| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Yükseköğretim Kurulu c) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı ç) Yükseköğretim Kalite Kurulu d) Üniversiteler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 03 .11.2022 |
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.
Ben de herkesi saygıyla selamlıyorum.
Ya, aslında ülkemizde saygın bir meslek olan öğretmenliği bugün sizin yanlış politikalarınızdan kaynaklı bir sorun olarak, atanamayan öğretmenler sorunu olarak tartışıyoruz maalesef. Yani EĞİTİM-SEN'in verilerine göre formasyon alanlarla birlikte atama yapılmayan öğretmen sayısı 700 bine yakın. Her yıl ortalama 15-20 bin öğretmen atanıyor ama bu öğretmen açığı tabii ki kapatılmıyor. Bir de öğretmenler arasında bir hiyerarşi yaratılmaya çalışılıyor; işte ücretli öğretmenlik, vekil öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik ve kadrolu öğretmenlik. Bu son Öğretmenlik Meslek Kanunu'yla da birlikte uzman ve başöğretmen şeklinde bir hiyerarşik sıralama söz konusu. Şimdi, açıkça insan merak ediyor; aynı fakülteyi bitiren, aynı sınavlara giren öğretmenler arasında böyle bir ayrım yapma gereği neden duyuluyor? Neden eğitim mekanizması, eğitim sistemi illaki böyle hiyerarşik bir kurguyla ele alınıyor? Elbette ki bunun cevabı açık: Birçok insan aslında daha fazla ucuz iş gücü olarak çalıştırılmak isteniyor. Bu bağlamda, bu hiyerarşi aynı zamanda ücretle de ilgili bir durum.
Her seferinde 209 tane üniversite olduğu söyleniyor, iktidar bunu zaten çok büyük bir övünç kaynağı olarak anlatıyor. Ya, açılan bu üniversitelerin kaç tanesi bilimsel ve akademik üretkenlik bağlamında dünya sıralamasında? Onu bir kenara bırakıyorum, bu noktada da durumumuzun çok iyi olmadığını biliyorum ama yıllarca binbir zahmetle, çalınan sorulara, iptal edilen sınavlara rağmen öğrenciler mücadele ediyor, bir şekilde üniversiteye girmeyi başarıyor, başarıyor, sonra ne oluyor? Mezun olduktan sonra atanamıyor. Şimdi, bu öğretmenler kendi mesleğinin dışında her işi yapıyor. Neler yapıyorlar? Boyacılık yapıyorlar, işportacılık yapıyorlar, inşaat işçiliği yapıyorlar, kasiyerlik yapıyorlar. Hatta inşaat işçiliği yapan birçok öğretmen de inşaatlarda, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi maalesef.
Şimdi, ülkede en çok konuşulan ikinci dil, Kürtçe. Kürtçe de zaten seçmeli dil olmanın ötesine zaten hiç gidemedi, bu konuda da ciddi sorunlar var. Üniversitelerin farklı Kürdoloji bölümlerinden mezun olan öğretmenler var. Her yıl yüzde 100-120 arasında mezun veriyor, her yıl yapılan atama sayısı 3 veya 4, gerçekten trajikomik bir durum yani ya 3 kişiye ya 4 kişi atanıyor. Şu an 1.500 Kürdoloji bölümü mezunu öğretmen atama bekliyor. Cevap bölümünde buna dair bir açıklama yapmanızı istiyorum gerçekten. Hani, böyle bir düşünceniz var mı, bu dönem kaç kişi atanacak?
Şimdi, seçmeli Kürtçe derslerinde 2015-2016 eğitim ve öğretim döneminde 77.931 öğrenci tercihte bulunmuş, 2016'da bu sayı 57 bine düşmüş, 2020-2021 arası ise 26 bine düşmüş. Neden? Çünkü zaten kamusal hayatta bunu tercih ettiğinizde size bir alan açılmıyor, işte, bölüme gittiğinizde atamanız yapılmıyor. Ya, aslında fiilî olarak şunu söylüyorsunuz: "Tercih etmeyin, tercih ederseniz zaten işsiz kalacaksınız."
