KOMİSYON KONUŞMASI

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Evet, teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ya, bu bütçenin, şunun bunun, her şeyin görüşüldüğü yerde, aylarca, yıllarca yatıp bu yasa teklifini nereden buldunuz getirdiniz? Bizim Adıyaman Milletvekilimiz Abdurrahman Tutdere burada feryat etti, özellikle Adıyaman'da ve o yöredeki tütüncülerin ceza tehdidiyle karşı karşıya kaldığı yönünde bir dünya feryatlarda bulundu. Şimdi, iler tutar yanı var mı bilemiyorum, bir yasa teklifi getirdiniz, inşallah hayırlısı olur, bu yasa teklifiyle alakalı söyleyeceğim o ama Yeşilay Yönetim Kurulu Üyesi Esra Albayrak'ın tütünden kaynaklı ölümlerden sorumlu olan bir küresel endüstri suç örgütünden bahsettiğini hepimiz gördük. Yirmi yıldır iktidarsınız, eğer Türkiye'de bu küresel suç örgütü at oynatıyorsa... Anadolu'da bir terim vardır "Yirmi tırnağım yakanızda." derler insanlara bir vebal yükleyecekleri zaman "Elimizle, ayağımızla bu vebal yakanızda." derler, Türkiye'de eğer böyle bir durum söz konusuysa sizin sorumluluğunuzdadır.

Ben başka bir "adalet" kavramı üzerinden konuşacağım, yine sorumluluk alanınıza giren bir konuyla alakalı, İstanbul Milletvekilimiz, Parti Meclisi Üyemiz Zeynel Emre'nin de değindiği, İstanbul'da ev ev Öbek Çalışması yaptığımızda karşımıza çıkan yoksullukla alakalı. Bu ülkede öyle yoğun bir adaletsizlik var ki öyle yoğun bir hukuksuzluk var ki bunun bir tarafı dış politikadaki itibarsızlığa kadar gidiyor diğer tarafı eğitimde harcanan nesillere kadar gidiyor. Kız çocuklarımızın 20 yaşına kadar olan bölümünde bilimsel verilerle beşte 4'ünün demir eksikliği çektiği, erkek çocukların beşte 3'ünün demir eksikliği çektiği ortaya koyulmuş bir vaziyet. Yakın tarihte derin yoksulluk ağının yarattığı bu adaletsizliği Mecliste dile getirdik, dedik ki: Ya ne olursunuz, yoksul çocuklarımız var, okula gittiklerinde aç kalıyorlar, onlara bir öğün sıcak yemek verecek bir düzenleme yapalım, hijyenik ortamda bir bardak suyu bile içemiyorlar, hijyen içerisinde su içecekleri bir düzenleme yapalım. Hiç şaşırtmadınız, Genel Kurulda reddi yönünde oy kullandınız. Eğer vicdan varsa, vicdanın, bugün burada yapmış olduğumuz yasama faaliyeti kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapısından içeri girdiğimiz anda da yanımızda olması gerekiyor. Bir gün bu Meclisteki görevimiz bitecek, hepimiz vicdanlarımızla baş başa kalacağız. Bu ülkenin bu kadar sorunu varken araya dereye bazı konuları sıkıştırarak sadece seçim yatırımı şeklinde hayata geçirilmesini ben milletimizin vicdanına bırakıyorum. Biliyorum ki onlar, bu düzenlemeden kaynaklı avantajlar oluşacaksa o avantajları da kullanacaklar ama yıllardır haklarını yiyenlere de gereken dersi verecekler.

