KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli Bakan, değerli bürokratlar; şimdi bu Avukat Jiyan arkadaşımıza ilişkin olarak, bir kimliğin, telefon numarasının sızdırılması değil, yaklaşık 100'den fazla akrabasının, kardeşlerinin, yeğenlerinin, tümünün sızdırılması biçiminde bir şey var. Dolayısıyla, bunu münferit bir mesele olarak görmek mümkün değil. Burada elimde de tek tek bütün şeyler yazılı, isimler, soyadları yazılı. Bu münferiden bir şey değil. Yani bunu, bu bilgilere sahip olan birinin biliyor olması lazım -ki bunun bir kişi olmadığı çok açık- örgütlü, kurumsal bir yapının içerisinden bunu biliyor olması lazım. Bunun büyük olasılıkla bir devlet görevlisi olduğu ortaya çıkıyor. Bütün akrabaları burada, 100 küsur akrabası burada, elimizde.

Şimdi devam edelim.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Olasılığı kesin gibi konuşuyorsunuz Rıdvan Bey, olasılığı kesin gibi konuşuyorsunuz.

RIDVAN TURAN (Mersin) - O sebeple şey değil yani münferit bir mesele değil.

Şebnem Hoca meselesine gelince; şimdi Şebnem Hoca yargılanıyor ve mahkeme hüküm vermek için diyecek ki "Bu Şebnem Hocanın iddiaları doğru mudur, değil midir?" Ne olacak arkadaşlar? Ya bunlara hiç bakmadan hüküm kuracak ya da diyecek ki "Bu nedir, bir bakmak lazım."

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Rıdvan Hocam, o görüntüler uyuşturucu kaçakçısı, uyuşturucu kullanan bir adamın da görüntüsü olabilir.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, hatipleri dinleyelim konuşurken, söz sırası geldiğinde ifade edelim.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Tıp disiplini şöyle bir şeydir: Tıp disiplini ulusal, cinsel, etnik, kültürel, ne olursa olsun bunlara bakmaksızın bir tutum sergiler.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - O görüntüler uyuşturucu kullanan bir adamın da görüntüsü olabilir. Niye onu demiyor?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, hatipleri dinleyelim, herkes sırası geldiğinde fikirlerini söylüyor.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Buna birileri; kurulu düzen, müesses nizamın sahipleri "Hakaret." diyor ya da görmez ama netice olarak bunun böyle olup olmadığını anlamak çok kolay bir yöntemdir. Dolayısıyla Şebnem Hoca kendi uzmanlığı konusunda bir fikir serdetmiştir.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Televizyonunun önünde, televizyona bakarak...

RIDVAN TURAN (Mersin) - Biz bunu serdederiz, hekimler böyle söylerler. Bu sizin işinize gelse de böyledir, gelmese de böyledir.

ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Televizyona bakarak mı söylerler?

RIDVAN TURAN (Mersin) - Sonra seninle ilgileneceğim, dur şimdi, bozma insicamımı.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, hatibi dinliyoruz, ikili konuşmayalım lütfen; diyaloğa girmeyelim, rica ediyorum.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bakın, bir başka mesele şu değerli arkadaşlar: Burada bir tartışma sürüyor; karşıdaki cenah, AKP vekilleri CHP'lilere yönelik olarak diyorlar ki "Sizin zamanınızda bundan daha mı iyiydi?" Arkadaş, kurban olayım yani bizim kaderimiz "Üç Aliler Divanı" ile sizin uyduruk yargınız arasında kalmak mıdır ya? Bu mudur bizim hayatımız yani? Bunun başka bir izah tarzı yok mu? Daha insanca, daha demokratik yaşayacak bir ortam yok mu? "Üç Aliler Divanı" da bir sürü insanı haksız yere yargıladı, hatta astı, sonra yargıladı; şimdi sizin yargınızın bundan farkı yok.

