılan yanlış gübre ve yanlış sulama teknikleriyle gübrelerin Marmara Denizi'ne

akarsular ya da dereler vasıtasıyla ulaşmasının yarattığı tahribat, onun ötesinde Saroz Körfezi'ne gidecek

olan Ergene Nehri'nin, Marmara'nın dip akıntılarına verilerek gerçekten bir çevre felaketine yol açacak

kadar bilgiden, bilimden yoksun kararlar, daha da önemlisi nüfusun çok yoğun yaşaması dolayısıyla

Marmara Bölgesi'nin giderek büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinin merkez üssü hâline gelmesiyle bu

bölgelerdeki çiftliklerde oluşan atıkların doğrudan denize ulaşmasından kaynaklanan sıkıntılar olarak

gözüküyor. Bütün bunları giderme konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yerel yönetimlere

yetki vermek yerine kendisinin üzerine vazife olan sorumluluğu yerine getirerek zaten ciddi biçimiyle

ekonomik sıkıntı içinde bulunan yerel yönetimlere ek yük getirmek yerine bunları bütçe olanakları

içinde kamunun ve hazinenin kaynaklarını kullanarak çözmesini beklemek en doğal hakkımızdır.

Değerli arkadaşlar, İstanbul'la ilgili bir bilgiyi vermek istiyorum size. Mazotun litresi 4 TL'ye

satılırken İstanbul'daki suyun fiyatıyla mazotun litresi 25 TL'ye satılırken İstanbul'da satılan 1

metreküp suyun fiyatının aynı olduğunu belirtmek istiyorum. Bugün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi

ve İSKİ 2018 birim fiyatlarına yakın bir birim fiyatla su satışı yapabilmekte ama 2019 yılından önce

durdurulmuş olan pek çok yatırımı sürdürmektedir. Burada, üzerinde durulması gereken, yasa teklifinin

içinde olan ve bizim de önergeyle değiştirilmesini istediğimiz bir nokta var: Biz Marmara'yı mı korumak

istiyoruz, Karadeniz'i mi korumak istiyoruz? Eğer Karadeniz'i korumak istiyorsak İstanbul Boğazı'ndan

Karadeniz'e giden atıklar Karadeniz'de yaratılan toplam kirliliğin ancak yüzde 2'sini oluşturmaktadır.

Hepimiz biliyoruz ki Karadeniz'deki kirliliğinin temel sebebi: Tuna Nehri üzerinden, Almanya'dan

başlayarak bütün Orta Avrupa ve Doğu Avrupa'nın bütün sanayi tesisi atıklarının arıtılmaksızın Tuna

Nehri üzerinden Karadeniz'e gelmesi ve Karadeniz'de yaratmış olduğu büyük kirliliktir. O nedenle,

teklifte yer alan "Marmara Denizi ve boğazlar" ibaresinin mutlaka yeniden gözden geçirilmesi gerekir.

Yani, burada bulunan değerli bürokratların, boğazlardaki dip akıntısıyla... İstanbul'daki -biliyorsunuzyaklaşık 1,8 milyon tonluk günlük ön arıtmadan geçmiş olan atıklar -bu Yenikapı'da olabilir- Avrupa

yakası ve Anadolu yakasında ya da boğazın içinde dip akıntısıyla Karadeniz'e verilmektedir ama

Marmara'yı doğrudan etkileyecek olan Ataköy, Tuzla, Küçükçekmece, Kadıköy gibi bölgelerdeki

arıtmalarda ise ileri biyolojik arıtmanın hızla ilerlediğini ve 2022 yılının sonunda bunların peyderpey

biteceğini belirtmek istiyorum. diyorum. Ancak, yasa teklifini hazırlayan arkadaşlara sormamız gereken bir nokta var, elimde de buna

ilişkin veriler var. Yani, ileri biyolojik arıtma tesisini mesela, Baltalimanı'nda günlük 600-650 bin

ton arıtma dip akıntısıyla boğaza veriliyor. Şimdi benim bildiğim -ben Sarıyerliyim ve Baltalimanı'nı

