KOMİSYON KONUŞMASI

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.

Ben de herkesi saygıyla selamlıyorum, herkese başarılar diliyorum.

2023 bütçesinin, halkın, emekçinin, yoksulun bütçesi olmasını isterdik, böyle bir bütçe üzerinde fikirlerimizi, görüşlerimizi beyan etmek tabii ki isterdik ama maalesef, şu anda -konuştuğumuz bütçe- adil, eşit bir bütçe tartışması yürütmüyoruz. Dolayısıyla eleştirilerimizin de önerilerimizin de diğer bütçe süreçlerinde olduğu gibi bu bütçe sürecinde de dikkate alınacağını düşünmüyoruz. Yirmi yıldır benzer bir süreç işliyor. Maalesef, 2020 bütçesinde de benzer bir süreci yaşadık; noktasına, virgülüne dokunmadan, işte, birbirimizi tebrik ederek, konuşmanın başında ve sonunda Cumhurbaşkanına teşekkürlerle aslında sayısal çoğunlukla kabul edilen bir bütçe oldu. Yani yanılmıyorsam bu bütçe de benzer bir biçimde olacak. En azından, bugünkü tartışmalardan çok da farklı olmayacağını görüyoruz.

Tabii ki biz HDP olarak her zaman yaptığımız gibi çözüm önerilerimizi sunarak halkın bütçesini savunmaya devam edeceğiz. Bizim amacımız, mücadelemiz, politikamız çözüm bütçesini savunmaktır. 2023 bütçe kanun teklifi Komisyona sunulduğunda biz de benzer bir tartışmayı yürüteceğiz. Daha önceki bütçelerde olduğu gibi bu bütçede de halkın sesini, sözünü buraya taşımaya dikkat edeceğiz ve bunun mücadelesini vereceğiz elbette.

Tabii ki bu bütçe yoksulların, işsizlerin, emekçilerin, çiftçinin, esnafın, gençlerin, kadınların bütçesi değil; bu bütçe savaşın, faizin, yandaşın bütçesi; onları merkeze alan, onların ihtiyaçlarını gözeten bir bütçe tercihinde bulunmuş iktidar.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Bu ülkede savaş yok, terör var terör.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Elbette, halk, yeri geldiğinde bu bütçe anlayışına karşı tepkisini sandıklarda mutlaka gösterecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 bütçesi için şöyle diyor: "Enflasyon bütçeden kaynaklı olmuş olsaydı bugün iflas etmiş bir Türkiye manzarasıyla biz karşı karşıya kalırdık." Aslında bu sözleri -neresinden bakarsanız bakın- bir tutarsızlık içerisinde ama yine, bu sözlerden biz anlıyoruz ki saraydan bakınca memleketin hâli tozpembe görünüyor. Halka yabancı, halka üstten bakan, gerçekliği görmeyen, aslında gerçekliği manipüle eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Ama biz halkın neler yaşadığını, yoksulluğunu, yoksunluğunu her gün duyuyoruz, tanıklık ediyoruz, birebir yaşıyoruz. Dolayısıyla biz burada da bunları ifade etmeye devam edeceğiz.

Bugün, Türkiye'nin dört bir yanı çöpten ekmek toplayan insan manzaralarıyla dolu; işsizlik, geçim sıkıntısı yüzünden intihar eden gençlerle dolu. Memlekette çocuklar okula aç gidiyor, gece yatarken başını yastığa aç koyuyor, aç yatıyor; yeterli beslenemeyen çocuklar büyüyemiyorlar, çocukların büyüyemediği bir ülke yarattınız.