Sayın Zeynel Emre'nin söylediği yerden devam edeceğim. Bu ülkede 1971 yılında, altına imza attığımız sigortalar silsilesi şeklinde bir sözleşme var. 1952 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü, her insanın doğduğu andan itibaren sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu yönünde bir ilke kararı alıyor, 103 sayılı Sözleşme'yi hayata geçiriyor; biz de bu anlaşmayı, bu düzenlemeyi yapan anlaşmayı 1971 yılında imzalıyoruz -1971 yılından bugüne kadar bu ülkeyi yöneten herkesin sorumluluk altında olduğu bir şeyden bahsediyorum- 8 sigorta kolu hayata geçiriliyor, kanunlaştırılıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçiriliyor, Aile Destekleri Sigortası kalıyor çünkü o sigorta muhtaçlığı ortadan kaldırma sigortasıydı, yoksullukla mücadele sigortasıydı, yoksulluk skalası içerisindeki insanların süreç içerisinde önce devlet eliyle insanca yaşamaya tutundurulması, daha sonra da yoksulluktan çıkarılacak şekilde hayata tutundurulmasının sigortasıydı. Tam elli bir yıl, bu sigortayı hiçbir iktidar uygulamıyor, sağ-sol falan demeyeceğim ben, herkesin sorumlu olduğunu düşünüyorum, en çok da siz sorumlusunuz. Yirmi yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz, böbürlene böbürlene ona o yardımı, buna bu yardımı verdik diyorsunuz, pandemi döneminde nasıl bir kepazelik yaşadığımızı biz biliyoruz, insanlara ne şekilde destek olmaya çalıştığımızı biliyoruz ama insanların anasının ak sütü gibi hakkı olan insanca yaşayacağı, onurlu yaşayacağı, insan onuruna göre yaşayacağı, insanca iş ve istihdam alanlarının açılacağı, herkesin ihtiyacına göre ve herkesin yeteneğine göre hayata katılabileceği bir sigorta kolunu hayata geçirmediniz. Çıkıyorsunuz "Bin lira verdik, 2 bin lira verdik." falan... Orada tanımları var, orada bir insanın insanca yaşayabilmesi için asgari neyin verilmesi gerektiği, yoksulluk sınırının altında kalmaması için neyin yapılması gerektiği, açlık sınırının altında bir asgari ücretin olamayacağı... Bütün bunları bizim Sayın Genel Başkanımız dile getirdikçe de ağır, aksak, ulufe dağıtır gibi, ara ara kanunlar yapmaya kalkıyorsunuz. "Bay Kemal" olmasa hiçbir şey yapmayacaksınız gibi geliyor bana. İşte, yakın tarihte kredi yurtlarla ilgili, borçlarla alakalı -onların da faiz kısmı hatalıydı, inşallah, Genel Kurulda değiştirirsiniz- böbürlene böbürlene "Politika faizini yüzde 10,5 indirdik." dediğiniz yerde, gencecik çocuklar yarın o borçları ödeyemezlerse, onlara kamu alacaklarını uyguladığınız gecikme zammını uygulayacaksınız, yılda yüzde 30 faiz ödeyecekler.

Ben, şimdi buradan söylüyorum: Zaten ömrünüz azalmış, hayırlı işler yapmak istiyorsanız... Adaletsizliğin en çok yoğunlaştığı alanda, toplumun neredeyse yüzde 80'inin yoksulluk sınırı altında yaşadığı, toplumun neredeyse yarısının asgari ücretle çalıştığı, asgari ücretin ortalama ücrete döndüğü ve bu ülkede asgari ücretin de açlık sınırının 2 bin lira, 2.500 lira altında olduğu bir düzenle eğer mücadele etmeyeceksek biz neyin adaletini konuşuyoruz burada?

Formel adaleti de konuşacaksak, zaten defolar o kadar çok ki. Formel adaletin uygulayıcılarını bile seçerken garabet işlerle uğraşıyoruz, ben utanıyorum; bir hukukçu olarak, otuz beş yılını hukukta bilfiil çalışmaya vermiş bir arkadaşınız olarak. Anayasa Mahkemesine üye seçtik; ayıp ya, ayıp ya! Size, bize değil; Yargıtay üyelerine ayıp, makamında gelmiş, fiilen hiçbir iş yapmamış olan bir insanı sırf -şimdi "saray" dersem kızıyorsunuz, ben sizi mutlu edecek ifadeyi kullanayım "Külliye" diyeyim, gider ayak birbirimizi üzmeyelim, çok uzun değil burada ömür, birbirimizi mutsuz edecek ifadelerle uğraşmayalım- Külliye gösterdi diye, Yargıtay üyeleri el kaldırıyorlar ve bize diyorsunuz ki: Hukuk var bu ülkede.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - "Sayıştay" dersek.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Fark etmez, ben İstanbul Başsavcımızdan bahsediyorum, ona daha sıra gelmedi, onunla ilgili konu biraz daha farklı.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - En son oydu.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Tabii, defolular artınca yani defolu seçimler artınca o mu bu mu karışıyor da burada.