Birkaç gün önce bir haber gördüm, kamuoyuna da yansıdı. İsviçre'nin başkenti Bern'de belediye meclisi resmî bilgilendirmelerin Kürtçe de yapılmasına karar vermiş. Niye? Çünkü orada göçmen Kürtler olduğu için. Gerçi daha önce Japonya, Kürtçe kurs vermişti; ciddi bir rahatsızlık duyuldu. Neredeyse Japonya'ya bu kursun kapatılması için baskıda bulunuldu. Umarım İsviçre'de aynı durum yaşanmaz. Peki, bizden ne oldu? Biz de kayyumlar Kürtçe kreşleri kapattı, Kürtçe sahnelenen tiyatro oyunlarını yasakladı. Yine İstanbul Kürt Enstitüsü ve KÜRDİ-DER kapatıldı.
Sayın Bakan, cinsiyet eşitsizliği sıralamasında Türkiye 156 ülke içinde 133'üncü sırada görünüyor. Şimdi, bu görüntüde yani bu sıralamanın bu kadar gerilerde olmasında Millî Eğitim olarak sizin de payınız var. Aslında, şu an bu sıralara bakınca hiç şaşırmıyorum ve Millî Eğitim gibi önemli bir Bakanlıkta bile kadın temsil oranının, karar mekanizmalarında kadınların katılımının ne kadar az olduğu görülüyor. Dolayısıyla, sonucun böyle olması bizim açımızdan çok da şaşırtıcı değil. Niye sizin de sorumluluğunuz diyorum çünkü eğitim müfredatında hem cinsiyetçilik hem de ayrımcılık söz konusu. Buna yönelik de çok ciddi bir çalışma yapılmıyor. Çocuklar okula ayaklarını ilk attıklarında aslında bu cinsiyetçi kalıplarla, bu ayrımcı kalıplarla tanışıyorlar, böyle öğreniyorlar; sonra toplumsal yaşama dâhil olduklarında da bu kalıpları büyütüyorlar. İşte, bugün ülkemizde kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini konuşuyoruz. Bir nedeni de aslında bu eğitim sistemi ve eğitim müfredatı.
Çocuklara önerilen 100 temel kitap incelenmiş ve bu 100 temel kitapta aslında kadınlar açısından hem geleneksel rolleri ön plana çıkaran hem de cinsiyetçi söylemlerle dolu olduğu ifade edilmiş. Yine deyimler, örneklemler hep cinsiyetçilik ve ayrımcılık üzerine kurulu hatta öyle ki matematik kitaplarında bile bu ayrımcı ve cinsiyetçi ifadeler söz konusu. Zamanım bitmesin diye örnek vermiyorum ama isterseniz örnekleri size ulaştırabilirim.
Geçen sene miydi, tam tarihini hatırlamıyorum ama kamuoyuna da yansıdı. Erzurum Karayazı ilçemiz de şehrin girişine "Hoş Geldiniz" Kürtçe (...) tabelası asılmıştı. O tabela önünde fotoğraf çeken öğretmenler, sırf hani Kürtçe tabela olduğu için hakaretlerde bulunmuştu. Gerçi kamuoyunda epey bir eleştiri de aldı, bir soruşturma falan da başlatıldı ama mesele o değil yani mesele, bu gençlerin bir Kürtçe tabela gördüklerinde neden böyle bir refleks verdikleriyle ilgili. Bunun üzerine düşünmek lazım. Peki, niye böyle düşünüyorlar? Çünkü tarih kitabında hiç Kürtlerden söz edilmez, bir kere söz eder, o da "zararlı cemiyetler" kapsamında. Yani insanların Kürt'le ilk tanışması zararlı cemiyetler başlığı altında oluyor. Yine hiçbir zaman okulda çocuklara "Ali topu Berivan'a at." demez ya da "Atilla kalemi Aram'a ver." demez. Böyle bir gerçeklik yok, böyle ayrımcı... Aslında bu ülkenin çoğulcu yapısını, çok kültürlülüğünü içermeyen, bunu yok sayan tekçi bir anlayış var. İşte, bu tekçi anlayışta eğitim gören, bu tekçi anlayışla büyüyen, bunu bir millî ve yerlilik olarak algılayanlar işte, Kürtçeyle ilk karşılaştıklarında -ya da farklı bir inanç grubuyla ya da farklı bir etnik kimlikle- böyle bir refleks veriyor. Hani ben biraz bölgeden doğru bunları söyledim. Dolayısıyla, biraz bu mantalitenin değişmesi lazım; bu ayrımcı, bu cinsiyetçi, bu çok kültürlülüğe karşı tekçiliği dayatan eğitim sisteminin ve müfredatının değişmesi lazım.