Tekstil atölyeleri asgari ücretin de altında güvencesiz, kayıtsız, kötü koşulları göze alarak çalışmak zorunda olan genç kadın ve genç erkeklerle dolu. Şiddet, taciz, tecavüz, istismardan koruyamadığınız binlerce kadın ve çocuk vakalarıyla dolu. Ülke neredeyse hemen her gün "şüpheli ölüm" veya "intihar" denilerek katledilen kadın hikâyeleriyle dolu. Cezaevleri, fikirleri, düşünceleri, siyasi görüşleri nedeniyle rehin tutulan gazeteci, aydın, yazar, milletvekili, siyasetçi ve muhalifle dolu; hakikatleri yazanlar, söyleyenler, savunanlar, her gün gözaltına alındı; gazeteciler, hekimler, avukatlar ve hak savunucularıyla dolu. Adalet sarayları adaletsizlik, hukuksuzluk, cezasızlıkların kol gezdiği mahkeme kararlarıyla dolu. Yerin kilometrelerce altında maden işçileri, yerden metrelerce yükseklikte hiçbir önlem alınmayan ve yaşamını yitiren inşaat işçilerinin cenazeleriyle dolu. Yıllarca zor şartlarda okuyup eğitim gören -hani Cumhurbaşkanı ve sizler de sık sık söylüyorsunuz, her gün yeni bir üniversite açmakla aslında övünülüyor- fen edebiyat fakültelerinden mezun olan ama ataması yapılmayan, boyacılık yapan, pazarcılık yapan, işportacılık yapan, ayakkabıcılık yapan, inşaat işlerinde çalışıp ve inşaat işlerinde güvenlikleri alınmadığı için patır patır düşen, yaşamını yitiren öğretmenlerle dolu bu ülke. İktidarın yanlış sağlık politikaları nedeniyle hastanelerde saldırıya uğrayan, öldürülen yüzlerce doktor ve sağlık çalışanıyla dolu.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Beş yıldızlı hastaneleri biz yaptık.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ekonomik kriz, artan enflasyon yüzünden iflas eden esnaf, sanayi ve üreticiyle dolu. Bu acı manzaralar saymakla bitmez ama bu ülke bu hâldeyken 1.500 odalı saraydan ülke manzarası belli ki çok güzel görünüyor, dünya gözünüze güllük gülistanlık geliyor. Tabii ki neden gelmesin? Çünkü "İtibardan tasarruf olmaz." diyerek düz şatafat içinde yaşamını sürdürmeye devam eden bir iktidar.

Sarayın bir gümrük gideri 10 milyon lirayı aştı. Çoğunlukla yurt dışından ithal edilen ateş pahası meyve ve sebzelerle gündeme geliyor. Yatmadan önce manda yoğurdu, Medine hurması, kestane balı, yulaf ezmesi karışımı tüketiliyor. Tabii, hakkınızı yenmeyelim, Allah için, sağlıklı beslenmenin tarifini de halkla çekinmeden paylaşıyorsunuz. Yani buna da artık ne diyelim! Demek ki bizden beklenti de bu artık, bunu da paylaştığınız için şükranı bir borç bilirsiniz. Yatağa hiç aç girmediniz tabii, açlıktan uyuyamadığınız geceler de olmadı, hiç üşümediniz, elektrik ve su kesintisi falan da hiç yaşamadınız, hastanelerde sıra beklemediniz; yolda, karda, kışta, tipide de beklemediniz çünkü zaten sizi hazır bekleyen uçaklarınız hep vardı.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Bu kadar yalan olur mu ya!

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Tüm bunlar kimin parasıyla yapılıyor? Tabii ki bizlerin, emekçilerin, yoksulun, halkın cebinden kuruşu kuruşuna aldığınız vergilerle bu kadar lüks ve şatafat içinde yaşıyorsunuz. Ülkenin hâli böyleyken AKP yirmi yıldır halktan topladığı vergilerle oluşturduğu bütçeyi halka değil; saraya, savaşa, sermayeye, yandaşa aktarıyor; harp vurup harman savuruyor. Türkiye'de işsizlik, yoksulluk ve açlık artık kronik hâle geldi. Geçinemeyenlerin, barınamayanların evsizlerin sayısı her geçen gün daha da artıyor. Vergi adaletsizliği derinleşti; az kazanandan çok, çok kazanandan az vergi alındı. Sağlık hakkı, eğitim hakkı, ulaşım hakkı, barınma hakkı kısaca kamu hakkı piyasalaştı, ticarileşti ve metalaştı.

Bütçede toplumsal cinsiyet eşitliği yok sayıldı. Kadın yoksulluğu değil, yoksulluğun kadınlaşması gündeme geldi. Kadınlar yaşadıkları evlerde, çalıştıkları iş yerlerinde, oturdukları parklarda, yürüdükleri sokaklarda, bindikleri otobüslerde şiddette, tacize ve tecavüze uğruyor. Emek piyasasından daha az ücret alındı, karın tokluğuyla çalışıldı. Kadın emeği, güvencesiz, düşük ücretli, esnek, kuralsız, istihdamı artırıcı hâle geldi. Pandemi sürecinde en fazla yoksullaşan, istihdamdan koparılan, işsiz kalanlar yine kadınlar oldu. Yaşamın hiçbir alanında kadını ve kadının adına dahi görmeye tahammülü olmayan bu iktidar şiddetle mücadeleyi en kapsamlı şekilde ele alan kadınların yaşama güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi'ni bir gece Cumhurbaşkanının kararıyla feshetti. Gasbettiği belediyelerimizde yine en bilindik pratiğini uyguladı. İlk olarak kadın kazanımlarımızı hedef aldı. Eş başkanlık sistemimizi suç unsuru olarak gösterdi. Belediye eş başkanlarımız hâlâ cezaevinde rehin tutulmaya devam ediliyor. Siyaset alanından kadın merkezlerine, istihdam alanlarından sığınaklara kadınların yaşama dâhil olduğu ve olmak için çözümler bulduğu her alana saldırılar devam etti ve devam ediyor.

