| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a) Sağlık Bakanlığı b) Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü c) Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ç) Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı d) Uluslararası Sağlık Hizmetleri Anonim Şirketi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 24 .11.2022 |
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.
Ben de herkese başarılar diliyorum.
Yaklaşık bir aydır Plan ve Bütçe Komisyonundayız. İlgili bakanlar gelip sunumlar gerçekleştiriyorlar. Şimdi, bu sunumlara bakınca şöyle bir şey açığa çıkıyor: Yani bütün bakanlıklar sorumlu olduğu alanlarla ilgili aslında devrim yapmışlar, ülkede bir çığır atlatılmış, hiçbir sorun yok, her şey güllük gülistanlık. Yani böyle dinleyince, hayali bir tabloyla karşı karşıyayız.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Maşallah, maşallah, yaparsa AK PARTİ hükûmetleri yapar, yaparsa AK PARTİ yapar. Ülkeye çağ atlattık, devrim yaptık her alanda.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Şimdi, Sağlık Bakanlığının da bütçesini dinlerken hani bizim alanda şahit olduklarımız, yaşadıklarımız, sahadaki gerçeklikle, bugün burada anlatılanlarla, işte, kitapçıklarda yazılanlar arasında dağlar kadar fark var ama halk da bu gerçeği görüyor, yaşıyor ki çok sık sık da sağlık meselesi gündemdedir.
Sürekli hastane yaptığıyla övünen, aynı zamanda hapishane yaptığıyla da övünen bir iktidar var. Son yirmi yıldır iktidar sürekli: "Bu kadar hastane yaptım. Şu kadar da hapishane yaptım." diye övünüyor, bunun propagandasını yapıyor. Açıkçası, hapishane övünülecek bir şey değil. Ülkenin demokratik standartlarını, demokrasisini, özgürlüğünü, adaletini sağladığınızda hiç de hapishaneye bu kadar yatırım yapmanıza gerek yok. Aynı şey, sağlık sistemi için de geçerli. Yani önemli olan hastane yapmak değil, önemli olan insanların hastalanmamasını sağlamak, bunun koşullarını sağlamak ama bugün Sağlık Bakanlığının bütçesine baktığımızda, bütçenin neredeyse büyük bir bölümü, işte, daha çok tedaviye ayrılmış durumda. Ama yine bütün bu söylemlerinize rağmen dönüp topluma baktığımızda, hakikaten toplumda yaşanan durum nedir? Son yirmi yıldır toplum tam bir sağlıksızlık hâlini yaşıyor aslında; işsizlik, açlık, yoksulluk, ekonomik kriz, şiddet ortamı, geleceksizlik, insanları tam da bu politika ve bu siyaset hâli hasta ediyor ve son yirmi yıldır da bunun en derin hâli yaşanıyor. Hâl bu olunca, işte, stresten, bunalımdan, güvensizlik gibi ruhsal sorunlar yaşanıyor. Yine, çok ciddi sağlık sorunları bunun akabinde meydana geliyor. İşte, Sağlık Bakanlığının verilerine göre on bir yılda depresan kullanımının miktarında yaklaşık yüzde 70 bir artış söz konusu.
Yine, Bakanlığın 2020 yılına ait son sağlık istatistiklerine göre, 2009 yılında bin kişi başına günlük 29 antidepresan ilaç düşerken bu oran 2020'de 49'a çıkmış bulunuyor. 2021 dünya mutluluk verilerine de baktığımızda, aslında biz bu tabloyla karşılaşıyoruz; Türkiye, önceki yıla göre sekiz basamak gerilemiş Dünya Mutluluk Endeksi'nde yani mutsuz bir toplum söz konusu. Mutlu olanlar mutlaka vardır, hani bütün bu anlatılanlardan mutlu mesut olanlar, razı olanlar ki karşıdakiler sürekli hani hep teşekkürle geçiriyorlar sunumlarını, eleştirilerini. Yandaşlar mutlu olabilir, bu ülkenin kaynaklarını kullananlar bu durumdan, bu tablodan mutlu olabilir ama halkın büyük bir çoğunluğu mutlu değil.