Sayın Bakan, şimdi pek çok hukuk profesyoneli konuştu ama ben de hukuk profesyoneliyim; otuz yıldır yargılanan, cezaevine giren, hüküm sahibi olan biri olarak ben de hukuk profesyoneliyim -tırnak içinde söylüyorum bunu- dolayısıyla siz kendi kurduğunuz yargı sisteminin olabilenin en iyisi olduğunu iddia ediyorsanız vallahi yanılıyorsunuz. Bir gün beraber gidelim Tekirdağ F Tipinde bir hücreye girelim, nasıl bir hayat olduğunu orada görürsünüz. Yani şimdi bu ülkenin hukuki olarak adalet açısından ileri gitmesi, daha demokratik bir muhtevaya kavuşması tartışılması gerekirken bakar mısınız ya dehşet dengesine "Senin zamanında böyleydi." Ben DGM'de de yargılandım arkadaşlar, ne olduğunu biliyorum ama sizin Fetullah cemaatiyle beraber kurduğunuz yargıda da yargılandım. Bak, oradaki bütün hâkimler şu anda cezaevinde, mübaşir dahi cezaevinde orada, biliyor musun? Ama orada kurulan hükümlerle pek çok arkadaşım yurt dışında şu anda, yurt dışındalar. Niye? Sizin ile Fetullahçı hâkimlerin beraber kurduğu, o zaman çok methettiğiniz -şimdi de bunu methediyorsunuz, o da enteresan bir şey ya- o yargının sonucunda arkadaşlarımdan bazıları hayatını kaybetti sürgünde, bazıları da yurt dışında. Buna vicdan dayanıyor mu gerçekten?

Bak, size birisini tanıştırayım Sayın Bakan; Mercek, kadın mı erkek mi bilmiyorum ama adı Mercek. Bu bir gizli tanık. FETÖ'cüler ve sizin beraber yaptığınız cemaatçi ve AKP'li yargıçların döneminde bu "Mercek" kod adlı şahıs -kim olduğunu bilmiyoruz- bir sürü KCK davasında gizli tanık oldu, bir sürü hüküm kuruldu bunun tanıklıklarına ilişkin; sonra, darbe girişimi sonrasında o hâkimlerden kaçan kaçtı, kaçmayan cezaevinde şimdi. Mercek'in sayesinde kurulan hükümler cari; bu insanların bir kısmı cezaevinde, bir kısmı cezaevine girmeyi bekliyor. Şimdi, işin tuhaf tarafı ne? 2016'da Selahattin Demirtaş tutuklandığında çok önemli bir tutuklanma gerekçesi neydi biliyor musunuz? Mercek'in ifadeleriydi. Sonra denildi ki "Bu Mercek kimse mahkeme bunu bir dinlesin." Bak şimdi -Kobani duruşmalarını kastediyorum- "Mercek'i bir dinlesin." Mahkeme Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne yazı yazdı Mercek'i dinlemek için. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ne dedi biliyor musunuz arkadaşlar? "Vallahi biz bilmiyoruz Mercek kimdir?" Böyle birisinin olmadığını Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü teyit etti, kendilerinin gönderdiği tanıklığın olmadığını söylediler. Biz hangi hukuku konuşuyoruz Allah aşkına ya? Hangi hukuku konuşuyoruz biz? Bundan daha acayip bir şey olabilir mi yani? Bu ne biliyor musunuz arkadaşlar? Bak, bu Freisler çok enteresan bir adamdı, Hitler'in Adalet Bakanlığını ve başyargıçlığını yaptı. Freisler bütün yargıçlara şunu söylerdi: "Siz bir hüküm kurarken Hitler'in ne düşündüğünü düşünün, o olsa hangi hükmü kurardı onu düşünün, ona göre hüküm kurun." Ve bu, dünyayı felakete götüren bir şeye sebep oldu. Şimdi hangimiz söyleyebiliyoruz bu kurulan hükümler, Mercek gibi bir kepazelikle Selahattin Demirtaş'ın tutuklanması, Kobani kumpas davasında "Kovuşturmaya yer yok." denildikten altı yıl sonra bu insanlara tekrar dava açılması ve bunların tutuklanması Erdoğan'ı mutlu etmek için alınan kararlar değil mi? Tam öyle, biliyor musunuz? Bu böyle olduktan sonra, bunun sonrasında bu memleket artık dünyaya, nasıl McCarthyciliği, Rosenbergler davasını, ABD sistemi bir -Dreyfus davasını- Sacco ve Vanzetti davasını hediye ettiyse Sayın Bakan, sizin başında olduğunuz yargı sistemi de Kobani kumpas davalarını hediye ediyor dünyaya. Dünyanın her tarafında bunların ne türden bir hukuk maskaralığı olduğunu, buraya atanan hâkimlerin nasıl hâkimler olduğunu yargı tarihi yazacak. Bu utanç verici bir şey değil mi? Şimdi bakıyoruz, anlatılıyor ki bize "Yargıda herkes eşit." 17-25'te sizden yargılanan kimse yok. Bak, bu SPK meselesi yenilir yutulur bir şey değil, sizden sonra bunlar gün ışığına çıkar Sayın Bakan. Taşkesenlioğlu'na ilişkin hiçbir yargılanma yok, Şenyaşar ailesi davasında ileriye doğru atılmış bir tane adım yok; kayyumların tonla üçkâğıtçılığı çıktı, hırsızlığı çıktı, bunlara ilişkin atılan hiçbir adım yok ama bu böyleyken bir taraftan da cezaevleri gazetecilerle dolu, geçen gün yine 16'sını tutukladınız. Hak ihlalleri çok yoğun. Ben kendi yaşadıklarımı anlatabilirim size yani süngerli oda nedir, yemekler nasıl çıkar, görüşler nasıl engellenir, ailen geldiğinde bir taraftan da sıcak su verirler, ya ailenle görüşmezsin ya banyo yapamazsın; bunların hepsi cezaevinde sürekli yaşanan şeyler. O yemeklerin kalitesi, o insan haklarına aykırı davranışlar, kaba darp, şiddet, çıplak arama; bunların hepsi de bizim yaşadığımız şeyler yani biz size teorik bir şeyden falan bahsetmiyoruz, ben yaşadığım şeylerden bahsediyorum; dinler misin bilmiyorum Sayın Bakan.