Savaş ve şiddetin sonuçlarını en ağır şekilde yaşayanlar elbette yine kadınlar oldu. Nitekim, bir ülkede Kürt ve kadın düşmanlığı üzerinde yürütülen politikalar kadına karşı şiddeti derinleştirmekte, kadın yoksulluğunu, işsizliğini arttırmaya devam ediyor.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - En büyük düşman PKK.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ülkede neredeyse hemen her gün bir kadın katlediliyor ve bunun adı "kadın kırımıdır" ülkemizde bir kadın kırımı yaşanıyor ama biz bu bütçeye baktığımızda bu kadın kırımını önlemeye yönelik bir çalışma, bir anlayış, bir bütçe sürecini göremiyoruz.

İnsanlar yoksulluk sebebiyle evlerini, yaşam alanlarını, köylerini terk ederek mevsimlik tarım işçiliği yapmak için başka illere gitmek zorunda kalıyor. Gittikleri yerlerde her türlü emek sömürüsüne, ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar. İnsanca yaşayabilecekleri, barınabilecekleri bir ortama ve koşula bile sahip değiller. On iki saat çalışıyorlar ama aldıkları bir günlük yevmiyeyle tek bir öğün bile doyamıyorlar. Kölelik koşulunda çalışan milyonlarca insan mevcut.

Savaş ve şiddet politikalarıyla iktidarını ayakta tutmaya çalışan iktidar, yaşadığı krizin faturasını emekçilere, yoksullara, kadınlara ve halklara kesmektedir. Kadınlara, çocuklara, emekçilere, çiftçilere, işçilere bütçe ayırmakta son derece cimri olan iktidar, silaha, tanka, topa kaynak aktarmak konusunda ise çok cömert. Savaş politikalarından beslenerek, hukuku ayaklar altına alarak, halkın haklarının üstüne çökerek ayakta durmaya çalışan iktidar Meclisi bir kez olsun tezkeresiz açmadı.

Suriye'ye, Irak'a, Libya'ya asker göndermek için onlarca savaş tezkeresi çıkardı, her tezkere ülkeye daha büyük bir kriz olarak döndü.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Orada da PKK'ya göz açtırmıyoruz.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Suriye'de, Libya'da, Irak'ta yapılan harcamaların yanında sayıları 10 binleri geçen envaiçeşit cihadist örgüt eğitilip donatıldı, maaşları ödendi, hâlâ da halkın vergisinden bunların maaşı ödenmeye devam ediliyor. Maaşları ödenmekle de yetinilmedi; bu paramiliter, cihadist örgütler insanlığa karşı suç olarak tabir edilecek binlerce suça karıştı ve insan hakları örgütlerinin raporları, bu örgütlerin işlediği suçlarla dolu.

AKP'nin hayalleri ve politikalar yüzünden Suriye'de başlayan iç savaş körüklendi ve bugün, bu savaşın körüklenmesi devam ediyor. Milyonlarca insan savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldı. Gelinen aşamada, Türkiye artık en büyük göç nüfusunu barındıran ülkelerin başında geliyor. Son dönemde artan yoksulluk ve işsizliğin sebebinin Suriyeliler olduğu üzerinden bir göçmen düşmanlığı kışkırtılmaya çalışılıyor. Göçmenler ve mülteciler yaşadığımız yoksulluğun, işsizliğin elbette ki sebebi değildir; yaşadığımız bu yoksulun, sefaletin, açlığın, işsizliğin sebebi AKP iktidarının yanlış ekonomik politikalarıdır.

AKP iktidarı tarafından çözüm masasının devrildiği 2015 yılından beri Türkiye halkları gün yüzü görmedi. Kürt sorununda dayatılan çözümsüzlükte ısrar politikası siyasal, sosyal ve ekonomik krizi daha da derinleştirdi; ülke kaynaklarını savaş baronlarına peşkeş çekerken ülkeyi de demokratik değerlerden gittikçe uzaklaştırdı.

