KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Değerli Bakan Yardımcıları, değerli bürokrat arkadaşlarım, basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok müktesebatım olmayan bir konuda konuşacağım, eğer bir yanlışım olursa da baştan herkesten affımı talep ediyorum. Efendim, bize söylenen, özellikle, diplomat arkadaşlarımızdan duyduğumuz şu: Bir ülkenin ezelî ve ebedî ne düşmanı var ne de dostu var, ülkelerin çıkarları var. Dolayısıyla ülkelere ve o ülkelerin yöneticilerine düşen görev, bunu akıllı, makul, mantıklı bir şekilde yönetmek ve yönlendirmek. Dolayısıyla gün gelir uzak mesafede durduğunuz bir ülkeyle tekrar içli dışlı olabilirsiniz; içli dışlı olduğunuz bir ülkeyle de aranız bozulabilir. Bunlar dış siyasete yani binlerce yıllık diplomasi tarihine, ülkelerin tarihine baktığımızda görülen olaylar. Ama burada yapılması gereken şey; bu konuda karar vericilerin uzun vadeli bir perspektiften olaya bakmaları ve bugün söylediği sözlerin ileride ne anlama geleceğini bilmesi, dolayısıyla dönüş yapmak istediğinde kolaylıkla dönüş yapabilmesini sağlaması lazım. Dolayısıyla keskin bir dil, işleri maalesef zora sokuyor.

Biz, özellikle, son on yıllık, on iki on üç yıllık diplomasimize, ülkemizin dış politikasına baktığımızda gerçekten çok büyük U dönüşleri oldu; bu U dönüşlerinin olması bence doğru. Mesela, Mavi Marmara'yla ilgili olaya baktığımızda ortada bir realite var, dolayısıyla bölgede bir ülke var, bununla diplomatik ilişki kurmak gerekiyorsa kurulur. Fakat o diplomatik ilişki tekrar kurulacağı zaman, öncesinde bu ilişkinin kesilmesine sebep olan olayın zamanında biraz ölçülü konuşmak, dikkatli konuşmak, makul ve mantıklı bir dil kullanmak gerekiyordu ama bu makul ve mantıklı dil kullanılmadı, şartlar değişti ve getirdi bizi bir köşeye sıkıştırdı, dolayısıyla da -tabiri caizse- özür dilerim ama tükürdüklerimizi yalamak zorunda kaldık ve dolayısıyla da bir U dönüşü yaptık.

Onun gibi, Birleşik Arap Emirlikleri'yle ilişkilerimiz böyle, Suudi Arabistan'da Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olaylar böyle. O nedenle, bize düşen görev; ülkenin çıkarının olduğunu düşüneceğiz, bizim ezelî ve ebedî düşmanımızın olmadığını bileceğiz, dolayısıyla da şuradan hareket edeceğiz: Evet, su uyuyor, düşman uyumuyor. Şimdi, bir şey uydurduk: Efendim "Dış güçler..." "Dış güçler..." Dış politikada ekonomi yönetiminde bu bir veri yani başkasının bizim ülkemizde bizim ekonomimizle ilgili, bizim toplumsal yaşantımızla ilgili kendi ülkesinin çıkarları olduğunu bilerek işlerimizi yapacağız. İşimizi düzgün yapmayıp başımız derde girdiğinde dönüp öz eleştiri yapıp "Ben şurada şu yanlışı yaptım, dolayısıyla şurada şunun için sıkıştım." deyip gerekeni yapmak yerine iç piyasaya, iç politikaya dönüp dış güçlerle bu işi halletmek, böyle bir söyleme yönelmek son derece yanlış. Dolayısıyla, şu andaki U dönüşlerimizin ana nedeni bence dış politikanın iç politika amacıyla kesif bir şekilde, "intensif "bir şekilde kullanılması. Daha birkaç gün önce örneğin, Yunanistan Başbakanı "Ben Tayyip Bey'in yerinde olsam aynı şeyi ben de yapardım. Ne yapardım? Efendim, enflasyonun konuşulmaması için dış politikayı öne çıkarırdım. Dolayısıyla da enflasyonun konuşulmasını, ekonomik sıkıntıların konuşulmasını istemem." dedi. Bizim Hollanda'yla yaşadığımız sıkıntının temelinde de aslında bu vardı. Her iki ülkede de seçim vardı, dolayısıyla orada diplomasinin makul, mantıklı, anlaşılabilir, rasyonel kuralları geçerli değildi; iç politikaya her iki ülke de mesaj vermek üzere bu yolları denediler ve dolayısıyla hepimiz buradan zarar gördük.