Diğer bir konu da eğitimde fırsat eşitliğinden söz ettiniz, çabanızın bu yönde olduğunu ifade ettiniz ama hem bölgeler arasında hem de kız ve erkek çocukları arasında aslında bir eğitimde fırsat eşitliğinden söz etmek çok mümkün değil. Bakın, mesela -benim seçim bölgem Ağrı, ben Ağrı Milletvekiliyim- Ağrı'da her sene yayınlanıyor istatistikler, eğitimde de son sıralarda yer alıyoruz. Hani bu son sıralarda yer almamız Ağrı'daki gençlerin, öğrencilerin çok tembel olduğuyla elbette ki ilgili değil tam da eğitim sistemiyle ilgili. Şimdi, kırsaldan merkeze genelde taşımalı sistem kullanılır ama genelde eğitim öğretim dönemi açıldığında ya da başlarında bu servis meseleleri çözülmez, genelde öğrenciler okula geç başlar. Yine biz de kış koşulları çok sert, öğrenciler -çok zor koşullarda- ya yollarda kalır, yollar kapanır; bir gün gitmez, üç gün gider. Yine, sınıflar çok kalabalık. Çok yoksul bir kentiz, dolayısıyla eğitim ihtiyaçlarını giderme konusunda çok zorluk yaşıyorlar. A4 kağıdını bulmakta bile zorlanan, servis parasını ödenmekte zorlandığı için çocuklarını okuldan alan veliler tanıyorum. Bu dönem, şahsen benimle bu konuda iletişime gelen birçok veli oldu, sadece bu meseleden kaynaklı. Yine, sınıflar çok kalabalık. Bölgemiz hem sağlıkta hem eğitimde bir staj yeri gibi görülür; işte, öğretmenler ya da sağlık emekçileri gelir bir iki ay kalır ya da bir iki yıl kalır gider. Hani onlardan da kaynaklı değil, sorunu onlarla da tanımlamak istemiyorum çok çünkü koşullar ortada, imkânlar ortada. Siz orada kalma imkânlarını, olanaklarını yaratmazsanız tabii ki kimse kalmaz.
Kız çocukları açısından da bir veri paylaşmak istiyorum: İlkokul, ortaokul ve lisede toplam 17 milyon 270 bin öğrenci eğitim görüyor; bu öğrencilerin 8 milyon 953 bini erkek, 8 milyon 317 bini kız; erkek çocuklarının sayısı 636 bin daha fazla. Kız çocukların sayısı ilkokulda 160 bin, ortaokulda 101 bin, lisede ise 370 binden daha az. Durum bundan ibaret değil, MEB'in yine okullaşma istatistiklerine göre 900 bine yakın kız çocuğu eğitimden uzakta. Kız çocuklarının okullaşma oranının düşük olması ve eğitim basamağı yükseldikçe azalması demek, bu çocukların erken evlilik, ev içi şiddet, ev içi emekte kullanma, çocuk işçi olma gibi sorunlarla karşılaşması demek. Kız çocuklarının özellikle yoksullukla kesişen dezavantajlı olma durumu, kırılmayacak bir döngü içinde kaderine terk edilmeleri anlamına geliyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz geçmiştir. Son cümlenizi alayım.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - İşte, burada fırsat eşitliğinden nasıl söz edebiliriz?
Teşekkür ediyorum Başkan.