Böyle bir modelle Anayasa Mahkemesi üyesi yapıyoruz. Onlar gelene kadar da Anayasa Mahkemesi kararlarına uymuyoruz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymuyoruz, mahkeme kararlarına yeri geldiğinde uymuyoruz, çok yiğit, bu hukuk hiyerarşisi silsilesini takmayanlardan bakan yardımcıları falan yaratıyoruz. Bugün, bizim Genel Başkanımızın Avukatı Celal Çelik düzmece bir davada -FETÖ'yle mücadele etmiş olan bir insan- FETÖ'ye yardımda bulunduğu iddiası da içinde olmak üzere yargılanıyor; düzmece bir davada yargılanıyor. Orada, o davanın iddianamesine bir hâkimin adı "FETÖ üyesi" diye yazılmış -özensizliği anlatıyorum-iddianameyi yazan başsavcı yardımcısı şu anda Bakan Yardımcısı, şahsıyla alakalı çok fazla bir şey söylemeyeceğim ama o iddianamede "FETÖ'cü" diye yaftalanan adam hâlâ hâkimlik yapıyor, FETÖ'yle de hiçbir alakası yok. Düzmece iddianamelerle, insanların şahsiyetleriyle oynayarak hukuk dünyasını koordine eden bir düzen yaratmaya kalktınız; düzmece. Hâkimin adını da söylerim ama benden duyulmasın, sonuçta duruşma salonunda söylenildi orada. Adam, KHK'yle işine son verilmiş, dava açmış, kazanmış yani mağdur etmişsiniz. Dava açmış, kazanmış, gelmiş, hâkimlik yapıyor; o iddianamede "Bu FETÖ'cü hakimle sen görüştün." diye Genel Başkanımızın Avukatına bir başlıkta suçlama getiriliyor. Bu kadar özensiz, bu kadar düzmece, güvenlik gruplarının yazmış olduğu yazıları alıp iddianame hâline getiren, oradan dava açan, duruşmalarda da bu soruları soran bir yargı düzeni yarattınız, bunu yaratanları da bakan yardımcısı yaptınız, Anayasa Mahkemesi üyesi yaptınız. Ha, söylediğinizi de söyleyeyim, aynen kendi ifadeleriyle söyleyeyim: "Sayıştaydaki teşrikimesaide bulunduğumuz kıymetli Sayıştay üyeleri ve Gazi Meclisimizdeki saygıdeğer milletvekillerimizin -bizden bahsetmiyor çünkü biz bu oylamaya girmedik, saygıdeğer miyiz değil miyiz bilmiyorum- büyük teveccühleriyle Anayasa Mahkemesi üyesi olarak seçilmiş bulunmaktayım. Rabb'im hukuk ve adalet yolunda bu güvene layık olmayı nasip etsin." İnşallah eder, bu temenniye ben de katılıyorum. Muhterem İnce, 5 Ekim 2022 bunun yayınlanması. Bir hülleyle beraber, bir hülleyle beraber, 30 Haziran 2022'de Sayıştaya üye yaptınız bu arkadaşımızı, hukuksuzluğun en çok uygulama alanı bulduğu bakanlıklardan birinde Bakan Yardımcısıydı. Hani var ya "Metruk evler gördüğünüzde oraları yıkın, ses eden olursa da bacaklarını kırın, mevzuat arkasından gelir." diyen Bakanlığın Bakan Yardımcısı ve bunları sayfasında öven bir arkadaşımızı biz Anayasa Mahkemesi üyesi yaptık. Sanıyorum artık Anayasa Mahkemesi sizin istediğiniz gibi kararlar verir. Bundan sonra da göğsünüzü gere gere döner Avrupa'ya "Biz Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyuyoruz." falan dersiniz. Sayı yetiyor mu bilmiyorum. Politik argümanlarınızı destekleyecek şekilde kafasını kuma gömerek Anayasa Mahkemesinde karar verecek yeterli sayıyı oluşturdunuz mu bilmiyorum ama ben size söyleyeyim "sayı" dediğiniz adamlar vicdanlı adama dönebilir. İktidar iklimi değişirse, bağımsız ve tarafsız bir yargı kendini hissettirmeye başlarsa, parmak sayısı diye gönderdikleriniz hiç de dediğiniz gibi de davranmayabilirler. Bunların hesabını da yapın. Şimdi, bu arkadaşları seçtiniz, gönderdiniz. Bunlardan neyi bekliyorsunuz? 7145 sayılı faşizan bir yasa çıkarmıştık biz 2019 yılında, OHAL kanunlarının devamıyla ilgili bir yasa çıkarmıştık. Aha, şimdi aynı gün gibi önümde, biz, bu Komisyon üyeleri, bu Komisyondan çıkan bir yasaydı. Orada dedim ki ben... Kayıtlarda var çıkartabilirsiniz, dört yıl önce, 2019 yılındaydı sanırım yani üç yıllık süresi vardı OHAL kanunlarının, bittikten sonra alelacele, bir temmuz ayında OHAL'i devam ettirebilmek için, sivil faşizan bir iktidar görüntüsüyle beraber yolu yürümenin hukuk tahkimatını yapabilmek için bir yasa getirdiniz. Orada valilere, mülki amirlere bir dünya yetki verdiniz. Numaradan yere "Biz gözaltı süresini dört güne düşürdük." Dediniz, o dört gün 3 katına çıkabilir hâle geldi yine o yasayla beraber. Ama valilere o kadar çok yetki vermiştiniz ki ben o zaman size şu hatırlatmada bulundum: Gezi Parkı olayları sırasında daha sonra FETÖ'cülükten yargılanmış -herhâlde hüküm giymiştir yani bir şeyde bulunmak istemiyorum, takip etmedim, sanıyorum hüküm giymiştir bir vali Gezi'de olaylar olduğunda herkesi rencide edecek şekilde kelebeklerden, çiçeklerden, böceklerden bahsediyordu. Sizi uyutuyordu, siz orada, bizim valimiz var hesabıyla bakıyordunuz o, sizi uyutuyordu. Gezi'de de çok haklı, çok yerinde doğa katliamına karşı çıkan gerçekten munis insan gibi insanlar bir mücadele veriyordu. Vali o işin katalizörlüğünü yapıyordu, bir taraftan sizi uyutuyordu, bir taraftan da herhâlde o işi tahrik ediyordu, bilemiyorum ne olduğunu. Buradan, Gezi'den haksız hukuksuz cezaevinde tutulan kadın erkek tüm tutuklulara, meslektaşım Can Atalay başta olmak üzere selam olsun diyorum. Haksız hukuksuz tutukluluğun tescilli belgesidir Gezi. Avrupa'da bununla ilgili verilmiş ağır ihlal kararı vardır, onlara verilmiş bazı payeler vardır, bizi hukukçu olarak ve hukuk düzeni olarak sınıfta bırakan payeler vardır. İşte o olaylar sırasındaki valiyi örnek vermiştim, demiştim ki: "Böyle valiler çıkacak ve siz sonra şunu söyleyeceksiniz: Ya, o vali yetkisini kullandı ama Külliye'nin haberi bile yoktu, Külliye masum, hiçbir şeyden haberi yoktu. Bakanlığımızın haberi bile yoktu. Bize sorulmadı bile." Size sorulmadan yaprağın kımıldamadığı faşizan bir yönetim biçiminde bu savunmalar yakında gelmeye başlar, ben size söyleyeyim. Niye başlar biliyor musunuz? Size oy veren kitleleri bile rencide edecek şekilde yasaklı bir düzen kurdunuz; konserleri iptal ediyorsunuz, sanatçıların dilini kesiyorsunuz, bambaşka bir dünya yaratıyorsunuz, bugüne kadar festivallere alışmış olan halkımızın durduk yerde festivallerini ortadan kaldırıyorsunuz. İnsanları büyük bir cezaevinin içerisine tıktınız, nefes alacak alan bile bırakmıyorsunuz ve bu kanun devletine, bu genelge devletine, bu hukuksuzluğa her gün bir kanun yetiştirdiğinizde hukuk devleti yarattığınızı zannediyorsunuz sonra CDS notunuz 800'e yükseliyor. Ekonomiden anlayan arkadaşlarımız bilirler; hukuku bu kadar hor kullanırsanız size dışarıda para vermezler, verseler de sizden teminatların kralını isterler ve dünyanın 4 katı faiz, 5 katı faiz ödemek zorunda kalırsınız. Artık onu alamıyorsunuz, üzülüyorum; ben kendi ülkemin düşürüldüğü duruma üzülüyorum.

