KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Bakan, Değerli Bakan Yardımcılarımız ve bürokratlar, milletvekillerimiz, basın mensupları, TBMM personeli başta olmak üzere tüm hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Deprem nedeniyle Düzce'ye ve Türkiye'ye geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Sanayi ve teknolojide yapabildiklerimizle övünelim ama yapamadıklarımızı da belirtelim ki daha iyisini yapmaya çalışalım.

Öncelikle, TOGG konusuna değinmek istiyorum. TOGG tesislerinde düzenlenen ilk Togg otomobilin üretim törenine katıldım. Törenin şov kısmına çok ağırlık verilmişti ama içerik ve organizasyon daha zayıftı. İçeriye girişte birkaç güvenlik ve araç kontrolünden geçmek gerekiyordu, hepsi de kargaşayla geçti. Fabrika sahası çok büyük bir alandı. Otoparktan sonra da alan içinde bulunan birçok yeni yapılmış üretim tesisinin arasından yürüdük. Sonradan hangar gibi görülen binanın yanından geçerken içinin hemen hemen boş olduğunu gördüm. Bir kenarda raflarda bazı malzeme paketleri bulunuyordu. Bu tür törenlerde tüm gün fabrika binalarını açıp "open house" mantığıyla tesislerin gruplar hâlinde gezdirilmesi, bilgiler verilmesi daha sık rastlanan bir durumdu ama böyle bir uygulama, algının yüksek olması tercihine feda edilmiş olabilir. İçeride bir "showroom" hazırlanmıştı ve araçlar sergileniyordu. Araçların başındaki mühendisler çok mutlu ve heyecanlı görünüyorlardı; iyi bir teknik ekip oluşturduklarını ve özellikle yazılım konusunda çok çalıştıklarını dolayısıyla bu aracı otomobilden ziyade yazılım cihazı gibi gördüklerini söylediler. "En çok zorlandığınız konu neresi?" diye sorduğumda "idari ve bürokratik işler" dediler. Saat 16.00'da başlayacağı belirtilen tören, saat 18.00'de başlayabildi. Bana idari işlerde zorlandığını söyleyen mühendisin haklılığı kanıtlanmış oldu. Bu gibi durumlarda yetersizliğini gösteren bir organizasyon içinde teknolojik bir işi başardıkları için tüm emekçileri ve mühendisleri takdir ettim. Törene aracın getirilmesi ve Sayın Cumhurbaşkanının inişi, aracı takdimi çok etkileyiciydi.

Kişisel bilgime göre, cihazın teknoloji seçimi ve zamanlaması uygun. Başlangıçta yerlilik oranı düşük olabilir, sistem çözümü konusunda tecrübe kazandıktan sonra uygun olan alanlarda yerlilik oranı artırılabilir. Yerlilik oranından daha önemli olanın lisans sahibi olmamız olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla sosyal medyada dolaşan "Togg otomobili, İtalyan Pininfarina'nın beş altı yıl önce tasarladığı bir otomobilmiş, Çin şirketi Hybrid Kinetic 2017'de K550 modeli olarak çıkarılmış." ifadelerini yalanlayamamakla birlikte, fazla kıymet de vermiyorum. TOGG'un mühendislik ekibinin yeterli, üretim altyapısının modern olduğunu, ASELSAN'da görev yapmış birçok iyi mühendisin de ekibe katıldığını biliyorum. Ancak bu durum, rekabetin çok yüksek olduğu, milyonlar seviyesinde üretim adetlerinin olacağı bir alanda ticari başarıyı getirmeyebilir. Ayrıca, siyasilerin seçim endeksli olarak çok kısa sürede sonuç elde etme arzusunun ekibi ekonomik olmayan veya güvenirliği azaltacak çözümlere itmiş olma ihtimali de var. Dünyadaki teknolojik gelişmelere bakacak olursak proje zamanlama olarak bence uygun, şarj altyapısı konusunda da çalışmaların başlaması olumlu; elektrikli araçların yaygınlaşmasını en fazla etkileyecek konulardan biri de bu.

