KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben biraz Marmara Denizi'ni konuşmak istiyorum ama öncesinde şu çöp ithalatıyla ilgili bir şey söyleyeyim bölgenin milletvekili olmam hasebiyle. Şimdi, geçen gün, Ticaret Bakanı "Çöp değil, hammadde ithal ediyoruz; onları biz çöp olarak görmüyoruz." dedi. Öyle de telakki edebilirsiniz ama Çukurova'ya geldikten sonra bunların bir kısmı işleme tabi tutuluyor ama fabrikaların işine gelmeyen, kullanamayacağı kısımda olanların ise başına 3 şey geliyor; ya toprağa gömülüyor ya su kenarlarına konuluyor ya da yakılıyor. Her 3 durumda da toksik ve kanserojen maddelerin konsantrasyonu ekolojik sistemi ve insanları tehdit edecek hâle geliyor yani sizin hangi niyetle ithal ettiğinizden bağımsız, o Çukurova topraklarında çöp vasıtası görüyor.

Şimdi Marmara üzerine biraz konuşalım. Karekin Deveciyan'ın 1915 yılında -biliyorsunuz, Osmanlı Ermenisiydi- İstanbul ve balıkları konulu kitabında İstanbul için 124 ticari balık türünden bahseder. Kitabın hemen arkasında da 40 bin ton orkinos, 80 bin ton kılıç balığı, 2,5 milyon ton uskumrudan bahseder. Şimdi, o günden bugüne kadar gelen zaman dilimi içerisinde deniz ciddi bir problemle malul fakat bu probleme ilişkin geçtiğimiz dönemde kurmuş olduğumuz Müsilaj Komisyonunun çıkardığı rapor derde derman olan nitelikte bir rapor olmadı; ben bu Komisyon içerisinde yer alıyordum. Marmara Denizi'ni de iyi bildiğimi düşünüyorum; hem dalgıç olmam hasebiyle hem kaptan olmam hasebiyle çok fazla yerinde dalış yaptım ve niteliğini iyi bildiğimi düşünüyorum Marmara Denizi'nin.

Şimdi Marmara'ya ilişkin bir eylem planı hazırlandı, herkes biliyor bunu fakat o zamandan bu zamana kadar Marmara'da su kalitesinin artmasına dönük olarak herhangi bir pozitif adım atılamadı.

Sayın Bakan, siz biliyorsunuzdur, Deşarj Yönetmeliği var, Deşarj Yönetmeliği'ne göre, üst su katmanında -Marmara Denizi'nin 2 katmanlı olduğu düşünülürse- desilitrede 6 miligramdan daha az oksijenin olması kabul edilemez. Alt su katmanında 25 metre ve aşağısındaysa bu 5,5 miligram/desilitredir yani eğer çözünmüş oksijen miktarı bu değerlerin altına düşüyorsa iki şey olur; bunlardan bir tanesi, attığınız atıkların oksidasyonu mümkün olmaz. İkincisi, kalan oksijen oksidasyona sebep olacağından dolayı ortamdaki oksijenin daha da azalmasına ve canlı hayatının riske girmesine sebep olur. Bu sebeple, Komisyonda da ifade etmiştim, burada ifade edeyim: Şu anda Çevre Bakanlığı yönetmeliklere aykırı bir tutum içerisinde. Yönetmeliklere göre, şu anda Marmara Denizi'nde hiçbir biçimde derin deşarj yapılamaz. Yapılamıyor mu? Şimdi İstanbul'dan başlayalım, İstanbul'un derin deşarjından başlayalım: 89'da Güney Marmara kolektörlerinin açılmasıyla beraber zaten büyük bir balık ölümü meydana gelmişti. Dalan'la başlayan Sözen'le devam eden, daha sonrasında sizlerin iktidarıyla süren bir derin deşarj serüveni hâlâ devam ediyor fakat sizin bu işi şahikasına çıkarttığınız nokta Ergene derin deşarjı oldu. Ben bir grup oşinografla beraber çalışıyorum, biz Ergene deşarjının çevresinden su numuneleri aldık ve bunları analiz ettik. O zaman Komisyona da söyledim: Bizim bu analizlerimize inanmıyorsanız, gelin beraber gidelim, siz de bakın; buradaki ağır metal konsantrasyonlarına bakın. Olması gereken konsantrasyonun üstünde 10 binlerce kat kadmiyumdur, nikeldir, civadır, kurşundur, vesair daha fazla konsantrasyonda ağır metaller söz konusudur ve hâlâ o zamandan bu zamana kadar bu deşarj devam ediyor. Daha önce siz şöyle söylemiştiniz: "Biz 7/24 takip ediyoruz ve bunlara sürekli çok noktadan analizler yapıyoruz ve bunları paylaşıyoruz, paylaşacağız." demiştiniz ama o zamandan bu zamana biz sizin numunelerinizin sonucunu bir türlü alamadık. Şimdi, Ergene derin deşarjı Marmara Denizi'nin beynine sıkılan kurşundur. Bütün İstanbul derin deşarjlarını da bunun içerisine katıyorum ama takdir edersiniz ki "mix" kirleticilerin yani birden çok sanayinin kirlettiği kirleticiler evsel atıklara göre, yani İstanbul'un derin deşarjına göre çok daha potenttir, çok daha ciddi risk barındırır. İki taraf da devam ediyor ve siz buna ilişkin herhangi bir şey yapmıyorsunuz. Peki ne oluyor günün sonunda? Daha önce de söyledim, tekrar söylemek istiyorum: Balıklarda enfeksiyon var, bu balıkların gonadlarının gelişmesi mümkün olmuyor, karaciğerlerinde nekroz var. Bizim tespit ettiğimize göre vibrio ailesinden bir bakteri balıkları enfekte ediyor. Bu yalnızca Marmara balıkları için değil, çok sayıda farklı balıkları yakalayarak bu sonuca vardık biz. Aynı zamanda Kuzey Ege'de balık avlıyorum mesela, Kuzey Ege'de de benzer durum ortaya çıkmış durumda yani kirlilik engellenmediği için balıklardaki bu pandemi, bir tür balık pandemisi balık piştiğinden dolayı henüz insan sağlığını tehdit etmiyor olsa da bunun yarın ne olacağı belli değil. Peki, niye böyle oluyor? İşte "Küresel ısınma." dendi "İklim krizi." dendi; yok "Marmara göl gibi davranıyormuş." bilmem neymiş; yahu arkadaşlar, Marmara'yı insan kirletti. İnsan derken de kapitalist insan, kâr derdinde olan, fabrikaların sahipleri, bunlar kirlettiler. Yoksa şunun izahı var mı: "Küresel ısınma, iklim krizi sebebiyle Karadeniz 1,5 derece ısındı, Marmara 2,5 derece ısındı." Marmara'nın 2,5 derece ısınmasının tek bir sebebi var, o sebep de Marmara'nın planlı, programlı, taammüden kirletiliyor olması.