Aslında, bir adalet sorunu yola çıkıyor, ta ekonomik problemlere ve sırtımızdan 100 milyarlarca doların da çıkmasına neden oluyor. Dışarıdan para alamıyorsunuz, CDS notu çok yüksek, alsanız da çok yüksek faizlerle alıyorsunuz, numaradan yere de "Ya, işte, Dünya Bankası..." yok "IMF..." falan filan. Oralardan alsanız onda 1'ini alırsınız belki de. Bunlarla milleti uyutuyorsunuz, kur korumalı mevduat diye bir yola girdiniz "İçerideki parayı toparlayabilir miyiz?" diye çünkü dışarıdan para alamıyordunuz. Hukuksuzluğun bedelini bu ülkede 400-500 bin rantla geçinen insan üzerinden hepimizin alın terini peşkeş çekmeye yatırdınız, orada da bir başka hukuksuzluk yaptınız. Biz size dedik ki kanunsuz iş yapıyorsunuz, aralık ayında bu işe başladığınız zaman, "Hayır, biz yaparız." dediniz. Dört ay sonra kanun yetiştirdiniz yaptığınız işe. Madem kanuna ihtiyaç yoktu, niye çıkardınız? Madem kanuna ihtiyaç vardı, niye kanunsuz yaptınız? Niye şimdi "Süreyi uzatalım." diye sıkıştırıyorsunuz?