İlaveten, TOGG vizyonu lehine bir noktayı da belirtmek istiyorum: Otomotiv sanayimiz ağırlıklı olarak Avrupa Birliği pazarına çalışıyor. 2035'ten sonra şu an üretmekte olduğumuz otomobillerin ihracatı olmayacak, dolayısıyla bu kararın sektörü ve ekonomiyi koruyucu yanları var. Otomobil sektörünün başarısı sadece araç satışıyla değil, bunun yanında satış sonrası servis, yedek parça tedariki, bakım ve özellikle marka değeriyle ölçülüyor. Dolayısıyla, sadece teknoloji değil, bir marka değerinden ve bir hizmet sektöründen de bahsediyoruz.

1980'lerde ben Amerika'dayken çok ucuz bir araba piyasaya çıkmıştı; Yugoslav yapımı Yugo. Fiat 127'den esinlenilen bu arabanın servis ve yedek parça tedariki hemen hemen yoktu, hatta bazıları 2'nci bir Yugo'yu yedek parça için alıyorlardı. Amerika'da yedi yıl sürede 140 bin adet satılan bu araba meğer Zastava isimli Yugoslav devlet fabrikasında üretiliyormuş. 29 Kasım 1980'de Yugoslavya'nın Cumhuriyet Günü'nde halka arz edilmiş, ilk 2 prototipi de Devlet Başkanı Tito'ya hediye edilmiş. Amaç, Volkswagen türü bir halk arabası olmasıymış ama servis kurulamayınca ve yedek parça tedariki yeterince sağlanamayınca yürütülememiş bir proje olarak kalmış. Dolayısıyla, mesele sadece çalışan bir araba yapmanın çok ötesinde.

TOGG konusunda kafa karıştırıcı bir konu ise şirket olarak özel sektör olması ama sanki bir devlet projesi gibi tanıtılması. Hatta siparişler bile Cumhurbaşkanlığının uhdesine bırakılmış. Zaten devletimiz tarafından TOGG'a her türlü teşvik verildi, ortak firmaların maliyetleri düşürüldü, yol tabelaları, ücretsiz reklamlar, ücretsiz araziler, ÖTV gibi vergi avantajları verildi; tamam, devlet bu kadar arkasında dursun, bunlar olsun. Ancak "Fiyat nedir?" sorusuna "Özel sektör üretiyor, onlar karar veriyor." deniliyor yani top taca atılıyor. Halkın devletten beklentisi ise kâr amacı minimumda olan sağlam, ucuz bir halk arabası olması ancak görünen o ki bu beklenti pek karşılanmayacak. TOGG konusunu bu kadarla bitirmek istiyorum.

Bakanlığın ilgi alanına giren başka konular hakkında da görüşlerimi iletmek istiyorum. Öncelikle, Bakanlığımızın desteklediği TEKNOFEST yarışmalarını kutluyorum. Gençler heyecanlı ve iştiyaklı projeler yapıyorlar; hepsini tebrik ediyorum. Üzüldüğüm bir konu ise TEKNOFEST 1'incilerinin yurt dışında gelecek aramaları. Keşke ülkemizde kalmalarını sağlayacak güven, huzur ve ekonomik ortamı sağlayabilseydik. Belki bir kısmı geri dönecektir ama ülkedeki genel hava gidişlerin pek kısa vadeli olmayacağı yönünde çünkü Türkiye'de iyi konumlardaki nitelikli teknik personel de gidiyor. Bir arkadaş LinkedIn'de bir araştırma yapmış; ASELSAN, TAI, HAVELSAN ve ROKETSAN'da bir süre çalıştıktan sonra Hollanda, Almanya, İngiltere ve Amerika'ya gidenlerin sayısını çıkarmış, sayılar korkunç, en azından 2 ROKETSAN oluşturacak sayıda, bir hayli fazla değerli mühendisimizi yurt dışına kaybetmişiz. Örneğin, ASELSAN'dan yaklaşık 2 bin, TAI'den 1.600, ROKETSAN'dan 500 eleman bu ülkelere gitmişler. Tabii, diğer sanayi şirketlerini de araştırsak sayılar çok çok artacaktır. Üstelik, bunlar tecrübeli, uzman mühendisler tabiri caizse kaymak tabaka. Eskiden gidiş-geliş dengesi gelenler yönünde ağırlıklıydı şimdi bu süreç tersine dönmüş durumda. Bu şekilde, yetiştirdiğimiz mühendislerden, doktorlardan yabancı firmalar, kuruluşlar yararlanıyorlar ve yararlanacaklar.

