KOMİSYON KONUŞMASI

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.

Ben de herkesi saygıyla selamlıyorum, başarılar diliyorum.

Evet, Adalet Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Maalesef, ülkemizde aslında hiçbir dönem yargı tam olarak bağımsız olmadı, her dönem muhalifleri susturmanın aracı hâline getirildi ama yargı hiçbir dönemde bu kadar iktidarın sopası hâline de gelmedi maalesef. Daha önce yargı içine yerleşen cemaat üyeleri, evet, yargıyı yozlaştırdılar, kumpaslar kurdular, yalancı tanıklar icat ettiler, ortam dinlemelerine dair "tape"leri değiştirdiler, binlerce insanın suçsuz yere yıllarca cezaevinde tutulmasına neden oldular ama 2016'dan sonra tablo değişti mi? Bizler açısından aslında tablo hiç de değişmedi hatta o dönemleri aratan uygulamalarla karşı karşıyayız. O dönemin cemaatçileri hani bir şey yaparken kılıfına uyduruyorlardı ama bu dönem hâkim ve savcılar aslında kılıfına bile uydurma gereği duymuyorlar. Bakın, yasaları ihlal ediyorlar, masumiyet karinesini yok sayıyorlar, insanlar bundan kaynaklı linç ediliyor, insanlar tutuklanacağını yandaş basından öğreniyor. Bunun birçok örneğini biz yaşadık; Kobani kumpas davasında, Osman Kavala davasında, yine, Gezi davalarında ki en sonunda Şebnem Korur Fincancı davasında da biz Şebnem hocanın nasıl linç edildiğini, ev aramalarının bile televizyonlarda manipüle edilerek canlı yayınlar şeklinde sunulduğunu biliyoruz.

Yine, özellikle AKP'li siyasetçiler eğer birilerini hedef gösteriyorsa biz bir bakıyoruz ki hemen savcılar harekete geçmiş ama söz konusu yandaşlar ya da AKP içerisindeki siyasetçiler olunca bir türlü savcıların harekete geçmediğini biliyoruz ki bunun somut örneği, Sedat Peker'in ifşalarında görüldü, ya, rüşvetlerden söz etti, yolsuzluktan söz etti, yer bildirdi, isim bildirdi ama bir baktığımızda neredeyse insanlar sosyal medya üzerinden soruşturma açacak, bu konuyla ilgili bir savcı arayışına girdi ama yine, mevcut yargıdan bir ses çıkmadı. Yine, arkadaşlarım da sabah söz etti, Şenyaşar ailesi... Hani, orada yaşanan katliama dair sözü edilen bir AKP milletvekili vardı ama ona yönelik de herhangi bir soruşturma ya da bir fezleke düzenlenmedi. Yani bu kadar çok örnek varken son olarak şunu söyleyeyim: Çorlu tren kazasında yakınlarının akıbetini arayan, adalet arayan aileler yargılanır duruma geldi. Şimdi, tam da bu uygulamalardan kaynaklı, evet, yargıya, adalete güven yok. Hani bunun istatistiki rakamlarını paylaştığınızda sabah AKP'li hatip hanım "Bunları nereden biliyorsunuz?" işte "Bu veriler nasıl elde ediliyor?" gibi hani verileri toplamamıza gerek yok, yaşadıklarımız bunun zaten somut örnekleri. Yani bakın, dün IMF bir rapor açıkladı, 19.850 tane dosyayla Türkiye 1'inci sıradaymış.

Diğer bir meseleyse, yine, bu cemaatin kumpas davalarının, o mantığın aslında sürdürüldüğünün bir örneği de Kobani kumpas davası. Bakın, bu kumpas davası nasıl açıldı? 2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı meydanlarda 6-8 Ekim olaylarını gündeme getirdi ve bunun üzerinden bir algı oluşturdu, partimiz hedef gösterildi ve hemen düğmeye basıldı; dosyanın savcısı değiştirildi, yerine Ahmet Altun getirildi, dosyaya yeni bir belge, bilgi girmemesine rağmen soruşturmanın hiçbir aşamasında adı geçmeyen siyasetçilerin isimlerini gönderdi yerel birimlere, bunlarla ilgili bilgi, belge istedi. 3.530 sayfalık iddianame ve 324 klasör eklerini bir haftada mevcut mahkeme inceledi, gözlemledi ve yerinde buldu; davayı kabul etti ve sonra Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılama başladı. Dosyanın savcısı Altun, dört yıldır açık yürütülen dosyaya aniden gizlilik kararı getirdi. Tüm uğraşlarına rağmen siyasi faaliyetlerinin dışında bir delil bulamadı, bu sefer yine daha önceki kumpas davalarında gördüğümüz tanıklar arayışına girdi ve daha önce mahkeme salonunda gizli olan tanıklar açık oldu, açık tanıklar gizli oldu. Söyledikleri, ifade ettikleri her şeyin yalan olduğu, iftira olduğu açığa çıktı ama bir şekilde dosya ısrarla bu hukuk garabetine rağmen sürdürülmeye devam ediyor.