Yapılan hesaplamalara göre, sanıyorum, bu yıl sonu itibarıyla 100 milyar doları bulacak bir ekstra gider Merkez Bankasından ve hazineden, bizim sırtımızdan, alın terimizden sizin kan içici rant gruplarınıza gidecek. Çok da yoksul bir halkımız var. Halkımızın, bu paranın onda 1'iyle belki de rahat rahat yaşayacak olduğu aile destekleri sigortasını siz yine kenarda tutun. Yoksulluktan geçinin, bütün iktidarlar gibi siz de yoksulluğu güdümleyerek hayatınızın devam edeceğini zannedin. Ben size söyleyeyim, sokak bunun ne anlama geldiğini artık anladı. Anlatıyoruz o öbek toplantılarında, Zeynel Bey'in söylediği yerde anlatıyoruz ama o kadar çok hukuksuzluk var ki, biz anlata anlata bitiremiyoruz ki üstüne kendi çözümlerimizi de anlatıyoruz, yirmi dört saat anlatıyoruz; haberiniz olsun, hiç uyumuyoruz çünkü bu düzeni bozmamız gerekiyor.

Bu düzeni bozmamız gerekiyor! Merkezî yönetimin yerel yönetimleri üvey evlat saydığı, selam vermediği, bir araya gelmediği, başka bir devletin organları gibi gördüğü, ötekileştirdiği, hizmetlerini yok saydığı, millete ucuz verilebilecek her türlü hizmeti bir şekilde engellemeye kalktığı, hiçbir gerekçe yokken keyfî olarak onların kullanabilecek olduğu yurt dışı kredilerine imza atmadığı, oturduğu yerde halk düşmanlığı yaptığı bir düzeni biz sonlandırmak zorundayız. Bu, bizim boynumuzun borcu. Söylüyorum, aslında sizin de boynunuzun borcu. Sizin de boynunuzun borcu, sizler de vicdanlı insanlarsınız, sizlerin de kafanızı kaldırdığınız anda bu eziyetle karşı karşıya olduğunuzu biliyorum. Bire bir sohbetlerimiz sırasında bize "Bu böyle değil, şöyle olmalı, şöyle olmalı." insani olarak söylüyorsunuz, birbirimize katıldığımız çok fazla noktalar var.