Sosyal medyada görmüşsünüzdür, değerli üniversite hocalarımız oluşturdukları başarılı ekipleri burada tutamadıklarından bahsediyorlar. Bunun sonucunda araştırma çalışmalarında istikrarsızlık oluşuyor. Bir hocanın en değerli varlığı etrafında oluşturduğu özellikle doktora ve sonrası akademisyenlerdir. Bu hiyerarşik sistem içerisinde bilimsel çalışmalar çok daha hızlı ve verimli olabilmektedir. Değişik fikirlerin ortaya atıldığı, tartışıldığı, denendiği, test edildiği, gerektiğinde değiştirildiği bir yapının oluşması gereklidir. Bugünün teknolojik dünyasında başarılı olmak için tek başına çalışmak yeterli olmayabilir ama maalesef bugün iyi bir doktora öğrencisi bulmak ya da doktora sonrası araştırmacı bulmak çok zorlaşmıştır. Hocalar da gruplarını sürekli yenilemek durumunda kalıyorlar, bunun verdiği eğitim maliyeti de nafile gayretlere sebep olmaktadır. LinkedIn'e bakarsanız; pek çok teknopark şirketinde sürekli eleman arayan hocalar, yeni kurulmuş firmalar görülebilir.

Bu durumun bir sebebi de istikrarsız teşvik politikaları ve proje ödemelerindeki gecikmelerdir. Siz bir projeyi bitirdiniz, devamını almak için bekliyorsunuz ama elemanlarınızı elde tutmak için sürekli bir gelir elde etmeniz gerekiyor; bu sürekliliği sağlayamazsanız elemanları elden kaçırabilirsiniz. Örneğin, çok güzel bir proje olan teknoloji hamlesi... Öncelikli alanlarda seçilmiş projelere AR-GE'den ürüne kadar destek veriliyor. Alanların tanımlanması çok önemli; yurt dışından en çok ithal ettiğimiz ileri teknoloji ürünleri masaya konmuş, bunlar arasından yapılabilecek olanlar seçilmiş diye anlıyorum ancak burada başarı kriterinin doğru tanımlanması önemli. Zaten her ithal ettiğimizi kendimiz üretmeye kalkamayız. Bunun yanında, kritik teknolojilere sahip olmak, bugün kullanmasak da uzun vadede önümüze gelebilecek 5G, 6G teknolojileri gibi alanlarda da araştırma yatırımı yapılması lazım. Burada, süreci hızlandırmak için stratejik ortaklıklara önem vermemiz lazım. Örneğin, çip üretim teknolojisinde dünyada bir numara olan Tayvan Çin'le yaşadığı problemler sonunda İHA ve SİHA üretimi için 1,5 milyar dolarlık bütçe ayırmış. Biz de bu konularda iyiyiz. Karşılıklı olarak iş birliği yaparak birbirimize faydalı olsak Sayın Bakanım.