Yine, işte, hani bu mutsuzluk hâlinden belki bir anlamda şunu da ifade etmek gerekiyor: Şimdi, Cumhurbaşkanı da kadınların kariyerini çocuk doğurmakla sınırlı gördüğünü sık sık ifade ediyor, her söz aldığında, her topluma hitap ettiğinde "5 çocuk yapın, 3 çocuk yapın." telkininde bulunuyor ama hani bu çocukların hangi koşullarda büyüyeceğine, sağlıklı beslenmesine, şiddetsiz bir ortamda büyümesine, güvenli bir gelecekte yaşamasına, daha kaliteli bir yaşam standardının nasıl sağlanacağına dair aslında bir siyaset, bir plan, bir program yok. Sadece ha bire kadınlara: "Çocuk doğurun." Bu çocuk doğurmadaki talepten de öyle anlaşılıyor ki daha çok ucuz iş gücü olarak çocukları gören, bunun için talep eden bir iktidar anlayışı söz konusu.
Şimdi, sağlıklı beslenmenin günlük maliyeti 243 lira. 4 kişilik bir ailenin dengeli beslenmesi için aylık gider 7.550 TL. Yani neredeyse ülke nüfusunun yüzde 54'ü aslında aç; sağlıklı beslenemiyor, dengeli beslenemiyor. Yani bu gerçeklik yokmuş gibi, işte, ısrarla: "Hadi çocuk doğurun. Hadi şunu yapın, hadi bunu yapın." gibi politikaların da ciddi bir sorun teşkil ettiğini, bu sağlık sistemine de aslında bir yük olarak geri döndüğünü ifade etmek gerekiyor.
Sağlık sisteminde yaşanan sorunlardan dolayı sağlık emekçileri de çok ciddi sorunlar yaşıyor hastalar kadar, toplum kadar. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin -sunumunuzda da var- işte, "katalog suçlar" kategorisine aldığınızı söylediniz. Yine, sağlık emekçilerine yönelik saldırılarda ceza artırımına gidileceği ifade edilmiş ama bu meselenin, sadece ceza artırmakla, bu suçları katalog suçlar kategorisine almakla çözülmeyeceğini hepimiz de iyi biliyoruz. Şimdi, bu meselede asıl yapılması gereken, yapısal mesele, yapısal çözümler; eşit, erişilebilir, ücretsiz, ana dilde sağlık hizmetidir. Bunu siz sunmadığınız müddetçe sağlıkta şiddeti de konuşmaya başlayacağız; sağlıkta az önce ifade ettiğim bütün sorunların en kronik hâle gelmiş yanlarını da konuşacağız.
Yine, yani çok çok gündeme geliyor, işte AKP'li siyasetçiler, hani sizler de sunumlarınızda ifade ettiniz; hep deniliyor ki: "Gidin hastanelere bakın, kuyruk yok." "Gidin hastanelere bakın, eski görüntüleri göremeyeceksiniz." Evet, doğru, hastanelerde kuyruk yok çünkü insanlar zaten randevu alamıyor. Yani en basit bir poliklinik muayenesi için bile insanlar günlerce sıra beklemek zorunda kalıyor hatta bırakın günleri, aylarca. Hasbelkader o randevuyu alabilmişse bile hastaneye gittiğinde bu sefer yani doktorlar günde 100'ün üzerinde hasta almak zorunda kalıyor, her hastaya ayırdığı zaman neredeyse beş dakika; Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde, bölgede bu daha bir kronik hâle geliyor çünkü kadınların büyük bir çoğunluğu Türkçe bilmiyor. İşte, o beş dakikada hem kendini ifade edecek hem ifade ettiğini doktor anlayacak, bunu çevirisini yapacağız -zaten bu anlamda profesyonel çeviriciler de yok ya- işte oradan geçen bir hasta tutulup getiriliyor, ona çeviri yaptırılıyor ya da orada bulunan bir hemşire eğer Kürtçe biliyorsa o yapıyor. Yani dolayısıyla bu işi de böyle baştan savma yapan bir yaklaşım söz konusu. Şimdi, durum böyle olunca sağlık sistemindeki bu aksayan yönlere yönelik tepkiler de maalesef sağlık emekçilerine yansıyor; işte sağlık emekçilerine şiddet olarak bu pratikler açığa çıkıyor.