Bu zulmü nasıl biz bu milletimize çektiriyoruz ya! Bu zulmü nasıl çektiriyoruz ya! Böyle bir şey olabilir mi? Cezaevlerine dünya kadar gazetecileri doldurmanın yoluna bakıyoruz, sansür yasası çıkardık, hiçbiriniz inanmadınız bu yasaya, adım gibi biliyorum, hiçbiriniz inanmadınız. Yarın kimin başına neyin geleceği belli olmayan bir yasayı sahaya sürdüğünüzün farkındasınız. Bu bozuk bir kantar, kimi tartacağı belli olmayan bir kantar. O yasayı çıkardığınız gün belki biz 100 milyar dolar daha bu yıl itibarıyla zarar ettik. Hazinemizden zarar ettik, Merkez Bankamızdan zarar ettik, dış ticaret açığı olarak zarar ettik. Sizin "yerli ve millî" dediğiniz hiçbir şey bizim için artık o özelliği taşımaz hâle geldi. Muhtaç bir ekonomiyle beraber hukuksuz bir ülkede bizi yaşatıyorsunuz. Bir yanda nefret suçları, diğer yanda işte burada çıkarıyorum, gösteriyorum; yanımda oturan Süleyman Bülbül kardeşim üç ayda bir hukuksuzların kitabını yapıp çıkarıyor ya! Ben utanıyorum artık ya! Bunları konuşmak istemiyorum, kurumları yıpratmak istemiyorum ama bunlarla ilgili kılınız kıpırdamıyor ya! Burada, kötü muameleden tutun insani olmayan bir dünya olay belgeli hâlde buralarda.

Biz, tamam, tütünle ilgili yasa çıkaralım. E, aylarca bunlarla ilgili niye hiçbir şey yapmadık biz, niye engellediniz kardeşim? Gözünüzün önünde bir insanlık dramı yaşanıyor, Allah kimsenin başına vermesin, derler ya "Allah düşmanımın bile başına vermesin." Kandıra Cezaevinde bir parlamenter yatıyor; ben, cezaevi komisyonumuzdan Ali Haydar Hakverdi kardeşimle ziyaretine gittim, kimseyi tanımıyor, tek başına hareket edemiyor, bir yardımcı olmadan hiçbir ihtiyacını gideremiyor; ilerlemiş demans hastası. Ya, her şeyi bir kenara bıraktım da bu Külliye'nin de duvarları bu kadar kalın mı? O da mı görmüyor burayı ya? O da mı görmüyor bu insanlık dramını ya? Bu kadar mı düşman gözüyle bakılır bu ülkede bir şeylere? Bu kadar mı hasmane bakacağız birbirimize? Bu yaraları saracağız. Bu kanayan yaraları saracağız. Bu ülkede 85 milyon insanın birbiriyle kardeş gibi yaşayacağı yeni bir düzen kuracağız haberiniz olsun. En çok da sizinle kardeş olacağız. Sizin içinizde bu milletin kanını emmenin dışında kalan herkesle ama herkesle insanca ilişkinin mimarı olacağız. Çünkü bu enerjiye ihtiyacımız var. Birbirimize ihtiyacımız var. Bu kadar kamplaşmayla, bu kadar karşılıklı duruşla, bu kadar açık insani ihlallerle beraber bu ülkenin hiçbir yere varması mümkün değil.

Onlarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı karşımıza geldi, kılınız kıpırdamadı ya, "Tanımayız." dediniz. Siz hangi ligin parçasısınız ya? Siz hangi ligin parçasısınız arkadaşlar? Hukukta sizin paraleliniz nedir? Sizin gerçekten kendinizle kıyasladığınız, çağa uygun durmanız gereken yer nedir? Nedir arkadaşlar ya? Siz, Avrupa Konseyinden Türkiye'yi neredeyse atılacak hâle getirdiniz; atmıyor adamlar çünkü sizin kılınız kıpırdamayacak, siz başka bir ligde gideceksiniz, faşizan bir yönetimle beraber hayatınıza devam edeceksiniz diye bu ülkeyi kaybetmek istemiyorlar ya. Bu utancı bize niye yaşatıyorsunuz?