İnsan haklarına yönelik her türlü ihlalin yaşandığı, ayrımcılığın, ırkçının yükseldiği, faşizan uygulamaların alenileştiği bir iklim bu iktidar tarafından oluşturuldu. Ülkelerin demokratik gelişmişliklerinin ve demokrasi sıralarının araştırıldığı Dünya Demokrasi Endeksi'nde seçim süreci ve şeffaflık, sivil haklar, siyasi katılım, siyasi kültür gibi faktörlerin etki ettiği araştırmalarda 2021 yılını 103'üncü sırada tamamlayan Türkiye, yargının bağımlı olduğu, basın ve ifade özgürlüğünün gelişmediği ülkelerin bulunduğu "hibrit rejim" kategorisinde yer aldı. Bu da iktidarın başarısı.

Türkiye'nin 2023 yılı savunma ve güvenlik bütçesi 468,7 milyar TL olarak öngörülüyor. Bu, buz dağının görünen kısmı yani bütçede kayıtlı olan küçük bir miktar. Bu miktar bile Cumhuriyet tarihinin en yüksek savunma bütçesi olarak tarihe geçecek büyüklükte. Bunun çok üzerinde bir bütçe harcandığını, bir kara delik gibi ülkenin bütün kaynaklarını tükettiğini biliyoruz. Bu harcamaların artması, ülkedeki vergilerin arttıracağı, halkı fakirleştireceği, siyasi iktidarın daha otoriterleşeceği anlamına geliyor. Zira, 2023 yılı bütçesi hızla demokrasiden uzaklaşan, otoriterleşen, militarizmi yükselten, totaliter bir rejimi kurumsallaştırmaya çalışan bir siyasal iktidarın bütçesidir.

Bütçeler, sadece birtakım rakamlara, bilançolara, cetvellere, teknik hesaplara yer veren metinler değildir elbette. Hayatımızın hemen her alanı bütçeyle belirlenmektedir. Ödediğimiz vergilerden aldığımız maaşlara, ücretlere, yararlanacağımız kamu hizmetlerinden adalet sistemine, güvenliğimizden yaşam biçimimize hatta etnik ve inanç aidiyetlerimize kadar her bir başlık bu bütçeyle doğrudan ilişkilidir.

2023 bütçede aslan payı her sene olduğu gibi bu sene de Diyanete ayrılmış. Adaletsizlik ve vicdansızlık sadece vergi toplamada değil, bütçenin dağılımında da kendisini göstermektedir. Halkın tüm kesimlerinden alınan vergiler de bir dinin, bir mezhebin finanse edilmesi için kullanılmakta. Adil ve vicdanlı geliyor mu size bu Diyanete ayrılan bütçe? Bu, kul hakkına girmek anlamına geliyor bizce, Diyanet kul hakkı yiyor. 2023 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'ne göre bütçede Diyanet İşleri Başkanlığına yaklaşık 35 milyar 910 milyon 653 bin lira ayrılmış. Diyanet'e ayrılan pay çok sayıda bakanlığın bütçesini geride bıraktı. Peki, neden? Hepimizin de bildiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı iktidarın emrinde ve hizmetinde ideolojik bir aygıt olarak görevlendirilmiş ve böyle konumlandırılmaya çalışılıyor. Hakkımı arayanlara, itiraz edenlere şükretmesini vaaz etmekle görevlendirilmiş. Diyanet hemen hemen her gün kadınların bedeni, kadınların kimliği üzerinde fetvalar vermekte, kadınları aşağılamaktadır.

Bu ülkede farklı inanç ve kimliklerde insanların vergileriyle bütçe oluşturulurken tek bir mezhebe ayrılan bu bütçe, bütçe politikasında ve kanununda diğer inançlara özellikle Alevi inancına dair ise biz ayrılan bir bütçe görmüyoruz. Seçim yaklaşırken Alevi yurttaşlarına ve cemevlerine dönük bir düzenleme yapıldı. Sözüm ona iyi bir düzenlemeydi. Ancak Alevileri kontrol altına almaya çalışan iktidarın Aleviliği âdeta folklorik bir unsura indirgeyip cemevlerine kayyum ataması amaçlanmaktadır. Yirmi yıldır Alevilerin temel sorununa hiçbir çözüm getirmeyen iktidar seçimlere yatırım amacıyla Alevi inancını suistimal etmektedir. Alevilerin talebi devlet merkezli bir din yönetiminin eklentisi olmak değildir, çözülmesi gereken eşit yurttaşlık haklarıdır, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ve AKP iktidarının yıllardır sürdürdüğü dinselleşme pratiğini terk ederek tüm inançların kendi özgünlüğüyle kabul edilmesidir.