Yine, Kobani kumpas davasının iddianamesini hazırlayan ilk heyetin içerisinde bulunan Bahtiyar Çolak ve Savcı Hidayet Kaya "Atadedeler" denilen bir tane suç örgütüne üye olmaktan kaynaklı gözaltına alındı, yargılandı hatta bir dönem ev hapsinde kaldı. Şimdi, bu bir çeteye üye olduğu iddiasıyla gözaltına alınan bir hâkimin verdiği kararları siz tarafsız buluyor musunuz, adil buluyor musunuz? Yani buna inanmamızı bekliyor musunuz? Gerçekten bu konuyu da merak ediyoruz. Ama biz şunu söyleyelim: Kobani kumpas davası siyasi saiklerle partimize yönelik bir kumpas davasıdır ve aslında partimizin kapatılmasına zemin hâline getiriliyor. Bunun birçok örneği var, zamanım olmadığı için tekrar etmeyeceğim.

Yine, cezaevlerine ilişkin -arkadaşlarım söz etti- çok ciddi hak ihlalleri yaşanıyor Sayın Bakan. Evet, 1980'de Diyarbakır, Mamak, Metris cezaevlerinde yaşanan vahşeti biliyoruz, Diyarbakır'a son gidildiğinde Diyarbakır Cezaevi de müzeye çevrileceği söylendi ve kapatıldı. Hani, bunu büyük bir şeyle de anlattınız ama mesele cezaevini kapatmakla bitmiyor. O dönemki uygulamaların benzerlerini şu anki cezaevlerinde de biz tanıklık ediyoruz yani darp, tehdit, işkence, tekçi hücrede tutma, çıplak arama gibi onlarca aslında hak ihlali var, arkadaşlarım çok saydı, ben geçiyorum.

Yine, bu dönem bir şey icat ettiniz. Yani tutuklulukların tahliyesini engellemeye yönelik "idare ve gözlem kurulları" diye bir şey icat edildi. Şimdi, bunlar keyfine göre insanları cezaevinde rehin tutmaya devam ediyor. Bakın, Mukaddes Kubilay, önceki dönem bizim Ağrı Belediye Eş Başkanımız altı yıl üç ay ceza aldı, cezası bitti. Sadece gerekçe ne biliyor musunuz? Dışarıdan gelen diğer görüşçülere selam verdiği için infazı yakıldı. Bakın, bu infaz yakılma gerekçeleri; fazla su kullandın, çok kitap okudun, serzenişte bulundun, halay çektin, şarkı söyledin, ALES sınavına girmedin, arkadaşlarından kopmadın ve böyle sayısız örnek var. Gerçekten akıl ve vicdana sığmayan uygulamalar.

Yine, cezaevlerine yönelik hak ihlalleri geldiğinde bunu izleyecek bir mekanizma yok. Size soru önergeleri veriyoruz, gündeme getiriyoruz ama bize bir geri dönüş olmuyor. En son, Ağrı'da bulunan Patnos Cezaevine yönelik çok ciddi hak ihlalleri geldi. Bakın, orada 7 kişi yaşamını yitirdi, 2 ölüm şüpheli ölümdü. Biz cezaevi idareleriyle görüşemiyoruz yani cezaevi idareleri telefonlarımıza da çıkmıyor, kapıya gittiğimizde de bizimle görüşmüyorlar ve bunu söylediğimizde "Bakanlığın kararı." deniliyor. Bakanlığın, milletvekilinin cezaevine gidip idareyle görüşmesini engellediğini söylüyorlar. Bütün cezaevlerinde aynı prosedür yok, biliyorum ama demek ki her cezaevi kendine göre bir hukuk belirliyor, kendine göre bir karar alıyor.