Yine, sağlık emekçileri sık sık ifade ediyorlar; uzun nöbet saatleri, hasta yoğunluğu, düşük ücret, yine bunlardan kaynaklı yaşanan sorunlar... Hekimlerin aslında hastanelerde ve aslında bu ülkede hekimlik yapmasının önünde en büyük engel; bundan da kaynaklı hem antidemokratik uygulamalar, ülkenin içerisinde olduğu bu baskıcı yönetim şekli hem de bütün bu sorunlarla birlikte hekimler bir şekilde ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Son on yılda yurt dışına giden hekim sayısı 27-28 kat artmış hani bu TTB'nin verdiği bilgilere göre.
Yani Sayın Bakan, hastayı müşteri, sağlık hizmetlerini de kâr getiren işler olarak gören bu anlayış değişmediği müddetçe aslında yapılan hastaneler ve sizin kitapçıkta uzun uzadıya anlattığınız hizmet alanlarının çok da bir toplumsal yansıması olmuyor; toplumda çok ciddi bir rahatlamayı da beraberinde getirmiyor, bu sorunlar daha fazla kronikleşiyor.
Yine, hasta tutsaklarla ilgili bir şeyi ifade edeyim. Evet, hasta tutsaklar çok gündemde, Sağlık Bakanlığının gündeminde; biz bunu çok konuştuk, yaşanan sorunları ifade ettik. Yani sizin Bakanlığınızla ilgili bölümü ise hasta tutsaklar hastaneye götürüldüğünde bekletilen salonlar yani bu mahkum koğuşları olarak tabir edilen odalar çok ciddi sorunlu, çok ciddi anlamda hijyen sorunları yaşıyor; özellikle hastanede kalan hasta tutsaklar burada çoğu zaman enfeksiyon kapma riskiyle karşı karşıya. Dolayısıyla buralara da yönelik bir iyileştirmenin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Ağrı Vekili Ağrı'daki hastane ve sağlık sisteminden söz etti, çok övgüyle söz etti. Şimdi, AKP'nin şöyle bir yanı var: Hep kötü olan şeylerle kendini kıyaslama hâli var. Yani Ağrı'daki hastanenin durumunu, sağlık sistemini yirmi yıl önceki, otuz yıl önceki sağlık sistemiyle kıyaslayarak anlatmaya çalışıyor. Hayır, Ağrı'da yirmi yıl önce de sağlık sorunu krizdi, problemdi; şimdi ise Ağrı'da sağlık meselesi krizdir, büyük bir sorundur.
Bakın, Ağrı'da bir devlet hastanesi var, işte uzunca yıllar bir propaganda meselesine de dönüştü; onlarca bakan geldi, başbakan geldi, cumhurbaşkanı geldi; Türkiye'de aslında sistem değişti, başkanlık sistemi geldi, hastane bir türlü bitirilemedi. En son hastane neyse bitirildi, adını da eğitim ve araştırma hastanesi olarak koymuşsunuz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Evet, adı "eğitim ve araştırma hastanesi" Sayın Bakan ama isminin dışında hiçbir özellik taşımıyor. Bu konuyu gerçekten böyle sıradan bir eleştiri olarak söylemiyorum, her gün onlarca telefon alan biri olarak söylüyorum; o ilde yaşayan, ailesi o ilde yaşayan ve sık sık hastaneye giden gelen birisi olarak söylüyorum; hastane meselemiz inanılmaz krizdir. Doktor varsa hemşire yok, hemşire varsa hizmet yok. Hem bu pahalılıkta hem bu ekonomik krizde insanlar sık sık Erzurum'a gitmek zorunda kalıyor, Ağrı da çok yoksul bir kent.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Çok teşekkür ediyorum.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bitiriyorum Başkan.
En basit bir operasyon için bile Erzurum'a gidiyoruz. Hatta halk arasında şöyle bir deyime dönüşmüş bu mesele: "Ağrı'da doğuyoruz, Erzurum'da ölüyoruz."
Teşekkürler.