çok iyi biliyorum- Baltalimanı'nda ileri biyolojik arıtmanın yapılabileceği bir alan var mı? Yani bu

teklifi hazırlayanlar özellikle Bakanlık yetkililerine sormak istiyorum ya da Kadıköy'deki arıtma

tesisindeki arıtılan, ön arıtmadan geçen atıklar, Üsküdar açıklarında Boğaz'a verilmektedir. Buralarla

ilgili var mı? Yok olduğunu biliyorum çünkü elimde çok sayıda kurum görüşü var gerek Kültür

Bakanlığı İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıkları Kurulunun gerek ÇED raporlarında gerekse Sağlık

Bakanlığının -ilgili kurumların görüşlerinde- İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresinin ileri biyolojik

arıtma tesisi yapılabilmesi için teklif ettiği alanlarla ilgili olumsuz görüşleri vardır yani bu konularla

ilgili teklif metnini -yasanın bu hâliyle çıkması konusunda, Marmara Denizi'ni kurtarma konusunda

evet ama Boğaz'ın çevresinde ileri biyolojik tesis yapılabilmesiyle ilgili verilmiş olan bütün dilekçelere

karşı ilgili kurumların görüşleri de tek tek bende var, onu Sayın Başkan size de sunabilirim- yeniden

değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Mesela, bunlardan bir tanesi diyelim ki...

BAŞKAN TAHİR AKYÜREK - "İleri biyolojik arıtma" özellikle yazıldı teklife çünkü...

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, ben şöyle söyleyeyim: Maltepe 1.690 ya da 4 parselle ilgili

Kadıköy Atıksu Ön Arıtma Tesisi 250 bin metreküp/gün kapasiteyle bir yer buluyor, imar planı tadilatı

için teklifte bulunuyor. İl Sağlık Müdürlüğü ne diyor? 16/6/2020 tarihli görüşüyle İl Sağlık Müdürlüğü

diyor ki: "Burası imar planında sağlık tesisi alanıdır, uygun görüş vermiyorum." Yine, Kadıköy ilçesi

Suadiye ve Bostancı mahallelerinde bir plan teklifi sunuluyor. 24/12/2021 tarih ve 15657 sayıyla kayıtlı

yazılarda ÇED Yönetmeliği'nin 16'ncı maddesi kapsamında ÇED ortamında başvurulursa ancak

değerlendirileceği belirtiliyor.

Yine, başka bir şey söylemek istiyorum: Paşabahçe'ye arıtma için, ileri biyolojik tesis yapılması

için istenilen alanlara yönelik görüş soruluyor; 1946 sayılı 21/1/2022 tarih ve 1946 sayılı cevap

yazılarında 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'na atıfta bulunarak söz konusu alanın korunması gerektiği

belirtilerek olumsuz görüş veriliyor.

Yine -Boğaz'dan bahsediyorum- Küçüksu ön arıtma tesisinin yapılabilmesi için mevcut kapasitesi

640 bin metreküp/gün, gelen atık su ilavesi 240 bin metreküp/gün, planlanan ileri biyolojik arıtma için

125 bin metreküp/gün öneriliyor; 30/12/2020 tarihli bir yazıyla bildiriliyor. 12 Şubat 2021 tarih ve

26930 sayılı yazıyla Üsküdar Belediyesi 30 Mart 2021 tarih ve 16553 yazıyla da idareye yani İSKİ'ye

olumsuz görüş bildiriliyor. Yani yasa teklifini hazırlayan arkadaşların yine Üsküdar İleri Biyolojik

Arıtma Tesisiyle ilgili Üsküdar ilçesinde günlük 77 bin 760 metreküp/gün gelen yerle ilgili -yine

tarih veriyorum- 18/10/2021 ve 792741 sayılı yazıya karşılık olumsuz görüş belirtiliyor. Yani değerli

arkadaşlar, İstanbul'u bilen milletvekillerimiz var, İstanbul'da, özellikle Boğaz'da ileri biyolojik

yani ön arıtmayla Boğaz deşarjının yapılması konusundaki planlama ilkeleri ve yer belirlemelerinin

tamamı zaten sayın iktidarınız döneminde yapıldı bunların büyük bir çoğunluğu. Yani 1994 yılından

sonra başlanmış yatırımlardan bahsediyoruz, bunların büyük bir çoğunluğu da başlamış yatırımlardı,

devlette devamlılık olduğu gibi yerel yönetimlerde de devamlılık var. O nedenle, yasanın "Marmara

