KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Şimdi "Yandık, bittik." falan deniyor da yani fiilen memleketin yanması falan gerekmiyor. Eğer toplumu farklı gelir gruplarından oluşmuş bir bütün olarak değerlendirirseniz yani benim terminolojimle sınıflar farkının olduğunu ön kabul olarak alırsanız, burada gerçekten yanan biten birileri var, ihya olan birileri de var. Dolayısıyla, buna nereden baktığınızla alakalı yani yukarıdan bakıyorsanız, gerçekten yanan biten bir şey yok. Dolar 11'e düştü, oradan 18'e geri çıktı; niye düşürüldü, niye çıktı, ayrı tartışma konusudur da yani o kadar kamu kaynağı nasıl harcandı, bu ayrı bir tartışma konusu ama nihayetinde bir meseleye nereden baktığınızla alakalı bir durum var. Bu, tabii bu hadisenin bilinemez olduğu anlamına gelmiyor yani yarısı dolu bardağın, yarısı boştur bir taraftan bakıldığında; bu, öyle bir mesele değil. Bu, tam tersine farklı gelir gruplarına ait olan kesimlerin bu uygulamalardan ne türden sonuçlar elde ettikleri, hayat kalitelerini ya da kalitesizlikleri ne düzeyde artırdığıyla ilişkili bir meseledir.

Oradan bakarak devam edelim o zaman, daha önce söylemiştim. Sayın Bakan, biz geçtiğimiz haftalarda, daha henüz Plan ve Bütçe başlamamışken İstanbul'un bazı semtlerinde, Güngören, Bağcılar, Esenler gibi semtlerinde yani gelir skalasında en altta olan insanlarla -ki bunlar çalışıyorlar aynı zamanda- onlarla bir araya geldik, bazı atölyeleri ziyaret ettik -tekstil atölyelerini ya da başka atölyeleri- ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama insanlar arasında, vatandaşlar arasında şöyle bir şey var: Akşam saatinde hangi semtin pazarına gidilirse daha fazla sebze toplanılabilir atıklardan. Zannediyorum daha önce duymamıştınız böyle bir şeyi, ben de duyduğumda gerçekten çok utandım bundan. Ama ne yazık ki insanlar sekiz-beş çalıştıkları işten çıkınca akşam saatinde -ki hangisinin daha fazla atık sebze, meyve verdiğini bildiklerinden dolayı- birtakım pazarlara gidip oradan sebze meyve topluyorlar, oradan biçin.

Şimdi, dolayısıyla, birileri yanmış, hani kimi der ya: "Cennet de ve cehennem de bu dünyadadır." diye; birbirleri için cennet olan bu dünya, birileri için de cehennem. Peki, bu bir kader mi? Bu, bir kader değil, bu, bir tercih; bu, sizin tercihiniz. Kapitalist devletlerin genellikle bütün mekanizmaları şunun üzerinedir: Bir tür baskı ve tahakküm aygıtıdır devletler, öyle herkesin devleti falan diye bir şey de yoktur. Baskı ve tahakküm aygıtı sadece fiilî, siyasi baskı açısından değil, aynı zamanda bir ekonomik baskı aracıdır, bir toplumsal ve siyasal baskı aracıdır. Bu sebeple, devletler ekonomik fonksiyonlarını yerine getirirken bir tür parayı, serveti yeniden dağıtma aygıtı olarak çalışırlar. Böyle çalışırlarken de mütemadiyen alt sınıflardan, yoksullardan üst sınıflara doğru gelir transfer ederler. Bu yalnızca sizin kabahatiniz değil, sizin ait olduğunuz sınıfın kabahati Sayın Nebati. Dünyanın bütün demokratik devletleri de böyledir, bizim gibi demokrasiyle arası bozuk olan devletlerde de böyledir. Nihayetinde işçiler, "işçiler" derken içine memurları da katıyorum, yoksullar büyük bir değer yaratırlar. Bu yaratılan değer içerisinden sanayi kârı çıkar, ticari kâr çıkar, finansal kâr çıkar yani bu artı değer sömürüsüdür her şey yani aslında canlı insanın emek gücüdür bütün bu kaynakların ve değerlerin sebebi. Şimdi meseleye buradan bakınca şu oturduğumuz salon, üzerine bastığımız parkeler, konuştuğumuz mikrofon, kameralar, onlar bunlar, bunların hepsi emekçilerin yarattığı şeylerdir. Öyledir ama günün sonunda nedir? Bizim memleketimizde gayrisafi millî hasıladan emekçilerin aldığı pay yüzde 30 küsurlardan yüzde 25'lere, eğer niceliksel artışı da dikkate alırsanız yüzde 18'lere kadar bir düşüş seyri izliyor ama sermayenin buradan aldığı pay giderek artma eğiliminde. Özellikle bu bütçeden ve sizin Bakanlığınızın icraatlarından da anlaşıldığı üzere yoksulların ve emekçilerin daha fazla sömürüldüğü, iktidara yakın bir kısım sermaye kesimininse daha fazla zenginleşeceği bir siyasi ortamı "Türkiye ekonomi modeli" adı altında piyasaya sürdünüz.

