KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, öncelikle bu Ruanda'daki Parlamentolararası Birlik Toplantısı'nda 67 HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve HDP'ye kapatma davasına ilişkin bir tutum sergilendi biliyorsunuz Ravza Hanım, siz de oradaydınız. Dolayısıyla bunun üzerinden atlayarak yani o toplumun sizin bu politikalarınız konusundaki tutumunu ifade etmeyerek bence doğruyu tam anlamıyla ifade etmemiş oluyorsunuz.

RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Bunun cevabını orada verdim.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bir diğer mesele, az önce bir vekilimiz bu Afrin zeytinlerinden bahsetti. Şimdi, bu mesele öyle değil yani doğru değil o anlatılan. Ben, Tarım Bakanına geçtiğimiz bütçe dönemlerinde sorduğumda, Tarım Bakanı oradan belli bir miktar zeytinin ve zeytinyağının Türkiye'ye getirildiğini söyledi. Bunun üzerine Ticaret Bakanına sordum, dedim ki: Siz bu Afrin zeytinlerini, zeytinyağını buraya getiriyorsunuz; bu legal bir ticaret midir, bunun faturası, kaydı kuydu nerede var yoksa bu, açıkça bir el koyma mıdır, gasp mıdır? Cevap vermeyi uygun bulmadı. Türkiye Zeytin Üreticileri Birliği Başkanının o dönemde şöyle bir demeci var, diyor ki: Afrin'den getirmiş olduğunuz bu zeytin iki açıdan bizim zeytin sektörümüzü vuruyor: Birinci vurma sebebi, buradaki fiyatların düşmesine sebep oluyor. İkinci vurma sebebi ise dünyada bizim prestijimizi yani Türkiye zeytin ve zeytinyağının taşıması gereken prestiji yerle yeksan ediyor, Avrupa'da ve dünyanın kahir ekseriyetinde bunun bir çalıntı mal olduğuna ilişkin yaygın bir kanı var. Biliyorsunuz, İspanya ve İsviçre'de de daha sonra bunlar konu oldu. Dolayısıyla Afrin'in zeytin ve zeytinyağı meselesi, aslında, bir grup çetecinin elinde kalmış bir meseledir yani oradaki "Özgür Suriye Ordusu" adıyla alanda bulunan kesimin oradaki halkın makinelerini yağmaladığı, çok sayıda zeytin ağacını kestiği... Bunların bizde bilgileri var yani bunları istiyorsa Bakanlık. Gerçi Bakanlığın da bu konuda bilgisi vardır, olmaması mümkün değil. Dolayısıyla şunu da sormak gerekiyor herhâlde: "Afrin'deki zeytini alıp da Suriye halklarına verdik." diyen hangi hukukla bunu yapıyor? Yani bunun uluslararası siyasetteki hukuki karşılığı ve anlamı nedir? Bunu anlamak mümkün değil. Orada, ne yazık ki insanlara yönelik yaralamalardan, öldürmelerden tutun, cinayetlerden tutun tecavüzlere kadar oradaki çeteci gruplar tarafından muazzam bir insan hakları ve "savaş suçları" kategorisinde ifade edilebilecek eylemlerin, fiillerin yapıldığını hepimiz biliyoruz. O nedenle, bu zeytin meselesi netameli bir mesele, sadece zeytin meselesi değil.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan; dünyanın dış politika alanındaki herhâlde en palavra lafı, dış politikanın siyasetin üstünde olduğu lafıdır. 1648 Vestfalya'dan bu yana dünyada siyaseti domine eden yapılar ulus devletler oldular ve ulus devletler birbirleriyle belli hukuki antantlar kurdular ama o zamandan beri, aslında zahirî olana belki de aykırı bir biçimde, bu ulus devletlerin siyasetleri o ulusların ortak çıkarına göre falan şekillenmedi; bu, hep egemenler tarafından anlatılagelen bir şeydi. Oysa ne öncesindeki Otuz Yıl Savaşlarındaki durum ulus devletlerin çıkarıydı, oradaki halkın çıkarıydı -tam tersine, bir avuç azınlığın çıkarına milyonlarca insan telef edildi- ne de Vestfalya Anlaşması'ndan sonraki dönemde bu savaşlar, dış politika denen şey siyasetin üstünde oldu; böyle bir gerçeklik yok. O nedenle, bu Parlamentoda kimse kimseyi kandırmasın, bunlar boş laflar yani ne bizim açımızdan ne siyaset açısından bir karşılığı yok. Peki, nedir devletlerin dış politikalarını belirleyen şeyler?