Ben kendi dalışlarımda çektiğim kayıtlarda da şunu görüyorum: Yani kirliliğe çok dirençli bazı türler var, işte vatozlar bilmem neler; bunlar iyi kötü yaşıyorlar ama onun dışında Marmara'nın kendine has, yerli balıkları diyebileceğimiz balıkların çok önemlice bir kısmı yok. Denecektir ki: "Ya, sen felaket tellallığı yapıyorsun, bak palamut ne kadar çoktu, lüfer de geldi arkasından." Böyle değil arkadaşlar, bakın, hamsi yoktu. Palamut ve lüfer zaten Marmara'yı transit geçiş yolu olarak kullanan balıklardır. Bunlar Karadeniz kökenlidir ve ondan sonra başka yerlere doğru giderler. Dolayısıyla bu göçmen balıkların giriş hattında olması başka bir şeydir ama Marmara'ya özgü yani Karekin Deveciyan'ın 124 dört tane tarif ettiği balıkların tür sayısı ne yazık ki 6-7'den daha fazla değildir, bunu Çevre Bakanlığının da biliyor olması lazım. Hani "Türk gibi başlamak." diye bir şey vardır ya; Türk gibi başladı Komisyon, gelindi, raporlar sunuldu, tartışmalar oldu falan filan ama günün sonunda çıkan ve çok yanlış bir rapor olduğunu düşündüğüm o raporla birlikte tamamen sönümlendi. Ne zamana kadar biliyor musunuz? Bir dahaki müsilaj ya da müsilaj türü bir kirlilik belirtisi ortaya çıkana kadar. O zaman diyeceğiz ki: "Vay anam, bu denizde sorun varmış." Tekrar komisyonlar kurulacak, tekrar şeyler yapılacak. Arkadaşlar, bir şey yapıyorsak, bunun mantıki sonuçlarını da değerlendirmek gerekir. Bakın, "Müsilajla mücadele ettik." diyorsunuz; şimdi müsilajla mücadele ediyorsanız, mesela Çanakkale-Balıkesir Bütünleşik Sahil Yolu'nu niye yapıyorsunuz? Sahilleri yok ederseniz müsilajla başa çıkamazsınız. Ergene derin deşarjına niye devam ediyorsunuz? Marmara Adası'nda ki "ÇED Gerekli" raporu olmadan yapılan taş ocakçılığına niye izin veriyorsunuz? Mesela, Küçükçekmece lagününü yok edip oradan bir Kanal İstanbul açma projesini niye sürdürüyorsunuz?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bunları yaptığınız koşullarda Marmara'yı temizleyebilmek -Marmara'nın eski hâline dönmesi zaten mümkün değil de- en azından kendisini toparlayabilmesi mümkün değil. İnşaatçı eksenli bir Çevre Bakanlığı ve çevre politikasına sahip olduğunuzda Marmara'yı kaybedersiniz, zaten Marmara'yı kaybediyorsunuz. Bunun için de ileriye doğru atılan hiçbir adım yok çünkü siz bizleri dinlemiyorsunuz. Siz kendi bildiğiniz ve bir kısım insan tarafından bir istikamettesiniz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım lütfen.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Son cümlemi söylüyorum.

Bu istikametin Marmara'ya zerre kadar faydası ne yazık ki olmayacaktır. İvedilikle Marmara'nın gerçek bir koruma alanı -Erdoğan'ın yönetmelikle çıkardığı kararnamede olduğu gibi değil- hâline getirilmesi lazım.