Denizi ve Boğazlar" kısmından kesinlikle "Boğazlar" kısmının bu çalışmalar yapıldıktan sonra

değerlendirilmesinin doğru olacağına inanıyoruz. Yani "Nereye yapacağız, nasıl yapılacak?" bunların

mutlaka belirlenmesi lazım. Yine, keza adalarla ilgili yapılacak olan arıtmada gerçekten ileri biyolojik

arıtma tesisi adada nereye alınacak? Çünkü orası da korunması gereken tabiat varlıkları içinde ve sit

alanı. Bunların hepsini tek tek sayabiliriz değerli arkadaşlar. Şimdi -biraz ironi yapalım- önemli bir başka nokta: Ya, gübreye öyle zam yaptınız ki üre gübrenin

fiyatını yüzde 500 çıkardınız; Balıkesir, Bursa, Trakya köylüsü üre atamadı, böylelikle de yağan

yağmurlarla üre derelere ulaşmadı ve Marmara Denizi'nde bu yıl yani köylünün üre kullanmaması

yüzünden müsilaj ciddi biçimde azaldı. Yani nasıl bir şeydir, gerçekten anlamak mümkün değil. Bir kez

daha söylüyorum: Gerçekten Türkiye'de tarım topraklarının gübrelenmesi, sulanması konusunda ciddi

yanlışlar yapılmaktadır ve bunlarla ilgili mutlaka bir yeni bir planlamaya ihtiyaç vardır.

Yine, Yapı Denetimi Yasası'yla ilgili bir düzenleme getiriyorsunuz. Değerli arkadaşlar, 3194

sayılı İmar Yasası, 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası ve kentsel dönüşüm, afet riski altındaki alanların

dönüştürülmesiyle ilgili bugüne kadar getirilmiş olan düzenlemeler Türkiye'deki riskli yapıların

iyileştirilmesi, deprem riski altındaki yapıların dönüştürülmesi konusunda istenilen sonuçları

oluşturmamıştır. O nedenle, her yasa teklifinin içine 2 madde, 3 madde koyarak değil -bir kez daha

burada, her defasında söylediğim gibi- gerçekten bir imar yasası yapalım, güncel bir imar yasası

yapalım. Bu yasanın içinde dönüşümü esas alan, riskli yapıların iyileştirilmesini esas alan bir düzenleme

getirelim ve özellikle büyük şehirlerde deprem riski taşıyan bölgelerdeki yapı stokunun dönüşümüne

katkı sağlayalım.

Sayın Bakan dün açıklama yaptı, dedi ki: "Büyük şehirlerin çeperlerinde ucuz arsa dağıtacağız ve

ucuz arsayla birlikte bu kentlerdeki konut arzını artıracağız, kira fiyatlarını dengelemeye çalışacağız."

Yanlış bir bakış açısı arkadaşlar, İstanbul'un Silivri'sinde, Çatalca'sında ya da Tuzla'sında kiralarda

bir sıkıntı yok, sıkıntının olduğu yer şehir merkezleri. 1940'lı, 50'li, 60'lı, 70'li yıllarda yapılmış,

dönüşemediği için günün ihtiyaçlarına cevap vermeyen yapı stokunu iyileştirmek zorundasınız. Bu

nedenle, siz, 0,99 ya da 0,89 faizle hiç evi olmayanlara 2 milyon lira kaynak aktarmak yerine, gelin,

bu faiz oranlarıyla 500 bin, 600 bin lira uzun vadeli kaynak aktarın; hiç evi olmayanlar değil, evinde

âdeta tabutlukta yaşayan, her depremde "Yıkılacak mı?" endişesi taşıyan ve bu nedenle de İstanbul'da