Bak, şimdi burada bir vekil -kimdi bilmiyorum ama- idam cezasını övdü. Ya zaten uyguluyorsunuz idam cezasını, şu anda idam cezasını uyguluyorsunuz. Bu yüzlerce hasta mahpusu buna rağmen içeride tutarak yaptığınız şey nedir? Gittim ben Adana mahkemesinde Mehmet Emin Özkan'ın duruşmasına. Adam nerede olduğunu bilmiyor ya, nerede olduğunu bilmiyor; yargılanıp yargılanmadığından haberdar değil adam. Böyle bir insanı hâlâ cezaevinde tutuyorsunuz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Yüzlerce insanı cezaevinde tutarak siz zaten fiilen idam cezasını uyguluyorsunuz, daha ne idam cezasından bahsediyorsunuz?

Hasta tutsaklar meselesi bir başka mesele, tecrit meselesi başka mesele. Arkadaşlar, Öcalan'a ilişkin duygu durumunuz sizi ilgilendirir; devletin duygusu olmaz, devletin yasaları olur. Bu yasaları uygulamakla mükellefsiniz siz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Turan, geçtiniz sürenizi, son bir cümle alayım.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Son cümlem.

Dolayısıyla tecrit meselesi yalnızca Öcalan için değil, aynı zamanda o adada olan herkes için gayrikanunidir bizim hem cari yasalarımız hem imza attığımız uluslararası anlaşmalar açısından. "Hâlâ onu mu savunuyorsun?" Mesele savunup savunmamak değildir, mesele bir hakkın iadesidir; bunları yapacak mısınız, yapmayacak mısınız Sayın Bakan, bakacağız.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Gerçi bu tartışmalardan dolayı benim birkaç dakikam da gitti ama Sayın Başkan.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Zaten aşağı yukarı bir dakika ilave süre kullandınız; tartışmalardan dolayı ben de müsamaha gösterdim.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Peki, tamam.