Konunun dışına azıcık çıkarak belirteyim ki Ukrayna savaşı gösterdi ki 400 kilometre menzil ve füze kabiliyetiyle dünyanın en modern savunma silahı olarak lanse edilen S-400'ler iyi bir performans gösteremedi. Anlaşılan, bu uzun menziller sadece uçak gibi radar kesit alanı 0,1 metrekare üzeri ve alçak irtifada nispeten yavaş ilerleyen hedeflerde geçerli. Balistik füze gibi düşük radar kesit alanlı, uçaktan en az 3 kat hızlı, hem de çok yüksekten gelebilecek füze saldırılarında geçerli değil. Zaten NATO uçağı statüsündeki kendi uçaklarımıza karşı geliştirilen bir hava savunma sisteminin satın alınması da ayrıca ciddi tartışılması gereken bir konu. Bu arada bir bedel daha ödedik, F-35 sisteminden çıkarıldık. Ayrıca, bu projede yer alan firmalarımız işlerinden oldular. Şimdi, elli yıllık F-16 uçaklarının modernizasyonuyla teselli bulmaya çalışıyoruz. TAI'nin F-35 projesinde elde ettiği gövde yapım tecrübesi de kullanılamaz hâle geldi. Millî Muharip Uçak ise biraz uzak bir gelecek, henüz ALTAY tankına ve ATAK helikopterine motor bulmakla uğraşıyoruz. Maalesef, teknolojik gelişmeler hemen olmuyor, adım adım gitmek gerekiyor.

Savunma sanayisi firmalarımız neredeyse elli yılda ancak belli bir olgunluğa ulaştı ama orada da hantallaşma eğilimleri var. ASELSAN son beş yılda, dolar bazında satışları aynı kalmasına karşın eleman sayısını 2 katından fazlaya çıkardı; nicelikten daha önemlisi nitelikli mühendis olmalıdır. Uluslararası ölçekte, çalışan başına ciro rakamını cazip kılmamız lazım.

Hamle Programı'na dönecek olursak, programda desteğin ürüne yönelik olması da çok önemli. Birçok ekip proje başvurularını yaptılar, bir yıldan fazla süredir bekliyorlar Sayın Bakanım. Galiba, 50 milyon ve üzeri bütçeler Cumhurbaşkanlığınca onaylanıyormuş. Bugün 50 milyon liralık projeler büyük proje kategorisinden sayılmamalı. O nedenle, bu projeleri bir an önce başlatmak gerekiyor.

Tabii, bir de proje takibi konusu var. Örneğin, pandemide çok konuşulan aşılarımıza ne oldu Sayın Bakanım? Mesela, Turkovac vektör aşısı yapılacaktı; birden ortadan yok oldular. Tabii, bu konu biraz Sağlık Bakanlığının ilgi alanına giriyor ama Covid yine atağa geçmiş durumda.

Bir de belirtmeliyim ki araştırma projelerinde yurt dışı alımlar oluyor. Bakanlığın ödemelerindeki gelişmeler, bu alımların fiyatlarının artması nedeniyle proje bütçelerini sıkıntıya sokuyor. Burada TÜBİTAK Başkanımızı kutluyorum, TÜBİTAK ek bütçeyle bu maliyet farkını kapatma yönünde ciddi bir adım atmış. Avrupa Birliği projelerinde de inşallah, elimizdeki az sayıda nitelikli insanla başarımızı koruruz.

Yine bu arada TÜBİTAK Başkanımızı, WAITRO Yönetim Kurulu Başkanlığına seçilmesinden dolayı da ayrıca kutluyorum. TÜBİTAK'tan artık dünya ölçeğinde başarılar bekliyoruz. Örneğin, "R&D World" dergisi her yıl "R&D 100" adı altında ödüller veriyor Sayın Başkanım. "Tayvan'ın TÜBİTAK'ı" diyebileceğimiz ITRI (Industrial Technology Research Institute) her yıl olduğu gibi bu yıl da 3 ileri teknoloji ödülü almış, TÜBİTAK'ın da benzer ödülleri Türkiye'ye getirmesini bekliyoruz.