-özellikle İstanbul'da- giderek çöküntü merkezlerine dönüşen yerleşik alanlara girelim; Fatih'e girelim,

Beyoğlu'na girelim, Kadıköy'e, Üsküdar'a girelim, Eyüp'e girelim, Kâğıthane'ye girelim. Bakın,

buralardaki bu yapı stoku o kadar eskidi ki artık buralarda insanlar korkularından oturamıyor. Kim

oturuyor, biliyor musunuz? Fatih'e gidin, Eyüp'e gidin, Zeytinburnu'na; tamamen yabancılar oturuyor

çünkü artık o binanın bir risk taşıdığını bilen insanlar yüzünden... Bakın, Fatih ilçesinin nüfusu yani

Türkiye Cumhuriyeti kimlik belgesi olan, numarası olan nüfus her geçen gün azalıyor. Fatih ilçemiz

Eminönü'yle birleşmeden önce 500 binden fazla nüfusu olan bir ilçeydi, şimdi nüfusu 400 binlerin

altına geldi, Eminönü de dâhil olduğu hâlde. Peki, kim geliyor buralara? Kontrolsüz göçmenler geliyor

ya da büyük şehirlerde ekmek bulma amacıyla Türkiye'den başka insanlar geliyor. O nedenle, problemi

çözmek istiyorsanız problemin kaynağına inmek ve devletin kaynaklarını, bir servet transferi, bir rant

transferi yapmak yerine, doğrudan sorunu giderecek alanlara yönlendirmek gerekir. Sormak gerekir

yani burada Çevre ve Şehircilik Bakanlığına soruyoruz biz: 2 milyar lira kredi veriyorsunuz, kimi on

yıl vadeli kullandı, ayda kaç lira, 18 bin lira mı?

HÜSEYİN YILDIZ (Aydın) - 28 bin lira

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - 28 bin lira geri ödemesi var.

Arkadaşlar, kim ödeyecek bu paraları? Bunun, asla hiç evi olmayanlara, bugüne kadar ev sahibi

olmayanlara değil de doğrudan doğruya başka insanlara yönelik olduğunu anlamak için önce Türkiye'deki

ücret skalasını, ortalama... Bakın, burada memurlar çalışıyor, Mecliste; belki de ortalamanın üzerinde

maaş alan insanlar. Ya, karı koca 4 çocukla birlikte 6 kişi çalışsalar, üç öğün su içseler, kira ödemeseler

bile bu rakamları ödemeleri mümkün değil. Hangi ülkede biz bunları konuşuyoruz? O nedenle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, 3194 sayılı İmar Yasası, 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası ve risk altındaki, afet

riski altındaki alanların dönüştürülmesiyle ilgili yasalarla öngördüğü sonuçların hiçbiri oluşmamıştır ve

bu konularda mutlaka bir düzenleme lazım.

Fennî mesullerle ilgili getirilen düzenlemeyi doğru buluyoruz, orada riskin doğrudan doğruya hak

sahibine gitmesi gerekir. Ancak yapı denetim firmalarına bir düzenleme getirdik; -biliyorsunuz- şimdi,

artık, yapı denetim firmaları kura sistemiyle atanıyorlar.

Değerli arkadaşlar, 1 depo benzin 1.400. Siz yapı denetim firmalarını kurayla belirlediniz. Şimdi,

yapı denetim firması herhangi bir şantiyeyi denetleyeceği zaman yol mesafesi birinci gider hâline

dönüştü artık, ulaştırma hizmeti için ödediği bedeller birinci gider hâline dönüştü. O nedenle, pek

çok yerde duyuyoruz ki gitmek yerine uzaktan takip ya da yetkili imar mühendislerini göndermek

yerine başka bir biçimiyle yapı denetim firmaları denetim hizmetini yapıyorlar. Burada ya yapı denetim

firmalarının almış olduğu ücretlerle ilgili güncelleme yapılması gerekir, oranların yenilenmesi gerekir

ya da büyük şehirlerde büyük şehrin tamamını -bir bölge yerine o şehrin içini parça parça bölerek- daha

dar bölgelere dönüştürmenin çok faydalı olacağını düşünüyorum.