Arkadaşlar, toplumlar mebzul miktarda insanın bir araya gelmesinden oluşmaz; toplumları oluşturan şey, aslında ortak gelir, ortak üretim, ortak geçim biçimlerine sahip olan insanlardır yani sınıflardır. Dolayısıyla şöyle bir soru sorarak biraz daha derinleştirmek mümkündür: Aryan halkının üstün çıkarları için Hitler, önce Batı'ya, sonra Doğu'ya, Sovyetler Birliğine saldırdı ve bunu yaparken her zaman dedi ki: "Ulusal çıkarlarımız gereği biz bunu yapmalıyız." Çünkü Alman halkının Birinci Dünya Savaşı'ndan kaynaklı aşağılanmışlığını ortadan kaldırmanın tek yolu ve yöntemi Aryan halkının ayağa kalkmasıdır. Bu uğurda dünyada 60 milyon insan öldü, bunun 20 milyonundan fazlası sadece Sovyetler Birliği vatandaşıdır. Şimdi, acaba Hitler o çıkarı mı temsil ediyordu, yoksa Krupp'un, Thyssen'in, ABD finansörlerinin ve uluslararası sermayenin çıkarını mı temsil ediyordu? O nedenle, şimdi siz bize anlatıyorsunuz ya "Bunlar bizim ulusal çıkarımız." diye; hiç kusura bakmayın, bunlar bizim ulusal çıkarımız falan değil, bunlar sizin temsil ettiğiniz sınıfın çıkarları. Suriye'deki tutum alışınız, Ermenistan'daki tutum alışınız, Yunanistan'la ilişkileriniz, Akdeniz'deki, Orta Doğu'daki bütün siyasal tutum alışınızın geri planında kristalize olan böyle bir şey var. Dolayısıyla "Bu, siyasetin üstündedir." diye siyasal bir kategori olarak bunu adlandırmayıp bir tür tartışmanın ve eleştirinin dışında tutma ameliyesi doğru değildir, gerçekçi değildir.

Ya, şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bugün, 13 HDP'li vekil için 18'inci maddeden hak ihlali kararı verdi; yenilir yutulur gibi değil, bak, 18'inci maddeden, en ağır madde. Şimdi, bu, bu memleketin ulusal çıkarı falan değil; bu, sizin iktidarda kalma can havlinizin yaratmış olduğu şeydir; bunu kabul etmeyeceksiniz tabii ki daha önce Demirtaş ve Kavala kararında olduğu gibi.

Mesela, Mahsa Amini İran'daki protestolarında uluslararası çevreler 300'den fazla insanın hayatını kaybettiğini söylüyordu dün, bugün ne oldu bilmiyoruz. Mesela İran'a ilişkin sizin tutumunuz hangi ulusal çıkarın karşılığıdır? Böyle bir şey var mıdır?

Yine, Rusya'yla kurulan ilişkiler esasen anti Kürt bir koalisyonun bir köşesi değil midir? Bir eksen kaymasından falan bahsediyor değilim, burada ciddi bir biçimde aslında bir devletin devlet olmaktan kaynaklı egemenlik işaretlerinin, vasıtalarının terkinden bahsediyorum.

Salih Müslim -YPG'nin lideri- Türkiye'de önüne kırmızı halı serilerek karşılandı, şimdi terörist ilan edildi. Birinci mi ulusal çıkardı, ikinci mi ulusal çıkar? Heyet Tahrir el-Şam'a ilişkin -El Nusra Cephesi'yken henüz onlar- terör örgütü olması konusunda Erdoğan'ın ne kadar rahatsız olduğunu hatırlayacaksınız, hazmedemedi bunu; şimdi HTŞ. Dünkü tutum muydu Türkiye halklarının ulusal çıkarlarının devamı, bugünkü tutum mu?

Bence, dış politikada şirazesinden kaymış bu işi toparlamak gerekiyorsa, bu eksen kaymasını bir eksene oturtmak gerekiyorsa Türkiye dış politikasının en temel konularından bir tanesi olan hem Suriye Kürtleri hem güney Kürdistan Kürtlerini bir düşman olarak görme anlayışından ve siyasetinden uzak durmak gerekir, onlar bizim vatandaşlarımızın kardeşleri. Ben Kürt değilim, ben Türkmen'im ama şunu çok yakından görüyorum: Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, iç politikada ya da dış politikada, bu ülkedeki bütün dinamikleri son derece olumsuz biçimde etkileyen bir sosyal, siyasal ve iktisadi faktör. Dolayısıyla burada bir tashihe ihtiyaç var yani nasıl YPG'nin ilk dönemlerinde bir diyalog kapısı zorlandıysa, bir diyalog kapısı açılmaya çalışıldıysa, sonra çeşitli saiklerle bu iş, Türkiye'deki çözüm sürecinin bitmesine paralel bir biçimde ortadan kaldırıldıysa bu sürecin başa sarılmasında fayda var. Aslında başa sarılmasında fayda olan şey, Türkiye'nin artık bir stratejik çukur hâline dönüşmüş olan Suriye ve Orta Doğu politikası.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu değil. Altı yüz yıl öncenin projeksiyonlarıyla, yüzlerce yıl öncesinin projeksiyonlarıyla Orta Doğu'ya bakmak, Arap'ı aşiret, Kürt'ü kabile görmek ve Türkiye'yi bir Osmanlı gibi tahayyül ederek bir dış politika kurmanın karşılığı artık kalmadı. Türkiye kendi bölgesinde ancak ve ancak demokrasi, insan hakları, barış ve kardeşlik ekseninde yeni bir kuruluşa yönelirse Türkiye'nin kıymeti artacaktır, yoksa bu yapılan şey savaşçılık, savaş tüccarlığı ve kan üzerine siyasetten ne yazık ki başka bir şey değildir.

Teşekkürler.