Değerli arkadaşlar, ne bu Türkiye ekonomi modeli? Vallahi, ben olsam artık savunamam yani çöktüğü çok belli. Bu kadar devasa ancak 28 milyar dolar gibi kaynağı belirsiz bir fon bulmak suretiyle finanse edilen bir cari açıkla -Türk lirasının değerinin gittikçe düştüğü, bununla birlikte varsayılan ihracatın ciddi biçimde artması- böyle bir durumla karşı karşıya vatandaş.

Sayın Başkan, siz bana beş dakika süre mi verdiniz?

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - On dakika.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Ne kadar çabuk bitti zaman.

İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 88'lerden yüzde 70'lere kadar düşmüş, enflasyonu konuşmaya gerek yok. Size özellikle sormak istediğim... Acayip bir şey var, para ve maliye politikalarında şöyle bir grafik var: Bu grafikte G20 ülkeleri içerisinde hem parasal genişleme hem mali genişleme konusunda Türkiye'den başka bir ülke daha yok, o kadar kendine özgü bir iş yapıyoruz yani. Bu bütçede 4,5 trilyon lira gider; 3,8 trilyon lira gelir var; 659 milyarlık öngörülen bir bütçe açığı var ki bu, önümüzdeki dönemde yoksullara dönük bir enflasyon faktörü olarak geri gelecek. Şimdi, bu enflasyonla mücadele etmemek gibi bir tutumunuz var. Zannediyorsunuz ki enflasyon bir biçimiyle çözümlenecek. Özellikle baz etkisiyle giderek düşmeye başlayacağı öngörülürse enflasyonun zaman içerisinde sorun olmaktan çıkacağını düşünüyorsunuz fakat enflasyon, artık bir enflasyon vergisi hâline dönüşmüş, son derece adaletsiz bir vergi dilimi hâline gelmiş ve işin daha kötüsü, alt sınıflardan üst sınıflara varlığın hortumlanmasının bir yöntemi hâline gelmiş bir enflasyon olgusuyla karşı karşıyayız. Bütün bunların üzerine bir de tabii, kur korumalı mevduat heyulasıyla karşı karşıyayız.

Ya, şimdi, burada birtakım sorular var. Örneğin, ihracata dayalı bir kalkınma olacağını var sayıyorsunuz; evet, daha önce yapıldı, 80'lerle birlikte ihracat temelli bir kalkınma perspektifi oluştu ama şu anda dünyadaki rüzgârlar böyle değil yani kriz sebebiyle, Covid sebebiyle, savaş sebebiyle bu rüzgârlar tamamen geriye dönmüş durumda. Cari açığın sürekli artmaya başladığından, emeğin gayrisafi millî hasıladan aldığı payın giderek azalmakta olduğundan bahsettik. Diyorsunuz ki: "İstihdam ciddi arttı, yüzde 47,6'lara ulaştı." Ya, var ya bu, sefalet rakamı. Avrupa'da yüzde 70'lerde olan istihdam rakamını siz daha yüzde 50'ye çıkaramamışsınız, ondan sonra gelip diyorsunuz ki: "Bizde istihdam böyle arttı."

Turizm paralarından, turizm gelirlerinden bahsediyorsunuz; doğru, turizm gelirleri arttı ama bu gelirler artarken bu uygulamış olduğunuz enflasyonist politikalar sebebiyle memlekette vatandaş tatil yapamaz hâle geldi. Yazmışsınız, diyorsunuz ki: "114,2 milyar dolar seviyesine ulaşmış brüt rezervler var." Oysaki biz çok iyi biliyoruz ki eksi 60 milyarlar dolayına düşmüş bir rezerv erimesi söz konusu. KKM'yle sermayeye, zenginlere doğru olağanüstü derecede bir servet transferi devam ediyor.

Günün sonunda şu: Yani siz oturduğunuz yerde ve gördüğünüz perspektifte işlerin yolunda gittiğini düşünüyor olabilirsiniz ama halkın çok büyük bir kısmı ciddi bir yoksullukla karşı karşıya, çocuklar aç, insanlar yarım yamalak yaşıyor ve bunun tek bir müsebbibi varsa Erdoğan'ın ekonomi politikası ve sizin de devam ettirdiğiniz, devam ettirme inadında olduğunuz iktisadi gidişattır.