Seçimler yaklaştıkça EYT'lilere, asgari ücretlilere dönük bazı düzenlemeler de olacaktır. Seçimi kazanmak için kamu harcamasında bir artışa gidilecektir. Ancak enflasyonun yüzde 84... Her geçen gün artacağı için kaşıkla verirken kepçeyle almaya devam edilecektir. 2023 bütçe teklifinde 4,5 trilyon TL'lik gider, 3,8 trilyon TL'lik gelir yani 659 milyar TL'lik bir bütçe açığı öngörülüyor. Bu yılki açıkçası 461 milyar TL olarak tahmin ediliyor. Bu kadar büyük bir bütçe açığının kapatılması gerekir. Peki, iktidar bu bütçe açığını nasıl kapatmayı düşünüyor? Her zaman yaptığı gibi halkın sırtına bindirdiği yüksek vergilerle bu bütçe açığını kapatmaya çalışacaktır.

Emekçilerden alınan vergiler kamu hizmeti olarak halka geri dönüyor mu peki? Elbette ki bu sorunun cevabı hayır. Sağlık, eğitim, sosyal yardım, tarıma ayrılan paydan bunu çok rahat görebiliyoruz. Sağlık harcamaları ödenekleri çok yüksek gibi görünse de aslında bunun büyük bir oranda şehir hastanelerinde hizmet alımı ve kira bedeli olarak ayrıldığını görüyoruz.

Bu bütçede tarıma ayrılan kaynak sadece 143 milyar TL iken üstelik bunun yalnızca 54 milyar TL'si destek programı biçiminde küçük köylü ve üreticiye gidiyor; geri kalanının büyük ihracatçıya ve çok uluslu tarım şirketlerini desteklemeye dönük olduğunu biz bu bütçe kalemlerinde görüyoruz.

Tüm sosyal yardımlara ayrılan miktar 259 milyar TL. Evet aslında, ilk bakışta bu rakamın büyük bir meblağ olduğunu söyleyebiliriz ama bu büyük meblağ bize aynı zamanda başka bir şey de söylüyor. Ne söylüyor? Sosyal yardıma muhtaç olan yoksul sayısının ne kadar fazla olduğunu ve insanların sosyal yardımlardan geçinmek zorunda kaldığını da gösteriyor ama bu tabloyu AKP ne olarak sunuyor? Bundan gurur duymamız gereken, bununla mutlu olmamız gereken bir kalem olarak sunuyor açıkçası. Bu bile toplumun yoksulluğunun geldiği boyutu gösteriyor. Bütçe açığı dolaylı ve dolaysız vergilerle emekçilerden kapatılmaya çalışılırken bütçe açığından daha fazla bir miktar sermaye gruplarından alınmayan vergiler silinmekte, vergi indirimine gidilmekte, istisnalar sağlanmaktadır. Nitekim 2023 yılı için geçen yılın bütçesinde öngörülen vergi harcaması, muafiyet, istisna ve indirimler biçiminde alınmasından vazgeçilen vergi miktarı 385 milyar TL iken yeni bütçe kanun teklifinde bu rakam 994 milyar TL'ye yükseltilmiş. Bu vergiler yoksul halktan değil zenginlerden, sermaye gruplarından alınmış olsaydı, bu kadar büyük bir bütçe açığı verilmezdi. Zenginler, sermaye grupları vergilendirilmediği için bu kadar büyük bir bütçe açığı ve borçlanma meydana gelmektedir. Yıllardır aynı politika sürdürülür; yoksul halkın sırtına vergi bindirilir ama halk eşit, ücretsiz, erişilebilir ana dilde kamu hizmetinden tam olarak faydalandırılmaz. Zenginden vergi alınmaz, bütün kamu harcamaları onlara yapılır; tüm kamu ihaleleri, devlet garantili projeler zenginlere verilir, servetlerine servet katılır; zenginlere kamu kaynakları, ihaleler de yetmemiş olacak ki yirmi yıldır rant, kâr hırsı için doğa talan edilmekte. Yasalarda yapılan değişikliklerle ve yönetmeliklerdeki düzenlemelerle şirketlerin kent ve doğal hayatı üzerindeki etkileri arttırıldı. HES'lerle, termik santraller, mega projeler, maden ocakları...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz bitmek üzeredir. Son cümlelerinizi alalım.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bitiriyor Başkan.

...barajlar; kelimenin tam anlamıyla doğa katliamı yaşandı, yaşanmaya devam ediyor ama bu AKP'nin de son bütçesi olacak. Bizler halkın bütçesini, çözümün bütçesini hep birlikte yapacağız. Çözüm bütçemizi de Rıdvan Vekilimiz anlatacak.

Teşekkürler.