Cezaevinde tek tek 3 insan tutarak bu ülkenin bekasını mı sağlayacaksınız? Cezaevine tıkılacak bir dünya insan dışarıda gezerken bu ülkenin kanını emenler, bu ülkede irini, cerahati patlatanlar oldu kardeşim. Borsayla ilgili, SPK'yle ilgili, sarayın danışmanlarıyla ilgili 81 başsavcının bir tanesi yerinden hareket etmedi arkadaşlar ya. Sizce sebebi nedir? Bu başsavcılar hukuk mu bilmiyor? Bu Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 170'inci, 171'inci maddesini mi bilmiyorlar? Çünkü öyle bir düzen yarattınız ki içinde hukuk yok. Emin olun, parlamenterliğiniz biter -o tarihten sonra gerçi biz yöneteceğiz korkmayın da, korkmayın- ama olur ya Sayın Cumhurbaşkanıyla yolunuzu ayırırsınız, bir yerlerde bir şey olur, ertesi gün siz de bunları yaşar hâle gelirsiniz. Üzerinizde tek koruma kalkanı kalmış; bu tek adam rejiminin örgütlü parçası olmak. Eğer parçasıysanız şu andaki koruma kalkanınız bu kadar; eğer değilseniz herkes kadar savunmasızsınız bu ülkede, farkına varın, herkes kadar savunmasızsınız, başınıza her şey gelebilir. İddialar var eski parlamenterle ilgili, başına gelenlerin çok da hukuk düzeninin onamadığı şeyler olduğu yönünde iddialar var. Araştırıyor mu bu hukuk düzeni bunları? Yok, araştırmıyor.

Bizim bir milletvekilimiz çıktı, ihbar kabul edilmesi gerekirdi, dedi. Allah rahmet eylesin, Sayın Burhan Kuzu'yla ilgili dedi ki: "Hayır, o öldürülmüştür." Bir milletvekilimiz bunu söyledi; doğru söyledi, yanlış söyledi ya, bunu bir ihbar kabul etmek gerekmez mi? Ya, bunun üzerinde savcıların kafa yorması gerekmez mi? Birilerinin çağırıp "Kardeş, bizi bilgilendir." demesi gerekmez mi?

Biz, hasbelkader, kendiliğinden giden, ehliyetsiz bir şoförün kullandığı kamyondaki yolcularız. Ama tekrar ediyorum, tekrar ediyorum, ne yaparsanız yapın, sansür yasasını getirirseniz, Sayın Sera Kadıgil'in dediği gibi "Dumanla da haberleşir bu millet." birbiriyle konuşur, getirdiniz de. Kanal kapatarak da buralardan çıkamazsınız.