Hasta mahpuslara ilişkin, arkadaşlarım ifade etti; evet, bence artık hasta mahpuslar meselesi hukukun dışına çıkan bir meseledir, vicdani bir meseledir. İnsanlara aileleriyle, yakınlarıyla vedalaşma hakkını tanımak gerekiyor ama maalesef insanlar hastanede yataklara kelepçeli şekilde yaşamlarını yitiriyorlar ve buna aileler de seyirci kalıyor, maalesef bu acı ailelere de yaşatılıyor. Yine, dışarıya bırakılan hasta tutsaklar da birkaç ay sonra zaten yaşamını yitiriyor. Bunun onlarca örneği var yani STK'lerin açıkladığı raporlar var; şu an cezaevlerinde 1.605 hasta tutuklu var.

İmralı cezaeviyle ilgili yani aslında biz orada özel bir infaz rejiminin uygulandığını biliyoruz. Açıkçası hangi yasal mevzuata dayandığı konusunda da bir izahat bekliyoruz. Şimdi, diğer cezaevlerinde uygulanan işte aile görüşü, telefon, avukat hakkı bu cezaevinde hayata geçirilmiyor. Bunun hangi gerekçeyle yapıldığı da izah edilmiyor. Daha önce "koster bozuk" deniliyordu, "hava muhalefeti" deniliyordu, şimdi aile ve avukatlar da bilgi verilmeden bir disiplin cezası olduğu söyleniyor. Bu disiplin cezasının da hani, tek kişilik hücrede kalan bir insanın nasıl bir hücre cezası aldığı, nasıl bir disiplin cezası aldığı da izaha mahkûm. Dolayısıyla bu konuda da iktidarın bir an önce sorumluluk almasını ve bu derinleşen tecrit politikasına son vermesi lazım. SPT, dönem dönem geliyor ama SPT'nin raporlarına da yönelik bir açıklama yapılmıyor, derin bir sessizlik söz konusu. Tabii, dönem dönem, bu İmralı tecrit meselesinden kaynaklı bir manipülasyon da gündeme geliyor, sık sık siyasete konu ediliyor ama ailesinin, avukatlarının Öcalan'la, Sayın Öcalan'la görüşmesi de sağlanmıyor. Dolayısıyla, bir manipülasyon ve siyasete malzeme yapılıyor.

Son olarak da şunu söyleyeyim Sayın Bakan: Yani siz sunumunuzda kadın cinayetleri ve çocuklara dair aslında detaylı bir sunum yapmadınız ama biz biliyoruz; kadın ve çocuklara yönelik suçlar gittikçe derinleşiyor her gün, kadınlar korunamadığı için yaşamını yitiriyor, 6284 sayılı Yasa etkin uygulanmıyor. Bakın, koruma aldığı hâlde kadınlar katlediliyor; Güler Karslı koruma kararı olduğu hâlde eşi tarafından öldürüldü. Yani "koruma" demek, gidip savcılıkta bir belgeyi bir kadının eline vermek değil; aslında bunu takip etmek, kadınlar aradığında bu süreci etkin hâle getirmekle mümkün ama bu süreçler de işlenmiyor. Hatta üstüne üstlük bir de İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırdınız. İstanbul Sözleşmesi bu konuda devlete yükümlülük yüklüyordu, sorumluluk yüklüyordu ama İstanbul Sözleşmesi de bir gecede kaldırıldıktan sonra tabii yükümlülükler uygulanmıyor.

OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Taşdemir, lütfen toparlar mısınız.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Son olarak şunu söyleyeyim: Sayın Bakan, sunumunuzda pasaportlarla ilgili idari tedbir kararlarının, mahkeme kararı olmayan idari tedbir kararlarının kaldırıldığını söylediniz. Hayır, kalkmadı. Mesela, benimki kalkmadı: hiçbir mahkeme kararım yok yani mahkemenin yurt dışına çıkmamı engelleyen bir kararı yok ama iki yıldır idari tedbir kararıyla...

OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Teşekkür ediyorum Sayın Taşdemir.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bir saniye, bitiriyorum Başkan.

AYM'nin en son kararından sonra başvuruda bulundum; 31 Temmuzda kaldırdılar, 1 Ağustosta tekrar yurt dışı yasağı koydular. Gerekçesini bilmiyorum; idari tedbir yani mahkeme kararı yok. Bu konuda da bir izahat bekliyorum.