O nedenle, diplomat arkadaşlarımızın söylediği gibi, elbette meslek taassubu olmamalıdır, meslek taassubu kötüdür. Dolayısıyla, dışarıdan herhangi bir kuruma herhangi bir konuda yeni bir kan enjekte etmek gerekebilir. Dışarıda çok yetenekli olan, başka sahalarda kendisini geliştirmiş, ülkenin ihtiyacı olan, müktesebatı olan insanlar Dışişleri Bakanlığında görev alabilirler fakat bu, kural hâline getirilirse iş -dediğim gibi- kusura bakmayın ama zıvanasından çıkıyor. Çünkü keskin dil kullanmamak, bugün söylediğiniz sözün üç yıl, beş yıl sonra neye evrileceğini kestirebilmek bir eğitim meselesi, bir birikim meselesi. Diplomasi kitaplardan öğrenilmiyor. Ben Merkez Bankası Başkanlığını, merkez bankacılığını kitaptan öğrenmedim; uluslararası irtibatlarımdan, müzakerelerden, gittiğim geldiğim yerlerde, kurslarda öğrendim. İş, işin başında öğreniliyor.

Dolayısıyla, arkadaşlarımızın söylediği gibi, gereğinden fazla meslek memurunu alıp onların diplomat olarak yetiştirilmesi... Ben Türkçe konuşuyorum ama benim konuştuğum Türkçe diplomatik dil olmayabilirdi. Bu meslek memurunun oturması kalkması, yemesi içmesi, ayrıca dili de önemli. Dolayısıyla, bu işin başında öğreniliyor. O nedenle, Sayın Bakanım, bence bu konuyu göz ardı etmeyin, bu eleştirilere biraz prim verin lütfen. Biz mesela 2000'li yıllarda -2002, 2006, 2007, 2008'li yıllarda- yurt dışına gittiğimizde, Avrupa Birliğine gittiğimizde, OECD'ye gittiğimizde, Avrupa Merkez Bankasına gittiğimizde, G20'ye gittiğimizde bizim ülke olarak, bürokratlar olarak bir itibarımız vardı; bizi oturtacak yer bulamıyorlardı ve onlarla herhangi bir sorunda, bir konuda çözüm talep eden ülkelere bizi refere ediyorlardı "Gidin, bunlarla konuşun, onlar bu meseleyi şöyle çözdüler." diyorlardı.

Bugün geldiğimiz noktada, Sayın Bakanım, örneğin Uygurlarla ilgili olarak çok çekingen bir sunum yaptınız. Bunun sebebini de ben anlıyorum. Ne kadar güçlü ekonominiz varsa dış siyasetiniz de o kadar güçlü çünkü arkanızda güçlü bir ekonomi var. Şu anda ekonomi zayıf, rezerviniz yok; başkasının verdiği parayla, swap anlaşmalarıyla ekonomi yönetmeye, döviz piyasasını yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla, böyle keskin cümleler kurmanızı istemem elbette ama en azından orada olanı biteni makul ve mantıklı cümlelerle dünya kamuoyuna duyurmak için bile cesaretiniz yok çünkü muhtaçsınız. Bu ülke muhtaç, swaplara muhtacız. Bu son derece önemli bir konu.

Onun dışında, arkadaşlarım da söylediler, mesela Rusya'yla olan ilişkilerimizde Akkuyu Nükleer Santrali. Şimdi, orada bir Türk görevli dedi ki: "Burada öyle işler oluyor ki bize lazım olan x metrekareyken bunlar x+y metrekare yer aldılar ve burada radar kurmaya, vesaireye çalışıyorlar." Eğer böyle bir şey doğruysa o da işte ekonominin zayıf olmasından kaynaklanıyor. Biz bu tavizi niye veriyoruz?

O nedenle, yapılması gereken şey, ekonomiyi güçlendirmek, amaçlarımız ile o amaca bizi ulaştıracak olan araçların arasındaki tutarlılığı sağlamak. Maalesef şu anda Türk dış politikasının amaçları ile... Amaçlarında mutabıkım, bütün bölgede herkesle doğru ilişki kurmak; Türkiye'nin çıkarlarını her bölgede, her ülkede savunmak; ithalattan ihracata, görünmeyen kalemlere kadar döviz kazançları sağlamak; kültürel varlıklarımızı oralarda itibarlı kılmak, vesair bütün bunlar... Ama maalesef, onu yapabilmek için elimizdeki araçlar bu amaçlara uygun değil. Onun da nedeni, Türkiye'deki diplomasinin dili, daha doğrusu, şu andaki siyasilerin dili. Ben diplomat arkadaşlarımı, kariyerden yetişen arkadaşlarımı tenzih ediyorum. Bu dil böyle bir ilişkiyi sürdürmeye yeterli değil; onun için, Dışişleri Bakanlığında kariyer eğitimine önem verin bence. Dolayısıyla dışarıdan atamaları mümkün olduğu kadar kısıtlı tutmanızda bu ülkenin çıkarı var diye düşünüyorum.

Başarılar diliyorum, bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.