Kaynaklarımız kısıtlı, o nedenle, dikkatle harcamalı ve sonuç alıcı hedeflere odaklanmalıyız. Şov amaçlı gösteriş projelerinde harcayacak kadar bol paramız yok maalesef. Örneğin, Uzay Ajansına yılda 3 milyon dolar bütçe ayırabiliyorsak bu bütçenin onlarca katını şov uğruna uzaya astronot yollamaya harcamamalıyız. Uzaya astronot yollamanın gelişmenin ölçüsü olmadığını örneklerle görebiliriz: Örneğin komşumuz Bulgaristan 1979 ve 1988 yıllarında 2 kere; Afganistan 1988 ve 2022 yıllarında 2 kere; Romanya 1981'de, Moğolistan 1981'de, Suriye 1987'de, Birleşik Arap Emirlikleri 2019'da uzaya astronot göndermişler ama bu ülkelerin uzay yarışında önemli bir mesafe katettiklerini görmedik. Aynısını yaşamamak için paramızı ve imkânlarımızı daha akılcı şekilde kullanmalıyız.

Son olarak Bakanlığımızın "misyon" cümlesini vurgulamak istiyorum, cümle aynen şöyle: "Yüksek teknolojiye dayalı, rekabetçi, sürdürülebilir, yerli ve millî bir sanayi yapısı oluşturmak." Bu cümleye katılmamak mümkün değil ama maalesef hâlâ yüksek teknoloji üretiminde istediğimiz yerden uzağız. İleri teknoloji ürünleri hâlâ ihracatımızın yüzde 3'ünden azını teşkil ediyor. Dünya Bankasının 2020 yılı verilerine baktığımızda, Güney Kore'de yüksek teknolojili ürün ihracatının toplam imalat sanayisi ihracatına oranı yüzde 36; bu rakamın Çin'de yüzde 31, İsrail'de yüzde 28, Japonya'da yüzde 19, Almanya'da yüzde 15, Yunanistan'da yüzde 13 seviyelerinde olduğunu görüyoruz. Bizim gibi yüzde 3 olan ülkeler arasında ise örnek olarak Burkina Faso, Jamaika, Myanmar ve Benin var.

Yüksek teknolojili ürün ihracatı, ihracatın kilogram fiyatını da bir hayli etkilemektedir. Bizim ihracatımızda daha ziyade düşük ve orta düşük mamullerin baskın olmasının sonuçlarından biri 1,29 Amerikan doları seviyesindeki ihracat kilogram fiyatımızdır. Aynı rakam Japonya'da 3,86 dolar; Almanya'da 3,68 dolar; İtalya'da ise 3,21 dolar seviyelerindedir. Çin 2001 yılında 0,96 olan bu rakamı 2015'te 1,55'e çıkarmayı başarmış. Çin'in kişi başı millî gelirinin bu sürede 10 kat artmasında ihracatın ve özellikle yüksek teknoloji ürün ihracatının payı inkâr edilemez. Ülkemizin yeterli refah ve kalkınma düzeyine erişmesi için ihracatta kilogram fiyatımızın en azından 3 dolar seviyesine yükselmesi gerekmektedir. İhracatın kilogram fiyatının artması demek, daha hafif ürünlerle daha fazla kazanabilmek demektir; bunu teşvik etmeliyiz Sayın Bakanım.

Fakat imalat sanayisi üreticileri, artan girdi ve enerji fiyatlarından muzdaripler. Dövizin bir süredir sakın seyretmesine karşın girdi maliyetlerindeki artışlar devam ediyor. Bakın, sanayiye verilen elektriğin kilovatsaati bugün 27 sent civarında; bu rakam Çin'de 9 sent. Çin'de aynı işi yapan bir meslektaşından 3 kat pahalıya elektrik kullanan bir Türk sanayicisinin Çinli bir sanayiciyle rekabet etmesini bekleyebilir miyiz? Rekabet edemeyen, ihracat bedeli dövizinin yüzde 40'ına el konan sanayiciyi yatırım yapmak yerine yüksek kâr elde edebileceği inşaat, arsa rantı, restoran gibi sektörlere yöneltmekteyiz. AVM yapmanın fabrika yapmaktan daha kârlı olduğu bu ekonomi politikalarından vazgeçmeliyiz. Hükûmetimizin de nihayet kabullendiği gibi, yatırım, istihdam, üretim ve ihracata yönelik politikalar oluşturmalıyız diyor, dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.