Yine, getirilen tekliflerden bir tanesi de 65 yaşını doldurmuş olan yapı denetim elemanlarıyla ilgili

bir düzenlemedir. Şimdi, bir mimar olarak yüzbinlerce mezun veren mühendislik... Ya, TMMOB'a

bağlı, meslek disiplinlerine bağlı yüz binlerce işsiz mimar, mühendis var. Bütün bunların alanında

çalışması açısından bir iş tanımına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum ancak iktidarınız döneminde 65 yaşına

gelmiş, emekli maaşıyla yaşama şansı kalmayan meslektaşlarımızı düşündüğümüz zaman gerçekten

arada derede kalıyoruz. Yani sizin iktidarınızda 65 yaşında, 70 yaşında, 75 yaşında, emekliliğinde

çalışmak zorunda kalan mühendisleri mi düşünelim, yoksa anne babasının bütün birikimleriyle okuyan

ancak bir yıldır, iki yıldır, üç yıldır iş bulamayan mimarların, mühendislerin durumunu mu düşünelim?

Bu konuyla ilgili genel değerlendirmemiz: Şantiyelerde görev yapan, daha çok inşaat mühendisliği

denetimi yapan yani demirini, betonunu, çimentosunu, projeyi kontrol edecek olan teknik personelin

yaşıyla ilgili diğer kanunlarda yapılan iyileştirmeler dikkate alınarak 69 ya da 70 yaş olabilir ama onun

dışında mimar ve diğer meslek mensuplarının yani ofiste çalışanlarla ilgili bir yasal yaş sınırlamasının

açıkçası doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü ortalama erkeklerde 83 yaş, kadınlarda 88 ortalama

yaş sınırına gelmiş olan yani son elli yıl içinde yaşı yükselen bir toplumuz. O nedenle burada da yaş

sınırıyla ilgili kıstasların güncellenmesine ihtiyaç vardır. Bunun Komisyonda belki ara verilerek bir

değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Yine, Kadastro Kanunu'nda yapılan düzenlemeler var. Burada arkadaşlar, ücretlerle ilgili getirilen

yüzde 100 artış maddeleriyle ilgili şunu söyleyeyim, kanun yapıcılara da şunu belirtmek istiyorum:

Enflasyonun hiperenflasyona dönüştüğü dönemlerde rakamlar üzerinden getirdiğiniz yasa tekliflerinin

ömrü bir yılı geçmez. Şimdi, gerçek enflasyon yüzde 140'lar seviyesinde, TÜİK'in açıkladığı enflasyon

bu yıl haziran ayında, galiba, yüzde 80'e çıkacak. Şimdi, getirdiğiniz bu rakam bir yıl sonra yarı

yarıya düşecek. O nedenle burada rakam yazmak yerine bunları belli kriterlere bağlayacak düzenleme

idarenin elini daha kolaylaştırır, yoksa biz yüksek enflasyon döneminde sürekli olarak burada rakamları

değiştiren bir Parlamento biçimine dönüşmüş oluruz. Tabii, bunun çözümü böyle bir teklif getirmek

değil, enflasyonun yaşamın temel ekonomik göstergesine dönüşmesine yol açan "Faiz sebep, enflasyon

sonuçtur." hükmünü tümüyle ortadan kaldırmaktan geçiyor. Merkez Bankasının bağımsızlığına

müdahale edildiğinden, Merkez Bankasında siyasi atamalarla o kurumda dört yılda bir değişmesi

gereken başkanlar altı ayda bir, bir yılda bir değişir hâle geldiğinden beri Türkiye'de enflasyon faiz

neden, enflasyon sonuç hâline dönmüştür ve burada getirdiğiniz rakamsal metinlerin de açıkçası çok

uzun ömürlü olacağı kanısında değilim. Yine, burada daha önce tarımda hibe desteği almış olan çiftçilerle ilgili tutulmuş olan tutanaklarla

ilgili bir düzenleme getiriyorsunuz. Son derece doğru, destekliyoruz ancak Rize'ye gittim, Sivas'a

gittim, Erzurum'a gittim, her yerde ortak bir çığlık var. Desteği alabilmek için... Arkadaşlar, desteği