RTÜK'ün başına Sayın Cumhurbaşkanının "Talimatlarını emir sayarım." diyen bir arkadaşı getirdiniz. RTÜK anayasal bir kurum. Ya, hiç utanmadınız mı; bunu söyleyen adam orada oturuyor hâlâ ya. İyi bir şey mi zannediyorsunuz siz bu ifadeleri? Sizi rencide ediyor aslında. Sizi rencide ediyor, çok zeki biriyse böyle ifadeler kullanmaması lazım, ne yaparsa yapsın ama bunları kullanmaması lazım. Ama ne yapıyor biliyor musunuz? Her gün bizlere o çamur atan kanallar var ya, besleme kanallar, hani birilerinin anasına küfredenin fonladığı kanallar, o kanallardan milyonlarca şikâyete dokunmuyor, bir parlamenterin Meclisteki konuşmasını -ki Mecliste yüzlerce kez tekrar edilmiş ifadeler bunlar- yayınlayan bir kanalı kapatmak istiyor. "Hadi gelin, Tele1'i beraber kapatalım." İsterseniz kapatmayın, benim size bir önerim var: Mesela, selvi boylu gazeteciler var, onlardan bulun, hani "Gereğini yerine getirin." diye Sayın Cumhurbaşkanının talimatladıkları var ya "Ahmet kadar gereğini yerine getirin." Kapatmayın Tele1'i, yazıktır. Oraya o selvi boyluyu getirin, nasıl Türk basınının armadası Hürriyet gazetesini artık ellerimizi yıkadıktan sonra peçete diye kullanılır hâle getirdiniz ya, orayı da herhâlde zeytinyağı kutusu diye kullanılır hâle getirirsiniz. Ya, bunlar nedir arkadaşlar ya? Siz nerede yaşıyorsunuz? Diyeceksiniz ki "Tele1'le ilgili olan olay ilk defa değil ki." Bunun ilkini Halk TV'ye yaptınız. Sayın Genel Başkanımızın grup konuşmasını yayınladı diye -grup konuşması ya- siyasetçinin grup konuşmasını yayınladı diye Halk TV'ye ceza verdiniz ya. Sayın Cumhurbaşkanının da bir grup konuşması vardı, orada da tartışılan ifadeler vardı. Birilerine göre orada nefret suçu var, birilerine göre bilmem ne var. TRT yayınlandı mı onu bilmiyorum, yayınladıysa başı dertte olması lazım bu sisteme göre ama Anadolu Ajansı cımbızla çekmiş, taşeronlarınız çok fazla. Sizin yaptığınız o gafları onlar temizlemeye çalışıyorlar. Cumhurbaşkanına hakaret davaları falan filan, buralara girmeyeceğim. Tamamını, gelince kaldıracağız. Bu memleketin evlatlarının kapısına Sayın Cumhurbaşkanının şikâyetleriyle dayandınız ya, iktidar olur olmaz, Meclis çoğunluğunu sağlar sağlamaz o maddeyi kaldıracağız. Venedik Komisyonunun yıllarca size söylediği, siz, gerçekten uzlaştırıcı, halkın babası olacak, siyasetten uzak, gerçekten cumhurun babası bir cumhurbaşkanı yaratmak yerine, herkesin kapısına, Sezgin Tanrıkulu'nun Meclis kürsüsünde de bağırdığı gibi "Müşteki Recep Tayyip Erdoğan" diye bir şeyi dayattınız ya, gelir gelmez o insanlar özgürleşecekler, merak etmeyin. Ama abes o kadar çok ki ya, sanatçıyı tutukluyorsunuz. Ben "Suç vardır yoktur." tartışması yapmayacağım. Hepimiz her an yargılanabiliriz, hepimiz her an yargılanabiliriz ama bir sanatçıyı alıyorsunuz, tutukluyorsunuz, sonra itiraz üzerine tutukluluğu sona eriyor, yurt dışı yasağı koyuyorsunuz. Ya, kadının yatarı yok ki ya, hesap kitap da mı bilmiyorsunuz. Ceza alsa yatarı olmayan birine yurt dışı yasağı koyuyorsunuz ya, kimsenin gıkı çıkmıyor çünkü oradaki hâkimler Beştepe'ye bakıyor. Beştepe eğer sinyal vermezse yatarı olmayan adama yurt dışı yasağı koyuyorlar ya. Kadıncağız çıkıyor, itiraz ediyor, diyor ki: "Benim çocuğum yurt dışında okuyor ya, onlarca konserim iptal oldu." Neyin hesabını görüyorsunuz ya, neyin hesabını görüyorsunuz? Şaka; doğru yanlış, bilmiyorum, benim aldığım hukuk eğitimine göre latifenin cezai yaptırımı yoktur. Sayın Subaşı burada, iyi hukukçudur, latifenin cezai yaptırımı yoktur, değil mi ağabey, kasıt unsuru yoktur. Hanımefendi "Ben şaka yaptım." diyor, siz halkı galeyana getiriyorsunuz. Peki, Cumhurbaşkanının bize yaptığı hakaretlere bizim ne dememiz gerekiyor? Eğer böyle yaklaşacaksak birbirimize, ne dememiz gerekiyor? Ağzına gelenin ağzına geleni söylediği bir yerde yaşıyoruz. Ne dememiz gerekiyor biliyor musunuz? Kardeş olacağız, kardeş, inatla kardeş olacağız, inatla bu düzeni bozacağız, inatla kan içicilerin elindeki oyuncakları alacağız, önce de hukuku oyuncak olmaktan çıkaracağız. Milletimiz adaleti kana kana içecek.

Teşekkür ediyorum.