üreticiye vermediğiniz sürece, desteği hisselendirilmiş, veraset yoluyla yüzlerce ortağa dönüşmüş olan

yerlere verdiğiniz sürece ya da Rize'de olduğu gibi sadece 1 dönüm, 2 dönüm araziyi ekebilecek kadar

bölünmüş tarlası olan aileleri bu destekten mahrum bıraktığınız sürece buradan istediğiniz sonucu elde

edemezsiniz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bir kez daha burada şunu söylüyoruz: Verilmiş olan

desteklerle ilgili kanuni düzenlemeyi getiriyorsunuz... Sayın Başkan, Anayasa'nın amir hükmü, Türkiye

Cumhuriyeti devletinin gayrisafi millî gelirinin yüzde 1'inden az olmamak üzere tarım ve hayvancılıkla

uğraşan insanlara doğrudan hibe desteği verilir. Şimdi, geçen yıl Türkiye'nin millî geliri 800 milyar

dolardı yani hesabı doğru yapalım -dün miting alanında yapılan yanlış hesaplara bakmayalım doğru

hesap yapalım- 800 milyar dolarlık millî geliri olan bir ülkede 8 milyar dolar çiftçiye hibe verilmesi

gerekiyor. Peki, bütçede ne kadar rakam var? 29 milyar. 8 milyar doların karşılığı ne kadar? Arkadaşlar,

soruyorum, dolar Türkiye'de 4 lira mı, 5 lira mı? O nedenle burada bir an önce Anayasa'nın amir

hükmü olan gayrisafi millî gelirin yüzde 1'inden az olmamak üzere çiftçiye verilmesi gereken hibe

ve desteklerin derhâl açıklanması gerekir. Onun ötesinde, İstanbul'la ilgili Darlık Barajı ve Ömerli

Barajlarının yapımı sebebiyle etkilenen Darlık ve Esenceli Mahallesi'yle ilgili getirilen düzenlemeyi

doğru bulduğumuzu belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, yine, burada, 29'uncu maddeye gelecek olursak 29'uncu maddeyle ilgili

grubumuzun ve genel olarak da bizimle bu konularla ilgili iletişime geçen başta Muğla olmak üzere yerel

yönetimlerimizin temel beklentisi şu: Bu hizmetlerin verilmesi, bir kamusal hizmet olarak verilmesi

doğrudur ama kamu adına verilecek olan hizmetlerin halkla en fazla haşır neşir olan ve burada kamusal

hizmet veren yerel yönetimlerin de bu yasa metnine ilave edilmesinin artı bunların devlet eliyle bir

işletmeye verilmesi hükmünün madde metninden çıkarılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.

Çevre Ajansının -biraz önce arkadaşım gösterdi, Çevre Ajansı dediğimiz- arkadaşlar, internet sitesine

girdik, yönetim kurulunun 6 üyesi var, 3'nün fotoğrafı var, 3'ünün fotoğrafı yok; özgeçmişleri

bile yok yani Türkiye Çevre Ajansının web sitesine... Mesela, böyle bir mimarlık bürosuna proje

çizdirmezsiniz, böyle bir inşaat şirketinden gidip ev almazsınız yani bu denli, daha bir internet sitesini

bile düzenlemekten yoksun olan bir Ajansın nasıl olur da denize yanaşacak olan yatları tek tek kontrol

ederek gelir elde edeceğini öngörmek mümkün değildir. Açık açık, bu yasa teklifini buraya getiren

arkadaşlarımız değilse bile bu yasa teklifinin hazırlanmasına dayanak oluşturan Bakanlık yetkilileri,

bunu kimin yapacağını biliyorlar, hangi şirket eliyle bunların yapılacağını biliyorlar ve yüce Meclisi de

bu perde arkasındaki, kafalarının arkasındaki işe ortak etmek istiyorlar.

Ben pek çok maddenin milletimizin lehine olduğunu söylediğim gibi bu yasayla ilgili

çekincelerimizi de belirttim.

Saygılar sunuyorum.